• Sonuç bulunamadı

Demet Altınyeleklioğlu'nun Sultanlar Serisi romanlarında tek bir bakış açısı olarak, hakim bakış açısı kullanılmıştır. Yazar anlatıcının yaklaşımına bağlı olarak anlatım şekli de kendisini göstermektedir. Özellikle serinin ilk romanı olan Moskof Cariye Hürrem romanında bu durum daha dikkat çekicidir;

"Adı Cafer olmasına Cafer'di de hep Kara Ağa diye bilinirdi işte. Cafer Ağa'ya bu ününü kazandıran, yıldızsız geceler kadar siyah olması değildi elbette. Bu koca burunlu, masallardaki devler gibi bir dudağı yerde, bir dudağı gökte koca Sudanlı, Hürrem saraya cariye olarak girdiği ilk günden beri, onun sırdaşı, dert ortağı, bazen

kahyası ama çoklukla casusu olmuştu. Çevresinde bir korku duvarı oluşmasının asıl sebebi de buydu." (M.C.H., s. 12)

Anlatıcının yaklaşım ve üslubunun bakış açısı üzerindeki etkisi de açık bir şekilde görülmektedir. Duygu uyandırmak istediği yerlerde 'elbette, ama, de, işte' gibi vurgulayıcı kelimeler kullanması ile "Müdahaleci yazar kimliği" (Esen, 2006: 79) ni kendisini göstermektedir. Bu yönüyle metin içerisinde anlatıcının kişiler ve olaylar üzerinden her şeyi bildiği, öncesine ve sonrasına hakim olduğu sonucuna da varılmaktadır. Fakat buna rağmen yazarın anlatımlarındaki tutarsızlık dikkat çekmektedir;

"Kendi bildi bileli saraydaydı Cafer. Memleketinden nasıl koparıldığını hatırlamıyordu bile. Sudanlı deniyordu ama galiba Habeş'ti. Çocukluğundan geriye iki silik görüntü kalmıştı. Bir korsan gemisiyle, erkekliğinin burulup elinden alındığı, küf kokulu mahzen. Kendi çığlıkları hala kulaklarındaydı Cafer'in.

Hürrem, işte Cafer'in o yalnızlık ve acı dolu günlerinde gelmişti saraya. Aleksandra'ydı adı. Ruslana da demişlerdi kızıl saçlı kıza. Aynı yaştaydılar herhalde. Hizmetçiler "On beşinde haspa!" diye gülüşürlerdi. Cafer de olsa olsa o kadardı işte. (M.C.H., s. 12) İki silik hatıradan birini anlatıp diğerini 'kendine saklayan' yazar anlatıcının dikkatsiz tavrıyla birlikte anlatıcı kimliğindeki tutarsızlık da kendisini göstermektedir. Cafer'in duygu dünyasına, anılarına hakim olan yazar anlatıcının, nereli olduğunu tam olarak hatırlayamayan Cafer'le birlikte, 'bilmezden gelmesi', Hürrem'in ve Cafer'in yaşları için hizmetçilerden bilgi aktarması, Cafer için "olsa olsa o kadardı işte" diyerek bir yargıya varmaya çalışması, yazar anlatıcının, karakterlerin iç seslerine ortak olma çabasına karşı kendisini konumlandıramamasındandır.

Yazar anlatıcı kurguladığı kişilerin duygu dünyasını tanıtmak, onlar üzerinden okuyucusuna duygu aktarmak ve yakınlık uyandırmak isterken anlatım üzerinde -tüm çabasına rağmen- kendi hakimiyetini kaybetmektedir;

