• Sonuç bulunamadı

47 Belâzürî, III, 369.

3. Kabilevî Argümanlar

Kabile, aynı soydan gelenlerin oluşturduğu, akrabalık ilişkilerine dayanan ve yaşantının tüm alanlarını belirleyen kapalı bir sosyal topluluk, kabilecilik ise kabile esasına göre işleyen sosyal düzendir.56

İslam’dan önce Arap toplumunun sosyal, siyasî ve idari yapısı, tamamen kabile esasına göre işlemekteydi. İslam, katı kabilecilik anlayışını kaldırarak yeni bir birlik ruhunu ve üst kimlik olarak da İslam akidesini sunmuştur. Sunulan bu yeni üst kimlik etrafında birleşme, kabilecilik şeklinde tezahür eden eski sosyo-kültürel yapıyı yumuşatmış ama tamamen ortadan kaldıramamıştır. Hz. Peygamber döneminde büyük ölçüde yumuşatılan kabileci anlayış, Hz. Ebubekir döneminde Ridde savaşları ile Hz. Osman döneminin ikinci dönemi ve Hz. Ali döneminin tamamında bir iç çatışma şeklinde yeniden güçlenmeye ve kendinî göstermeye başlamıştır.57

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemindeki din kardeşliği anlayışı kabilecilik anlayışına karşı başarı kazanmış, Hz. Osman döneminin ilk yarısında aynı minval üzere devam eden bu kardeşlik anlayışı devam etmiştir. Hz. Osman döneminin ikinci yarısından itibaren yeniden eski kabilecilik anlayışı hortlamaya başlamış ve farklı sebeplerle birlikte kabileci anlayış Hz. Ali döneminin tamamında bir iç çatışma şeklinde bütün İslam topraklarına yayılmıştır.58

56 İrfan Aycan, Mahfuz Söylemez, Ramazan Altınay, Fatih Erkoçoğlu, Nizamettin Parlak, Emeviler Dönemi Bilim Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara, 2003, s. 17. 57 Aycan, Emeviler Dönemi, s. 17.

Hz. Ali dönemindeki bu kabileci anlayış, ondan sonra da uzun yıllar devam etmiş, Kerbelâ sürecinin yaşanmasında da en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Kerbelâ olayında her iki cephede de belirleyici unsurun Araplar olduğu göz önüne alındığında bu kitlelerin hareketlerinde kabileciliğin belirleyici olduğu görmemezlikten gelinemez elbette. Bununla birlikte Kerbelâ sürecindeki gelişmelerin hepsinin tek sebebi kabilesel faktörler değildir. Ancak kabilecilik faktörünü dikkate almadan konu ile ilgili sürece dair yapılacak açıklamaların yetersiz kalacağını düşünüyoruz.

Kerbelâ olayında taraflara bakıldığında zaten olaydaki kabilevî renk kendinî kolayca gösterecektir. Zira bir tarafta Hz. Hüseyin’in temsil ettiği Haşimîler, diğer tarafta ise Yezid’in temsil ettiği ve onların ezelî düşmanları olan Emevîler.

Kerbelâ olayından da açıkça anlaşılacağı üzere Haşim ve Ümeyye oğulları arasında İslam öncesi dönemde var olan çekişmeler, İslami dönemde de devam etmiştir. Devam eden bu kavganın en dramatik sonucu ise Kerbelâ olmuştur.

İslam’ın Mekke döneminde, Mekke’nin fethine kadar Medine döneminde Ümeyye oğullarının İslam’a karşı muhalif tavır takınması, Bedir’de Ümeyyeliler’in bazılarının Haşimîlerce öldürülmesi, buna mukabil Ümeyyeliler’in Hz. Hamza’yı şehit etmeleri, Hz. Ali- Muaviye mücadelesinden sonra Ümeyyeliler’in iktidara gelmesiyle birlikte süregelen kavgalar bu iki kabile arasındaki mücadelenin en açık örnekleridir.59

Hz. Peygamber döneminde bu iki kabile arasındaki mücadele dinî bir mücadele iken, Hz. Ali-Muaviye mücadelesiyle birlikte bu mücadelenin yönü siyasî alana kaymıştır.60 Siyasî alana kayan bu kavgadaki kabilevî renklerin en bariz bir şekilde göze çarptığı olay, Kerbelâ Olayıdır. Kerbelâ olayı sürecinde her iki tarafın mektup ve söylemlerinde kullandığı kabilevî argümanlar bu hükmümüzü teyit etmektedir.

