• Sonuç bulunamadı

2.2. Bankacılık Risklerinin Yönetimi

2.2.4. Operasyonel Risk Yönetimi

2.2.4.3. Gelişmiş Ölçüm Yaklaşımları

2.2.4.3.3. Puanlama (Skorkart) Yaklaşımı

Puanlama yaklaşımında ilk olarak bankanın tamamını ya da faaliyet kollarını baz alacak şekilde ayrılacak olan operasyonel risk sermayesinin başlangıç seviyesi belirlenmekte, daha sonra söz konusu tutar puanlamalara dayalı olarak zaman içinde değiştirilmektedir. Puanlamalar sayesinde, çeşitli faaliyet kollarında risk profili ve risk kontrol çerçevesi belirlenmeye çalışılır. Bu yaklaşımda, alan yöneticileri tarafından kullanılan puanlamalar, ilgili faaliyet kollarındaki risklerin değerlendirilmesinde, risklerin sayısallaştırılmasında ve ekonomik sermaye ayrılmasında dikkate alınmaktadır.

Puanlama yaklaşımı operasyonel risk açısından başlıca iki konu üzerinde fayda sağlamaktadır. Bunlar;

- Bankaların risklilik düzeylerinin daha önce belirlenen risk göstergeleri çerçevesinde değerlendirilmesi,

- Bankaların uygulamakta oldukları kontrol uygulamalarının kapsam ve kalitesinin temel operasyon süreçleri bağlamında değerlendirilmesi

Puanlama yaklaşımının temel hedefleri ise,

- Operasyonel risklerin daha iyi tanımlanıp anlaşılmasını sağlayarak, risk kültürünün organizasyon genelinde anlaşılıp, desteklenmesini sağlamak,

- Bütünleşik risk yönetiminin tüm banka organizasyonuna entegrasyonu sürecinde bir yol haritası sağlamak.

- Öz değerlendirme yaklaşımıyla birlikte değerlendirilmesi,

- Risk göstergeleri sayesinde yüksek riskli alanlar için erken uyarı vermesi, - Maruz olunan riskleri azaltma ve yönetme hususunda risk yöneticilerine girdi ve süreç konularında yol gösterici olması,

- Riski yüksek olayların öngörülmesini sağlayarak, denetim ve kontrol zaaflarının tespit edilmesi.

- Faaliyet kollarındaki risklerin değerlendirilerek direkt risk bazlı sermayeye çevirmek ve söz konusu risk bazlı sermayenin yönetim sorumluluğunu ilgili iş birimi yöneticisine vermek.

Bu metodun üstünlüğü sadece tarihsel verilere dayanmayıp tarihsel verilerin bu yöntemin sonuçlarının doğrulanmasında kullanılmasıdır105. Bu yöntemin en zayıf yönü ise faaliyet kolu yöneticileri tarafından doldurulacak olan puanlamaların göreceli olarak subjektif olmasıdır. Bu olumsuzluğu azaltmak için geçmiş kayıp tutarları ile öz değerlendirme sonuçları puanlama yaklaşımının sonuçlarının doğrulanmasında kullanılmalıdır.

Puanlama yaklaşımı, operasyonel risk sermaye hesaplamaları için istatistiksel yöntemlerin aksine ileriye yönelik bir bakış açısı geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu sayede gelecekteki operasyonel risk kayıplarının sıklığı ve şiddetini azaltacak risk yönetme stratejileri geliştirilebilmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ’NDE RĐSK YÖNETĐMĐ UYGULAMALARI Ülkemizde yaşanan ekonomik krizler finans sektörü ile reel sektörün birbirleri ile ne derecede iç içe olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Yaşanılan bu krizler sonucunda birçok banka ya batarak tamamen ortadan kalkmış ya da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devrolmuştur. Yaşanılan bu olaylar, dış şoklara açık olan ve yeterince derin olmayan ülkemiz finansal piyasalarında risk yönetiminin ne kadar önemli bir olgu olduğunu gündeme getirmektedir.

Para ve sermaye piyasaları çok daha istikrarlı ve yeterinde derinleşmiş olan gelişmiş ülkelerde bankalar açısından kredi riski en önemli unsur olarak algılanırken, gelişmekte olan ülkelerde piyasa riskleri bankaları büyük ölçüde zararlara maruz bırakabilmektedir.

Ülkemizde bankalar açısından kredi riski her ne kadar bir risk unsuru olarak algılansa da piyasa riskinin birinci önceliği aldığı görülmektedir. Ancak genel olarak bakılacak olursa; Türk Bankacılık Sistemi’nin kredi, likidite, faiz ve kur riskleri ile karşı karşıya kaldığı söylenebilir.

3.1. Türk Bankacılık Sektörü’nün Yapısı Ve Gelişimi

Ülkemizde 1970’li yılların sonuna kadar dışa kapalı, içe dönük bir büyüme modeli uygulanmıştır. Uygulanan politikalar sonucunda finans kesimi negatif reel faiz oranlarının geçerli olduğu, kredi sağlama da yüksek maliyetlerin yaşandığı, sermaye piyasalarının yeteri kadar derinleşemediği, kaynak temininde zorluklar çeken kamu sektörünün hakim olduğu bir yapıya bürünmüştür. Bu dönemde döviz işlemlerine çeşitli engellemeler getirilmiş, sabit kur rejimi ve ithal ikameci stratejiler uygulanmış ve böylelikle ihracatın gelişimi, ülkeye yabancı sermaye girişi sağlamamıştır.

