• Sonuç bulunamadı

117

epistêmê ve teknik bilgi olan technē’den farklı bir mantığa sahip deneyim odaklı bilgiye daha yakın işlediğini vurgulamak makul olabilir69. Dolayısıyla post-truth popülizm özgün bir işleyiş tekniği barındırmakla birlikte ağırlıklı olarak deneyime, kanaate, anekdota ve kişiselleşmiş hikâyelere dayalı olan ve uzmanlığın teknik-bilimsel bilgisini karşısına alan operasyonelliği vasıtasıyla siyaset ile siyasa arasındaki ayrımları keskinleştirerek yeniden kurmaktadır. Deneyim, kanaat ve anekdot gibi genelleştirilemeyecek olan içerik türlerinin yaygın kabul görmesi, genel uzlaşıya mazhar olan bilimsel ve teknik bilgilerin ise tikelleştirilmesi post-truth popülizme endemik olup bu tarzın hareket alanının ana hatlarını oluşturur (Kavanagh ve Rich, 2018, s. 8). Deneyime ve pratiğe dayanan bilginin ön plana çıkması ise siyasete uygun düşmekte iken siyasa mantığından uzak durduğu derecede siyaset-siyasa makasını iyice açmaktadır.

118

geçmesi pek olası görünmemektedir. Yalandan farklı olarak daha önceden sözü edilen zırva, post-truth popülist söylemin en sık kullandığı araçlardan olmakla birlikte tanım gereği kısa ömürlüdür (Davis, 2017b, s. 47). Olgusal hakikatin popülist liderlerce duygular, deneyimler ve hikâyeler lehine geri plana itilmesi, olguların topyekûn yok olduğunun veyahut etkilerinin sıfıra indirildiğinin göstergesi değildir. Orta ile uzun vadeden bakıldığında olgusal temeli sağlam politikaların kalıcı olabileceği, buna karşın salt duygulara ve kanılara yönelik bir siyaset anlayışının olgusal hakikatten kopukluğu derecesinde etkisizleşeceği öngörüsünde bulunulabilmektedir. Yani bir başka ifadeyle, post-truth popülizmin de sistem üzerindeki tesirini sürdürebilmesinin yegâne koşulu, reddetmesine rağmen yok edemediği olgusal zeminin kendisine riayet ederek onun içerisinden faaliyet gösterebilmesidir. Söz konusu olgusal temelin dahi reddedilmesi demek, post-truth popülizmin kısa vade dışında bütünüyle işlevsizleşmesi anlamına gelebilir.

İkincisi post-truth popülizm, yukarıda detaylandırılan siyaset-siyasa ayrımının siyaset ve görünümler kanadına daha yakın durmakla birlikte, kendi omurgasını güçlendirmek açısından politika yapım tekniklerinin uzmanlığa dayalı bilgisine başvurmak durumundadır. Örneğin imajlar ve kanaatler üzerine eğilen bir siyasetin de gerek halkla ilişkiler uzmanları gerekse kitle iletişim teknikleri hakkında yetkinlik sahibi olan kişilerin süzgecinden geçerek liderin performansına altyapı oluşturması icap etmektedir. Burada devreye post-truth kavramının kapsamına yönelik ilk kısımlarda yürütülen tartışma girmektedir. Post-truth popülizm esas itibarıyla siyasetin görünümler alanına ilişkin bir kavram olmakla birlikte, özellikle ulusal güvenliğe dair hayati politika kararlarının alınmasında sahip olduğu gücü yitirmekte ve klasik anlamda politika yapıcılığın mütehassıslık kaynaklı dinamiklerine hacet duymaktadır. Buradan hareketle denilebilir ki, post-truth popülistler kendi siyaset anlayışlarının teatralliği ve duygusal yoğunluğunu,

119

önemli addedilen konularda soğukkanlı bir düşünsel süreçle alınan politika kararlarının olgusallığıyla tamamlamak durumundadır. Bu bağın kopması ve popülizmin yalnızca genel kanı perspektifinden kendi siyasetinin belkemiğini beslemesi demek, böylesi bir siyaset tarzının genel kanının çeşitli uzmanlıklar gerektiren konulardaki birikim noksanlığı ile sınırlanmış olması demektir.

