• Sonuç bulunamadı

SÖYLEMLERDE KULLANDIKLARI ARGÜMANLAR

YAZDIKLARI MEKTUPLARDA VE OLUŞTURDUKLARI

SÖYLEMLERDE KULLANDIKLARI ARGÜMANLAR

Gencal Şenyayla GİRİŞ

İslam Tarihi’nin ihtilaflı konuları üzerinde ülkemizde yapılan çalışmaların az olduğu bu alanda uzman olan araştırmacıların dikkat çektiği bir konudur. Bunu doğuran anlayış, ihtilafların içinde yer almış olan şahsiyetleri yargılamaktan kaçınma gibi iyi niyet taşımakla birlikte; çoğu zaman tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyen bir faktör olmuştur.1 Hâlbuki ihtilafları görmezlikten gelmekten ziyade, bunlar üzerinde araştırmalar yaparak bu ihtilafların sebep ve sonuçlarını ortaya çıkarmak için çaba sarf etmek gerekir. Ancak bu takdirde ihtilaflı konular üzerinde belirli oranda bir sonuca ulaşmak mümkün olabilir. Şunu da kabul etmek gerekir ki, bu tür olaylarda her zaman sağlıklı sonuca ulaşmak mümkün olmayabilir. Buna rağmen eldeki kaynakları hassasiyetle tarayıp rivayetlerdeki bazı ayrıntıları değerlendirmek suretiyle söz konusu ihtilafların sebep ve sonuçlarına dair bir şeyler söylenebilir.

İslam toplumunda ciddi anlamda ilk ihtilaf Hz. Osman döneminde vuku bulmuştur. İlk fitne2 olayları diyebileceğimiz bu olaylar büyük bir facia ile sonuçlanmış, Müslümanların üçüncü halifesi Hz. Osman şehit edilmiştir. İkinci fitne3 ve bekli de doğur- duğu sonuçlar açısında daha büyük fitne olayları ise Muaviye’nin vefatından sonraki dönemde yaşanan fitne olaylarıdır. Muaviye vefat edip yerine oğlu Yezid’in idareyi ele alması İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde idareye talip olan güçlerin harekete geçmeleri için bir fırsat olmuştur. Bu durumun farkına varan Yezid, idareye gelir gelmez kendisine karşı oluşacak muhalif hareketlere karşı acele davranmış, özellikle kendi halifeliğine sıcak bakmayan Hicaz bölgesine dikkatini yoğunlaştırmıştır.4

1 İbrahim Sarıçam, İslam Öncesinden Abbasilere Kadar Emevi-Haşimi İlişkileri, Ankara, 1997, s. 9.

2 Marshall G.S. Hodgeson, İslam’ın Serüveni, çev. Ercüment Karakaş, İstanbul, 1995, I, 153.

3

Hodgeson, I, 160.

4 Mehmet Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Konya, 2004, s. 133- 134.

Bu cümleden olarak Yezid’in iktidarını sağlama alma kaygısı ve bu kaygı ile Hz. Hüseyin’i sindirmek için sert tedbirlere başvurması Müslüman toplumu için günümüze kadar kapanmayan ve kapanacak gibi de görünmeyen, büyük bir ihtilafın doğmasına zemin hazırlayacak olan Kerbelâ olayının yaşanmasına sebep olmuştur.

İslam Tarihindeki ihtilaflı ve taraflı tarafsız herkesin kendi konumuna göre yorum yaptığı, sebep ve sonuçlar çıkardığı konuların en önemlilerinden birisi de Kerbelâ olayıdır. Yapılan yorumları ve çıkarılan sebep ve sonuçları da bir kenara bırakırsak bile olayın İslam toplumunda oluşturduğu uçurumun hala kapanmamış olması5 gerçeği olayın ne kadar farklı algılanıp yorumlandığının, ne kadar büyük bir ihtilaf kaynağı olduğunun tartışma götürmez göstergesidir.

