• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: EDİMBİLİM

2.2. Edimbilimin Unsurları

2.2.2. İma ve Çıkarsama

Edimbilimin konu alanı kapsamında yer alan ima, bir sözle birçok şey ifade etme sanatı olarak düşünülebilir. Konuşmacı tarafından gerçekleştirilen bu sanatın netice elde edebilmesi dinleyicinin konuşmacıyla olan yakınlığına bağlıdır. Bu yakınlık her ikisinin de aynı ortamda ve aynı bağlamda iletişim eylemini gerçekleştirmeleriyle doğru orantılıdır. Bu koşullar sağlandığında konuşmacının ima ettikleri, dinleyicinin zihninde karşılık bulabilir, ayrıca, konuşmacı burada uzun cümleler kurmak yerine bir sözle bin ifade gerçekleştirdiğinden zamanı da iyi kullanmış olur.

İma, söylenenin bir parçası olmaksızın, konuşmacının söyleminde anlamlı hale gelen her şeyi içine alan, konuşmacının tamamlayıcı bir parçasıdır. Bir konuşmacının iletişim kurmak için niyetlediği şey, onun doğrudan söylediği şeylerden daha zengin anlamlar içerebilir (Horn, 2006: 3).

Levinson (2000)’un belirttiğine göre, konuşmaya dayalı imanın oluşturulması, edimbilim alanındaki en önemli fikirlerden biridir. Edimbilimsel çalışmaların bu kavramla çok yoğun bir şekilde karşı karşıya gelmelerinin birçok sebebi vardır. İlk olarak imalar, dilsel olguların edimbilimsel açıklamalarının varlığı ve ispatı için tipik örneklerdir. Edimbilimsel çıkarsamaların bu türü, dil yapısının dışında yer almaktadır. İma kavramı, dilsel gerçekliklerin birkaç önemli işlevsel açıklamasını bizlere sunar. İkinci olarak, imalar gerçekte söylenenden çok daha fazlası denmek isteniyorsa, gözle görülür biçimde bunu açıklayabilir. Aşağıdaki örneği ele alalım:

55 A: Saatin kaç olduğunu bana söyleyebilir misin?

B: Şimdi, sütçü buradaydı

Levinson yukarıdaki cümleye karşılık verilen cevabın ne anlama geldiğini öğrenebilmemiz için cümlelerin altında yatan anlamları ortaya çıkarır ve aşağıdakileri yorumlamak için, bir okuma biçiminin etkili olduğunu anlambilim teorisi aracılığıyla öğrenebileceğimizi bizlere gösterir:

A: Saatin kaç olduğunu bana söyleyebilecek durumda mısın?

B: (edimbilimsel biçimde yorumlanan parça) Sütçü, konuşma zamanının öncesindeki bir zamanda geldi.

Levinson’a göre, ana dil konuşucusu için bu tür kelime değişimlerinde normalde çok fazla şeyin aktarıldığı açıktır. Bu durum aşağıda italik yazıyla belirtilmektedir.

A: Şu anda saatin kaç olduğunu bana söyleyebilecek durumda mısın ve evet ise lütfen

söyle.

B: Hayır, şu anda saatin kaç olduğunu söyleyemem, fakat yaklaşık olarak doğru zamanı

anlatmak için kullanılacak bir bilgi verebilirim, zira, sütçü buradaydı (Levinson, 2000:

107-108).

Levinson, verdiği örnek cümleyle aynı ortamda bulunmanın ima edileni anlamada önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim sütçü buradaydı cümlesi bizim için hiçbir anlam ifade etmese de yukarıdaki konuşma partnerleri için bir anlamı vardır. Muhtemelen, A kişisi, sütçünün geldiği zamanı bildiği için B kişisi o cümleyi kurarak yaklaşık zaman dilimini ifade etmek istemiştir.

Konuşma ortamındaki ima kullanımları, konuşmacı ve dinleyicinin söylemlerden benzer çıkarsama yapmalarına olanak sağlayabilir. Bu durumu, her iki katılımcının benzer artalan bilgisini paylaşmalarıyla açıklayabiliriz. Konuşmanın karşılıklı taraflar için mantıksal çerçevede devam etmesi, söylem koşullarının çözümlenmesini gerektirebilir. Bu koşullar, belirgin hale getirildiği takdirde söylemlerin altında yatan imaları daha iyi kavrayabiliriz.