Üçüncü önemli husus, popülist örneklerin ampirik vakalar kapsamında ele alınmasıyla ortaya çıkan ve popülist siyasetin tabiri caizse kutuplaştırarak ve duygusal yoğunluk enjekte ederek ısısını yükselttiği politik sistemin, aynı sıcaklıkta uzun süre çalışmasının bugüne kadar pek mümkün olmadığı fikridir. Temsilî demokrasilere, kendi içlerinden ve temsil meselesinin aksaklıklarını su yüzüne çıkaran bir tepki olarak popülist hareketler, mutlaka ve mutlaka bir kriz hissine yaslanmakta, onu yaratabildikleri ve koruyabildikleri ölçüde başarılı olmaktadır. Günümüzün post-truth bağlamına bunu çekerek açmak gerekirse özellikle göçmenlere, küreselleşmeye ve elitlere yöneltilmiş reaksiyon çerçevesinde yürütülen politikaların tutunabilme ihtimalinin tam da bu kriz ve olağanüstülük duygusunun zamana yayılabilme olanağı ile ilgili olduğu söylenebilmektedir. Olağanlaşma ve normalleşme eğilimi gösteren siyasal durumlarda, popülistlerin süreklilik arz etmesi zordur. Diğer taraftan bakıldığında da bir toplumun ne kadar süreliğine ve ne şekilde kriz mantalitesine göre yönetilebileceği de kendi başına başka bir problemdir. Bu açıdan yaklaşıldığında popülist hareketlerin parlayıp sönen niteliği, sembolik düzlemde yaratıp kendi lehlerine kullandıkları kriz hâlinin ne kadar devam ettiğine ve müesses nizamın kurumlarının popülizme ne kadar çabuk tepki verebildiğine bağlıdır.

Dördüncü olarak belirtmek gerekir ki popülistlerin mobilize ettikleri kurucu özne konumundaki halk imgesi, özne olarak kurulabilmek ve yaşayabilmek için

120

kurumsallaşmaya muhtaçtır; kurumsallaşamadığı koşullarda süreklilik arz etmesi olanak dışıdır. Burada bir anlamda paradoksal bir durum söz konusudur. Yani Canovan’ın ileri sürdüğü gibi özne olarak halk, ancak ve ancak kurumsal düzenleme-örgütlemeler sonucu ortaya çıkabilmektedir; halkı var eden dolayımdır. Doğrudan katılım ise halkın özneleşmesine katkı sağlayacak asgari zemini sağlayamadığı ölçüde, bir söylem olarak kalmak durumdadır; halk burada kemikleşemez ve kök salamaz (Canovan, 2005, s. 245).

Bundan mütevellit, adeta kendi topuğuna sıkan bir siyaset tipi mevzubahis olur. En başından kurumsal dolayımın ve karmaşıklığın, sade vatandaş yalınlığı ve doğrudanlığı lehine reddedilmesi yine kendisini uzun vadeye yayabilmek adına tam da karşısına aldığı dolayıma ve yapıya muhtaç olmuş vaziyettedir. Temsilin topyekûn dışlanması, halkın politik bir özne olarak var oluş olanağını da elimine eder.

Bu ana fikre benzer başka bir noktaya da değinmek gerekirse, post-truth popülizme ilişkin daha genel bir sınırlamadan bahsedilebilir. Taggart’ın ifade ettiği gibi kurumsallığı reddeden popülizm, kendisini “anlık-olumsal-kendiliğinden” ve geçici olmaktan çıkarıp kalıcı hâle getirebilmek için yine o yadsıdığı kurumsallığa dönmek zorundadır.

Bundandır ki popülizm kendi dinamizminde (anti-kurumsalcılık) kendi sonunu barındırır (Taggart, 2000, s. 107). Yani popülizmin esbabımucibesi ve en güçlü yanı, aynı zamanda onun en zayıf olduğu husus, tabiri caizse aşil topuğudur. Çünkü kurumlar er ya da geç popülist hareketlere bir reaksiyon göstermekte ve genellikle o hareketleri sönümlendirmekte başarılı olmaktadır. Popülizmin sistemde köklü bir değişim yaratmadığı ve sisteme içkin problemleri etkili bir biçimde dile getiren “dâhilî bir gölge”

olduğu fikrinden yukarıda da bahsedilmiştir. Temsilî sistemler kriz durumlarından ve hissinden beslenen popülizme karşı genellikle hukukun üstünlüğünü, çoğulcu platformları ve hayatın olağan akışını tahsis eden uygulamaları tekrar devreye sokabilmektedir. Bundan mütevellit bir yandan popülizmin kendi içerisinde barındırdığı

