• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK İYE’DE MODERNLEŞME

3.2. Halk Müzi ği’nin Keşfedilmesi Ve Derlemeler

3.2.2. Halk Müzi ği araştırmalarının tarihsel gelişimi

Halk müziği araştırmaları, Türk Folkloru'nun bir alt başlığı olarak, ve aslında yine ülkemizdeki modernleşme sürecine koşut olarak Osmanlı Devleti dönemindeki çalışmalarla başlamış, 19.yy’da önem kazanmıştır. Yüzyılın üçüncü çeyreği içinde, Avrupa merkezli olarak başlayan derleme ve araştırmalar, giderek batı-dışı kültürlerin araştırılması yönüne kaymış; sürecin devamı, yeni bilim disiplinlerinin oluşmasına yol açmıştır. Modern toplumun bir ulus toplumu olduğunu ve bu ekonomik örgütlenmenin siyasi olarak mutlak surette bir ulusa ve bir halka ihtiyacı olduğunu sıklıkla belirtmiş bulunmaktayız. Folklor çalışmalarının bu dönemde ağırlık bulmasının başka hiç bir açıklaması bulunmamatadır.

Arkeoloji ve etnoloji çalışmalarının, üniversitelerde sosyolojiden ayrılarak kendi disiplinlerini kurmalarının da hemen aynı dönemlere ulus – devlet projelerinin yoğunlukla yaşandığı dönemlere rastlaması sadece rastlantı değildir. Ulusların bir tarihi; hem siyasi hem de kültürel bir tarihi olmalıdır. Bu tarihleri araştıracak birer bilimsel disiplinlere de ihtiyaç vardı. 19.yüzyılda, önce Batı Avrupa'da ve sonra ülkemizde devlet eliyle kurulan üniversite referanslı bilim kürsüleri, vakıfları ve kurumları kurulmuştur.

Önceleri folklorun kapsamı içinde değerlendirilen halk müziği ürünleri, zamanla müzikolojinin temel ilgi alanlarından biri haline gelmiştir. Müzikoloji içinde de önceleri “karşılaştırmalı müzikoloji”, sonraları “etnomüzikoloji” adını alan bilim dalı, temel konularından biri olarak, halk müziklerini ele almaktadır.

Başlangıç aşamasında, batı-dışı kültürlerin müziklerini inceleme noktasından hareket eden çalışmalar, sonraları yeni anlayış ve yaklaşımların doğmasına yol açmış, etnomüzikolojinin çalışma alanı genişlemiştir. Günümüzde, müziğe ait hemen her tür kavram ve konu, bir çalışma alanı olarak, etnomüzikolojinin ilgi alanına girebilmektedir.

Bu süreç, ana özellikleri bakımından iki döneme ayrılır ve iki ayrı kurumun “resmi derlemeler” olarak nitelendirilebilecek süreçte etkili olduğu görülür: Darülelhan (İstanbul Belediye Konservatuarı (1925-1929) ve Ankara Devlet Konservatuarı (1937-1952). Türkiye’deki yerel müzik derleme çalışmalarının, başlangıcından itibaren hiçbir bilimsel amaç taşımadığı söylenebilir. Derlemeler konusunda, başından beri ciddi bir “yöntem” sorunu yaşandığı bilinmektedir. Sözgelimi o

dönemde Darülelhan’ın başında bulunan, ünlü müzikolog Rauf Yekta, -temsilcisi olduğu ekolün tüm mensuplarının paylaştığı bir ortak görüş olarak- “halk musikisi”ni

“klasik musiki”nin “iptidai” bir şekli olarak nitelemekte; dolayısıyla türkü notalarının başına koyduğu “gerdaniye türkü la edri” ya da “mahur türkü evfer la edri” (Saygun, 1938, s:25) nitelemelerini, bu anlamda, yeterli bulmaktadır.

Ankara Devlet Konservatuarı’nın yerel müzik derlemelerine yönelmesinde ise, yurtdışından davet edilen iki önemli müzik adamının, büyük etkileri olmuştur.

Bunlar, Alman Paul Hindemith (1895-1963) ile Macar Bela Bartok (1881-1945)’ tur.

Gerek Hindemith’in, gerekse Bartok’un halk müziğine verdikleri önem, adeta “milli devlet-milli musıki” ideolojisinin perçinlenmesini, hatta, daha da vurgu kazanmasını sağlamıştır (Arsunar, 1973, s:14).

Bu dönem, Türkiye Cumhuriyeti tarihi için önemli görülmelidir. Türkiye’ye “Doğu Avrupa ekolü” olarak yansıyan müzik derlemelerinin, yalnızca yerel müzikleri derlemek gibi bir amacı yoktur. Doğu Avrupa ekolü, halk müziği araştırmalarına, müzikolojik amaçların dışında, dört önemli işlev daha yüklemiş durumda idi.

