• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK İYE’DE MODERNLEŞME

3.3. Halk Müzi ğinin Kitleselleşmesi

3.3.1. Radyo ve televizyon süreci

Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’de halk müziğinin, radyo aracılığıyla ilk kez yayınlanışı, 1927 yılında, İstanbul’da gerçekleşmiştir. Özellikle Tanburacı Osman Pehlivan’ın Rumeli havaları çalıp söylemesi, yerel müzik icrasının temsili adına, önemli bir adım olmuştur.

Bu dönemde, Sivas’tan Aşık Veysel, Erzurum’dan Faruk Kaleli, Adana’dan Aziz Şenses, Karadeniz’den Kemençeci Sadık ve Hasan Sözeri, Malatyalı Fahri gibi yerel müzisyenler de, kendi havalarını (türkülerini) çalıp-söylemekteydiler (Abacı, 2001, s:39).

1940’lara gelindiğinde, iki önemli araç, Anadolu’nun bütününe yayılmış durumdadır.

Bunlardan biri radyo, diğeri de gramofondur. Bu yıllarda, Türkiye toplumunun,

“radyo” ile daha sıkı fıkı olmaya başladığı görülür. Özellikle Ankara Radyosu tarafından gerçekleştirilen yayınlar, Türkiye’de toplumsal değişim adına, insanların

“farklı” bir iletişim türüyle tanışmaları, farklı biçimde bilgilenme ve eğlenmelerine yol açmıştır.

Bilindiği üzere TRT, 359 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Yasası ile 1964 yılında özer kamu tüzel kişiliğine sahip radyo televizyon yayınları yapmak üzere kurulmuştur. İlk genel müdürü Andan Öztrak’tır.

İlk programlı radyo yayınına ise 1965 yılında geçilmiştir ve bütün radyolar haber saatlerinde Ankara radyosuna bağlanmıştır. Kurum aynı yıl bünyesinde “Türk Sanat Ve Halk Müziği Danışma Kurulu” ve “ Batı Müziği Ve Çok Sesli Türk Müziği Danışma Kurulu” toplamıştır.

TRT’nin televizyon tarihçesi de kısaca şöyledir; 1968 yılın ilk televizyon yayınlarını deneme mahiyetinde yaparak yayın hayatına girmiştir.

Türk Halk Müziği’nin TRT Kurumu bünyesinde yapılandırılması kuşkusuz halk müziği tarihinde çok önemli yer teşkil etmektedir. Daha çok sese ait bu tarihin en önemli kahramanı tabiki Muzaffer Sarısözen’dir.

40’lı yıllarda, Mesut Cemil (Tel)’in ünlü ‘Klasik Korosu’nun, Muzaffer Sarısözen yönetiminde, “Bir Türkü Öğreniyoruz” ve “Yurttan Sesler” adıyla, Anadolu yerel müziklerinden örnekler söylemeye başlaması, Anadolu müziği adına bir “dönüm noktası” olarak değerlendirilmelidir.

Sayıları gün geçtikçe artan topluluk elemanları, icra ettikleri türkülerin yayınlanmasının etkilerini çok kısa zamanda almışlardır. Dinleyicinin türkü yaınlarına ilgisi çok büyüktür. Sadece dinleyici olarak değil radyoya ve türkülere müdahale eden aktif bir dinleyici kesmi oluşmuştur.

Uygulama, ilk kez “yerel” olanın “yerel musıkici” eliyle değil, dışarıdan “meslek erbabı” bir müzisyen topluluğu tarafından icra edilmesi ve bir kitle iletişim aracı olan radyo aracılığıyla, ‘milli’ sınırlar içinde dolaşıma açılması bakımından son derece önemlidir.

Dolayısıyla, yerellik, ‘dönüşüme’ uğramış haliyle, radyoda icra edilmeye başlamıştır.

Bu icra, ‘farklılık’ların korunması ve sergilenmesi adına değil, ‘milli kültürün özü’

olarak değerlendirilen ‘Türk Halk Müziği’nin, ‘resmi’ olarak üretilmiş yeni

‘üslub’uyla (Yurttan Sesler), radyo yayınlarında yer almaktadır.

Buradaki “dışarıdan” kavramının çerçevesini daha belirgin çizmek gerekmektedir.