121

kurumsalcılık karşıtı öz, diğer yandan da kurumların kendilerine yönelik popülist anlayışa verdikleri reaksiyon itibarıyla post-truth popülizmin uzun süreli bir yer işgal etmesi tanımsal olarak oldukça güç gözükmektedir.

Beşinci olarak, post-truth popülizmin oyun alanı olan kutuplaşmış ve aşırı politizasyona uğramış siyaset zemininin, aynı zamanda içsel bir reaksiyon olarak güçlü bir depolitizasyonu da beraberinde getirdiği varsayımı irdelenebilir. Tezin bir sonraki bölümüne ait kamusallık tartışmasında görülecektir ki, en asgari düzeyde siyasal etkileşimin gerçekleştiği kavramsal zeminin dahi üzerinde uzlaşılamayan bir nitelik ihtiva etmesi, tarafların müzakere ve mücadele edebileceği oyun alanını da ortadan kaldırma tehlikesini barındırmaktadır. Böylesi bir platformda kamu, devlet, iktidar ve toplum açısından ele alınması gereken meselelerin politik anlamda taşıdıkları değerden ziyade ideolojik arka planları öne çıkmaya başlamakta ve bu mevzular kolaylıkla tarafgirleştirilebilmektedir. Bu keskinlik hem fikir alışverişini güçleştirdiğinden hem de siyasetin gerekliliklerinden birisi olarak değerlendirilebilecek kamusal kaygıları elimine etmeye çalıştığından depolitizasyona yol açabilmektedir. Ayrıca popülistlerin her şeyi potansiyel bir siyaset malzemesi olarak görüyor olması, siyasetin içeriğini genişlettiği ölçüde onu değersizleştirmektedir.

İyi olan halk ile kötü olan elitlerin mücadelesi şeklinde yansıtılan bir toplumsal imgelemin, siyaseti ahlakçılığa esir ettiği ve ahlak-siyaset ilişkisinde siyaset alanının otonomisini ahlak lehine tasfiye ettiği müddetçe depolitizasyona mahal verdiği vurgulanabilir. Çünkü önceki alt başlıklarda siyah-beyaz bir dünya algısı olarak popülizmde ara unsurlara ve muğlak bölgelere yer bırakılmadığı söylenmiştir. Bunun da gösterdiği, politikaya has içerimlerle ayrımların ikincilleştiği ve siyasal olanın esas referans noktasının siyaset dışı iyi-kötü ikiliğinin kendisi olduğudur. Depolitizasyonun

122

sonucu hem yurttaşlık bilincinin erozyona uğraması hem de kritik politik meselelerde dahi karara varmanın, keskin siyaset zemini sebebiyle giderek güçleşmesidir (Kavanagh ve Rich, 2018, s. 200). Bunun ise toplumsal ve siyasal açıdan maliyeti oldukça fazladır zira yasa yapımı zorlaşmakta, gündelik hayat da olgu-algı ayrımının muğlaklığında sürüklenmek durumunda kalmaktadır (Kavanagh ve Rich, 2018, s. 204). Post-truth popülizmin sürdürülebilirliği, bir bakıma müesses nizamın bu zorlukları ne kadar uzun süre taşıyabileceği ile ilintilidir.

Altıncı olarak, değişen iletişim teknolojileri ve sosyal medyanın yarattığı öngörülemeyen etkilerin zaman içerisinde daha kontrol edilebilir ve düzenlenebilir hâle geleceği fikri ile birlikte, post-truth popülizmin etkililiğinin ciddi bir darbe alabileceği varsayımıdır.

