• Sonuç bulunamadı

Dinî Nitelikli Argümanlar

8 Wellhausen, Muhalefet Partileri, s 115.

1. Dinî Nitelikli Argümanlar

Gerek Hz. Hüseyin olsun gerekse Emevîlere karşı ayaklanan diğer muhalif hareketlerin sözcüleri olsun, bunların kullandıkları argümanlara bakıldığında en önemlilerinin belli başlı motiflerde ortak olduğu görülecektir.

Hz. Hüseyin ve söz konusu muhalif hareketlerin hemen hepsi öncelikli olarak hareketlerini dinî gerekçelerle kamuoyuna sunmuşlar ve bu hassas noktadan hareketle kendilerine taraftar bulmaya uğraşmışlardır. En özet şekliyle; bu muhalif gurupların hepsi Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetine uyma ve insanları buna davet etme iddiasıyla ortaya çıkmışlardır.18

Emevî iktidarına karşı başkaldıran Hz. Hüseyin ve taraftarlarının mektupları ile söylemlerinde kullandıkları en güçlü argümanlar dinî nitelikli olanlardır. Daha işin başında Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e mektup yazıp kendi şehirlerine davet etmek amacıyla gönderdikleri mektuplarında öne çıkardıkları en önemli argümanın dinî motifli olduğu görülmektedir. Nitekim Kûfeliler söz konusu mektuplarında hamdele ve salveleden sonra şöyle yazmışlardı: “Kûfeli mü’min ve Müslüman olanların Hüseyin’e taraftar olanlarından Hüseyin b. Ali’ye: Bizim imamımız ve önderimiz yoktur. Hemen gel. Umulur ki Allah bizi senin sayende hak üzerinde toplar. Vali Numan b. Beşir, valilik köşkünde oturmaktadır. Biz onunla ne cumada toplanıyoruz ne de bayram namazına çıkıyoruz.”19

18 Vagleri, Laura Veccica, “ Raşid Halifeler ve Emevi Halifeleri”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, İstanbul, 1988, I, 94.

19 Ya’kûbî, Ahmed b. Ebi Ya’kûb b. Ca’fer, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, 2002, II, 241- 242; Taberî, V, 352.

Görüldüğü gibi Kûfeliler bu mektupta, kendilerini adeta hak üzerinde bir araya getirecek bir imam ve önder arayışı içerisinde, Emevî valisinin peşinde namaz kılmayacak kadar hassas olan kişiler şeklinde takdim etmektedirler. Ayrıca aradıkları dinî hassasiyeti taşıyan önder olarak da Hz. Hüseyin’i gördüklerini söyleyerek adeta tek dertlerinin dinî hassasiyetleri olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadırlar.

Kûfelilere yazdığın cevabi mektubunda ise Hz. Hüseyin, Allahın kitabı ile amil olmayan, adalet terazisini elinde tutmayan, hak ve gerçek dine göre hareket etmeyen, nefsini Allah’a bağlamayan kişinin gerçek manada imam ve önder olamayacağını belirtmiştir.20 Hz. Hüseyin bu mektubuyla, Müslümanların halifesi olarak Yezid’in bütün bu olumsuz nitelikleri taşıyan birisi olduğunu ve aslında bu göreve layık ve müstahak olmadığını, bu görevi ancak kendisinin hakkıyla eda edebileceğini zımnen ifade etmeye çalışmıştır.

Ayrıca Hz. Hüseyin, Basralı eşraf ve kabile reislerine mektup göndermiş ve o mektubunda; Allah’ın Hz. Muhammed’i peygamber olarak seçmesiyle birlikte onu risaletle şereflendirdiğini, kendisinin ise onun varisi ve ehlibeyti olduğunu, onun yerine geçmeye de insanlar içerisinde en layık ve haklı olanın kendisi olduğunu belirtmiştir. Ayrıca tefrikadan hoşlanmadıklarını, sulh ve selamet istediklerini, yönetimi elinde bulunduranlardan yönetime daha çok hak sahibi olanın kendisi olduğunu, gönderdiği elçi ile kendilerini Allah’ın kitabına ve Peygamber’in yok edilip öldürülerek yerine bidatlerin ihdas edildiği sünnetine davet ettiğini, şayet sözlerini dinleyip kendisine uyarlarsa doğruya ulaşmış olacaklarını dile getirmiştir.21

Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin’in, hem Kûfelilere hem de Basra eşrafına yazdığı bu mektuplarda ileri sürdüğü en önemli argüman, iktidarın Allah’ın kitabından uzaklaştığı, adaletle hükmetmediği ve bidatlerin yaygınlaştığı iddiasıdır. Hz. Hüseyin bu iddiasını gerek mektuplarında gerekse söylemlerinde sürekli olarak vurgulamış, ve söz konusu iddiasını Kerbelâ sürecinin adata her safhasında en güçlü argüman olarak kullanmıştır.

Mekke valisi Amr b. Said, Hz. Hüseyin Mekke’den çıkıp Kûfe’ye doğru hareket edince onu geri döndürmek için bir mektup yazmış ve kendisine eman verdiğini söylemiştir. Buna rağmen Hz. Hüseyin geri dönmemiş ve valiye yazdığı cevabi mektubunda;

20 Taberî, V, 353.

emanların hayırlısının Allah’ın emanı olduğunu, Allah’a ve kıyamete inanan kişiyi kimsenin korkutamayacağını, eğer Allah’ın kitabına göre kendisine karşı akrabalık haklarını gözetip iyilik etme niyetinde ise dünyada ve ahirette hayırla mükâfatlanmasını dilediğini belirtmiştir.22

Yine Hz. Hüseyin, Rumme vadisine ulaştığında oradan Kûfelilere bir mektup göndermiş ve o mektuba şu ifadelerle başlamıştır: “Hüseyin b. Ali’den Kûfe’deki mü’min ve Müslüman kardeşlerine”.23 Hz. Hüseyin henüz Medine’den Mekke’ye ayrılmadan önce kardeşi Muhammed b. Hanefiyye’ye idareye başkaldırmasının sebeplerini açıklarken de şunları söylemiştir: “Ben şımarıklığımdan, bozguncu ve zalim olarak ortaya çıkmış değilim. Ben, dedem Muhammed’in ümmetinin felahını ve iyiliğini talep maksadıyla ortaya atılmış bulunmaktayım. İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek, dedem ve babamın yolundan yürümek istiyorum”.24

Hz. Hüseyin hem Mekke valisine yazdığı cevabi mektupta hem Kûfelilere hitaben kaleme aldığı mektubun başlangıç satırlarında hem de kardeşi İbn Hanefiyye’ye yaptığı açıklamada kullandığı argümanların hepsinin dinî nitelikte olduğunu görüyoruz. Zira Hz. Hüseyin, Mekke valisinin eman vaadini, vaadlerin en hayırlısının Allah’ın vaadi olduğunu söyleyerek kabul etmemiş, Kûfeli taraftarlarına hitap ederken, mümin ve Müslüman kardeşlerime, diye hitap etmiş, en bariz ve en açık olarak da kardeşi İbn Hanefiyye’ye yaptığı açıklamalarda Muhammed ümmetinin felahı için uğraştığını belirtmiştir. Bütün bunlardan sonra Hz. Hüseyin’in Kerbelâ sürecinin bütün safhalarında davasını dinî argümanlarla temellendirme gayreti içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.

Ayrıca iktidara muhalif diğer hareketlerden farklı olarak Hz. Hüseyin’in mektup ve söylemlerinde sıklıkla kullandığı bir diğer argüman ise kendisinin Hz. Peygambere olan yakınlığıdır. Hz. Peygamber’in Ehli Beytinden olan Hz. Hüseyin, bu yakınlığını iktidara sahip olmada bir hak sahipliği şeklinde telakki etmiş ve sürekli olarak bunu Emevî iktidarı ve taraftarlarına karşı kullanmıştır.25 Ehlibeytin fertleri olarak benzer şekilde bu yakınlığı bir hak olarak Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın Muaviye ile mücadelelerinde zaman zaman kullandıklarını da burada hatırlamak gerekir.

