• Sonuç bulunamadı

İnsan aklı nihayetinde son amacını, yapıp ettiklerinde aşikâr kılar. Pratik aklın (praktischen Vernunft) devreye girdiği yer burasıdır. Ama Kant için yapıp edilenler değil aklın praksis için verdiği kurallar önceliklidir.

[P]ratik akıl kavramıyla aklın, düşünmenin bir tarzı kastedilmektedir; bu anlamdaki akıl, insanın eylem ve yapıp etmeleri için, yani praksis alanı için (pratik yapıp etmelerinin karşılığı Grekçe’de praksis’tir) kavramlar, normlar, ölçüler verir. Bu kurallar iyinin, yapılması gerekenin, asil ve güzel olan şeylerin kurallarıdır.42

Kant, nasıl her kavramı kendine has kıldıysa, aklın pratikliği de bundan nasibini alır. Alain Badiou, Kant’ın getirdiği yeniliği şu şekilde açıklar:

Modernlerle -Descartes’tan beri özne sorununun merkezi önem taşıdığı modernlerle- birlikte etik, ahlakla ya da -Kant’ın diyeceği gibi- (teorik akıldan ayrı bir şey olarak) pratik akılla az çok eş anlamlı hale gelir. Etik,

42 Heinz Heimsoeth, Felsefenin Temel Disiplinleri, çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2007, s. 81.

31

öznel eylem ve onun temsil edilebilir niyetlerinin evrensel bir yasa ile nasıl bir ilişki içinde olduğu meselesidir. Etik, ister bireysel olsun, ister kolektif, bir Öznenin pratiğini yargılayan ilkedir.43

Bu tespit, bizim ahlakı öznel eylemle bir tutmanın sonucu olarak aktivizm alanını açanı da görmemize yardımcı olur. Yasanın evrenselle ilişkisini kurmak da kolektivizm sayesinde olacaktır. Etiğin bu minvalde pratik akılla eş anlamlı hale gelmesinin ne olduğunu anlamak için öncelikle Kant’ın pratik akıldan kastını anlamak gerekir.

Teorik akılda44 neyi bilemeyeceğimizin ortaya konulmasıyla sınırlar çok sıkı

belirlenmişti, hatta “bilemediği şeylerden dolayı fazlasıyla haddini bilen bir özne”45

karşımızdaydı; “Ama bu yolla aynı zamanda pratik aklın kullanımını sınırlayan ya da giderek onu hiçe indirme gözdağı veren bir engeli ortadan kaldırdığı için gerçekte olumlu ve oldukça önemli bir yararı da vardır” (SAE. B XXV) Teorik akla çizilen sınır, pratik aklın sahasını genişletir. Birinci kritikle ilk adım atılmış, bilmenin bendeki mümkün koşulları ortaya konmuş, bu koşullar ile aklın iki faaliyet alanının sınır çizgisi çekilmişti. Aklın pratik faaliyetinde ise istemenin bendeki imkân koşulları değildir araştırılan. Burada araştırılan, benim düşüncemde bilfiil hale getirdiğim nesne üzerine, bu nesneyi düşünceme konu etmemde yol çizmemi sağlayacak şekilde düşünme şeklime dairdir. Kant’ta aklın fiili kılabileceği tek nesne vardır ki o da summum bonumdur. Fiili kıldığım nesne ise özgür olabileceğimi düşünebildiğim tek nesne olma özelliği taşır. Kant’a göre yapılan en büyük yanlış da ahlaki eylemin ilk şartı olan özgürlüğün teorik aklın sınırları içerisinde ele alınması, bu yüzden aklın iki faaliyet alanının sınır

43 Alain Badiou, Etik, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Metis Yayınları, 2006, s. 17-18. Badiou, pratik akıl ile etik arasında Kant’ın kurduğu ilişkinin bugün de geçerliliğini sürdürdüğünü söyler. Bunun yargılama etiği şeklinde, olup bitenlerle ilişki kurmamızdaki muğlak biçimine işaret ederek eleştirisini yapar. 44 Teorik akıl yerine teorik müdrike kullanılışı daha uygun gözükse de burada, bir ve aynı aklın iki yönünü yaptıkları işlem itibarıyla değil de, işlem alanları üzerinden karşılaştırmaya gidildiğinden teorik akıl-pratik akıl kullanımı tercih edilmiştir.