"Tamam, hala güzel olmasına güzeldi, derin olmasına derindi ama küçük kızın bakışlarındaki canlılık, sevecenlik, boşvermişlik, adanmışlık yoktu işte" (M.C.H., s. 27) Çocukluk hayali ile yıllar sonra kendi görünüşünü kıyaslayan Hürrem'in anlatıcı yazarla 'sarmal' bir hale gelerek duygularını, düşüncelerini anlatmaya çalıştığı fakat anlatıcının süzgecine takıldığı görülmektedir. Bu yönüyle popüler metin kişileri kendi varlıklarını bir türlü ortaya koyamazlar. Onlar her zaman anlatıcının esiridirler. Çünkü; "Popüler romanlardaki anlatıcılar genellikle kendilerini- açıkça- belli ederler ve tarafgir bir tavır

sergilerler. Bu yönüyle anlatıcı, roman kişilerinin kimini sevip yüceltirken kiminden de nefret eder ve onu aşağılar." (Sağlık, 2010: 158) Yazar anlatıcının bu bağlamda, Hürrem'e bir yakınlık duyması-belki de onunla özleşmesi- aynı şekilde okurundan da bu yakınlığı kurarak duygu dünyasına katılmasını beklediği de açıktır. Roman boyunca yazarın bu tavrı devam etmektedir;

"En çok gülen ve alkışlayan Aleksandra'ydı herhalde. Yerinde duramıyor, neşeyle sıçrıyordu oradan oraya. Mutluluktan ve güneşin sıcağından al al olmuştu yanakları. Gözleri neşeyle cıvıldıyordu. Birden Taçam Noyan'ın kendisini süzdüğünü fark etti. Adam karanlık yüzünü aydınlatan ışıltılı bir tebessümle seyrediyordu onun neşesini. Yalnız gözleri nemlenmiş miydi, yoksa Aleksandra'ya mı öyle gelmişti? " (M.C.H., s. 106)

Bu paragrafta da hakim bakış açısı ile kahraman bakış açısının iç içe geçtiği görülmektedir. Yine bu durum estetik metinlerdeki çoklu bakış açısının kullanılmasının aksine popüler metinlerde, anlatım üzerinden niyetin şekillendirici olmasıyla örtüşmektedir. Moskof Cariye Hürrem'de bu karmaşık ve tutarsız bakış açısı sık sık tekrarlanmaktadır;

"O namelerin etkisiyle alır başını eskilere gider, hasret düğümlenirdi boğazına. Gözlerinin buğulanacağını anlayınca hemen silkinir, deli Moskof diye söylenirdi. "Deli Moskof." O yüzden de üç yıldır yanında olan Habeşi yamak Cafer'i geceleri gizli gizli büyülenmiş gibi Aleksandra'nın şarkılarını dinlerken görünce ses etmemişti. Kızla fısıldaştıklarını duyduğunda bile. Oğlan ağlıyor muydu ne? Varsın ağlasındı. Hadımlığına Sümbül Ağa ağlayamıyorsa, varsın Cafer ağlasındı. Ağlamak insanın ruhunu yıkardı. Oysa Sümbül'ün ruhu yıkanmayalı o kadar çok olmuştu ki." (M.C.H., s. 151)

Sümbül Ağa'nın bile Ruslana'nın şarkılarından etkilenmesi, fakat kendini bu duygu seline kaptıracak kadar masum bir karakter olmayışı hakim ve kahraman bakış açısının içi içe geçmesiyle anlatılmaktadır. Sümbül'ün hadımlığı tam bir acıma hissi uyandıracakken, yazar anlatıcının "romantik ironi" (Aytaç, 1990: 378) ile araya girdiği görülmektedir. Böylece yazar, "Ağlamak insanın ruhunu yıkardı. Oysa Sümbül'ün ruhu yıkanmayalı o kadar çok olmuştu ki." benzer cümleler ile "zaman zaman olayların akışını kesiyor ve kendi kanaatini belirtiyor." (Özcan, 2014: 99) Yazarın bunu yapmaktaki niyeti, romanın duygu dünyasını ve karşıya aktarımını yönetmektir. Böylece okuyucu Sümbül Ağa'nın hadımlığına üzülemez. Çünkü yazar anlatıcının kesin

bir şekilde koyduğu bir sınır vardır. Önce 'ağlamak insanın ruhunu yıkar' cümlesi ile araya girerek Cafer'in ruhunu yıkadığını hatırlatır, daha sonra okuyucu ile Sümbül'ün olası yakınlığının önünü almak için de "Oysa Sümbül'ün ruhu yıkanmayalı o kadar çok olmuştu ki" diyerek tekrar araya girerek, okuyucusuna onunla arasına mesafe koyması gerektiğini işaret eder. Böylece "Kahramanlarının dününe ve bugününe ait her şeyi bilen ve gören yazar anlatıcı, bu tavrıyla kendisini gizleme gereğini duymamaktadır." (Özcan, 2014: 99) Okurunu yönlendirmekten, kurmaca dünyasının doğasını tahrip etmekten de çekinmemektedir.

