• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ÇEVİRİBİLİM VE EDİMBİLİM

3.2. Çeviri Eyleminde Edimbilimsel Alt Yapı

3.2.1. Dilsel/Kültürel Etmenler

Çevirinin edimbilim ile olan kaçınılmaz ortaklığından bahsederken, dilsel ve kültürel özeliklerin çeviri eylemi üzerindeki etkisini de ele almıştık. Çeviri, farklı dillerin incelenmesini gerektirir ve bu dillerin kültürel varlıklarıyla şekillenmiş göstergelerini, söylemlerini ve kullanımsal ifadelerini çeviri esnasında ortaya çıkarmakla gerçekleştirilir. Dillerin sahip olduğu dilsel ve kültürel özellikler dikkate alınarak kaynak ve hedef kitle için uygun metinler çeviri aracılığıyla oluşturulmaktadır.

98

Dil, öncelikle işitsel, ikinci olarak yazılı, şimdilerde de bilgisayar uyarlaması için 400 yazım sisteminden daha fazlası ile 2,200 farklı dilden daha fazlasını içinde barındıran söze dayalı işaretler dizisidir. Dil ayrıca, inançların bütünü ve bir toplumun eylemleri olarak basit bir tarzda tanımlanabilen bir kültürün en ayırt edici özelliğini oluşturur. Bundan dolayı, çevirmenler, sonuçta kelimelerin sadece ilgili kültür içerisinde anlamlı olacaklarının farkındadırlar. Ne yazık ki, bir dil genelde on yıllık bir süre içerisinde edinilebilirken, onu anlamak ve bir kültürün tamamlayıcı bir parçası olmak ömür boyu sürer (Nida, 2001: 13). Çevirmen, dillerin kültürleri yansıtmada araç olduğunun farkındadır. Çeviri eylemi dil ve kültür arasındaki ilişkileri ortaya koyan bir süreci ifade eder. Dillerin ortaya çıkmasından günümüze kadar olan süreçte, ait oldukları kültürle söz varlıklarını oluşturdukları bilinen bir olgudur. Çevirmen bu olgunun ışığında önce kaynak metnin söylem analizini yapar daha sonra da bu söylemlerin hedef dildeki karşılıklarını bulur ve çeviriyi gerçekleştirir. Bu süreç bir bakıma, iletişime ait sembollerin her iki kültürdeki dilsel kullanımlarını tespit etmeyi kapsamaktadır.

İki bağımsız sembol sistemi olarak, dilin ve kültürün bağlantılı rollerini anlamak ve kavramak için, onların daha önemli bazı benzerliklerini, farklılıklarını ve ilişkilerini tanımlamak yararlı olabilir. Belki de onların benzerlikleri, erken edinim, yitim, ortak eylem, çeşitlilik, değişim, özelliklerin yığılımı ve sosyo-göstergesel faktörler açısından bakıldığında anlaşılabilir. Farklılıklar, kültürün en ayırt edici özelliği olarak dil, hakkında konuşabilen bir kural, doğrusal bir düzen, ölçülebilir oluşumlara sahip birimler ve kültürü korumanın ve devam ettirmenin altında yatan güçlükler bakımından ifade edilebilir. Dil ve kültür arasındaki ilişki ise karşılıklı değişiklikler, değişimin oranı, dil tarafından kültürün temsil edilmesi ve çift taraflı nedensellik sorunu bakımından tanımlanabilir (Nida, 2001: 13).

Dil ve kültürün birbirine bağlı bu durumları, çevirilerin ortaya çıkma sürecine ışık tutmaktadır. Öyle ki, çeviriler, kaynak kültüre özgü niteliklerin hedef dile hedef dilin kültürel özellikleri dâhilinde aktarılması sürecidir ve ilk aşama anlama evresiyle başlar. Çevirmen ilk olarak bu evrede, kaynak metnin dilsel-kültürel göstergelerini kaynak metin bağlamında inceler ve takip eden bütün evrelerde dil ve kültür bağıntısı içinde kaynak metni yorumlar. Metin üretimi aşamasına geldiğinde ise hedef metnin dilsel-kültürel özelliklerine yönelir. Böylece kaynak ve hedef metni okuyucu kitlesine ait

99

söylemler üzerinde oluşturur ve çeviri eyleminde edimbilimsel bir alt yapıyı sağlayabilir.