56

Mair’e göre: “konuşmanın mantığı elbette, matematiksel ya da felsefi mantık kadar devasa değildir, fakat konuşmacıların, durumun gerçekleştiği yerdeki gibi, ortak bir artalan bilgisini paylaştıkları yerde, bu mantık, uygulanabilir hale gelir. Aşağıdaki iki cümleyi ima kullanımları bakımından inceleyelim. İki cümlenin ilkinde, becermek fiilinin kullanımı, gerçekte ne olduğunu, devamındaki fiille açıklayan bir ima taşır. Cümlenin olumsuzlukla bitmesi mümkün değildir. İkinci cümle, denemek fiiliyle kullanılır ve böyle bir ima taşımaz ve dolayısıyla olumsuz olarak sonlanabilir:

Zamanında ona telefon etmeyi becerdim. Fakat başaramadım.

Zamanında ona telefon etmeyi denedim. Fakat başaramadım” (Mair, 2008: 115).

Burada iki farklı sözcük kullanılarak cümlenin anlamı belirtilmek istenmiş, ancak uygun sözcük seçimi cümlenin altında yatan niyeti göstermede etkili olmuştur. İlk cümlede

becermek fiilinin ima ettiği ile bu cümlenin devamındaki yargı arasında anlamsal

bakımdan kopukluk vardır. Bunun nedeni burada ima kullanımına ihtiyaç duyulmamasıdır. İkinci cümleye baktığımızda uygun sözcükle cümlenin anlamının aktarıldığı görülür.

Levinson, Grice’in, konuşmanın akışını yönlendiren birkaç varsayımı olduğundan bahseder. Bunlar, temel olarak zihinsel düşüncelere bağlı olarak gelişirler ve işbirliği amacına dayalı konuşmada dilin etkili kullanımı için yönergeler halinde sıralanabilirler. Grice, bu yönergeleri, dört temel konuşma ilkesi olarak adlandırır, bunlar genel işbirliği ilkesi olarak da adlandırılırlar. Bu ilkeler şunlardır (Levinson, 2000: 111-112):

İşbirliği ilkesi: Katıldığın konuşmanın yönü ya da bilindik amacı, ilgili zaman diliminde

nasıl gerektiriyorsa, öyle kendi konuşmanı oluştur (Levinson, 2000: 112).

Nitelik ilkesi: Konuşmanı öyle bir şekilde oluşturmayı dene ki doğru olsun:

Doğruluğundan emin olmadığın şeyleri söyleme!, Yeterli kanıtının olmadığı hiçbir şeyi söyleme! (Levinson, 2000: 112).

Nicelik ilkesi: Konuşmanı gerekli olduğu kadar çok bilgilendirici hale getir ve gerekli

57

Bağıntı ilkesi: Konuşmanda üzerinde konuştuğun şeyle alakalı şeyler söyle (Levinson,

2000: 112).

Tarz ilkesi: Anlaşılır ol ve tam olarak: ifadedeki belirsizliklerden ve çok anlamlılıktan

kaçın, kısa tut ve yönteme bağlı kal (Levinson, 2000: 112).

Kısacası, bu ilkeler, konuşmanın etkili, mantıksal ve işbirlikçi olarak devam etmesi için konuşmacının yapması gerekenleri sıralamaktadır (Levinson, 2000: 112). Grice’nin ortaya attığı konuşma ilkeleri, konuşmaya dayalı gelişim gösteren ima kullanımlarının oluşum evresi için temel alınabilir. Buradaki nitelikler, konuşmanın akışını daha anlaşılır ve konuşmayı daha işlevsel hale getirmek için konuşmacı tarafından önemsenmesi gereken unsurlardandır. Bu unsurlardan başka, konuşmaya dayalı ima kullanımlarını etkileyen kıstaslar da vardır. Özellikle, konuşmacının yaşam biçimiyle şekillenmiş, kültürel özelliklerini yansıtan imalar, onun alışkanlıklarıyla bağlantılı olarak gelişebilir. Aynı kültürel ortamı paylaşan katılımcıların dilsel ifadelerinin anlaşılması, yoğun bir zihinsel süreci gerektirmeyebilir. Çünkü böyle bir ortamda oluşturulan söylemler, katılımcıların ortak artalan bilgilerine hitap etmektedir ve böylece alışılmış, geleneksel ima biçimleri ortaya çıkabilir.

