• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KÜRESELLEŞME VE DIŞ POLĐTĐKA

1.2. Uluslararası Đlişkiler Paradigmalarının Küreselleşme Yaklaşımları

1.2.1. Realist (Gerçekçi) Paradigma Ve Küreselleşme

I.Dünya savaşı sonrası 1920-30’lu yıllar kurumsal düzenlemeleri ile liberal ve idealist unsurların öne çıktığı yıllar olmuştur. Ancak 1930’ların ikinci yarısından itibaren, Milletler Cemiyetinin kolektif güvenlik mekanizması çökünce kurumsal ve hukuksal düzenlemelerle uluslararası barış ve güvenliğin korunacağını savunan liberalizm ve idealizme duyulan güven sona ermeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı öncesi gelişmelerle ve savaş sonrası uluslararası arası politika çalışmalarında teorik çerçeve haline gelen realizm ve realist paradigma, aslında Thucydides’e (MÖ 471-400) kadar uzanan, Machiavelli ve Hobbes un düşüncelerinde gelişen bir dünya görüşüdür. Bu görüşün temel savı ise uluslararası politikanın özü güç ve çıkar mücadelesi olduğudur (Arı, 2006: 34-42). Realist paradigmanın ilk sistematik kapsamlı çalışmasını ortaya koyan Hans J. Morgenthau, siyasal realizmin altı temel savını aşağıdaki şekilde sıralamaktadır:

• Politika, genelde toplumda olduğu gibi, kökleri insan doğasında bulunan, objektif yasalarca yönetilir. Kurallarının köklerini insan doğasında bulan

politika, tarih boyunca bu kuralları keşfetmeye çalışan filozoflardan beri değişmemiştir.

• Siyasal realizmin hareket noktasını güç olarak tanımlanan çıkar kavramı oluşturur. Devlet adamları da güç olarak tanımlanan çıkarlar bağlamında düşünür ve hareket ederler.

• Çıkar politikanın özüdür. Zaman ve mekâna bağlı değildir. Çıkar, neredeyse tüm insanları yönlendiren temel prensiptir.

• Evrensel moral prensipleri devletin dış politika eylemlerine aynen uygulanamaz. Devletler evrensel ahlak prensipleriyle karar almazlar. Đhtiyat olmadan siyasi moral sözkonusu olamaz.

• Siyasal realizm, belirli bir ulusa özgü ahlak prensiplerinin, evrensel ahlak prensipleri tarafından tanımlanmasını reddeder. Siyasi ahlakı yargılayan ise siyasi sonuçlardır.

• Siyasal realizm, siyasi alanın özerkliğini savunur. Uluslararası politika, yasal veya ahlaki yaklaşımlarla değerlendirilemez. Politika kendi kurallarıyla değerlendirilmelidir (Morgenthau, 1978: 4-15).

Siyasal realizmde, devletler uluslararası sistemin temel aktörleridir. Bireyler, devlet içi-dışı örgütlenmeler, çok uluslu şirketler gibi sistemin diğer aktörleri çok az bağımsızlığa sahiptir ve egemenliklerinin kökeni devletlere aittir. Devletler, kendi çıkarları için hareket eden bütüncül yapılardır ve diğer devletlerle sürekli mücadele içindedirler. Devletlerarası ilişkilerde işbirliği ve müttefiklik kısa sürelidir ve tamamen devlet çıkarını gerçekleştirmek için yapılmaktadır (Morgenthau, 1993: 4-16).

Morgenthau dışında, Nicholas Spykman E. H. Carr, Herman Kahn, Reinhold Niebuhr, Charles Beard, Walter Lippmann, John Herz, Hedly Bull, Raymond Aron, Martin Wight, Arnold Wolfers gibi isimler klasik realizm düşüncesine önemli katkıları olmuştur. Bu anlayışın uygulanma alanında ise George F. Kennan, Henry Kissinger, Brent Scowcroft ve Zbigniew Brzezinski gibi önemli devlet adamları realist yaklaşımın öne çıkan temsilcileri olmuşlardır. Klasik realizmin siyasi davranışların nedenini sadece insan doğasına dayanarak açıklaması, Morton Kaplan ve Stanley Hoffman gibi isimler

tarafından eleştirilmiş ve bu teorisyenler sistemin yarışmacı ve anarşik yapısının bir bütün olarak ele alınmasını öne sürmüşlerdir (Roberts, 2008: 2-5). Kenneth Waltz ise 1979’daki Theory of International Politics (Uluslararası Politikanın Teorisi) adlı kitabında “neo-realizm”in, ya da kendisinin ifadesiyle “yapısal realizm”in savlarını ortaya koyarak, uluslararası sistem düzeyinde analizi ön plana çıkarmıştır

Waltz’a göre, klasik realizmden farklı olarak, devletlerarası anlaşmazlıklar insan doğasının kötü oluşundan değil; uluslararası sistemin anarşik ve tarafsız bir üst otoriteden yoksun yapısından kaynaklanmasıdır. Waltz’ın neo-realist teorisinin temel savları şunlardır:

1- Uluslararası sistem ulusal sistemden farklıdır. Đç siyasal sistemde hiyerarşi, uluslararası sistemde anarşi hâkimdir. Đçyapıda devletler farklı kapasiteye sahip birimler olarak farklı fonksiyonlara, uluslararası sistemde farklı birimler olarak benzer fonksiyonlara sahiptir.

