• Sonuç bulunamadı

2. TEZİN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI

2.6 Süleyman Sırrı Efendi’nin İtikadi Görüşleri

2.6.1 Allah’ın Varlığı ve Allah’a İman

2.6.1.1 Yetmiş Üç Fırka Hadisi

Sırrı, mukaddime bölümüne kelâm ve diğer ilimler arasında yüzyıllar boyu tartışılagelen fırak-ı nâciyye ile dâlle meselesini İmam-ı Tirmizî’nin rivayetini138 esas alarak meseleyi izah etmeye başlamaktadır. Bu rivayetteki fırka ayrımı itikad cihetinden olup necat ehli yani kurtuluşa ulaşan bir fırkanın dışındakilerin cehenneme girecekleri ancak o bir fırkanın içine Hz. Peygamber’in ve ashabının itikadı üzerinde olanların girebileceği buyurulmuştur. Bu rivayetin sahihliğini ya da değilliğini ispatlamak yerine her bir fırkanın kendisini necat fırkası olarak ortaya koyabilmek amacıyla iddialarını çeşitli delillerle ispatlamaya çalıştıklarını görmekteyiz. Sırrı, söz konusu fırkaların tamamının aklı kendilerine düstur edindiklerini ve nasların zahirine tâbi olduklarını söylemektedir. Fakat Mâtürîdî ve Eş’ârî’yi temsil eden Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi bu fırkalardan farklıdır. Çünkü Ehl-i Sünnet, zaruri durumlarda akıl ve vahiy çerçevesinde nassları te’vil ettiğini, akaid, ibadat ve muamelat hatta âdetlerinde dahi sünnet-i seniyyeye tam anlamıyla ittiba etmeyi zorunlu saymışlardır. Hangi dine itimad edilmesi gerektiğini “eğer bir din şer’a dayanmıyorsa, o nefsin hevasına ve aklın gerekliliklerine itimad ettiiği” sözüyle anlamaktayız.

Hadiste zikrolunan “ümmet” ifadesinden kasdedilmek istenen anlamın ümmet-i icâbet yani fiili olarak Hz. Peygamber’i tasdik ile iman eden kimseler olduğu konusunda ittifak edildiğini vurgular. İhtilaflı olanlarınsa itikattaki ihtilaflar olduğunu belirtir. Hatta amel yönünden kurtulmuş fırkaların azaptan kurtulacaklarına tam anlamıyla emin olunmadığını söylemektedir. Bunun üzerine Sırrı, fırak-ı dâlle olan fırkaların gerek itikat gerekse amel bakımından kurtuluş ehli olamazlarsa yalnızca amel yönünden hak ettikleri

138 “Hz. Peygamber’in ‘ةدحاو ةقرف لاا رانلا ىف اهلك ةقرف نيعبسو اثلث ىتما قرفتس’ yani ‘Ümmetim yetmiş üç fırkaya

ayrılacak, bunların içinden bir fırka ehl-i necat olacaktır’ buyurduğunda ashabın "Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?" sorusuna Resûlullah “Benim sünnetime tâbi olanlar kurtulanlardan olacaktır!” diye cevap vermiştir.” İbn Mâce, Fiten, 17; Ebû Dâvud, Sünne, 1; Tirmizî, İman, 18; Dârimî, Siyer, 75.

53

azabı görecekleri ama dâlalet sahibi fırkaların itikadı, küfür üzerinde ise diğer kâfirler gibi sonsuza dek ateşte kalacağını belirtmektedir.

Sırrı, Ehl-i Sünnet akaidine yer vermeden önce Mu’tezîle, Şîa, Havâric, Mürcie, Buhâriyye, Cebriyye ve Müşebbihe fırkasının fırak-ı dâlle olduklarını zikrettikten sonra dinin usulünde ihtilaflı kapıları açan mezhebin Mu’tezile olduğunu belirterek onların görüşlerine yer vermektedir. Mu’tezile’nin benimsediği görüşlere nisbeten diğer fırkaların Mu’tezile mensuplarına farklı unvanlar verdiğini söyleyerek görüşlerinin itikadi esaslara olan etkisine dikkat çekmektedir.

Mesela kula ait fiillerin yaratıcısı insan olmasını (Kaderiyye); reisleri Vâsıl bin Atâ, Hasan-i Basrî’nin meclisinde sorulan büyük günah işleyen kimselerin durumuna “ne kâfirdir ve ne de mümin” diyerek el-menzile beyne’l-menzileteyn’i savunması ve meclisten ayrılmasını (Mu’tezile); Allah’ın kulları için aslah olanı yaratmasını, itaat edenlere sevap ve âsi olanlara azap etmesini adaleti gereği aklen vacib görmelerini, bununla birlikte Allah’ın kadîm sıfatlarını nefy ve inkâr edip vehimlerince tevhid yapmalarını139 (Ehl-i adl ve tevhid) şeklinde Sırrı’nın Mutezileýe verilen isimlere dair aktardığı örnekler arasında zikrolunmaktadır.