45 Yücel Dursun, “Bilme Bakımından Kantçı Öznenin Sınırları”, Immanuel Kant, Muğla Üniversitesi Uluslararası Kant Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Vadi Yayınları, 2006, s. 53. Bu makalede bilgi bağlamında öznenin sınırları dört başlık altında incelenir: “1) Görülemenin en son noktası, 2) Kavramların ötesinde yer alan şeylerin durumu, 3) Oyunun yönetmeninin, yani ‘kendiliğin’ bilinme bakımından durumu, 4) Bu çerçevenin dışındaki (eğer varsa) herhangi bir şeyin de bilinip

32

çizgilerinin birbirine karışmasıdır: “Teorik akıl bu kavramı, ancak sorunlu bir biçimde, düşünülmesi olanaksız olmayan bir kavram olarak ortaya koyabilmiş, ama ona nesnel gerçeklik sağlayamamıştı.” (PAE. s. 3/4) Çünkü “Teorik alanda aklın sınırları, aşkın olanın alanına girmemeyi şart koşarken, pratik alanda aklın sınırları aşkın olanın kendi alanına girmemesini şart koşar”46 şeklindeki kuralın ihlali söz konusudur. Anlama

yetisinin kavramlarının her defasında duyuüstüne uygulanması sonucu birbirlerine karışmalarından kaynaklı hatalar böylece önlenecektir. Teorik alanda özgürlüğün izahı söz konusu olabilseydi şayet, o zaman benim özgür seçimimden bahsetmemin olanağı kalmayacaktı. Ve beni ben yapan şey ortadan kalkacaktı. Bunun için iki alanın işlemlerinin tersten yol aldıklarına dikkat edilmelidir. Saf Aklın Kritiği’nde bahsi geçtiği şekliyle “Tüm insan bilgileri görüler ile başlar, buradan kavramlara geçer ve ideler ile sonlanır.” (SAE. A 702, B 730), (PAE, 160), yani “tüm bilgimiz duyularla başlar, oradan anlama yetimize geçer ve akılda sonlanır”ken (SAE. A 298, B 355), pratik akıl alanında, akıldan, idelerden başlayan tersine bir işlemle ilkelerden kavramlara gidilecektir. Dolayısıyla herhangi bir saf pratik ilke, kaçınılmaz olarak başlangıcı oluşturacak ve ancak kendisinin ilgili olabileceği nesneleri belirliyor olacaktır. (PAE. s.18/32)

Aklın teorik kullanılışı sırf bilme yetisinin nesneleri ile yani duyusal temsiller olarak temas ettiğim, kavradığım ve görüde karşımda duran olarak izlediğim nesneler ile fenomenlerle ilgili idi. Bu nesnelerin bendeki bilme/kurma koşullarıydı alanı. Aklın pratik kullanılışı ise farklı olup “bu kullanılışta akıl, tasarımların karşılığı olan nesneleri meydana getiren ya da kendini (doğal yeti buna yeterli olsa da olmasa da) bu nesneleri meydana getirmek üzere belirleyen –yani kendi nedenselliğini belirleyen- bir yeti olan istemenin belirlenme nedenleriyle uğraşır.” (PAE. s.29/30) “[…] pratik akıl nesnelerle, onları bilmek için değil, kendi yetisiyle (bilgilerine uygun olarak) gerçek kılmak için uğraşır.” (PAE. s. 98/160) Bir nesneyi gerçek kılmak ne demektir, nesneyi düşüncemde fiili hale getirmek demektir. Bir nesneyi fiili hale getirmem için onu, kendi düşünceme konu etmemde yolu bulmamı sağlayacak şekilde düşünmektir pratik akıl. Bir önceki paragrafta bahsi geçen şekliyle tersten bir şekilde, nesneleri belirlememin yöntemini düşünmektir. Aslında Kant’ın asıl sorusu “Pratik akıl var mı?” sorusudur. Şayet bunu ortaya çıkaramazsa akıl sadece nesneleri bilen ve onları muhakeme eden melekeye