2- Uluslararası sistemde her devletin öncelikli amacı egemenliğini ve güvenliğini korumaktır.

3- Birim düzeyindeki ve sistem düzeyindeki nedenler birbirini etkilemektedir. 4- Klasik realizmde gücü elde etmek amaç iken; neo-realizmde temel amaç güç

elde etmek değil, güvenliği sağlamaktır.

5- Kapasite farklılıklarına rağmen uluslararası sistemin sınırlamaları devletleri ortak davranışlara sevk etmektedir.

6- Korku insan doğasından değil, ortam ve durumdan gelmektedir.

7- Kendi çıkarını düşünen devlet, işbirliği yaparsa diğerinin ne kazanacağını hesaplar. Bu nispi kazanç düşüncesini doğuran sistemin özellikleridir.

8- Neo-realizm, tarihsel gelişimi reddetmez. Devletlerin askeri ve ekonomik kapasitelerinde değişiklikler olabilir ancak sistemin anarşik doğasında değişiklik olmaz. Güç dengeleri de değişebilir ancak temel özellik değişmemektedir (Waltz, 1979: 49-69 ).

bir otorite olmadığı için güvenlik, devletlerin ana gündem maddesidir. Devletler, rasyonel aktörler olarak, siyasi kararlarını evrensel ahlak prensiplerine göre almazlar. Siyasal gerçekçilik, ulusal çıkarların gerçekleştirilmesidir. Yine neo-realistlere göre, karşılaştırmalı olarak askeri ve ekonomik kapasite, devletlerarası ilişkileri belirlemektir. Güç dengesi sistemi, uluslararası istikrarı sağlayan ve savaşları önleyen en önemli unsurdur (Waltz, 1979: 49-69; Gilpin, 1981: 115-124). Robert Jervis, Stephen Walt, John Mearsheimer ve Robert Gilpin neo-realizmin diğer önde gelen savunucularıdır. Genel olarak realist paradigma dört anahtar varsayım üzerine temellendirilmektedir. Birincisi, devletler temel veya en ön önemli aktörü oluştururlar. Đkincisi, devlet üniter bir aktör olarak ele alınır. Üçüncüsü, realistler devleti özünde rasyonel bir aktör olarak görür. Dördüncüsü, realistler uluslararası sorunlar hiyerarşisinde ulusal güvenliği en üst sırada gösterirler. Bu nedenle realistler için, askeri güvenlik ve stratejik konular yüksek politika (high politics) çerçevesinde ele alınırken, sosyal ve ekonomik problemler sıradan ve az önemli düşük politikalar (low politics) olarak ele alınır (Kıran, 2003-2004: 97-98).

Bugün realist paradigmanın dayandığı bu temel varsayımlar yoğun bir şekilde eleştirilmektedir. Özellikle Plüralist çevreden gelen eleştiriler realist paradigmanın temel varsayımlarını sarsmaktadır. Plüralistler, devletin uluslararası sistemde tek aktör olmadığını, uluslararası organizasyonlar, çok uluslu şirketlerin göz ardı edilmeyecek kadar önemli olduğunu savunmaktadırlar. Onlara göre devlet üniter bir aktör değildir. Devlet, çeşitli bürokratik birimler, çıkar grupları ve dış politikayı etkilemek isteyen farklı unsurların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Plüralistler, uluslararası politikanın gündemine, realistlerin iddia ettiği gibi, askeri ve güvenlik konularının hakim olmadığını öne sürmektedirler (Viotti ve Kauppi, 1987: 7-8).

Ayrıca, plüralist paradigma içinde yer alan düşünürler, devletlerin artık ulus-üstü ve ulus-altı diğer aktörlerin etkisi altına girdiğini belirtip; ulus-devletin karakteristik özelliği olan “egemenlik” yetisini yitirdiğine; devletin artık kesinlikle bütüncül bir yapı görünümü vermediğine işaret etmektedirler

Realist yaklaşımı benimseyenler ise dünyada mevcut ulus-devlet yapısı üzerinden dönüşüm ve değişim yaşandığını kabul etmektedirler. Ancak onlara göre devlet, hem

içerde otoritenin, egemenlik alanının, meşruiyetin ve düzenin kaynağı, hem dış ilişkilerde ancak öteki devletlerle eşitlenen bir güç odağı durumunu korumaktadır. Realistler, bugün de aslında devletin öneminin azalmadığını, yalnızca işlevlerinde değişiklik ortaya çıktığını söylemektedirler. Örnek olarak ise “asıl görevleri olan ulusal güvenliğin sağlanması yerine giderek daha çok ekonomik meseleler ve bölüşüm sorunlarıyla uğraşmaları” gerektiğini öne sürmektedirler. Onlara göre, ayrıca artan uluslararası ilişkiler, ulus-devlete olan ihtiyacı arttıracak ve dolayısıyla küreselleşmenin hız kazandığı günümüzde devletin etkisi azalmayıp çoğalacaktır. Kısaca, devletler değişen koşullara uyum sağlayarak küresel bir dünyada da merkezi rollerini sürdürecek ve en önemli güç ve otorite kaynağı olarak varlıklarını koruyacaklardır (Koray, 2001: 61-62, Smith, 1992: 260). Diğer taraftan Realistler istikrarsızlığın, eşitsizliğin ve çatışmanın olduğu bir küreselleşme sürecinde, güvenlik ile ilgili problemlerin arttığını düşünmektedirler.