2. TEZİN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI
2.6 Süleyman Sırrı Efendi’nin İtikadi Görüşleri
2.6.1 Allah’ın Varlığı ve Allah’a İman
2.6.1.9 Rü’yetullah Meselesi
Ehl-i Sünnet akaidine göre Allah’ı görmek naklen vacib, aklen ise mümkündür. Fakat bu görmenin nasıllığı ve nerede görülebileceğine dair sorular tartışmalıdır. Süleyman Sırrı, Allah’ın görülebilmesinin aklen caizliği konusunda İmam Mâtürîdî’nin aksine, müteahhirûn dönemindeki bazı kelâmcıların207 “Ahirette Allah’ı görmek aklen caiz, naklen vaciptir” görüşünü benimseyerek Eş’arî’nin izini takip etmektedir. “Ahirette görmek” ifadesini kullanması, dünya gözüyle hiçbir şekilde insanın Allah’ı göremeyeceğine işaret etmemektedir. Hz. Musa’nın Allah’ı dünyada görme talebi ve Hz. Peygamber’in İsrâ ve Mi‘râc hadisesinde Allah’ı dünya gözüyle görüp görmediği konusunda gerçekleşen tartışmalara eserinde yer verdiğini görmekteyiz. Aklen Allah’ı görmek caiz ve imkân halindedir. Çünkü Süleyman Sırrı’ya göre hiçbir akıl kendi haline bırakıldığında ve imkânsızlığına dair dışarıdan bir delil bulunmadıkça görülmenin imkânsız olduğuna hükmetmez. Aksini ispat eden bir delilin olmadığını, delil varsa da bunu kendilerinin ispat etmeleri gerektiğini söylemiştir.
207 Mâtürîdî, Nu’mân b. Sabit Ebû Hanîfe, İmam-ı A'zam'ın Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı (İFAV), 2016, s. 56 (٧٤)., s. 158-168; Ebû’l Mu’in en-Nesefî, Tebsıratu’l-Edille, I, s. 508; Sâbûnî, Mâtüridiyye Akâidi, s. 87 (٩٣); Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III, s. 200- 201; Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 70-71; Ömer Nesefî, Metnü’l-Akaid, s. 3; Teftâzânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi: Şerhü'l-Akaid, s. 153.
80
Sırrı, Ehl-i Sünnet âlimlerinin rü’yetullah konusunda biri naklî diğeri de aklî olmak üzere iki türlü delil getirdiklerini söyler. Aklî ve mantıkî delil olarak bizler a’yân ve araz olanları görebildiğimiz gibi birbirlerinden de ayırt edebilmekteyiz. O zaman her bir cismi görmemizi sağlayan ortak bir hükmün ve illetin olmasını gerektirir. Bu sebep görülenlerin cisim olduğu için değil de ya vücudî ya da hudûsî yahut imkanî olmasındandır. Aralarında ancak bunlardan biri ortak olabilir. Bir başka illet değil. Zira aralarında bunlardan başka ortaklık yoktur. Sırrı, ortak illetlerden hudûsun neden olamayacağını birkaç ifadeyle izah ettikten sonra görme ile görülen arasındaki ortak sebebin her ikisinin de vucûdî yani var olmasıyla gerçekleştiğini söylemektedir. Sırrı’ya göre kelâmcılar, ontoloji ile yani vücûd delilini kullanarak Allah’ı görmenin mümkün olduğunu ispatlamaya çalıştıklarını aktarmaktadır. Bu delilin ardından şu itirazla karşılaşabiliriz: “Allah mevcuddur ve her mevcud olan görülebilirdir. O zaman ses, tat ve kokular gibi tüm var olan şeyleri neden göremiyoruz?” sorusuna cevaben şöyle der: Onları görmek zâtında mümkündür. Ancak bilfiil görmememiz bir hikmet gereği olup, onların görülebilmesi için gereken şartların olmamasıdır. Hâlbuki bir şeyi bilfiil görmemek o şeyin görülme imkânının yokluğunu gerektirmez. O şart ortadan kalktığı zaman görülebilir. Karanlıkta insanın fareyi görememesine rağmen kedinin fareyi görmesi, sara hastalığına tutulan kimsenin cini görmesi ve Hz. Peygamber’in Hz. Cebrâil’i gördüğü zaman yanında bulunan ashabın onu görememesi gibi hâdiseler üzerinden örnekler vermektedir. Onların var olup görülememesi, görülmelerinin imkânsız olduğunu gerektirmez.208
Sırrı, rü’yetin mümkün olduğuna nakli delil olarak Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görmeyi talep etmesini209 gösterir. Bu ayetin Allah’ın görülebileceğine delil olabilirliğini şöyle izah etmektedir: Birincisi peygamberler, Allah hakkında vacib, mümkin ve mümteni’ olan şeyleri bilirler. Vukuu mümteni’ olan şeyi istemeleri onlar için mümtenidir. Sonra talep edilen görmenin bilfiil gerçekleşmesi için duran dağa yani kendisinde mümkün olup mümküne bağlı olanın mümkün olmasına binaen Allah’ın görülmesi mümkün olmuş olur.210
208 Bu delile çeşitli açılardan itirazlar yapılmıştır. Bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 72-74. 209 el-A‘râf 7/143.
