• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: EDİMBİLİM

2.2. Edimbilimin Unsurları

2.2.7. Söylem ve Kültür

Söylem, toplumların yaşayış biçimleriyle şekillenmiş ve ait olduğu kültürün özelliklerini yansıtan ifade biçimleridir. Her toplumun bünyesinde var olan bu ifade biçimleri, ortak bir bilgi birikimiyle oluşturulmuşlardır. Aynı kültürel ortamda yaşayan bireylerin aynı duyguları ve benzer durumları paylaşmaları sonucunda müşterek kültürel değerler ortaya çıkmaktadır. Bu değerler, iletişim ortamında dile getirilen söylemlerde belirgin hale gelebilir. Böylece söylemler, kültürel bilginin etrafında şekillenmiş olur. O halde, benzer bir duruma her toplumun aynı tepkiyi vermesi beklenemez, örneğin bazı toplumlarda “nereye gidiyorsun?” sorusu özel hayata müdahale olarak algılanırken, bazıları için hal hatır sorma anlamına gelebilir. Söylem analizi yaparken, yanlış anlamalara sebep vermemek ve anlaşılmanın sağlanması için o toplumun kültürü hakkında bilgi sahibi olmak gerekebilir.

Söylem analizi çok geniş çaplı eylemleri içermektedir. Bunlar, “oh” ya da “iyi” gibi kelimelerin günlük dilde nasıl kullanıldığının araştırılması ve bir kültürdeki, örneğin o kültürün eğitimsel ya da politik uygulamalarındaki baskın düşünce tarzının araştırma alanı üzerine yoğunlaşır (Yule, 1996: 83).

Edimbilimin diğer konu alanları gibi söylem analizi de kültüre özgülüğün mahiyetini ön plana çıkarır. Müşterek bir geçmişle şekillendirilen kültür kavramı, inceleme alanı olarak birçok bilim dalının bünyesinde yer alır. Kullanmalık dil olarak da ifade edilen edimbilim, iletişimde sağladığı imkânlar dikkate alındığında kültürel özellikleri mihenk taşı olarak görür ve bu özelliklerin hem edimbilimin çalışma sahasını aydınlatmada hem de her türlü iletişim ortamında bireylerin karşılıklı etkileşimini sağlamak için vazgeçilmez olduğunun farkındadır. Bu sebeple diğer bilim dalları gibi, edimbilim de söylem ve kültürün iç içe geçmiş unsurlar olduğunu fark etmiştir.

Kültürün söylemler üzerindeki etkisini kanıtlamak için şu Almanca cümleyi ele alalım: “Spinne am Morgen bringt Kummer und Sorgen.” bu cümle Alman toplumunun inançlarına göre oluşturulmuştur ve o topluma özgüdür. Burada ifade edilen, “sabah

83

örümcek görmek, uğursuzluk getirir” söylemi Alman toplumu için geçerlidir, örneğin

Türk toplumunda böyle bir inanç yoktur. Bu söylemin iletişim esnasında anlaşılması için bireylerin ortak bir kültür evrenine, daha da ötesi bu evreni de içine alan ortak bir artalan bilgisine sahip olmaları gerekmektedir. İletişim eylemini büyük çapta etkileyen bir unsur olan artalan bilgisi burada da karşımıza çıkar. Çünkü iletişimin amacına ulaşabilmesi bu ortak artalan bilgisinin varlığına bağlıdır. Söylem ve kültür bağlamında da ele alırsak, bireylerin sahip oldukları ortak artalan bilgisi aracılığıyla, söylemler doğru kullanımlarıyla analiz edilebilirler ve aynı zamanda bireyler bu söylemler aracılığıyla kültürel varlıklarını yansıtabilirler, ancak farklı bir toplumda yetişmiş bireyler için bu durum geçerli değildir. Kültür, kişilerin toplumsal özelliklerini ifade ettiği gibi onların karakteristik özelliklerini belirlemede de etkin rol oynar.