33

dönüşür. Çünkü biz nesneleri karşımızda duran şeyler (Gegenstand) olarak algılamaya devam ettiğimiz sürece karşımızdaki insanın da, bizim de nesneden bir farkımız kalmayacaktır. O yüzden insana öyle bir faaliyet alanı tesis edilmelidir ki hem aklın düştüğü antinomiler ortadan kaldırılsın, hem de insan gereken değerini bulsun. Böylelikle iki alan tesisi Kant için hayatidir: “Aklın teorik kullanılışının sağladığı yarar, nesnenin en yüksek a priori ilkelere kadar uzanan bilgisidir, aklın pratik kullanılışının sağladığı yarar ise en son ve yetkin amaçla ilgili olarak istemeyi belirlemesidir.” (PAE. s.130/216) Pratik aklın teorik akla üstünlüğünü bu minvalde onaylar: “Böylece saf teorik akıl ile saf pratik aklın bir bilgide bağlanmalarında, öncelik pratik akıldadır, şu şartla ki, bu bağlanma rastlantısal ve rastgele olmayıp, a priori olarak aklın kendisinde temellenmiş, yani zorunlu olsun.” (PAE. s.132/219) Kant bu üstünlüğü onaylar, çünkü aklın pratik faaliyeti beni ben yapan olarak devrededir. Pratik akılla kurulan, var kılınan iyi, bir yerlerden alınan payla ilişkili değildir artık, Ben’le ilişkilidir, onu Ben yaparım. Kant’ın ahlak yasası itibarıyla Kopernik devrimi budur. Kopernik devrimiyle özne ile nesne arasındaki uyum bozulup nesneler öznenin etrafında dönmeye başlayınca ahlak anlayışı da bu minvalde değişmiş, artık; “Bilgi nesnelerinin öznenin (Ben) çevresinde dönmesi gibi, İyi de öznel yasanın çevresinde döner.”47olmuştur. Sonuç olarak beni ben

yapan, bir şeyin var kılınmasında benim belirleyici olmamla ilgilidir. Kant, insanın iradesinin belirlediği bir faaliyetle, bir nesneyi fiili kıldığını ortaya çıkarırsa pratik aklın varlığından söz edilebilecektir. Pratik aklın varlığı da iyiyi var edecektir. O zaman pratik aklın faaliyeti içerisinde kurulan bir nesne var mıdır, bu nasıl kurulur ve yaşadığımız alana nasıl etkide bulunur, Pratik Aklın Eleştirisi’nin asli soruları olmakla

Saf Aklın Eleştirisi’nden tümüyle ayrılır. Bunun için Kant sınırı çekmek üzere aklı

(Vernunft) mahkeme yargıcı olarak vazifelendirir.

Aklın nesnel temellerle bildiğini varsayamayacağı bir şeyi varsaymak ve kabul etmek için ve dolayısıyla sadece aklın kendi ihtiyacıyla bizim için karanlık geceyle dolu olan duyuüstünün hudutsuz alanı içinde kendini

34

düşünerek yönlendirmek için, öznel bir temel olarak aklın [söz] hakkı devreye girer.48

Düşünülebilenlerin sınırsızlığına49 ve teorik aklın tazyikine karşılık, “Ne hakla?”

diye sorabilecek, kendi kendine bekçi vazifesi görecektir. Kendi sınırlarını ve kendi yönünü belirleyecektir.

Pratik aklın alanı, numenal alan, düşünülebilirlerin alanıdır, dedik. Kendinde şeyler, bilgime konu olamasalar da akıl yoluyla düşünülebilirler olarak bu alanda konu edilebilirler. Bu şekilde kendi başına olanın neden-etki bağıntısının zorunluluğuna tâbi olmamasından kaynaklı olarak özgürlükten konuşabilmenin yolunu bulurum. Doğal nedensellikten kurtulmakla ancak ahlak tecrübesinin kuruluşundan bahsedilebilir. Özgürlük, irademi serbestçe ortaya koyabilmemi sağlayacak ki ben ahlak tecrübesinden bahsedebileyim.