Dilsel ve kültürel özellikler, bireylerin içinde bulundukları toplumda, Habermas’ın deyimiyle yaşam dünyası içerisinde şekillendirilir. Yaşam dünyası içerisinde yer alan dil ve kültür ilişkisi Habermas tarafından açıklanmaktadır:

“Yaşam dünyası, sosyalleşme sürecinde ortaya çıkan kişiliklerden daha yoğunlukta veya daha az miktarda, kültürel adetler ve geleneksel kurallar tarafından yapılandırılır. Bu nedenle, yaşam dünyası bireylerin üye olduğu bir organizasyon oluşturmaz, ne bireylerin katıldığı bir dernek, ne de bireysel katılımcıların ortak bir oluşumundan meydana gelir. Aksine yaşam dünyasının merkezinde yer alan her günkü iletişimsel eylemler, kültürel üretimin, sosyal birleşimin ve bu eylemlerin kaynağı olan sosyalleşmenin etkileşimi aracılığıyla beslenirler” (Habermas, 1988: 251).

Çevirmen, yaşam dünyasında kültür ve sosyalleşme ile şekillenen bu iletişimsel eylemleri çeviri esnasında kullanır. Çevirmen bunları kullanırken kaynak ve hedef kültür arasındaki farklılıkların ayırdına varabilmelidir.

Hedef kültür, metnin niyetini doğru bir şekilde anlamayabilir ya da hedef metin üretiminde çevirmen, hedef kültür söyleminin kaynak kültür söyleminden farklı olduğunun bilincinde değildir (Burjak, 2010: 45). Çevirmen bu bilince çok öncesinden sahip olması gereken uzman kişidir. Her dil farklı ortamlarda ve farklı deneyimlerle oluşturulmuş dilsel ve kültürel ifade biçimlerine sahiptir, bu nedenle çevirilerde kaynak ve hedef kültüre ait dilsel olgular, çevirmenin, edimbilimin inceleme sahasında çalışmalar yapmasını gerektirir.

Kaiser-Cooke (1993: 138), çevirinin, hedef kültürün gelenekleri dâhilinde kavramsal olarak yeniden yapılanma süreci olduğunu savunur. Bu bağlamda, kültürel bilgi, çeviriye dair uzmanlığın özünü oluşturur ve çevirmenlerin kararları üzerine temellendirilir. Çeviri uzmanlığı, iki dil yapısının dünyayı ve bir dilin kavramsal biçemini adapte etmek için diğerinin kavramsal ve dilbilimsel sınırlamasıyla nasıl birleştiğini karşılaştırma yeteneğidir (Burjak, 2010: 45-46).

100

Çevirmenin uzmanlığı gereği sahip olması gereken bu yetenek, göstergelerin kültüre özgü kullanımlarını incelemesini gerektirir. Bu duruma güzel bir örnek Nida tarafından verilmiştir.

“Yeşil, sarı ve kırmızı olarak kullanılan trafik ışıklarının sistemi dünyanın birçok yerinde hemen hemen aynıdır, fakat çoğunlukla farklılıklar vardır. Moskova’da normalde önce sarı ışık, sonra kırmızı ışık yanar ve Çin’in bazı bölgelerinde, trafik ışığı değişmeden önce, ışıklı bir tabela ikinci numarayı gösterir. Buna rağmen Arjantin’de sürücüler trafik ışıklarına çok az veya hiç dikkat etmezler. Bir Arjantinli ışıklarda durmak için endişe duymadığını şu sözüyle anlatır: “Görünürde hiç araba yoksa kırmızı bir ışık, benim zekâma hakarettir” (Nida, 2001: 18). Arjantinli, araba yokken kırmızı ışıkta durmayı ahmaklık olarak görmektedir. Toplumların göstergelere yükledikleri anlamlar bile farklıyken, çeviri eylemini etkileyen dilsel ve kültürel özelliklerin çeşitlilik göstermesi aşikârdır.

Resch’e göre: “üslup yardımıyla metinler, kültüre özgü şekillenen iletişim araçları olarak tanımlanabilir, bu iletişim araçlarının yardımıyla kültüre katılanlar (her toplumun belli grupları) belli iletişimsel eylemleri yerine getirebilirler. Bireylerin hangi ve nasıl üsluplara sahip oldukları durumuna göre, metin kullanıcıları kendi kültürleri içerisinde daha fazla ya da daha az eylem aralığına sahip olabilirler. Söylemler yardımıyla metinler incelenebilir. Örneğin, metinlerdeki kültüre özgü gerçekliklerin ve kültüre özgü değerlerin ve farklı kültürlerin nasıl kendini belli ettiği incelenebilir” (Resch, 2006: 51-52). Metnin kültüre özgü analizi, kültürlerin üslup biçimlerini ortaya çıkarmakta yarar sağlayabilir, aynı zamanda kişilerin bu üslup biçimleriyle kültürel özelliklerini yansıttıkları unutulmamalıdır.

Edimbilimin çalışma sahasını oluşturan dilsel ve kültürel özellikler, çeviri eyleminde tespit edilen söylemlere ait özelliklerdir. Çeviri eylemi, dile ve kültüre özgü niteliklerin göz ardı edilerek gerçekleştirilmesi olarak düşünülemez; aksine çeviri, dil ve kültür bağlantısını merkezinde tutan bir eylemdir.