RAND’ın raporuna göre kitle iletişim araçlarında atlama ve kopuşların olduğu her dönemde, popülist hareketlerin yükselişine ve sade vatandaş tarafından kurumlara yönelik gittikçe artan bir güvenmezliğin belirginleşmesine tanık olunmuştur. Fakat yine aynı tarihsel veri, yeni araçların niyet dışı sonuçlarının (unintended consequences) zaman geçtikçe sistem tarafından içselleştirildiğini ve bu araçlara dair öğrenme eğrisinde ilerleme kaydedildikçe zikredilen araçların olası olumsuz yanlarının da törpülendiğini gözler önüne serer (Kavanagh ve Rich, 2018, s. 75). Sosyal medya ve benzeri güncel teknolojiler için aynısını ileri sürmek ve bu minvalde bir tahminde bulunmak makul olacaktır. Hatta hâlihazırda dünyanın birçok yerinde sosyal medyanın toplumsal ve siyasal açıdan taşıdığı muhtemel tehlikelere karşı düzenleyici mekanizmalar ivedilikle devreye sokulmaktadır. Böylelikle popülist figürlerin kutuplaştırıcı ve olgusal hakikat-yalan ayrımına duyarsızlaşmış hâlinden yararlandığı siyaset dilinin, hem bu ayrımlara bütünüyle duyarsızlaşmadığı görülmekte hem de düzenleyici yanıt geldikçe kendi popülist siyasetlerinin gücünü devşirdikleri, olgusallıktan kopuk zeminin bizzat kendisinin de hasara uğrayacağı savunulabilir.

123

Yedinci ve son olarak ise post-truth popülizmin kavramsal olarak barındırabileceği spesifik bir kısıtlılığa dikkat çekilebilir. Öncelikle, bu bölümde birkaç kez değinilmiş olmasına rağmen daha da açıklığa kavuşturulması icap eden mesele, sağ popülizm ile post-truth ilişkisinin soldaki popülist örneklere nazaran neden daha güçlü olduğuna yönelik bir sorgulamadır. Bu durum, aslında tamamlayıcı bir ampirik çalışmaya duyulan gereksinimi de açık eder. Çeşitli ampirik örneklerin kritik edilmesiyle kapsamlı bir sol popülizm-post-truth bağlantısı analizi yapılabilecek, böylelikle post-truth’un sağ popülizmle ilişkisinin organik, içkin ya da özsel mi yoksa sağa ait muhtelif ideolojik içeriklerle alakalı işlevsel bir münasebet mi olduğu sorusu daha net biçimde yanıtlanabilecektir. Böylesi bir akademik faaliyetin post-truth popülizm kavramının kuramsallaştırılmasına kıymetli katkıları olacaktır. Bu gibi ampirik araştırmaların ek bir çıktısı da post-truth popülizmin yalnızca ABD ve Avrupa özelinde bir fenomen olup olmadığının daha ayrıntılı ve karşılaştırmalı bir perspektifle istişare edilmesi olacaktır.

Bu tezde post-truth’un münhasıran bir ABD-Avrupa fenomeni olmadığı iddia edilmiş olsa da bu savı destekleyebilecek vaka incelemelerinin artması daha somut bir katkı sağlayabilir. Farklı siyasal bağlamlarda post-truth popülizmin etkilerinin içeriğe has kriterler ekseninde irdelenmesi, daha genel bir bakış açısı verebilir ve bu tezin kuramsal yaklaşımına ampirik doneler sunabilir.

124

İKİNCİ BÖLÜM

POST-TRUTH KAMUSALLIK: ALENİLEŞME, EĞLENCE VE HIZ TEMELİNDE ORTAK SİYASAL DÜNYANIN DÖNÜŞÜMÜ

Bu bölümde öncelikli olarak post-truth kamusallık kavramının kendine has ana unsurları, literatürdeki kamusal alan yaklaşımlarına atıfta bulunularak belirtilecek, kavramın tanımlaması yapılacak ve kuramsal düzlemde güncel gelişmeler de baz alınarak ayrıntılı bir inceleme yürütülecektir. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak siyasal teori içerisinde kamusal alan mefhumunun ele alınış biçimlerinden söz edilerek kavramsal çerçeve oluşturulmaya çalışılacaktır. Kamusal alan (public sphere), kamusallık (publicness), bilinirlik (publicity) ve kamuoyu (public opinion) gibi nosyonlar arasındaki farklılıklar ortaya konularak, kavramsal berraklığın sağlanmasına çaba sarf edilecektir. Özellikle Arendt ve Habermas’ın çalışmalarındaki kamusal alan nazariyeleri temel referans kabul edilerek kamusallık tartışması derinleştirilecek, bunu yaparken de mezkûr siyaset kuramcılarının yaklaşımlarında post-truth kamusallığı anlamaya yönelik olası noksanlar ve avantajlar ilaveten sorgulanacaktır. Bu sorgulamanın ardından post-truth kamusallığın ayırt edici nitelikleri masaya yatırılacak ve klasik kamusal alan kuramları ile mukayeseli bir irdeleme sunulacaktır. Bölümün esas hedefi post-truth kamusallığın yeni bir kavram olarak, dijitalleşmenin yükselişte olduğu ve sosyal medya ile ağların yaygın bir toplumsal