Aleksandra'nın hareme geldiği ilk günleri anlatırken, yazar anlatıcının; "Doğrusunu söylemek gerekirse, Aleksandra geldiği günden beri tartışma, bağrışma artmıştı haremde. Kavgaların çoğunun başkahramanı da oydu." (M.C.H., s. 148) kullanımı da ayrıca dikkat çekmektedir. Burada 'doğrusunu söylemek gerekirse' diyen yazar anlatıcı bir anda kendisini bu itibari alemden sıyırmış ve başka bir dünyadan birileriyle muhatap olduğunu ifşa etmiştir. Dolayısıyla bu anlatım romanın kurmaca dünyasına da zarar vermektedir. Böylece bu kurmaca dünyanın yalnızca bir anlatıcıyla var edildiği sonucu ortaya çıkmakta doğal dokusu tahrip olmakta ve her şey sahteleşmektedir. Anlatımın 'basitliği' bakış açısını da son derece olumsuz etkilemektedir;

"Sultan Süleyman'ın yüzünde bir öfke, zor verilmiş bir kararın sıkıntısı, ne bileyim işte öyle sert ifadeler aradı." (M.C.H., s. 610)

Moskof Cariye Hürrem, Altınyeleklioğlu'nun bakış açısı en kusurlu olan romanıdır. Diğer romanlarda da yine yazar anlatıcının 'tarafgir' tutumu abartılı şekilde devam etmekle birlikte, buna karşı 'bilir bilmez' anlatımını sürdürmekle birlikte Moskof Cariye Hürrem romanına göre daha seyrelttiği de görülmektedir. Buna rağmen yazar anlatıcının bakış açısı üzerindeki hataları devam etmektedir. Cariye'nin Kızı Mihrimah romanında, Mihrimah'ın feminist tutumu yine 'tarafgir' bir tutumla aktarılmaktadır;

"Başını dikti, yürüyüp gitti. İleride kadınların arasında duran annesinin yanına dikildi. Uzaktan cenaze namazı için saf tutan erkeklerin önüne çıkan Şeyhülislam'ın "Er kişi niyetine," diyen sesini duydular. Mihrimah yüreği titreyerek annesinin elini tuttu.

Şeyhülislam, "Hakkınızı helal ediyor musunuz? " diye sordu erkeklere.

"Helal olsun," diye bağırdı Mihrimah. Erkeklerin cevabını duymamıştı bile. Ona neydi erkeklerin dediğinden." (C.K.M., s. 723)

Mihrimah'ın düşünceleri, yazar anlatıcının ortaklığıyla birlikte bildirilirmektedir. Anlatıcının 'tarafgir' tutumu, Rüstem karakterinin tasviri üzerinden de görülmektedir;

"Hepsi mateminin büyüklüğünü ifade etmek için beyazlar giyinmiş, ellerini önlerine bağlamış, başlarını eğmiş, sessizce bekleşiyordu. Rüstem de oradaydı kara suratıyla." (C.K.M., s. 719)

Cariye'nin gelini Nurbanu'da ise, Safiye ve Nurbanu'nun büyük bir tesadüf sonucu karşılaşmaları üzerine Safiye'nin duyguları; "Fakat kadın ağlıyordu. Ne yapacağını şaşırdı. Onu ağlatmak istememişti ki. Farkında olmadan gözlerindeki kıvılcımlar söndü. Keşke ağlamasaydı kadın." (C.G.N., s. 790) üzerinden müdahaleci yazar kimliği dikkat çekmektedir. Nurbanu'nun, Venedik'in yakılması üzerine İsmihan'dan bilgi almaya çalışması ve geçen konuşmada da bu bağlamda dikkat çekmektedir;

"İşte bunu beklemiyordu. Bütün bu işin arkasında onun Mustafa'sı mı vardı yani? Venedik'i yaktırmaya da o mu zorlamıştı Selim'i acaba?