22 Taberî, V, 388-389. 23 Taberî, V, 395; Dîneverî, s. 226. 24 İbnü’l-A’sem, III, 23. 25 Sarıçam, s. 312; Varol, s. 146.

Kerbelâ da konaklamaya mecbur kalan Hz. Hüseyin, çarpışma öncesi Kerbelâ meydanında Kûfe ordusuna hitaben bir konuşma yapmıştır. Yaptığı konuşmada Kûfe’ye geliş ve Emevî iktidarına karşı ayaklanma sebeplerini açıklarken de; kendilerinin Ehlibeyt olduklarını, bu işi üstlenmeye, hakları olmadığı halde bu makamda hak iddiasında bulunanlardan daha layık olduklarını, kendisinin Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Hamza’nın babasının amcası, Ca’fer et- Tayyar’ın da kendi amcası olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in Hasanın ve kendisinin cennetlik gençlerin seyyidi olduğuna dair beyanını da hatırlatmak suretiyle Ehli Beytin bir üyesi olmayı yönetimi üstlenmede hak sahibi olmak şeklinde algılayarak İslam toplumundaki bu ayrıcalıklı durumunu iktidarı ele geçirme yolunda en önemli argüman olarak kullanmıştır.26 Hz. Hüseyin’in Kerbelâ sürecinde ısrarla kullandığı bir diğer söylem ise Yezid’in İslami emirlere ters düşen bazı lâkayt davranışlarıdır.

Zira Yezid, halife olmadan önce olduğu gibi, halife olunca da İslami emirler hususunda lakayt davranışlar sergilemeye devam etmiştir. Yezid’in bu hali başta Hz. Hüseyin olmak üzere Müslümanlar tarafından eleştirilmiştir. Yezid’in bu durumu karşısında Hz. Hüseyin ona biat etmenin günah olduğunu söyleyerek ona biat etmeye kesinlikle yanaşmamıştır.27 Müslüman toplumun diğer üyeleri ise Yezid’in bu halini eleştirmekle birlikte ona karşı isyan etme konusunda farklı düşüncelere sahip olmuşlardır.

Örneğin Ehli Sünnet ekolünün şekillenmesinde önemli rolü olan kişilerin başında gelen Hasan el-Basri, dinî esaslara uymayan her türlü fiili hareketi reddetmekten kaçınmamış önemli şahsiyetlerdendir. Fakat kendisi fikren Emevî iktidarına karşı olmakla birlikte, bu idareye karşı fiili ayaklanma girişimlerini uygun görmemiştir. Ayrıca kendisi zalim idareciye karşı mutlak itaati savunmamış, dine zıt tutumların yaşandığı durumlarda bu zıtlıkları gidermenin yolunun silaha sarılmaktan değil de dinî tebliğden geçtiğini belirtmiştir.28

Görüldüğü gibi Yezid’in dine karşı ilgisizliği karşısında Müslüman toplunun fertlerinin hepsinin tavrı aynı olmamıştır. Bazı Müslümanlar durumun farkında olmakla birlikte bu durumu düzeltmenin yolunun silaha sarılmak olmaması gerektiğini düşünmüş, Hz. Hüseyin gibi toplumun az bir kesimi de silahtan başka çözüm

26 Ebu Mihnef, s.49; Taberî, V, 402-403 vd.; İbnü’l Esîr, İzzüddin Ali b. Ebi’l-Kerem, el-Kâmîl fi’t-Târîh, Beyrut, 1965, IV, 47-48; İbn Kesîr, VII, 179; Sarıçam, s. 320. 27 Taha Hüseyin, el-Fitnetu’l-Kübra, Mısır, 1948-1953, II, 239.

yolunun olmayacağına kanaat getirerek Yezid yönetimindeki, Emevî idaresine karşı isyan etmiştir. İşte tam bu noktadan hareketle Hz. Hüseyin, Yezid’in İslami emirlere karşı lâkayt olması gerçeğini, Kerbelâ sürecinde kendi hareketini kamuoyuna haklı gösterme adına bir argüman olarak sürekli kullanmıştır.