210 Hz. Mûsâ’nın görme talebini farklı te’vil edenlere verilen cevap için bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s.73-
81
Ehl-i Sünnet akaidine göre Allah’ın ahirette görülmesi naklen vâcibtir. Bu kitap211, sünnet212 ve ümmetin icması213 ile sabit olmuştur. Sırrı, her birinden delil getirerek nasıl te’vil edildiğini kısa cümlelerle izah etmektedir. Sırrı’ya göre zikrolunan delillerde rü’yet mânasının kastedildiği doğrudur. Çünkü Allah’ın yalandan münezzeh olması vacib olduğu gibi onun haber verdiği şeyin gerçekleşmesi de doğru ve zorunlu olur. Böylece Allah’ın görülmesinin vaki olması şer‘an ispat edilmiş olur. Aynısı muhbir- i sâdık olan bir peygamberin haberinin doğruluğu vacib olduğundan rü’yetin vuku’un vücûbu da gerçekleşmiş olur.
Sırrı burada diğer akaid konularından farklı olarak rü’yetullahı inkâr edenlerin dayanaklarına kısaca yer verip onlara itiraz niteliğinde aklî izahlar yapmıştır. Kıyâs maa’l-fârika dayanarak ispatlamaya çalışmasını örnek verebiliriz. Yani şahid için geçerli olan şartları gaib için isteyerek aralarında kıyas yapmak yanlıştır. Çünkü cismâni varlıklar için gerekli bir mekân ve cihetin bulunması, gören ve görülenin karşılıklı olup belli bir mesafede bulunarak görülen şeyden ışınların göze gelmesi gibi şartların cismânî olmayan Allah’ı ahirette görebilmek için şart olunmasını gerektirmez.214
Bir başka naklî dayanak215 da zikrolunan “idrak” ve “ebsar” kelimeleri üzerinde farklı te’vil ve itirazlar yapıldığını aktarırır. Bu kelimelere “yön ve sınırlarıyla ihata etmek” şeklinde anlam verilirse o zaman rü’yetin gerçekleşmesi caiz olmaz. Ama böyle olmayan bir rü’yet olursa caiz olur. Çünkü sonlu, yön ve sınırları olan bir varlık Allah’ı yani sonlu olup yön ve sınır gibi niteliklerden münezzeh mutlak bir varlığı gözler idrak edemez. Şayet “ebsar” kelimesiyle mutlak rü’yetin imkânsızlığı kastedilirse, o zaman tüm gözleri kapsadığı tasdik olunmaz. Çünkü görülmesi caizdir. Ancak görme şerefini hak etmeyen gözlerin göremediği burada kasd olunur. Tüm gözleri kapsadığı kabul edilse o zaman da tüm vakitleri ve halleri kapsaması söz konusu olamaz. “Görülmesi mümkündür ancak azametini medh etmek için görülemez” şeklinde bir mâna ifade etse dahi bu durum 211 el-Kıyâmet 75/22-23.
212 Buhârî, Mevâkît, 16, 26; Tefsir, 50/1; Tevhîd, 24; Ebû Dâvud, Sünnet, 20; Tirmizî, Cennet, 16. Yirmi bir
büyük sahabe tarafından rivayet edilmesi sebebiyle meşhur bir hadis sayılmıştır.
213 İcma ise, Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezheblerin ortaya çıkışına kadar genellikle icmaya
katılanlar Allah’ın rü’yetinin gerçekleşmesine ve buna dair gelen ayetler ve Hz. Peygamber’in hadislerinin zahir mânasına bakılarak te’vîlin asla câiz olmadığı fikrinde toplanarak ittifak etmişlerdir. Muhalif görüşte olanların itiraz ve te’villeri için bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 74-77. Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III, s. 214-215.
214 Bkz. Ömer Nesefî, Metnü’l-Akaid, s. 3; Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 75; Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III, s.
198-213.
82
rü’yetin sonradan gerçekleşmesini mümkün görür. Sırrı, konuyu Makâm-ı Mahmud meselesiyle örneklendirir.