• Sonuç bulunamadı

Postmodern Sanatta Finans ve Küreselleşme İlişkileri

2.2. Kültür Endüstrisi

3.2.2. Adorno’nun “Estetik Teorisi” Bağlamında Postmodern Sanat

2.2.2.2. Postmodern Sanatta Finans ve Küreselleşme İlişkileri

Sanat ve finans ilişkileri üzerinde önemli çalışmalardan birisi olan Don Thompson’ın “Sanat Mezat” başlıklı kitabında, sanatın küresel finans güçleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu, küreselleşme ve tüketim kültürüyle ilişkili bir şekilde ele aldığı görülmektedir. 21. yüzyıl içerisinde etkinliğini giderek arttıran bu iki kavram, birbiri ile ilişkili bir şekilde, çeşitli alanlar üzerinde yayılarak gelişmektedir. Bu kavramların gelişme gösterdiği alanlardan birisi olan sanat, küreselleşme ve tüketim kültürü ile birlikte, bu yüzyıl içerisinde finans güçlerince yatırım değerine sahip metalar olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda bu gün, sanatın sergilendiği diğer bir deyişle izleyici ile buluştuğu mekânlarda, yüksek rakamların konuşuluyor olması ve kültürün özelleştirilmesi, tüketim kültürünün yaşamımız üzerindeki etkisinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Evrensel bir olgu olan sanata, küreselleşmeyle birlikte ulaşımın kolaylaşmış olması, konu üzerinde küresel çapta rekabeti beraberinde getirmiştir (Bayrak, 2013, s. 125). Finansal açıdan güçlü küresel aktörler aracılığı ile dünyanın çeşitli yerlerinde reklamları yapılan sanatçılar ve sanat eserleri, rekabet ortamını kızdırmakta ve yeni aktörleri rekabete davet etmektedir. Büyüyen rekabet ortamı tıpkı diğer metalar gibi sanat eserlerini el değiştirme aracı olarak yatırımcısına sunmaktadır. 1980’lerden itibaren gelişimine devam eden bu rekabet ortamı, Adorno’nun ortaya koyduğu gibi, tüketilmek için üretilen sanat eserlerinin doğmasını sağlamıştır.

Pazar rekabeti içinde, sanatın sahip olduğu estetik değerinin yerini giderek marka, reklam gibi popülarite unsurlarına bıraktığı görülmektedir. Bununla ilgili olarak, Theodor Adorno,

25

Marx Horkheimer, ve Peter Bürger gibi eleştirel düşünürler, burjuva toplumunda sanat izleyicisini, sanatsal estetikten ziyade sanatın imza gibi dışsal faktörleriyle ilgilendiklerini beyan etmişlerdir (Velthuis, 2005, s. 25). Sanat izleyicilerinin ve sanat mesenlerinin sanat üzerinde bu şekilde bir düşünce içerisine girmeleri, içerisinde bulunduğumuz kültürün, tüketim alışkanlıklarının dışa vurumu sonucunda ortaya çıkmıştır.

Günümüzde sanatın tüketilmesine neden olan sanat pazarı aktörlerinin, belirli sanatçıların isimlerini sanat dünyasında dolaştırarak o kişilerin marka değerini yükseltemeye yönelik girişimlerde bulundukları görülmektedir. Aslında bu aktörlerin girişimleri, finansal çıkarlara hizmet ederek, sanatçının eserlerini yüksek rakamlara satabilme amacı taşımaktadır. Kapitalist düzen içerisindeki bu aktörler tamamen kâr peşinde koştuklarından, sanat eserlerini olabildiğince kitsch haline getirip, izleyicisine sunmayı amaçlamaktadırlar. Türkdoğan’ında belirttiği gibi, “Kapitalizmin gelişimi ile paralel olarak burjuvanın toplumdaki siyasal sınıfsal tahakkümünden sonra, sanat özlü bir anlatımla, batılı ve ağırlıklı olarak bu sistemin arz ve talepleri doğrultusunda, kapitalist estetiğe, piyasaya ve metalaşmaya uygun bir etkinlik olarak varlığını sürdürmüştür” (Türkdoğan, 2014, s. 173). Bu sebepten dolayı, tüketim kültürünün markaya, reklama verdiği önem sanatçıları kimi zaman doğrudan, kim zaman ise dolaylı yollardan etkilemiştir. Konu ile ilgili olarak Türkdoğan, sanat tarihi süreci içerisinde sanatçıların bu kültüre karşı pek de duyarsız kalmadıklarını belirtilmektedir (Türkdoğan, 2014, s. 165). Özellikle Pop-art sanatçılarının popüler imgeleri çalışmalarında kullanmaları, bu duruma gösterilebilecek güzel bir örnektir. Baudrillard’ın ifadesiyle, “Pop resmin nesnesi ile nesne-resmi uzaklaştırır…”markalaşmış” nesnelerin ve besin maddelerinin bu sınırsız kullanımı –ticari başarısıyla olduğu gibi- Pop kendi “imzalı” ve “tüketilen” nesne-sanat statüsünü keşfeden ilk olma niteliğine sahiptir” (Baudrillard, 2013, s. 133).