Ahlak için ihtiyaç duyduğum tek şey özgürlüğün yalnızca kendiyle çelişmemesi ve bu yüzden onu daha öte olarak anlamak zorunda olmaksızın en azından düşünülebilmesine izin vermesi olduğu için ve böylece doğa düzeneğine göre yer alan aynı eylemin yoluna engel çıkarmadığı için bu törellik öğretisi her biri kendi yerlerini ileri sürebilirler. (SAE. B XXIX)

Her bir faaliyet alanı böylelikle yerlerini bulur ve bilir. Pratik Aklın

Eleştirisi’nde bu ayrımı şu şekilde ele alır:

48İmmanuel Kant, “Kişinin Düşünerek Yönünü Tayin Etmesi Ne Anlama Gelir? - 1781”, Düşüncenin

Çağrısı, çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları, 2015, s. 89.

49 Buradaki düşünce özgürlüğüne yönelik çağrışım bizi Kant’ın akla kendi sınırını çizme vazifesini vermesinin yanında diğerlerini de hesaba katmasıyla sivil zorlamaya (der bürgerliche Zwang) dikkat çekişi ilgi çekicidir: “Ne var ki düşüncelerimizi kendilerine ilettiğimiz, kendi düşüncelerini de bize ileten başkalarıyla birlikteymiş gibi düşünmeseydik ne kadar düşünür ve ne ölçüde doğru düşünürdük!

İnsanlardan düşüncelerini alenen açıklama özgürlüğünü zorla alan bu dış gücün aynı zamanda onların elinden düşünme özgürlüğünü: medeni hayatın bütün yüklerinin ortasında bize geri kalan ve ancak sayesinde durumumuzun bütün kötülüklerinin üstesinden gelebilmenin yollarını [araçlarını] tasarlayabileceğimiz yegane mücevheri de alacağı pekala söylenebilir.” Kant, “Kişinin Düşünerek Yönünü Tayini-1781”, Düşüncenin Çağrısı, s. 99.

35

Eylemler gerçi bir yandan, doğa yasası değil, özgürlük yasası olan bir yasa altında olduklarından, ama öte yandan ayrıca duyular dünyasındaki olaylar olarak görünüş olduklarından; bir pratik aklın belirlemeleri, ancak görünüşlerle ilgi içinde, dolayısıyla da anlama yetisinin kategorilerine uygun olarak gerçekleşebilirler; ama bu, anlama yetisinin teorik bir kullanılışı için, yani (duyusal) görünün çeşitliliğini bir bilinçte toplamak için değil, yalnızca arzuların çeşitliliğini, ahlak yasasıyla buyuran pratik aklın ya da saf a priori istemenin bilincinin birliğine bağımlı kılmak içindir.” (PAE. 115)

Diğer yandan saha düzeyinde de sınırlar birbirine karışmış durumdadır. Burada aydınlanmanın ahlak anlayışı göz ardı edilmemelidir.50 Kant’ın selefleri vardır. Bu

dünyanın tüm gerçeklik alanı olarak görülmeye başlandığı, Tanrının merkeziliğini kaybettiği bir dünyada iyi de, güzel de, doğru da bu dünyaya içkin hale geldiler. Bu ne demekti, tarihsel koşulları da gözetirsek toplum ve insanın öne çıkışıyla51toplumsallıkla

ilişkisi içinde iyi ve kötü belirlenir hale geldi demekti. Bu toplumsallık içinde bağlayıcı kuralların tesisi gerekir. Toplumsal bir bütünün parçası olan insanın ahlak anlayışını tesistir bu.52Ama burada kısa devre bir durum da söz konusudur. Ahlaki yasalar insanın doğasından gelen yasalar olarak tayin edildiğinden ve insan doğasına hâkim olan da tutkular ve arzular olduğundan toplumsal ilişkilerin belirlenmesinde bu duyguların zaptı rapt altına alınması lazım gelir. Yine sınır tayini gerekir. O zaman insan doğasına aykırı düşünülen sınır tayinlerinin en az hasarlı olabilmesi için bir anlamda tüm insanların arzu

50 Giovanni Gullace’nin, “Aydınlanmanın Ahlak Anlayışı Üstüne” başlıklı makalesinde döneme ilişkin kısa bir özet bulmak mümkün. Bu yazısında moralitenin politik, bilim ya da sosyolojinin bir yan ürününe indirgendiği tespitinden yola çıkarak ahlaki ilkelerin tersine çevrildiği iddiasına yöneltilen suçlamaların hakkaniyetini tartışır. Bkz. Giovanni Gullace, “Aydınlanmanın Ahlak Anlayışı Üstüne”, çev. Mustafa Günay, Felsefe Tartışmaları 27 (2000):170-181.