İslam Tarihindeki bu tür ihtilaflı konuları değerlendirip bunların sebep ve sonuçlarına dair mümkün olduğunca tarafsız, sağlıklı ve aydınlatıcı bir şeyler söyleyebilmek için öncelikle bu ihtilafların temelindeki çatışma ve kavgalara değinmek kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce şunu kabul etmek gerekir ki, bu kavgalar her şeyin ötesinde siyasî kavgalardır. Siyasî kavgalar ise sadece iki liderin çatışması şeklinde ortaya çıkmaz. Bu çatışmalar çoğu zaman dinî, ekonomik, kültürel, sosyal vb. birtakım nedenlere dayanırlar. Bundan dolayı da bu tür siyasî kavgaları dar bir elitin çarpıştığı kapalı bir arena olarak değil de, çıkarları ve beklentileri birbiriyle çelişen toplum kesimlerinin mücadele ettiği bir alan olarak görmek gerekir.6

Olayı bu şekilde görmek demek ise, olayın arka planında var olup da olayın vukuunda muharrik güç olan, çıkar ve beklentileri birbiriyle çelişen kitlelerin bu çıkar ve beklentilerinin neler olduğunu bizzat kendi söylemlerinden elde etmeye uğraşmayı gerekli kılmaktadır. Aksi halde her iki taraf da kendisini en önemli ve en hassas nedenlerle, haklı göstermeye çalışmış olacak, kendisi gibi düşünmeyen tarafı ise suçlu ve günahkâr kabul ederek savaşılması, mücadele edilmesi gerekli kişiler olarak göstermiş olacaktır.

Kerbelâ olayı, İslam Tarihinde çıkarları ve beklentileri birbiriyle çelişen toplum kesimlerinin karşı karşıya geldiği olaylardan biridir. Olay sürecinde yazılan mektuplar ve oluşan söylemlerde hem Hz. Hüseyin cephesi, hem de Yezid cephesi tutuştukları bu kavgada haklılıklarını taraftarları ve kamuoyuna göstermek için değişik

5 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev., Salih Tuğ, İstanbul, 1995, I, 304. 6 John Tosh, Tarihin Peşinde, İstanbul, 1984, s. 88-94.

argümanlar ileri sürmüşlerdir. Tarafların kamuoyunu etkilemek amacıyla söylem ve mektuplarında ileri sürdükleri bu argümanları öne çıkararak onlar üzerinden hareketle Kerbelâ olayını anlamanın büyük önem arz ettiğini düşünüyoruz.

Kerbelâ Olayı Öncesi Genel Durum

Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra İslam âlemi Hz. Ali ile Muaviye’nin etrafında iki ayrı fırkaya bölünmüştür. Bu iki muhalif fırkanın tarafları ise, genel hatlarıyla Hz. Ali etrafındaki Iraklılardan, Muaviye etrafında ise Suriyelilerden meydana geliyordu.

Hz. Ali iktidarını kendi hâkimiyet bölgesinde, Muaviye de kendi hâkimiyet bölgesinde sürdürmüş ve doğal olarak İslam âlemi iki başlı bir şekilde yönetilmiştir. Bu durum beş yıla yakın bir zaman devam etmiş olup, (41/661) yılında Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra da Muaviye İslam âleminin tek yöneticisi durumunda kalmıştır.

Hz. Ali’nin şahadetinden sonra oğlu Hasan babasının yerine hilafeti üstlenmişse de, başta Kûfelilerin umut vermeyen hal ve hareketleri olmak üzere çeşitli sebeplerin de etkisiyle Muaviye gibi usta bir politikacı karşısında tutunamamış, yapılan bir anlaşmayla da hilafet hakkını Muaviye’ye devretmiştir. Sonuçta usta bir siyasetçi, iyi bir diplomat olan Muaviye, son beş yılda farklı iki siyasî ve idari yapıya bölünmüş olan İslam dünyasını yeniden tek bir yönetim çatısı altında birleştirmiştir.