“Adorno’nun sanatın krizine ilişkin açıklaması, onun şeyleşme (refication) teorisi ile bağlantılıdır. Şeyleşme, insani özelliklerin ve bağlantıların şeylerin özellikleri ve bağlantılarıymış gibi görünmesidir. Bu olgu, kapitalist toplumlardaki bütün nesnellik ve öznellik biçimlerinin tümel yapılandırıcı ilkesi olan meta biçiminden kaynaklanır” (Altuğ, 2012, s. 195-196). Bu gün dünyanın önde gelen Christie’s, Sotheby’s, Phillips de Pury, Bonhams gibi sanat pazarı devlerinin sanat üzerindeki etkileri, sanat eserlerinin metasal özellikleri üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu aktörler sanatı, reklam ve tanıtım araçları ile kitle üzerinde kalıcı bir imaj oluşturduktan sonra, bir gece müzayedesinde

26

milyon dolarlarla ifade edilen bedellerde satar. Ve nihayetinde satış öncesindeki bu tür tanıtım eylemlerinin, meta değerine hizmet edecek şekilde zekice tasarlandığı görülmektedir. Huyssen’ında belirttiği gibi “sanat eserinin metaya dönüşmesi ve bu şekilde alımlanması gibi, tüketim toplumunda metanın kendisi de imgeye, temsile ve gösteriye dönüşmüştür. Kullanım değerinin yerini ambalaj ve tanıtım almıştır. Sanatın metalaşmasının sonu, metanın estetize edilmesidir” (Huyssen’dan aktaran Brenstein, 2012, s. 38).

“Adorno, “estetik deneyim hem toplumsal hem de metafizik açıdan önemlidir,” der, çünkü bir taraftan sanatın gerçeklikle olan ilişkisinin temelinde yatarken, bir taraftan da hemen her zaman şeyleşme tarafından etrafı sarılan deneyim boyutları sanat eserlerince kaydedilip nesneleştirilirler” (Adorno’dan aktaran Kuspit, 2010, s.202). Adorno’nun estetiğe önem vermesi ve estetik üzerine düşünmeleri, estetik üzerinde daha önce ortaya koyulmayan yenilikleri beraberinde getirmiştir. Ona göre estetik, dönemin koşulları içerisinde incelenmesi gereken bir alandır. Bu yüzden Adorno, 20. yüzyıl koşullarını, estetiği meta estetiğine dönüştüren, kültürel bir endüstrinin hâkim olduğu dönem olarak görmektedir. Bu dönem içerisinde estetiğin metalaştırılması ve bu şekilde kitlelere sunulması, Adorno ve Horkheimer’ın birlikte ele aldıkları “Aydınlanmanın Diyalektiği” kitabında ortaya konulan kültür endüstrisini işaret etmektedir.

Kültür endüstrisinde tüm üretimler, kitlelere uygun olacak şekilde az çok planlı bir şekilde üretilirler (Adorno, 2012, s. 109). Sanatsal üretimleri de içerisine alan bu görüş, günümüz sanat pazarı içerisindeki galeri, müzayede, bienal gibi pazar aktörlerinin, sanat eserindeki estetiği, kitlenin estetik anlayışına uydurma çabaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda kitsch olarak adlandırdığımız, Clement Greenberg’in ifadesiyle, yaklaşık olarak modernizm ile aynı dönemde ve endüstri devriminin ürünü olan estetik anlayışın (Kulka, 2014, s. 26), bu çabaların ürünü olduğu bilinmektedir. Kitschin yanı sıra seri şekilde üretilen, bir sanatçının elinden değil de tıpkı fabrika üretimleri gibi birbirine benzer kompozisyonlar ve birbirine benzer renklerle oluşturulan çalışmaların, kitle kültürüne sunulma amacıyla oluşturulduğu gözlemlenmektedir. Brenstein’in ifadesi ile “kültür endüstrisinin sanattaki sitili geri dönüşümle sunması demek olan “hayat tarzı”, vaktiyle yadsıma unsuru barındıran bir estetik kategorinin meta tüketiminin bir niteliğine dönüşmesini temsil eder” (Brenstein, 2012, s. 37). Ve dönüşüme etkisi olan güçlerin, tüketim kültüründen beslendikleri görülür.

27