Grice (1975), geleneksel ve konuşmaya dayalı imaları birbirinden ayırır. Geleneksel bir ima aşağıdaki gibidir:

Paul bir Almandır, bu yüzden o espriden anlamaz.

Bu cümlede, bütün Almanların espriden anlamadığı ima edilir. Bu imayı ifade eden bu

yüzden bağlacı geleneksel bir araçtır. Konuşmaya dayalı imalarda, imayı ifade etmek

için hiçbir geleneksel araç kullanılmaz; konuşma partneri, söylenenin anlamını tam olarak anlamak için, daha fazla yorumlama işine girişir (Vater, 2002: 188). Yorumlama süreci için dinleyicinin ihtiyaç duyduğu tek şey, konuşmacının niyetini anlayabilmektir. Dinleyici, konuşmacı ile benzer düşünce yapılarına ve yaşam tarzına sahipse buradaki niyeti anlayarak yorumlama işine girişir. Konuşmacı ve dinleyici benzer artalan bilgilerine sahip oldukları müddetçe, iletişim esnasında açıkça belirtilmeyen ancak hissettirilen unsurlar açığa çıkarılarak, konuşmacı tarafından bunlara mana yüklenebilir.

58

Jule, “bir kişinin “cheese sandwich” ifadesiyle ya da bir nesnenin “Shakespeare” ismiyle nasıl tanımlanabildiğini göstermek için konuşma esnasında söylenen cümlelerden örnekler verir ve ona göre bir öğrencinin aşağıdaki gibi bir soru sorması ve buna cevap alması tuhaf değildir:

Can I borrow your Shakespeare?

Yeah, it’s over there on the table.

Cümlelerde söylenmek istenen bir kişi değil muhtemelen bir kitaptır. (“it” zamirine dikkat edin!). Jule, restoranda bir garsonun diğerine yemek sipariş vermesi esnasındaki konuşmayı da ima konusu kapsamında örnekler:

Where’s the cheese sandwich sitting?

He’s over there by the window.

Bu bağlamdaki konuşmada bahsedilen herhangi bir şey değil, aksine bir kişidir. (“he” zamirine dikkat edin!)” (Jule, 1996: 20). Burada pencerenin yanında oturan kişi peynirli sandviçe benzetilerek, peynirli sandviç kavramıyla imada bulunulmuştur. Demek ki, iletişim ortamında herhangi bir şeyi ima etmek için sözcüklere veya göstergelere ilk ve gerçek anlamlarının dışında anlam yüklenerek imaya dayalı söylemler oluşturulur.

İmaların, konuşmaya dayalı olarak veya geleneksel ifadelerle sınıflandırılmalarının yanında belli bir durumun oluşması sonucunda da, duruma bağlı olarak değişebilen imalar ortaya çıkabilir:

“Ben (bugün) kahvaltı yapmadım.

John ve Mary (birbirleriyle) evliler.

Onların bir bebeği vardı ve (bu yüzden) onlar evlendiler.

Robin karides yedi ve (bunun sonucunda) gıda zehirlenmesi yaşadı.

(Edimbilim sınıfımızdaki) herkes bulmaca çözdü.

Bütün bu örneklerin iletişimi gerçekleştirebilmesi için, duruma bağlı olarak doğru olmaları önemlidir” (Horn, 2006: 21). Parantez içindeki ifadelere bakmadan cümleleri

59

okuduğumuzda o anın koşulları içinde söylenen cümlelerin birbirleriyle olan bağlantısını görebiliriz. Bu cümlelerde, bulunulan yer, zaman dilimi, fiziksel koşullar ve kişisel bilgiler ima temelli ifadelerin oluşturulmasında etkilidir. Konuşmacı bu özelliklere gönderme yaparak, dinleyiciye söylemin durumunu sezdirmeye çalışır ve dinleyici bu sezdirişlerle söylemden çıkarsamalar yapar.