Bunlardan birincisi, milliyetçilik ideolojisidir. İkincisi, geleneksel müziğin korunması/saklanması, üçüncüsü, egemen etnik kimliğin vurgulanması ve dördüncüsü ise eğitim müziği içinde halk müziğinin kullanılmasıdır.

Bu bağlamda “milli ideoloji” üretmek adına halk müziğinin derlenmesi ve değerlendirilmesi “reçete”sinin, Türkiye’de, harfiyen uygulanmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dönemlerden başlayarak, genç cumhuriyetin “tarih tezi” ile de birebir örtüşecek olan bir konunun, ‘milli musiki’ yaratma idealine sahip kimi müzik adamları eliyle, Türkiye’nin müzik gündemine, hararetli bir biçimde sokulduğu görülmektedir: Pentatonizm; özellikle Doğu Anadolu bölgelerine yapılan derleme gezileri sonrasında, önce Ahmet Adnan Saygun’un (1936), ardından M.R.

Gazimihal’in (1936) çalışmalarında, Anadolu yerel müzikleri arasında, “pentatonik”

yapıda ezgiler olduğu, bunun Orta Asya Türk kültürünün Anadolu’daki devamına işaret eden sesli belgeler oluşturduğu iddia edilmektedir. Amaç aynı tarihe ve aynı ülküye sahip sınırları belirlenmiş bir halk yaratmaktır. Hatta Saygun , “nerede pentatonizm varsa: orada oturanlar Türk’türler; Türkler eski çağlarda o yerlerde bir medeniyet kurarak yerlileri tesirleri altında bırakmışlardır” iddiasını, broşür niteliğindeki kitabına aktardığı 7 türkülük incelemeyle ispatlamaya çalışmıştır (1936)

Aynı yıllar içerisinde, konservatuar merkezli olarak hemen tüm Türk bestecilerinin,

“armonize edilmiş halk türküleri” ürettiklerine tanık olunur. Saygun’dan Erkin’e, Rey’den Akses’e kadar tüm Türk kompozitörleri, piyano için, orkestra için, koro için halk türküleri armonizasyonları yapmaktadırlar. Ancak bu çalışmalar neye hizmet edecek ve Türkiye’nin müzik yaşamına ne katkı sağlayacaktır? Saygun’un Atatürk’ten aktardığı sözlerle açıklamak gerekirse; “yeni sosyete, yeni sanat”

idealine (!) Bu ironik sözler dönemin siyasasının sanatçı ve sanat ürününe etkisini tesbit için oldukça manidardır.

Cemal Reşit Rey’in anıları arasında çarpıcı biçimde canlandırmış olduğu “musıki inkılabı” sahnesi de, her anlamda üzerinde düşünülmesi gereken bir “halet-i ruhiye”nin ifadesidir.

Başından beri “derdest etme” çizgisinden sapmayan derleme çalışmaları en son TRT girişimine sahne olmuştur. Bugün, “halk müziği külliyatı” denildiğinde çoğunluğunu bir devlet kurum TRT’nin üstlendiği çalışmalar neticesinde elde edilen arşiv olduğunu söylemak mümkündür.

Resmi bir yayın kuruluşu olarak TRT dönemsel olarak kendine yüklenen anlamı ve görevi ziyadesiyle terine getirmiştir. TRT’nin bilimsel bir kurumdan daha çok bir yayın kuruluşu olduğu gerçeği kısa sürede farkedilmiş, bu kurum aracılığıyla da derleme ve arşivleme işlerinin yürütülemeyeceği anlaşılmış ve bu yollu “resmi”

derlemeler dönemi artık terk edilmiştir.

Bununla birlikte, radyo merkezli olarak yürütülen halk müziği çalışmaları, özellikle piyasalaşma süreci ile türkülerin “para ettiği” gerçeğinin anlaşılmasının hemen ardından, derleme kavramı büsbütün anlam ve ciddiyetinin kaybetmiş; ortaya birtakım “türkü talancı”ları çıkmıştır.

TRT denetimine türkü verip, kısa sürede bir türküyü popüler etmeye çalışarak, bundan kazanabildiği kadarını kazanma derdindeki pek çok kişi, bir anda

“derlemeci” ya da “kaynak kişi” oluvermişlerdir. Hatta aralarında kendi yaptığı besteyi, sırf denetimden geçirebilmek için anonim türkü imiş gibi gösterme çabasında olanlar bile vardır (Paçacı, 2000, s:46).