Hz. Hüseyin Kerbelâ’daki çarpışma öncesinde vali Ubeydullah’ın bazı teklif ve kararlarını kabul etmemiştir. Kendisine vali Ubeydullah’ın teklif ve kararlarını kabul etmeyişinin sebebi sorulduğunda ise verdiği cevap gerçekten bu noktada dikkat çekicidir. O cevabında Hz. Hüseyin şöyle demiştir; “Hesap gününe inanmayan bir mütekebbirden Allah’a sığınırım”.29 Benzer şekilde Hz. Hüseyin, valinin kararlarını beğenmemesinin gerekçesi olarak onun adeta hesap gününe inanmamış bir mütekebbir olduğunu söylemiş ve burada da Emevî idaresi ve temsilcilerinin İslami hassasiyetten uzak şahsiyetler olduğunu dile getirerek bunu güçlü bir argüman olarak kullanmıştır.

Kerbelâ sürecinde Yezid yönetimindeki Emevî iktidarına karşı Hz. Hüseyin ve taraftarları, iktidarın kitap ve sünnetten uzaklaştığını, bid’atlerin yaygınlaştığını, adaletle hükmedilmediğini, Yezdi’in İslami emirlere karşı lâkayt davrandığını, Ehl-i Beyt’in bir üyesi olarak Hz. Hüseyin’in yönetimi elinde bulundurmaya daha layık olduğunu, kendilerinin Muhammed ümmetinin felahı için gayret ettiklerini en önemli dinî argümanlar olarak kullanmalarına karşılık Yezid ve Emevî taraftarları da bu söylemlere karşı aynı nitelikte söylemler geliştirmekte gecikmemişlerdir. Başta Yezid olmak üzere iktidarın valileri, komutanları ve taraftarları da bu süreçte kendilerine dinî argümanlar bulmakta zorlanmamışlar ve onlar da aynı şekilde kendilerini kamuoyuna haklı göstermek için dinî nitelikli argümanları sürekli dillerinden düşürmemişlerdir.

Emevîlerin kendi iktidarlarını dinî temellere dayandırma çabasının daha Muaviye döneminde başladığını söyleyebiliriz. Nitekim, Hz. Hasan’ın vefat ettiğini haber alan Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e gönderdikleri mektuplardan haberdar olan Muaviye, Hz. Hüseyin’e bir mektup yazmış ve kendisine bu konuda bazı haberlerin ulaştığını belirterek ümmetin birliğini bozmaması hususunda dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine Hz. Hüseyin cevabi mektubunda, böyle bir şeyin olmadığını, bütün bunların cemaatlerin arasını bölmek isteyenlerin yalanları olduğunu ifade etmiştir.30

29 Taberî, V, 426; İbnü’l- Esîr, Kâmil, IV, 62-63. 30 Ebu Mihnef, s. 4.

Müslim b. Akîl’in Kûfe’ye gelip Hz. Hüseyin adına biat almaya başladığında bundan haberdar olan şehrin valisi Numan b. Beşîr, halka hitaben bir konuşma yapmış ve o konuşmasında insanları fitne ve ayrılıktan uzak kalmaya çağırmıştır.31 Daha sonra olayların üstesinden gelemeyen Vali Numan b. Beşir, Kûfe’den azledilip yerine Ubeydullah b. Ziyad atanmıştır. Valinin atama yazısını gönderen Yezid, o yazı ile birlikte bir de mektup yazmıştır. Yazdığı o mektupta Yezid, Müslim b. Akil’in Kûfe’de etrafına cemaat toplayarak Müslümanların tek saltanat asasını ikiye yarmaya çalıştığına dair haberler aldığını ve bunun üstesinden gelmesi için kendisini Kûfe’ye vali olarak atadığını belirtmiştir.32