Muaviye, yönetimi sırasında çoğunlukla Hz. Ali taraftarları ve haricilerle mücadele etmek durumunda kalmışsa da İslam dünyasında birliği sağlamada başarılı olmuş, sonraki süreçte bu birliğin bozulmaması için kendine göre gerekli adımları atmış ve bu neviden olarak da kendisinden sonra yerine geçecek kişiyi belirleyerek, yani oğlu Yezid’i veliaht tayin ederek Müslümanların tarihinde veliahtlık sistemini tesis edip yerleştiren, böylece devleti bir hanedanlık sistemine dönüştüren ilk kimse olmuştur. Ayrıca kendisi hayatta iken oğlu Yezid’e biat alabilmek için uzun süre mücadele etmiş ve bu alanda önemli mesafe kat etmiştir.

Muaviye, Hicaz da Yezid’e biate yanaşmayan bazı önemli kişiler hariç, vilayetlerde insanların çoğunun Yezid’e biat meselesinde tasviplerini almıştır. Hayatının sonuna kadar, gerek bizzat gerekse valileri vasıtasıyla Hicazlılar nezdinde saygınlıkları olan Hicazlı muhaliflerin tasviplerini alma yolunda yaptığı bütün girişimlerden ise bir sonuç elde edememiştir. Sonunda kendisi, malum muhaliflere karşı alması gereken tedbirleri oğlu Yezid’e vasiyet ederek (60/680) yılında

vefat etmiştir. Muaviye’nin vefatından sonra Müslümanların çoğunluğu Yezid’e biat etmişlerdir. Fakat Muaviye’nin oğlu Yezid’e vasiyetinde dikkat etmesi gerekli kişilerden biri olarak saydığı Hz. Hüseyin ve Abdullah İbn Zübeyr, Yezid’e biat etmeye yanaşmamış ve biat etmemişlerdir. Yezid ise Medine valisine mektup yazarak biat etmeyen bu kişilerin biatlerinin alınmasını istemiştir. Valinin girişimleri sonucunda Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer’in biatleri alınmış, valilik konağına çağrılan Hz. Hüseyin ise kendisi gibi önemli bir kimsenin biatinin gizlice alınmasının doğru olmayacağını, kendisinin halkın huzurunda biat etmesi gerektiğini ve böyle bir ortamın hazırlanmasını validen talep ederek oradan ayrılmıştır.

Medine de kaldığı takdirde biat için baskılara maruz kalacağını anlayan Hz. Hüseyin aile fertlerini de yanına alarak geceleyin gizlice Hz. Ali ailesinin ikamet yeri olan Medine’den ayrılmış ve Mekke’ ye gitmiştir. Hz. Hüseyin’in Medine’den Mekke’ye gitmesi haberi Kûfe’ye ulaşınca, Kûfeliler Hz. Hüseyin’e kendi şehirlerine gelmesi için mektuplar yazmışlardır. Kûfe’den gelen bu çağrılara uymak eğiliminde olan7 Hz. Hüseyin de, zemini yoklamak ve kendisine yol açmak üzere amcası oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye göndermiştir.

Kûfe’ye ulaşan Müslim, ilk zamanlar valinin müsamahakâr tavrından da yararlanarak Kûfe’de Hz. Hüseyin adına biat almaya çalışmış, önemli sayıda insandan biat almayı da başarmış ve bu durumu Hz. Hüseyin’e yazarak Kûfe’de durumun iyi olduğunu, bir an önce oraya gelmesi gerektiğini bildirmiştir. Diğer taraftan vali Numan b. Beşir’in Müslim’e karşı bu ılımlı tavrından rahatsız olan şehirdeki bazı Emevî taraftarları da valinin bu durumunu Yezid’e bildirmişler, Yezid de bunun üzerine vali Numan’ı görevinden azlederek onun yerine Ubeydullah b. Ziyad’ı atamıştır. Ubeydullah’ın Kûfe’ye vali olarak atanmasından sonra ise şehirde baskıcı bir yönetim uygulaması başlamış ve bu da Müslim’in hareket alanını oldukça daraltmıştır.