Hz. Hüseyin’in, Kerbelâ sürecinde dilinden düşürmediği diğer bir önemli argüman ise; kendisini sürekli olarak dedesi ve babasının yolunda yürüyen ve onların davalarını takip ettiren kişi olarak kabul edip bu şekilde kamuya sunmasıdır. Nitekim, daha Medine’den Mekke’ye gitmeden önce Yezid’e niçin biat etmeyeceğini kardeşi Muhammed b. Hanefiyye’ye anlatırken kendisinin Muhammed

59 Sarıçam, s. 10-11. 60 Sarıçam, s. 10-11.

ümmetinin felahı için çalıştığını, dedesi ve babasının yolundan yürümek istediğini ifade etmiştir. Abdullah b. Abbas da Kûfe’ye gitmemesi noktasında Hüseyin’e uyarılarda bulunurken; şayet bir yerlere gidecekse Kûfe’ye değil de Yemen’e gitmesini, çünkü orada babasının taraftarlarının bulunduğunu söylemiştir.61

Her iki noktada da Hz. Hüseyin’in, kendisinin Haşimî bir Peygamber’in torunu olduğu, aynı şekilde o Peygamber’in ve onun damadı olan babasının davasını takip ettiği, aynı sülaleden gelen birisi olarak da yönetimi elinde bulundurmaya herkesten daha layık ve hak sahibi olduğu telakkisini bir argüman olarak kullandığını görüyoruz.

Benzer bir şekilde Hz. Hüseyin, Kerbelâ’da savaşa başlamadan önce Kûfe ordusuna hitaben yaptığı konuşmasında; kendisinin Hz. Peygamber’in torunu olduğunu, Hz. Hamza’nın amcası olduğunu, Cafer-i Tayyar’ın da amcası olduğunu söylemiş, Hz. Peygamber’in kendisi ve kardeşi Hz. Hasan’ı metheden sözlerini hatırlatmıştır.62

Hz. Hüseyin, yukarıdaki konuşmasında kendisini davet edenlerin Kûfeliler olduğunu, bu davet üzerine kendisinin bu ümmet içerisinde sahip olduğu kabilevî ayrıcalığının verdiği haklılıkla yola çıktığını bir argüman olarak kullanmış ama bu bir işe yaramamıştır.

Müslim b. Akil yakalanıp idama mahkûm olduğunda idam sehpasına götürülürken vasiyetini yapmak için izin istemiş ve onun bu isteği kabul edilmiştir. Bunun üzerine Müslim etrafta bulunanlar arasında Ömer b. Sa’d’a vasiyetini yapmıştır.63 Müslim’in vasiyet edeceği kişi olarak Ömer’i tercih etmesinin sebebi olarak ikisinin de Kureyşli olması gösterilmiştir.64 Müslim’in Ömer’i tercih sebebi; Ömer’in Kureyşli olması ihtimali olmakla birlikte, hayatının son dileğini yapacağı kişinin güvendiği ve kendisine denk gördüğü bir kişi olmasını istemiş olma ihtimali de yüksektir. İdam edilmek üzere olan bir kişinin bu süreçte vasiyet edeceği kişiyi bile kendi kabilesinden seçme hassasiyeti, Kerbelâ sürecinde şahısların üzerinde hareket ettikleri zemini göstermesi açısından önemli bir göstergedir.

Hz. Hüseyin, Mekke’den yola çıktıktan sonra Kays b. Müshir es- Saydavi’yi Kûfelilere bir mektupla göndermiş, ancak Kays, yolda yakalanarak Vali Ubeydullah’a götürülmüştür. Kays’ın, Hz.

61

İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebu’l-Hasen Al b. Muhammed, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s- Sahâbe, Kahire, 1970, II, 21.