Hz. Hüseyin Mekke’den çıkıp Kûfe’ye yönelince onu bu yolculuğundan alıkoymak isteyen Hicaz valisinin adamları Hüseyin’e şöyle seslenmişlerdir: “ Ey Hüseyin! Allah’tan korkmuyor musun da topluluktan ayrılıyor ve bu ümmetin arasına tefrika sokuyorsun?33 Yine Kûfe valisi Ubeydullah, Hüseyin’le savaşma konusunda ağır davranan Ömer b. Sa’d’a yazdığı mektupta; Hüseyin’i öldürmesini, çünkü Hüseyin’in hayırsız ve birliği bozan, akrabalık bağlarını koparan zalim birisi olarak bunu hak ettiğini söylemiştir.34

Müslim yakalanıp Ubeydullah’ın huzuruna çıkarılınca aralarında cereyan eden konuşmada vali Ubeydullah, Müslim’e; insanlar birlik beraberlik içerisinde iken ve söz birliği etmişken kendisinin onların bu birliğini dağıtıp parçalamak için geldiğini söylemesi üzerine Müslim şu karşılığı vermiştir: “Asla ben bunun için gelmedim. Lakin şehir halkının isteği üzerine adaletle emretmek, kitap ve sünnetin hükmüne davet etmek için geldim”.35

İbn Ziyad, Müslim b. Akil’i evinde saklayan Hani b. Urve’yi dövüp hapsettikten sonra, mescide gidip minbere çıkmış ve bir konuşma yapmıştır. Yaptığı konuşmada ise Allah’a itaati, imam ve önderlerine bağlılığı telkin edip, tefrikaya düşmekten uzak durmayı tavsiye ettikten sonra, kendisinin uyarılarına uymayanların zelil olup helak olabilecekleri uyarısında bulunmuştur. Aynı İbn Ziyad, Müslim ve Hani b. Urve’nin başlarını Yezid’e bir mektupla göndermiş ve o mektuba ise şunları yazmıştır: Allah’a hamd olsun ki mü’minlerin

31 Taberî, V, 355; İbn A’sem, III, 39; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 22; İbn Kesîr, VII, 152. 32

Taberî, V, 357.

33 Belâzürî, Ebu’l-‘Abbâs Ahmed b. Yahya, Ensâbu’l-Eşrâf, thk., Süheyl Zekkar, Beyrut, 1996, III, 375; Taberî, V, 385; İbnü’l-Esîr, Kamil, IV, 39; İbn Kesîr, VII, 166.

34 Dîneverî, s. 235; Taberî, V, 415; İbnü’l-Esîr, Kamil, IV, 55. 35 Taberî, V, 377; İbnü’l-A’sem, III, 66; İbnü’l-Esîr, Kamil, IV, 35.

emirinin hakkını aldırdı. Ondan düşmanın sıkıntısını giderdi. Allah onları ele geçirme fırsatı verdi. Suçlu olarak onların boyunlarını vurdum.36

Kûfe valisi Ubeydullah, halkı yönetime karşı bağlı olmaya çağırıp tefrikaya düşmemeleri için uyarırken de, Müslim ve Hanî’yi öldürmekle sanki küffar’a karşı büyük bir zafer kazanmışçasına hamd ederken de Hz. Hüseyin ve taraftarlarına ne yapıp ne söyledilerse bütün bunların dinî hassasiyetlerinin bir gereği olarak yapıldığını kamuoyuna gösterme adına bunları Kerbelâ sürecinde sürekli olarak en güçlü dinî argüman olarak kullanmıştır.

Kûfe ordusu Hz. Hüseyin’e doğru ilerlerken Züheyr b. Kayn, Kûfelilere hitaben uzun bir konuşma yaptı. O konuşmasının bir bölümünde; Allah’ın her iki tarafı da Hz. Peygamber’in nesli ile imtihana tabi tuttuğunu, Hz. Peygamber’in zürriyetinin ve Ehli Beyt’inin kanlarını döken, onların haremlerine saldıran, onlara yardım edenleri öldüren bir kavmin Hz. Muhammed’in şefaatine nail olamayacağını, söylemiştir. Züheyr bu konuşmayı yaparken Kûfe ordusundan Şemir b. Zilcevşen, Züheyr’e sinirlenmiş ve sözü uzatarak kendilerini bıktırdığını haykırmıştır. Şemir’in bu ukalaca haykırışı karşısında Züheyr, onun hayvandan başka bir şey olmadığını, Kur’an dan iki ayeti bile doğru dürüst okuyabileceğini sanmadığını, kıyamet gününde rezil ve rüsva olacağını, inletici azaba uğrayacağını söyleyerek benzeri bir sertlikte cevap vermiştir.37