Yöresel sanatçı, kendisinden alınan türkünün yine kendisi adına kendi yöresine ait olmayan başka bir icracı tarafından yeniden üretilmesine rıza göstermek bu yeni üretime ikna olmak durumunda kalmıştır.

Peki bu nasıl sağlanmıştır? Radyolarda ya da konservatuarlarda kendi adına halk bilimi ve icrası yapan insanlar bilime ve bilimsel icra biçimlerine sahiptirler. Örneğin nota bilmektedirler. Bilimsel metodoloji ile bilgilerin başka biçimde tasnif edilişini bilmektedirler.

Kısacası batı’ya ait düşünme ve davranma biçimini bilmektedirler. Batı ulaşılması gereken, işaret edilen yaşam biçiminin, uygarlık modelinin, devlet ve toplum biçiminin, herşeyin kısaca medeniyetin simgesidir.

Bu tür icraların bir yeniden üretim biçimi olarak Walter Benjamin’in kritize ettiği ontolojik yabancılaşma problemini yarattığı aşikardır. Sanatçılar kendilerinin olanı teknolojik olanaklarla herkesin olanına dönüştürmektedirler. Modernizm travmasının müzik dünyasında ki yansımalarıdır bunlar.

Radyo, bir dönem, geleneksel müzisyenler için bir “okul” olma işlevi taşımıştır.

Dönemin iktidarıdır radyo. Dolayısıyla dönemin çekim merkezidir. İcrasında bilgi, yetenek ve kapasitesinde en yetkin olan sanatçıların toplandığı yeridir radyo.

Ancak bu kurum, her şeyden önce bir kitle iletişim kurumudur ve temel fonksiyonlarının başında, aslında bilgilendirme, haber vermenin yanısıra “eğlence”

gelmektedir.

Nitekim 1964’ten itibaren, TRT kurumlaşmasıyla, Ankara, İstanbul, İzmir radyolarına ek olarak, çok sayıda bölge radyosunun yayınlarına başlaması ve sonrasında televizyon yayınlarının devreye girmesiyle, yerel müzikler, yaşanan diğer pek çok sosyoekonomik ve kültürel değişimle birlikte, “kitleselleşme” sürecine büyük çapta dahil oldular.

Radyoya alternatif bir araç olarak, gramofon, kimi yerel müzisyenlerin popülerleşmesi adına önemli katkı sağlamıştır. Gramofon kullanımının Anadolu’da yaygınlaşmaya başlamasıyla (1930’ların sonlarına doğru), Diyarbakırlı Celal (Güzelses), Zaralı Halil (Söyler), Erzincanlı Salih, Erzincanlı Şerif, Malatyalı Fahri (Kayahan), Urfalı Cemil ve Ahmet (Cankat), Urfalı Mukim (Tahir) gibi isimler, İstanbul ya da Almanya’da doldurdukları taş plaklarla, yörelerinde çok popüler olmuşlardır (Abacı, 2001, s:77).

Adı geçen yerel müzisyenlerin hemen hepsi, o yıllarda Ankara Radyosu’nda bağlama eşliğinde halk türkülerinin okunuşuna alternatif olarak, piyasanın görece daha fazla özerk ve özgür olması sebebiyle tıpkı önceki dönemlerin icra geleneğinde olduğu gibi, ‘ince saz’ eşliğinde türkülerini söylemişlerdir.

Piyasa genel geçer kurallarını ve ilkelerini tecimsel olana kurduğu için resmi yayın kuruluşundan çok daha başka kriterleri vardır. Bu kriterler piyasayı görece resmi kurumlardan daha özgür hala e getirmiştir.

Modernizmin merkeziyetçi anlayışı neticesinde resmi dil yerel olanı, yerel düşünme ve söyleme biçemlerini reddediyordu. Halkın aynı tarihe, aynı gelecek ülküsüne, aynı toprak parçasına sahip olmaları yatmiyordu “halk” olmaları için; mutlak surette aynı dile de sahip olmaları gerekmektedir (Berkes, 2001, s:129).

Tanbur, kanun, ud, cümbüş, keman, klarnet, tef, vb. kullanılan bu icra, radyodaki

‘resmi’ yönelimin tümüyle dışındadır ve bir ‘sivil’ üslup olarak, gramofonlar ve taş plaklar aracılığıyla, yerel müziklerin kitleselleşmesi sürecinin en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır (Abacı, 2001, s:57).