51 Pratik Aklın Eleştirisinden bir süre önce “Amerika Bağımsızlık Bildirgesi” (1766) onaylanmış, tam bir yıl sonra “Fransız Devrimi” (1789) gerçekleşmiş, “İnsan Hakları Beyannamesi” imzalanmıştır.

52Yalçın Koç, Anadolu Mayası kitabında bu durumu ifade etmek için “yığınlaşmış birey” şeklinde bir tabir kullanır. Özgürlüğünü kazanan birey yanılsamasının güzel bir ifadesidir. Yalçın Koç, Anadolu Mayası, Ankara: Cedit Neşriyat, 2011. Charles Taylor da Seküler Çağ kitabında yeni bireyi tanımlamak için bir öneride bulunur, “tamponlanmış özne” der. Bu önerisini de şöyle açıklar: “Özgürlük ve düzen etiği, merkezine tamponlanmış benliği koyan bir kültürde ortaya çıkmıştır. Kullandığım bu terimin aslında karmaşık bir anlamı vardır. Bir fenomen öznel ve nesnel yönlere sahipti: Bir tamponlanmış özne olmak, içerisiyle (düşünce), dışarısı (doğa, fiziksel varoluş) arasındaki geçirgen sınırı kapamak, kısmen sihirsizleştirmiş dünyada yaşamak meselesidir.” Charles Taylor, Seküler Çağ, çev. Dost Körpe, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, s. 356. Burada yığınlaşmış bireyin nasıl özgürlüğünün kısıtlandığının da izahını bulmuş oluruz. Özgürlük adına kendini bu dünyaya hapsetmiş bireylerdir karşımızdaki.

36

ve tutkularının da genişletildiği bir dünya tasarımına gidilecektir ki burada ilk yapılması gereken ahlakın yeniden tanımlanmasıdır. İkincisi ise kötülükten sorumlu olanın

toplumsal koşullar olduğu tespiti ile arzu ve isteklerin

gerçekleştirilebileceği/genişletilebileceği bir ortam yaratmaya girişilmesidir. Günümüzde mesele insan hakları etiği, mutabakat etiği şeklini almıştır. Aydınlanma bunun yolunu açar. Kant ise seleflerinin açtığı bu yolda gördüğü kusurları temizlemeye, kesiştiği noktalarda temellendirmeyi sağlam kılmaya çalışır. O da insanın içinde bulunduğu tezadı onaylar.

İnsanda toplumlaşma eğilimi vardır, çünkü toplumsal durumda kendisinin insan olduğunu, yani doğal yeteneklerini geliştirebileceğini daha çok hisseder. Fakat onda birey olarak yaşamak, kendisini başkalarından ayrı tutmak için de güçlü bir eğilim vardır; çünkü o kendisinde toplumdışı bir özellik, her şeyi kendi düşüncelerine göre yönlendirme isteği bulur.53

Pratik alanda felsefe yapma gereği buradan doğar: “[İ]ki taraflı istemlerin onda yarattığı şaşkınlıktan kurtulabilsin ve kolayca düştüğü ikirciklikten dolayı bütün halis ahlaksal ilkelerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesin.” (AMT. s. 21/24)

O zaman Kant’ın çözmeye çalıştığı sorunlar iki ana soru olarak karşımıza çıkarlar. İlki pratik aklın faaliyeti neticesi özgür irademle numenal alanda tesis ettiğim nesnenin, zorunlulukların olduğu, mekanik yasaların işlediği fenomenal bir evrende sorun yaratmadan değişikliklere yol açıp açamayacağı, ikincisi ise özgür bir birey olarak nasıl toplumsallık içinde var olunabileceği sorularıdır bunlar.

53İmmanuel Kant, “Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi”, çev. Uluğ Nutku,

37