62 Ebu Mihnef, s. 49; Taberî, V, 424-325; İbnü’l-Esîr, Kamil, IV, 48 vd. 63

Dîneverî, s. 222.

64 İbn Kuteybe’ye nisbet edilen, İmâme ve’s-Siyâse, thk., Halil Mansûr, Beyrut, 1997, I, 183-184.

Hüseyin’in elçisi olduğunu öğrenen vali, onu valilik konağının damına çıkararak, yalancı oğlu yalancı Hüseyin b. Ali, diye sövmesini istemiş, o da bunu yapacağını söylemiş ancak tam tersini yaparak onlardan övgü ile bahsetmiş ve onlara Allah’tan mağfiret dilemiştir. Buna karşılık vali Ubeydullah ve babası Ziyad’a lanet etmiştir. Bunun üzerine konaktan aşağı atılarak öldürülmüştür.65

Kûfe valisi Ubeydullah, Kays’tan Hüseyin’i kötülemesini isterken işin içine babası Hz. Ali’yi de katarak meseleyi eskiden beri var olan kabilevî alana çekmiş, aynı şekilde Kays da hem Ubeydullah’a hem de babası Ziyad’a lanet ederek benzer bir hamle ile karşılık vermiştir.

Kerbelâ sürecinde hem liderler hem de her iki cephenin üyeleri, fırsat buldukça birbirlerine karşı kabilevî argümanları bolca kullanmışlardır. Bu olayda da karşımıza aynı realite çıkmaktadır.

Kûfe valisi Ubeydullah, Hz. Peygamber’in torunu Hüseyin’e karşı gönderilecek olan Kûfe ordusuna komutan tayin edeceği zaman muhtemelen kamuoyunun desteğini kazanmak için Ömer b. Sa’d üzerinde ısrarcı olmuştur. Ubeydullah bu hareketiyle Hz. Hüseyin’e karşı gönderilecek komutanın soy açısından ya ona denk ya da en azından ona yakın olmasının uygun olacağını düşünmüştür. Çünkü Ömer, Kureyş kabilesinden ve Hz. Peygamber’in akrabasıdır. Babası ise hayatta iken cennetle müjdelenenlerden ve şura ehlindendir. Bütün bunlardan dolayı Ömer, Ubeydullah için bulunmaz bir komutandı.66

Dirayetli bir vali olan Ubeydullah, kimlere karşı mücadele ettiğinin farkında olan biri olarak nerede ne yapması gerektiğini, hangi göreve kimi getirmesinin daha faydalı olacağını gerçekten çok iyi hesaplamıştır. Ubeydullah, Hz. Hüseyin’e karşı ordu gönderirken de savaştığı topluluğa karşı öne sürdüğü karakterlerin kabilesel yönünü önemsemiş ve bu hareketiyle kendisi ve temsil ettiği Yezid cephesinin hiçbir açıdan diğer taraftan aşağı olmadığını göstermek istemiştir.

Hz. Hüseyin’in kesik başı Vali Ubeydullah’ın önüne getirildiğinde Ubeydullah elindeki değnekle onun dişleriyle oynamıştır. Bu olaya şahit olan Zeyd b. Erkam tepki göstermiş ve üzülerek oradan ayrılmıştır. Ayrılırken de şunları mırıldanmıştır: “ Ey Araplar! Siz bu günden itibaren kölesiniz. Fatıma’nın oğlunu öldürdünüz, Mercane’nin oğlunu kendinîze emir yaptınız”.67

65

İbnü’l-A’sem, III, 91-92. 66 Demircan, s. 398.

Kabileciliğin en önemli belirleyici unsur olduğu bir toplumun üyesi olan Zeyd b. Erkam bu tepkisel sözleriyle, bir Arap olan Fatımanın oğlu Hz. Hüseyin’e bunlar yapılırken nasıl olup da damarında Arap kanı taşıyanların Ubeydullah’ın yanında yer aldıklarına şaşırdığını belirtmiştir.