125

tesire sahip olduğu güncel dünyadaki kamusal müzakere ve siyasal etkileşim biçimlerini anlamaya yardımcı olup olmayacağının istişare edilmesidir70.

Bölümün asli tartışmasının çerçevesi çizildikten sonra, post-truth kamusallığın bir arada düşünülmesinin kullanışlı olabileceği diğer hususlara alt başlıklar hâlinde girilerek yürütülmesi amaçlanan akademik sorgulama genişletilecektir. Bu bağlamda sırasıyla özel alanın erozyona uğraması; olgu ve kanı ayrımının post-truth konjonktürde aldığı hâl;

müşterek bir dünya uzamı yaratma edimi olarak konuşmanın dönüşümü; kamusallığın tezahüratçılaşması; hızın politik içerimleri; siyasetin giderek eğlence bazlı bir gösteri mantığına bürünmesi; sosyal medya araştırmalarında sıklıkla yer alan ve hakikate duyarsızlaşmayı alevlendirdiği savunulan yalan haberler, algoritmalar, botlar, troller, filtre baloncukları ve yankı odaları; mitler, hikâyeler ve duyguların kamusallıkta sahip olduğu iddia edilen öncelikli konum ve son olarak sosyal medya şirketlerinin kâr odaklı iş modelleriyle kamusallığı nasıl şekillendirdiklerine değinilecektir. Bu kuramsal analizlerin ardından ise bölümü bitirmek için post-truth kamusallığın hem kavramsal düzeyde hem de pratikte barındırabileceği olası sınırlılıklar masaya yatırılacaktır.

Böylesi bir bölümün ereği, post-truth siyaset tasavvurunu kamusallık eksenine yayarak özgünlük arz ettiği ileri sürülen noktaların çoğunu mülahaza edip tezin altyapısının ikinci kuramsal bölümünü ortaya koymak olacaktır. Yöntem olarak tıpkı ilk bölümdeki gibi yorumsamacı bir eğilim benimsenecek, ele alınan eserler ve çalışmalar derinlikli bir incelemeye tabi tutulacaktır. Kamusallık kurgusu oluşturulurken klasik kamusal alan

70 Tezin sorunsalı gereği, sosyal medyanın kendi içinde bir kamusal alan olup olmadığı türünden oldukça geniş ve meşakkatli bir tartışmaya girilmeyecektir. Bunun yerine varsayılan şey, sosyal medyanın aleniyet teşkil eden ve aleniyete teşvik eden, siyaset ile kamusal kültüre ilişkin doğrudan etkileri olan ve insanların iletişim kurma biçimini dönüştürebilen bir mecra olduğudur (Hannan, 2018, s. 218; Ünver, 2018, s. 45). Bu sebeple sosyal medyanın apaçık bir kamusal alan olduğunu söylemekten kaçınılacak, daha ziyade “kamusal etkileri haiz” bir platform olarak doğurduğu yeni etkileşim formları ile konuşma ve kamusallık ekseninde yarattığı farklılıklar mercek altına alınarak bölümün omurgası şekillendirilecektir.

126

yaklaşımlarından ve yorumsamacılığa ilişkin metinlerden (Arendt, 1998; Gadamer, 2004;

Habermas, 1989), güncel teknolojik, dijital ve sosyal medya temelli siyasal gelişmelere ışık tutan eserlerden (Han, 2017; Couldry ve Hepp, 2016) ve post-truth siyaseti doğrudan sorunsallaştıran çalışmalardan (Block, 2019; Kalpokas, 2019) yararlanılacaktır.