Habermas’ın belirttiğine göre, kültür, iletişim halindeki katılımcıların bilgi dağarcığı olarak adlandırılabilir. Bu bilgi dağarcığı, katılımcılara birbirleriyle anlaşmaya varmada, yorumlama imkânı sağlamaktadır. Toplum, iletişim halindeki katılımcıların sosyal gruplarla olan ilişkilerini düzenleyen bir yol içerisindeki yasal kurallardan oluşur. Bir özneye konuşma, eylemde bulunma ve bunun yanında kişiliğini korumayı sağlayan bütün gerekçeleri ve yetileri kişilik yapısının bölümüne ilave etmek gerekir. İletişim katılımcıları için kültür, birbirleriyle karşı karşıya gelen birimler içerisinde ve görülebilen ya da katılımcıların karşılaştıkları normlar, sosyal hayattaki öznel deneyimler ya da öznel bir dünya içerisindeki olgularla ilişkili olarak meydana gelir (Habermas, 1988: 248). Habermas, kişilik yapısının oluşumunu onun kültür ve toplumla olan bağlantısına dayandırmaktadır.

Kişi içinde bulunduğu toplumun yaşantı biçimleriyle deneyimlerini harmanlar. Kişilerin karakterleri, bu toplumun kültürel özelliklerinin alt yapısında şekillendirilir. Kişi, sahip olduğu dil yetisini, edimsel ifadelerini, deyim ve atasözlerini, yaşadığı toplumun kültürü içerisinde bir kalıba sokar ve kendine özgü hale getirir, aynı zamanda topluma ve kültüre özgü ifadeler ortaya çıkarır.

84 Kişi Edinim Kaynak Kültürel (sosyal geleneklerin bastırılması entegrasyon)

Şekil 4: Kişilik Yapılarının Kültür ve Toplumla Olan İlişkisi Kaynak: Habermas (1988: 253)

Kişiliğin oluşumunu etkileyen en büyük iki etmen kültürel ve toplumsal özelliklerdir. Kişinin egosunun yani benlik bilincinin oluşumunda etkili olan şey kültür ve toplumdur. Kişi kültürel ve toplumsal özelliklerle etkileşim içerisinde bulunarak değişim sürecine girer ve kişiliğinde gerçekleşen bu değişim, aynı zamanda kültürü ve toplumu da yeniden şekillendirir. Kişi, geçirdiği bu değişim sonrasında kültürel özellikler kazanmaya başlar ve kendisini sosyal bir varlık haline getirir. Sosyalleşen kişi, artık kültürel özelliklere bağlı söylemlerde bulunur ve bunun sonucunda iletişimde kullanılan her türlü söylem bu özellikleri kapsayan bilgilerle oluşturulur. Buradan söylemlerin oluşumunda kişinin kültür ve toplumla karşılıklı ve sürekli iletişiminden ve etkileşiminden söz etmek gerekebilir.

Kültür Toplum Egoyla Etkileşim-Değişim Yetil erin Hare ketlili ği ve motiv asyon k ü l t ü r l e ş t i r m e s o s y a l l e ş t i r m e Kültürel bilginin yeniden üretimi ve yenilenmesi Kültürel bilginin miktarı Sadakatin miktarı Nesil ve birliğin korunması

85

Söylemlerin kullanıldığı toplumlar içerisindeki işlevi onun sosyal eylem olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Belli kaidelere göre oluşturulmuş söylemler, sosyal eylemlerin kuralcılığı içinde yer alırlar. Max Weber sosyal eylemin kaynağını şöyle açıklamaktadır:

Max Weber (1977) “rasyonelleştirmeyi” sosyal örgütün bir şekli olarak tanımlamaktadır. Bu sosyal örgütün içerisinde gerçekleşen sosyal eylem, bundan böyle anlamlara, değerlere ve inançlara doğru yönelmez, fakat stratejilere doğru, “o doğru mu?”, “o iyi mi?” sorularına doğru değil, aksine “o çalışıyor mu?”, “amacını yerine getiriyor mu?” gibi sorulara yönelmektedir. Sonuç olarak, rasyonelleşmiş sosyal eylem, prosedürlere uygun hale getirilir, adım adım bir metoda dönüştürülür; bu metot, eylemin amacını başarmada daha etkili ve ekonomik hedefleri olan karmaşık yapıda ve kanuna riayet eden kurallar aracılığıyla oluşturulmuştur. Rasyonelleşmiş sosyal etkileşimde, artık toplumları birbirine bağlayan ortak bir temsilcilikten ziyade ortak bir uygulama ve prosedürler vardır. Anlam etkisini kaybeder ve parçalanmış, ayrışık hale gelir. Sosyal eylem, sistematik bir düzene sokulur, bağdaşık hale getirilir ve prosedürlere uyarlanır (Leeuwen, 2008: 3).

Sosyal eylemin toplumsal normlara göre oluşturulması ve belli bir düzeni gerektirmesi, söylem analizinde yorumlama yapmaya izin vermez. Burada anlatılmak istenen, anlamın o kültüre göre tek olduğudur. Söylemlerin kültürel prosedürlere uygun oluşturulması, söylem analizinde kültür bilgisinin gerekliliğini daha da arttırmaktadır. Sosyal eylem, belli kalıplara sokulur ve işlevsel hale getirilmek istenir. Max Weber iletişim eyleminin belli bir plan dâhilinde gerçekleştiğini ve bu sürece kattığı söylem gibi her türlü ana ve yardımcı kaynakların kültürel çerçeveye özgü kıstasları gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu kavramlardan biri de temsilciliktir. Temsilcilik kavramı, toplumların kültür evrenine göre şekillenen davranışlar olarak ifade edilebilir. Bu ifade daha çok sosyal eylem içerisinde bulunan bireylerin söylemlerini belli kitlelere mal etmek için kullandıkları bir terim olabilir.

Antropologlar ve sosyologlar, temsilcilik kavramının, temelde insanların yaptıkları şeylere dair uygulamalara bağlı olduğunu fark ettiler. Eylemin önemi, Avrupa ve Amerika sosyolojisi aracılığıyla vurgulanmaktadır. Sosyologların, bazen somut eylemleri soyut oluşumlardan ve süreçleri de sistemlerden türettikleri bir gerçektir. Bu

86

süreçler, Durkheim (1943)’ın “kolektif bilinci”, Bourdieu (1998)’nun “habitus”, Talcott Parsons’un sistem teorisi (1977) ve Levi Strauss’un 20. yy a damga vuran yapısalcı antropolojisi gibi örnekler vereceğimiz çalışmalardan oluşmaktadır (Leeuwen, 2008: 4). Bu çalışmalar, söylem analizinin gerçekleştirilmesi sürecine etki eden etmenlerin ortaya çıkarılmasında bize yol gösterir. Bilim adamlarının ortaya atmış oldukları bu fikirler, toplumbilim ve insanbilimi üzerine büyük çapta etki yaratmışlardır. Diğer bir deyişle, mevcut düzeni değiştiren bu fikirler, toplumbilim ve insanbilimlerinin kapsamına alınmıştır. İnsanı ve toplumu etkileyen bu düşünceler elbette, insanın ürettiği söylemler üzerinde de etki yaratabilir. Öyle ki, söylem analizinin bu fikirler temel alınarak yapılması, yabancı kültürler ile anlaşmada kolaylık sağlayabilir ve kültüre ait çözümlemeler bu teoriler vasıtasıyla açıklığa kavuşturulabilir.

Söylem, kişinin kültür ve toplumla sonsuz ilişkisi sonucunda ortaya çıkar ve etkisini aynı kültürel bilgiyi ya da ortak artalan bilgisini paylaşan kişiler arasında çoğunlukta hissettirir. Söylemler, bireylerin toplum ve kültürle harmanlanmış karakteristik özelliklerini yansıtan sözcük kümeleridir ve her kültüre özgü birimler içerisinde iletişim eyleminde ortaya çıkarlar. Nitekim söylemler, kültüre özgü ve sadece o kültür için geçerli olan dilsel ifadelerin kullanılmasıyla meydana getirilirler.