2. TEZİN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI
2.6 Süleyman Sırrı Efendi’nin İtikadi Görüşleri
2.6.1 Allah’ın Varlığı ve Allah’a İman
2.6.1.10 Fiiller ve İrade Meselesi
2.6.1.10.1 Allah’ın Fiilleri ve İrade Meselesi
Sırrı, tekvîn sıfatını Allah’ın yaratıcı, icad edici ve yokluktan varlığa çıkarıcı şeklinde tarif etmektedir. Bu sıfat, yaratıcıyla kaim olan diğer kadîm sıfatlar gibi kadîm bir sıfattır. Bu görüşün aksi yönünde tekvîn sıfatı eğer kadîm olursa mükevveninde kadîm olması gerekeceğinden bu seçenek muhal olup bu sıfatın ancak hâdis olduğunu savunan kelâmcılar vardır. Sırrı bu görüşü savunan muhaliflerin görüşünü belirtmeden onlara karşı Ömer Nesefî ve Teftâzânî’nin “âlem ve âlemin kısımlarının var olacağı esnada Allah’ın ilim ve iradesi üzere yeni bir şeyin ortaya çıkmasına tesir ettiği” şeklindeki cevabı vermektedir. Mükevven olan ise ancak tekvîn sıfatının kendisine taallukunun hudûsuyla olur ki, bu da hâdistir. Tersi düşünülemez. Yani hâdis olan bir şeyin Allah’ın zâtıyla kaim oluşu imkânsızdır. Ezelden beri halk, icad, ihyâ ve imâte gibi ilahi fiillerin mebde’i ve aslı tekvindir. Böylece isimleriyle hem mevsûfu hem de kendisi isimlendirilir. Bu ifadeyi
216 Fahrüddîn er-Râzî, Kelâm’a Giriş: el-Muhassal, s. 197-198; Taftazânî, Şerhu'l-Akâid, s. 47.
217 Sâbûnî, Mâtüridiyye Akâidi, s. 81-86 (٣٦-٣٩); Ali el-Kâri, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, Beyrut, 1984, s. 35;
83
Sırrı, taalluk ettiği şey yaratılmış olduğundan sıfata yaratma, sıfatla nitelenene ise
yaratıcı denilmesi şeklinde örnek vererek açıklamaktadır. Aynı şekilde icad, ihyâ, imâte
ve ignâ sıfarlarına nisbetle mevsuflarına Mucîd, Muhyî, Mümît, Muğnî ve Rezzak şeklinde tesmiye olunur.
Sırrı, sübûti sıfatların taalluklarına göre dört kısıma ayrıldıklarını söylemektedir:
Birinci kısım, hayat sıfatıdır ki, asla bir şeye taalluk etmez. İkinci kısımda ilim ve kelâm
sıfatlarını görüyoruz. Bu sıfatlar, gizliliğe önceleme olmaksızın bulunduğu hal üzere kapsayıcı olması yönüyle vacip, mümkün ve zâtı için mümteni’ olanlara taalluk eder. Fakat ilmin taalluku keşif yoluyla olup kelâm sıfatının taalluku ise delalet yoluyla gerçekleşir. Diğer kısımda ise yalnız mümkine taalluk eden kudret, irâde ve tekvîn sıfatları bulunur. Kudret ve tekvin sıfatı bir şeyi icad ve yok etme yoluyla olup irâde sıfatı ise tercih ve tahsis yoluyla taalluk eder. Geriye sem’ ve basar sıfatı kalır ki, bunlar yalnız mevcuda taalluk ederler. Bu iki sıfat kitap ve sünnetle sabit olduğundan her birisi ilim sıfatına raci olmadan müstakil bir sıfat olarak kabul edilirler. Fakat tatma, koklama ve dokunma gibi sıfatlar için aynısını söylemek mümkün değildir. Ancak koklama, koklananların; tatma, tadılanların ve dokunma da dokunulanların ilminden ibaret olduğundan dolayı ilim sıfatıyla taalluk olunmuştur.
İlim, zâtı gereği (li-zâtihi) kelâm sıfatının vacib, mümkin ve münteni olanlara taalluk olmasıyla kayıt altına alınır. Allah’ın gerek ilmi gerekse haberi olan kelâm, bir şeyin vücuduna taalluk ettiği zaman müteallıkın vücudu o zaman vacip olur. Tersi olursa gayrı olduğundan (li-gayrihi) mümteni’ olur. O zaman Allah katında bilinen ve haber verilenlerin ilim ve kelâm sıfatının taallukuna nispet etmesiyle ancak vacip ya da mümteni’ olması zaruri olur. Bizzât zatına nispet olunursa o zaman imkân halinde olabilir.