"Başka neler dedi damadımız İsmihan?"

"Fazla konuşmadık ki. Çıktı gitti." (C.G.N., s. 718)

Altın Cariye Safiye romanında Safiye'nin Murat'a karşı verdiği Bihter mücadelesi, duygu ve düşünceleri;

"Hata mı ettim acaba, diye geçirdi bir an. Bihter'in varlığına kızdığımı belli etmemeli miydim? Ona hesap sormamalı mıydım?*

Hiç de değil, diye söylendi kendi kendine. Az bile yaptım.*

Az bile yapmıştı gerçekten ve şimdi daha neler yapabilir onu kurmanın zamanıydı." (A.C.S., s. 491)

Şeklinde bildirilmektedir. Hakim bakış açısı eşliğinde aktarılan kısımlarda cümlelerin devamında eksikliklerin olduğu (*) gözlenmekle beraber, müdahaleci yazar kimliği de kendisini göstermektedir. Yazar'ın benzer tutumu, Kara Kraliçe Kösem'de de kendisini göstermektedir;

"Gerçekten Mahpeyker'in, Ahmet için yapabileceği bir şey yoktu. Fakat çocukları ve kendi için yapması gereken o kadar çok şey vardı ki." (K.K.K., s. 619)

Popüler metinlerde bilinç akışı ve iç monolog, iç diyalog tekniklerinin oldukça zayıf olması da, bakış açısı ile doğrudan ilgilidir. Çünkü "Anlatıcılar, anlattıkları olayları abartarak, hicvederek, gülünç duruma düşürerek, olay karşısındaki duygusunu açığa vurarak, yani acıyarak ya da acıtarak naklederler. Şaşkınlıklarını ya da öfkelerini açıkça ortaya koyarlar. Kişilere ve olaylara dair anlattıkları her şeyi bilirler. Bu yönüyle onlar "hakim" anlatıcılardır." (Sağlık, 1999a: 20) Onlardan başka, kimse metinlerde kendisine yer bulamaz olur. Kişileri üzerinde kurdukları hakimiyeti, anlatımlarıyla okurları

üzerinde de kurmayı amaçlarlar. Popüler anlatıcının bu açıklama ve anlatma gayreti metin dünyasının zenginleşmesine, yeni anlamlar kazanabilmesine de imkan vermemektedir.

Pargalı ve Hatice romanında, başlayacak olan aşk, Hatice'nin ilk izlenimi ile sezdirilir; "Birden durdu. "Ne komik, değil mi? diye fısıldadı Nebile'ye. "Farkında mısın, adamın kavuğu çözüldü çözülecek."

Neden böyle yaptığını bilemedi. Birden düşman gibi hissetmişti adamı. Onu Nebile'ye komik göstererek intikam almıştı sanki.

Ama neden, neden yapmıştı bunu?" (P.v.H., s. 531)

Son satırla birlikte okuyucunun, yeni bir aşk macerasının başlamak üzere olduğu yönünde dikkati çekilmek istenmektedir. Böylece "Okurun burada akıl ve mantığı değil, kalbi ve hisleri harekete geçirilir. Bu da gösteriyor ki, popüler romanların anlatıcıları, okurların duygu ve heyecanlarını kışkırtacak şekilde anlatma görevini yerine getiriyorlar" (Sağlık, 2010: 159) Hatice'nin duygularının, 'iyi de neden heyecanlanmıştı', 'bu göğsünün içinde kanat çırpan güvercin de nereden çıkmıştı şimdi' şeklinde heyecan bildiren ve sorgulayan müphem anlatımlarla aktarılmasının sebebi ise, yine okuyucunun da heyecanlanmasının, tutkuyla metne sarılmasının umut ediliyor olmasındandır.

2.3. Kişiler Dünyası