Bu dönemde sermaye piyasalarının yeterinde derinleşememesi, tasarruf araçlarının sayısının azlığı, diğer finansal kurumların oluşamamasının yanı sıra, bankaların yaygın şube ağları ile hizmette bulunması ve bankalara duyulan güven sonucu, tasarruf sahipleri açısından getirdiği düşük verime karşılık mevduat hesapları

artmaya devam etmiştir. Ancak gelişmiş finans piyasalarına entegrasyonun sağlanamaması sonucunda Türk Bankaları yeni teknikle geliştirememişler, dış kredi ve ihracatın finansmanı gibi konulara ilgisiz kalmışlardır106.

Türk Bankacılık Sistemi, 1980’li yıllarda uygulanmaya konulan liberalleşme politikalarının sonucunda hızlı bir gelişme kaydederek uluslararası banka ve finans sistemi ile bütünleşme sürecine girmiştir. Liberalleşmeye yönelik alınan kararlar Türk Finans Piyasaları’nda önemli etkiler yaratmış ve uygulamaya konulan ekonomik programlar ile serbest piyasa ekonomisinin işleyişini engelleyecek her türlü engelden uzak bir sistemin inşa edilmesi amaçlanmıştır.

Türk Parası’nın Kıymetini Koruma Kanunu ile Bankalar Kanunu’nda yapılan düzenlemeler bankacılık sisteminin yeniden yapılanma sürecini de beraberinde getirmiştir. Dışa açılma faaliyetlerinin yoğunlaşması ile birlikte Türk Bankaları da finans dünyası ile bütünleşme gayretlerini hızlandırarak sisteme bir dinamizm kazandırmıştır. Bu gelişmelerle beraber bankacılık faaliyetleri içerisinde dış işlemlerin payı artmaya başlamıştır. Sermaye hareketlerine tanınan serbesti ile beraber yabancı bankaların Türkiye’ye gelerek faaliyet göstermeleri söz konusu olmuştur.

Ancak bütün bu gelişmeler yanında, ülke ekonomisinin dışa açılması ve finansal sistemin dünya finans piyasaları ile entegrasyonu sağlanmaya çalışılırken bankacılık sisteminin karşı karşıya kaldığı riskler önemli ölçüde artmış ve mevcut risklere yenileri eklenmiştir.

24 Ocak 1980 kararları doğrultusunda mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılması ile bankalar arası rekabet yoğunlaşmış ve bunun sonucunda kaynak maliyeti yükselmiştir. 1991 yılında Körfez Krizi’nin de etkisiyle, sektörde likidite sıkıntısı yaşanmış, bankacılık sektörünün risklerinin artışı gündeme gelmiştir. Genel ekonomide meydana gelen istikrarsız gelişmeler, neticesini 1994 yılı başında göstermiş, bu dönemde yaşanan ekonomik kriz, diğer sektörlerin yanı sıra bankacılık sistemini de olumsuz yönde etkilemiştir.

106 Babuşçu, Şenol, Bankalarda Risk Derecelendirmesi (Rating) ve Türk Bankacılık Sektörüne

Bankacılık sisteminde meydana gelen küçülme bankaların mali yapılarının bozulması, iç piyasadaki istikrarsızlık ve dış kaynak temininde zorlanan bankacılık sistemi tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen 1995 yılında toparlanma sürecine girmiş toplam varlıklarda reel olarak düşük oranda da olsa bir artış sağlanmıştır.

Türk Bankacılık Sistemi Cumhuriyet tarihinin en zor dönemini 2000-2001 yılları arasında yaşamıştır. BDDK, 19 bankanın yönetimine el koymuş ve bu bankaları TMSF kapsamına almıştır. Bu süreçte bir takım birleşmeler, yetki iptalleri, kapamalar gerçekleşmiştir. Bu bankaların başta mali yapıları olmak üzere çeşitli problemleri mevcuttur. Devredilen bankalar ve bunların dışında kalan diğer yerli bankalar, mali yapılarını altüst eden faiz/kur/likidite riski ile karşı karşıya kalmışlardır.

Bu dönemde yaşanan gelişmeler, bankaların varlıklarının önemli bir kısmını oluşturan Devlet Đç Borçlanma Senetleri’nin değerini düşürmüş, 7500’lerle ifade edilen faiz oranları ile bankalar tarafından piyasadan para talep edilmiş ve döviz borçları olan bankalar, sabit kurdan dalgalı kura geçilmesi nedeni ile bir gün farkı ile döviz borçları için %40 fazla ödeme zorluğuyla karşılaşmıştır. Bu zorluk 06.09.2001 tarihi itibariyle %100’lere kadar çıkarak sürmüştür. Bunun sonucunda kârlılık gerilemiş veya negatif olmuş, bazı bankaların sermayeleri büyük ölçüde erimiş ve de bankalar kredi verme fonksiyonlarını yerine getiremez olmuşlardır. Bu olağan dışı gerileme dönemi, bankacılıkta risk kavramını tekrar gündeme getirmiş ve Risk Yönetimi kavramının uygulamaya geçirilmesi bir zaruret haline gelmiştir107.

3.2. Türk Bankacılık Sektörü’nde Risk Yönetimi ve Yasal Düzenlemeler

Benzer Belgeler