Sırrı, Mu’tezile140, Şîa141, Havâric142, Mürcie143, Neccâriyye144, Cebriyye145, Müşebbihe146 ve Nâciyye147 mezheplerini zikrederek ümmetin fırkalaşması hadisini teyit etmeye çalışmıştır. Hatta bunu mezhepler kendi içlerinde bazı meseleler üzerine ihtilaf ettikleri ve fırkalara ayrıldıklarını söyleyerek onları isim ve sayılarıyla beraber zikreder. Toplamının yetmiş iki fırka olduğunu vurguladıktan sonra Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat fırkasını da dâhil ettiğimizde yetmiş üç fırkaya ulaşıldığını söyler. Ehl-i Sünnet ve’l-

Cemâat ise usûlde Şeyh Ebû Mansûr Mâtürîdî ve Şeyh Ebû’l- Hasan el-Eş‘arî’ye fürû‘da

139 Sırrı, Mu’tezîle’nin bu görüşlerinin Allah’a ortaklığı gerektirdiğinden adaletleri tevhidlerini ve

tevhidleri adaletlerini iptal ettiği için bu mezhebin batıl olduğunu kısaca açıklayıp başka bir delile de ihtiyaç duymadığını belirtmiştir. Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 11-12. Sübûti sıfatları inkâr etmesini de sıfatlar bahsinde açıklamıştır. 140 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 12. 141 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 13 142 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 13. 143 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 13. 144 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 13-14. 145 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 14. 146 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 14. 147 Sırrı, Kenzü’l-Akaid, s. 14.

54

İmâmü’l-Müctehidîn Seyfullah el-Meslûl ale’l-Mülhidîn Ebû Hanîfe Nu‘mân bin Sâbit ile İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel’e tabi olmuşlardır.

Sırrı, zikrettiği fırkaların nasıl ortaya çıktığı, görüşleri ve birbirleriyle olan münasebeti ve yıkılışını eserinde zikretmemektedir. Bunun sebebi olarak hadis-i şerifte zikredilen “Ümmetim yetmiş fırkaya ayrılacak …” sözünü hem tasdik etmek hem de Resûlullah’ın gaybi ve açık bir mucizesi olduğunu ifade ederek şüpheleri def’ etmeye çalışmasını gösterebiliriz.

Sırrı, fırkaların ihtilaflı meselelerin merci’ ve mehazlarında bir olduklarını ama meseleyi izah ederlerken teşdid ya da tahfife kaçtıklarını söylemektedir. Durumlarının “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” rivayetine148 dayanarak Allah katında ilahi bir lütuf olduğunu söyler. Bu rivayet üzerine müctehidlerin içtihadında hata olsa dahi ictihâd yapmalarının ecrini ve sevabını alacakları, isabet ederlerse de hem ictihad hem de isabet sevabını kazanacaklarını kaydeder. Sırrı, fırak-i dâlle ve fırka-i nâciye’nin kendi içlerinde ayrılıklarının olduğunu fakat ilkinde asıllardayken ayrılıklar diğerinde ise füru’ meselelerinde olduğunu izah etmeye çalışmaktadır:

Kur’ân-ı Kerim’de amelî meselelerin hepsi bedihî surette bulunmaz. Bu yüzden sünnet-i seniyyeye müracaat olunur. Orada da bulunmazsa ümmetin icmâsına bakılır. İcmâ da yoksa açıkça Kur’ân-ı Kerim veya Sünnet-i Seniyye ile sabit ve mansûs olan bir asla kıyasla ictihad edilerek amel edilmesi gerekir. Fıkıh usulü kitaplarında izah edildiği gibi sem’î delillerden bir ibare, bir işaret ya da iktizâ yahut delâletinden amele dair şer’i hükümler istinbât ve istihrâc edilir. Buna güç yetirebilen müctehidlerin ictihâd ettikleri hususlarda ne hüküm verilmişse bu hususlarda da hem kendilerinin hem de kendilerini taklit edenlerin amel etmesi vacibtir. Hâlbuki beşerin görüşlerinin muhtelif olmasının yanında tâbi oldukları zamanın farklı olduğu da göz önünde bulundurulduğunda ihtilafların oluşması zaruri olur. Bu yüzden nasslara mümkün oldukça zahire göre anlam yüklenilmesi vaciptir. Hatta imkân ölçüsünce mümkün oldukça mânayı zahirinden çıkarmamak gerekir.

55