Bir Emevî taraftarı, Kûfe’de faaliyetlerine başladığı zaman valinin bile görmezlikten geldiği Müslim’i Yezid’e şikâyet etmiştir. Bu şikâyet üzerine Yezid, vali Numan’ı görevinden azlederek onun yerine Kûfe valiliğine, Basra’nın da valiliğini yapan Ubeydullah’ı atamış ve bu atama ile birlikte yeni valiye bir mektup yazmıştır.

Yazdığı mektupta Yezid, Vali Ubeydullah’tan Müslim’e karşı sert davranmasını, onu yakalamasını ve öldürüp kellesini kendisine göndermesini istemiştir.68 Yezid’in bu emrinden, ne pahasına olursa olsun vali Ubeydullah’a, Haşimoğulları ve taraftarlarının hakkından gelmesi için geniş yetkiler verdiği anlaşılmaktadır.69

Yezid’in emri üzerine sıkı bir takip sonucu kısa sürede etkisiz kılınan ve yakalanan Müslim b. Akil, valinin huzuruna çıkarılmış ve vali ile aralarında geçen diyalogda vali onu toplumun birlik ve beraberliğini bozmaya yeltenmekle suçlamış, Müslim de kendisinin Kûfelilerin isteği üzerine adaleti ikame etmeye, kitap ve sünnete çağırmaya geldiğini söyleyerek kendisini savunmuştur.70 Bu konuşmalardan sonra da vali Ubeydullah, Müslim’e, Hz. Hüseyin’e ve Haşimoğullarının belli başlı şahsiyetlerine hakaretler yağdırmıştır.71

Emevî iktidarının temsilcisi Yezid ve cephesi, Kerbelâ’ya giden süreçte her fırsatta kendi iktidarlarına ortak istemediklerini göstermişlerdir. Özellikle de bu ortaklığa aday olanlar ezelî rekabetin diğer tarafı Haşimîler olunca bu konuda daha da katılaşmışlardır. Yezid cephesi bu noktadaki tavizsiz duruşunu Haşimîlerle olan bütün söylemlerinde ortaya koymuş, iktidarlarına ortak olmaya talip olanların Peygamber ailesinden bile olsa asla affedilmeyeceği gerçeğinin politikalarının ayrılmaz vasfı olduğunu Haşimîlere karşı bir argüman olarak kullanmışlardır.

Hz. Hüseyin’in ölüm haberi Medine’ye ulaştığında kadınlar ağlamışlar, Haşimoğullarının evlerinden ağıtlar yükselmiştir. Ümeyyeoğullarına mensup olan Medine valisi Amr b. Said ise,

68 Ebu Mihnef, s. 22. 69

Sarıçam, s. 314.

70 Taberî, V, 377; İbnü’l-A’sem, III, 66. 71 İbn Kesîr, VII, 157.

yakılan bu ağıtları Hz. Osman için yakılan ağıtlara benzetmiştir.72 Ümeyyeoğullarına mensup olan Medine valisi bu sözleriyle Hz. Hüseyin’in öldürülmesini Hz. Osman’ın intikamı olarak algıladığını göstermiştir.

Buna benzer bir olay da Kerbelâ da yaşanmıştır. Kûfe valisi Ubeydullah, ordu komutanı Ömer’e mektup göndermiş ve Hz. Hüseyin ve ashabı ile su arasına gerilmesini, tıpkı bir damla su verilmeyerek mü’minlerin emiri mazlum Osman b. Affa’ın susuz bırakıldığı gibi onlarında su ile irtibatının kesilerek susuz bırakılmalarını istemiştir.73

Yukarıdaki iki olayda da Ümeyyeoğulları ve taraftarlarının Kerbelâ sürecinde kendi kabilelerinden olan Hz. Osman’ın intikamını alma duygusuyla hareketlerine yön verdiklerine şahit oluyoruz. Hz. Hüseyin’in öldürülmesi üzerine Ümeyyelilerin söylemlerinde Haşimîlere karşı var olan kabilesel düşmanlık ve rekabet kendini bir kez daha göstermiştir.

Kureyş’in iki büyük kabilesi arasındaki bu düşmanlık ve rekabet cahiliye döneminden bu yana devam etmiş ve Kerbelâ sürecinde de açık ve bariz bir şekilde kendini bir kez daha hissettirmiştir. İktidar ve ana muhalefet bağlamındaki bu mücadelede iktidar tarafı olan Ümeyyeoğulları, Kerbelâ sürecinde bilinçaltlarındaki Haşimî düşmanlığını kendi aralarında motive edici bir argüman olarak kullanmışlardır.

Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad, şehirde Müslim’in saklandığı yeri öğrendiğinde onu yakalayıp getirmesi için Ubeyd b. Hureys’e, Kureyşli yüz kişi göndermesini emretmiştir. Vali Ubeydullah’ın Müslim’e karşı Kureyşli olmayan kimseleri asabiyenin zarar görmesinden korktuğu için göndermediği söylenmiştir.74 İktidar açısından bakılırsa başarılı bir vali olan Ubeydullah, kabilevî yapının hakim olduğu toplumsal yapıda hareket ederken adımlarını dikkatli atmış, temsil ettiği misyon adına gerçekten de başarılı olmuştur. Vali Ubeydullah, hem Müslim’i yakalayacak olanları Kureyşlilerden seçmiş hem de Hz. Hüseyin’e karşı gönderdiği ordunun komutanının Kureyşli olması için ısrarcı olmuştur.

Vali Ubeydullah, bu konudaki ısrarıyla muhtemelen olayın sorumluluğunun sadece kendi üzerine kalmasından çekinmiş ve bu işe

72

Belâzürî, III, 417; İbnü’l-Esîr, Kamil, IV, 89.

73 Dîneverî, s. 234; Taberî, V, 412; İbnü’l-A’sem, III, 101. 74 Dîneverî, s. 221.

özellikle Kureyşlileri ortak etmek istemiştir. Böylece kamuoyunda koyu bir Kureyş düşmanı olarak görülmek gibi bir tehlikeden kendisini kurtarmıştır. Olur ki ileride Kureyş’in başka bir kabilesi yönetime gelirse hesap vermek zorunda kalmasın ya da hangi kabile gelirse gelsin kendisi yönetimde bulunabilsin.

Bütün bu ihtimaller dâhilinde Ubeydullah, olayın sorumluluğunu bir kısım Kureyşliye yıkmak niyetiyle böyle bir davranış sergilemiş olabilir. Böylece sorumluluk sadece kendi üzerinde kalmayacak, olaya iştirak eden diğer Kureyşliler arasında paylaştırılmış olacaktır.

Haşim ve Ümeyyeoğulları arasında İslam öncesi dönemde var olan kavgalar, İslami dönemde de farklı kulvarlarda devam etmiştir. Devam eden bu kavgaların en dramatik sonucu ise Kerbelâ olayı olmuştur. Farklı sebeplerle birlikte iki ezelî rakip kabile ve onlara çeşitli beklentilerle taraftar olanların arasında yaşanan Kerbelâ olayı sürecinde her iki tarafta yazdıkları mektuplarda ve oluşturdukları söylemlerde kabilesel argümanları, kabilevî anlayışın hâkim olduğu bir toplumun üyeleri olarak çekinmeden kullanmışlardır.

Hz. Hüseyin ve taraftarları, Hz. Hüseyin’in, Haşimî bir Peygamber’in torunu olduğu, o Peygamber’in ve onun damadı olan babasının davasını takip ettiği, aynı sülaleden gelen birisi olarak da yönetimi elinde bulundurmaya herkesten daha fazla hak sahibi olduğu telakkisini bir argüman olarak kullanmışlardır. Buna karşılık iktidar ailesi olan Ümeyyeliler, bu süreçte bazen Hz. Osman’ın intikamıyla hareket etmiş, bazen ezelî kabile rekabetini gün yüzüne çıkaran hareketler sergilemişlerdir. Bütün bunlardan daha önemli olarak da iktidarlarını başka bir aile ile özellikle de Peygamber’in ailesi bile olsa Haşimîlerle paylaşmamak için kılıca sarılmak dâhil her yola başvurmuşlar ve bu kabilevî hassasiyetlerini Kerbelâ sürecinde sürekli muhafaza etmişlerdir. Ümeyyeoğullarının bu kabile hassasiyeti onların bu süreçteki en güçlü argümanlarından birisi olmuştur.