Sırrı sübûtî sıfatları ispat olunmaları açısından iki kısımda incelemektedir. Biri şeriatın sübutu, kendilerinin sübutuna taalluk etmesiyle naklî delillerle ispat olunduğu zaman devr veya teselsülü gerektireceğinden ancak akli deliller ile ispat edilir. Vücûd, hayat, ilim, irade ve kudret sıfatları bu kısma dâhildir. Bu bahse ayrıca nazar konusunda da yer vermektedir.
Diğer kısımda ise, sem’, basar ve vahdet sıfatlarını görüyoruz. Bu sıfatlar,şeriatın sübutu, kendilerinin sübutuna tevakkuf etmediğinden hem aklî delil ve hem de naklî delil ile ispat edilebilir. Akli delillerin kesin ve doğru olarak bilinen öncüllerinden oluşursa
84
yakin, zanni öncüllerden oluşursa zann ifade ettiği gibi nakli delillere dahi delâleti ve
sübutları kat’î olursa yakinî ifade eder.
Sübûti sıfatların tamamı yaratıcının zâtının gerekliliği olmakla yaratıcının zâtı üzere zâid olup vâcib’ül-vücûd ve ezelîlerdir. Taalluk ettiği şeylerden hiç birisi hiçbir halde taalluk etmesinin haricinde kalmamıştır. Çünkü gerek vacip gerek mümkün gerekse mümteni’ olan hatta gerek küllî gerekse cüz’î olan hiçbir şey hiçbir halde Allah’ın ilminden ve hiçbir mümkün kudretinden hariç olmadığı apaçık ortadadır. Sırrı, taallukun keyfiyyeti konusunun, kelâm ilminin kolay anlaşıl(a)mayan, güç ve karışık meselelerinden biri olduğunu söylemektedir. O sebepledir ki, her mükellefin bilmesini gerek görmediğini belirtmiştir.
Ehl-i Sünnet, Allah’ın sıfatlarına dair itikadi esasları eserlerinde “sıfatlar, Allah’ın ne aynıdır ne de gayrıdır” esasına bağlı kalarak tafsilatlı bir şekilde anlatmışlardır. Sırrı’nın Kenzü’l-Akaid adlı eserine baktığımızda bahsi kısa ve net olarak tarafını belitmeden anlattığını görüyoruz. Yani mesele hakkında sadece sıfatlar, kavramsal olarak Allah’ın aynısı olmadığı gibi zât olmasını da gerektirmediği hatta gayrı da olamayacağından kadimlerin birden çok oluşunu ya da başkasının kadim olmasını gerektirmediğini söyleyerek meseleyi bitirmektedir. Bu ifadeleriyle de Hristiyanların üç kadim görüşünün tekfir edilme sebebini açıklayarak bizâtihi müstakil kadimleri ispat ederek itikadi düşüncesini yansıtmaya çalışmıştır.
Sırrı, feylesofların ve Mu’tezile’nin tevhid meselesinde mübalağa yapmaları onları sübûtî sıfatların anlamlarını sadece yaratıcının zâtıyla husule geldiğini kabul etmeye götürdüğünü söylemektedir. Yani onlar, ispat olunanları ve sıfatları nefyetme yoluyla bu sıfatların yaratıcının zatıyla aynı olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşle zâid sıfat olduklarını inkâr ettiğini göstermesiyle nassların zahirine aykırı olup batıl olduğu da aşikâr olunmuş oldu. Ayrıca Sırrı, yetmiş üç fırka meselesinde Mu’tezile ve Cebriyye’den bahsederken sübuti sıfatlar ve insana ait fiillerin yaratılması bahsine dair görüşlerini kısaca anlatıp meseleyi sıfatlar ve tekfir kısmına aktardığını söylemektedir. Aynı şekilde Cebriyye218 de ta’zîmde Allah’ı zulüm, kötü ve hikmetin gereğine aykırı olan şeylerden mübâlağa yapmaları ve batıl mezhepte devam etmeleri yönünden küfre nispet olunmadıklarını bilhassa vurgulamaktadır. Bunları açıklarken İşrâkî, Mecûsî, Dehriyye 218 Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III, s. 806; Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi,
85
ve Sûfestâiyye’nin bu meseleler hakkındaki görüşlerini birer cümle ile ifade ederek bölümü bitirmiştir.219