Burada Züheyr’in, Şemir’i tahfife alırken kullandığı ölçü konumuz açısından gerçekten de önemlidir. Zira Züheyr, Şemir’in Kur’an dan iki ayeti dahi doğru dürüst okuyamayacağını söylemiş ve bununla da zımnen kendilerinin Kur’an’ı daha iyi okuyan taraf olduklarını ve Kerbelâ’ya kadar bunun için yürüdüklerini, yerinde bir söylem olarak kullanmayı bilmiştir. Bununla da yetinmeyen Züheyr, işi daha da ilerleterek karşı cephenin ahirette rezil ve rüsva olarak inletici azaba uğrayacağını bile söylemiştir. Bu noktada her iki taraf da kendi tarafının duruşunu haklı göstermek için ahirete yönelik hükümler içerse bile dinî nitelikli argümanları bol bol kullanmışlardır. Kûfe ordusu komutanı Ömer b. Sa’d, ordusunu harekete geçirirken; “Ey Allahın süvarileri! Hayvanlarınıza binin”38 derken de bundan başka bir şeyi kastetmiş olamazdı.

36

Taberî, V, 368. 37 Taberî, V, 426. 38 Taberî, V, 416.

Hz. Hüseyin idareci bir aileden geliyordu. Zira Haşimoğulları İslam’dan önce Mekke idaresinde etkin olan bir boy idi. Hz. Peygamber hem bir peygamber hem de bir devlet başkanı idi. Babası Hz. Ali’nin hilafeti ile abisi Hz. Hasan’ın kısa süren hilafeti de göz önüne alındığında bu aileden gelen bir fert olarak Hz. Hüseyin, kendisinde devlet geleneği hakkında söz sahibi olma hakkının var olduğuna inanıyordu. Böyle bir aileden gelen Hz. Hüseyin, bunu kendisi için bir hak olarak telakki ederek kendisini İslam toplumunu yönetmeye Yezid’den daha layık bir kişi olarak görüyordu.39

Hz. Hüseyin’in kendisinin hilafete daha layık olduğu noktasındaki bu argümanına ise Yezid, Al-i İmran Suresi’nin: “ Deki: Ey mülkün sahibi olan Allahım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” mealindeki 26. ayetiyle karşılık vermiştir.40

Görüldüğü gibi Yezid, Allah’ın mülkü dilediğine vereceğine dair ayeti kerimeyi okumasıyla idaresine dinî bir dayanak bulmuş ve hilafetin kendisine Allah tarafından bahşedilmiş olduğunu güçlü bir argüman olarak Hz. Hüseyin’e karşı kullanmıştır.

Kerbelâ sürecinde taraflar arasında meydana gelen karşılıklı konuşma ve yazışmalardan açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Hüseyin ve taraftarları Yezid ve taraftarlarını adaletle hükmetmemek, kitap ve sünnetten uzaklaşmakla suçlayıp bu durumu değiştirmede en fazla hak sahibi olarak kendilerini görürken, buna karşılık Yezid cephesi de Hz. Hüseyin ve taraftarlarını ümmetin birliğini parçalamaya çalışmakla suçlamışlardır. İktidar ve muhalefet açısından bakıldığında pek tabii olan bu durumu41 her iki taraf da kendi lehine olarak yeri geldiğinde birbirlerine karşı en güçlü argümanlar olarak ustaca kullanmasını bilmişler ve bu suretle davalarında haklı olduklarını kamuoyuna karşı ispatlamaya çalışmışlardır.