Müslim Kûfe’ye geldiği zaman ilk önce Hani b. Urve’nin evine sığınmıştır. Yaptığı araştırmalardan sonra onun saklandığı yeri öğrenen vali Ubeydullah ise, Hani’den evinde sakladığı Müslim b. Akil’i kendisine teslim etmesini istemiştir. Vali’nin bu isteğini reddeden Hani, Müslim’e yataklık etmekten, Müslim ise halkı isyana teşvik edip örgütlemekten idama mahkûm olmuşlar, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet eden ve onun adına Müslim’e biat eden binlerce Kûfeli

7 Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dînî-Siyâsî Muhalefet Partileri, çev., Fikret Işıltan, Ankara, 1989, s. 98-99.

ise valinin sert uyarıları karşısında dağılıp Müslim’i yalnız bırak- mışlardır. Diğer taraftan Müslim’in mektubu üzerine Hz. Hüseyin, ailesi ve yakın akrabaları ile birlikte Kûfe’ye doğru yola çıkmıştır. Çıktığı bu yolculuktan onu vazgeçirmek için zaman zaman sivil ve resmi hüviyetli birçok kimse onu bu yolculuğundan caydırmak amacı ile girişimlerde bulunmuşlar ama bunda başarılı olamamışlardır. Kûfe’ye doğru yürümeye devam eden Hz. Hüseyin, yolda Müslim’in öldürül-düğü haberini almıştır. Bu durum karşısında yanındakilerden bazıları geri dönmesi gerektiğini söylemişler ama Müslim’in çocukla- rının itirazı üzerine Hz. Hüseyin geri dönmeyi kabul etmemiştir.

Çok geçmeden de Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye doğru yola çıktı- ğından haberdar olan Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah’ın çıkarmış olduğu askeri birlik Hz. Hüseyin’in yolunu kesmiş ve artık bundan sonra onun geri dönme isteği kabul edilmemiştir.

Bu askeri birlik Hz. Hüseyin’i Bağdat’ın yaklaşık 100 km güneybatısındaki Kerbelâ denilen yere kadar izlemiş ve burada konaklamaya mecbur etmiştir. Ayrıca Kûfe’den Hz. Hüseyin’le savaşmak üzere gönderilen asıl askeri birlik ise Ömer b. Sa’d komutasında Kerbelâ ovasında Hüseyin’e karşı yerini almış ve beklemeye başlamıştır. Kûfe ordu komutanı Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’e son bir defa daha Yezid’e biat etmesi uyarısında bulunmuştur. Hz. Hüseyin ise bu teklifi reddetmiş, bununla birlikte müsaade edilirse geri dönebileceğini söylemiş ama onun bu isteği kabul edilmemiştir.

Sonuçta (60/680) senenin Muharrem ayının 10. gününde iki taraf savaşa tutuşmuş, kalabalık sayıdaki Ubeydullah’ın ordusu savunmasız ve az sayıdaki Hz. Hüseyin ve adamlarını şehit etmişlerdir. İki taraf arasındaki bu güç dengesizliğini Hz. Hüseyin’in toprak bir testiye, Ubeydullah’ın ise bir demire kıyaslanması en güzel şekilde anlatmaktadır.8 Olaydan sonra Hz. Hüseyin’in kesik başı ile kızları ve kız kardeşleri, küçük oğlu Ali, vali Ubeydullah’a götürülmüş, vali de bunları Yezid’e göndermiştir.

Bu elim olay bütün Müslümanları derinden üzmüş ve Yezid ile Emevî hanedanına karşı toplumda bir nefret meydana getirmiştir. Ayrıca bu olay iki kesim arasını ayıran sınırın kesin çizgisi olmuş ve Şia bütün argümanlarını Kerbelâ’ya dayandırmış ve adeta bu olay onlar için siyasî yaşamın kaynağı haline gelmiştir.9