• Sonuç bulunamadı

141

Arendt ve Habermas’taki kamusal alan tartışmalarından sonra post-truth kamusallığın tipik özelliklerine girilmesi üzerine olacaktır.

142

hiyerarşileri ve farklılaşmaları ortadan kaldıran eşitleyici siyasi tavrı, Heidegger’in kamusal alan eleştirisini, Arendt ve Habermas’ın kamusal alan normativizasyonlarına göre tercih edilebilir kılar. Burada tartışmayı güçleştiren ve istişareye yönelik olmayan paylaşımlar, gerek kutuplaşmanın mahal verdiği duygusal yoğunlukları gerekse herhangi bir beyanatta bulunabilmeyi doğrudan o alanda bir yetkinliğe bağlamayan sosyal medya platformlarının işleyişi nedeniyle sıklıkla niteliği ihtilaflı olan ve farklılığı anında yataylaştırılabilen bir ağ ile tamamlanarak gündelikliğin vasatlığını kamusallığın merkezine oturtur.

Arendt’in yukarıda sözü edilen kamusallık anlamındaki dünya kavrayışında asli olan diğerleriyle birlikte paylaşılan müşterek uzam iken, post-truth kamusallıkta kişinin yalnızca kendisiyle benzer görüşlere sahip insanlarla bir arada etkileşim içine giriyor olmasının artan sıklığı tanımlayıcı niteliktedir (Kelkar, 2019, s. 89). Bu durum da post-truth kamusallığın, tıpkı post-post-truth popülizm gibi bir bilgi meselesinden ziyade bir kimlik meselesi olarak kabul edilebileceğini göstermektedir. Nispeten daha subjektif paylaşımların ve deneyimlerin ağırlığını artırmasıyla öznelerarası alan öznellik lehine hasara uğratılmış, böylelikle kişiler arasındaki bağlar genellikle benzer görüşte olanlarla yakınlık, zıt görüşte olanlarla ise uzaklık ve hatta yer yer düşmanlıkla şekillenmiştir.

Kimlik kaygısının ayyuka çıkmasına etken olarak da kamusal iletişim biçimlerindeki yapısal dönüşüm gösterilebilir. Öyle ki gerçekliğin kavranmasında hakikatin herhangi bir öneme sahip olabilmesi, belirli bir komünitenin çeşitli normlar, değerler ve yargılar etrafında müşterek kalabiliyor olmasına bağlıdır. Muhtelif toplumsal gruplar arasında etkileşimin olanaklı hâle gelebilmesi için yalnızca ilgili konulara dair ortak bilgiye değil, aynı zamanda o bilgiyi işleyebilmek ve iletişime dâhil edebilmek adına müşterek anlam ve değerlendirme standartlarına ihtiyaç duyulur. Böylesi standartların yokluğunda kamusal ve siyasal bir müzakereden söz etmek güçleşir (Post, 1990, s. 636). Bunun yerine

143

dünyasızlığın ve müşterek standart noksanlığının imlediği post-truth kamusallıkta, bu standartlara riayet edilerek yürütülen bir kamusal tartışma değil, tam da o standartlara yöneltilmiş bir umursanmama hâli söz konusudur.

Yalnızca bilimsel ve olgusal verilere dayanan gerçeklik iddiaları değil; herhangi bir temel, hatta temelsizlik üzerinde bina edilen gerçeklik iddiaları post-truth kamusallık ekseninde kolaylıkla kamusal etkiyi haiz olabilmekte, yani kamusallaşabilmektedir (Waisbord, 2018, s. 20). Müşterek bir hakikate istişareyle ulaşmaktansa, belirli bir tikel konumdan yapılan dayatmalarla olgusal gerçeklik arasında bir makas olmadığı fikri vurgulanmakta ya da o makas ciddiye alınmamakta, istişareyi mümkün kılan olgusal hakikatler “elit masalı” veya “uydurma” olarak kodifiye edilmekte ve dışlanmaktadır (Waisbord, 2018, s. 18). Burada yalanlarla ya da olgusal hakikatle herhangi bir teması olmayan anlatılara inananların anlaşılabilmeleri açısından, salt nesnel verileri göz önünde tutarak benimsenebilecek klasik pozitivist tavır (ki doğruluk kontrol merkezleri bu minvalde faaliyet yürütür), eleştirel bakışı olumlamanın ötesine geçemez. Bunun yerine hakikatin yorumsamacı gelenekten hareketle, öznelerarası konuşmayla ve müşterek bir anlam uzamı oluşturmakla kurulduğunu söylemek daha ufuk açıcı olabilir. Dolayısıyla burada belirtilmesi gereken ana fikir, post-truth kamusallığın basit bir “doğru-yanlış”

meselesi olmanın çok ötesinde, müşterek deneyim, iletişim ve öznelerarası paylaşım alanlarında meydana gelen yapısal değişim sebebiyle ortaya çıkan güvenmezlik ve kimlik temelli bir kamusallık ihtiva ettiğidir. Önemli olan, belirli bir siyasal müzakerede ortaya atılan iddianın niteliği değil, iddia sahibinin arz ettiği güvenilirliktir (Geenens ve Tinnevelt, 2009, s. 8). Güven tartışması, tezin üçüncü ve son kuramsal bölümünde ayrıca ayrıntılandırılacaktır.

144

Sosyal medyada bulunan ve kalıcılık eksikliğine yol açan hızlılığın, enformasyon (ve dezenformasyon) fazlalığının [ki buna akılcı karar almayı güçleştiren sağlıksız bir durum olarak “aşırı bilgi yüklemesi” -information overload- kavramıyla eş anlamlı şekilde

“enfobezite” -infobesity- ismi de verilmektedir (Macmillan Dictionary, 2020)]75, akışın ve paylaşım ağlarının yaygınlaşmasının beraberinde getirdiği etkilerden birisi de kamusal olumluluğun ve dolayımsızlığın aşırılığıdır denilebilir. Belirgin bir olumlamaya (positivity) dayalılık olarak nitelendirilebilecek, iletişimin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya normatif değer atfeden ve hızlı dolaşımı başat prensibi kılan bu aşırı erişimsellik sebebiyle kamusal alan yüksek dozda yüklemeye maruz kalmakta, yorulmakta ve kendisine ihdas edilen herhangi bir açık sınırlama olmamasına (ya da bu sınırların hasar görmesi) istinaden ölüleşmektedir (Han, 2018a, s. 55) Kamusal alana dâhil edilebilecek şeyler ile dâhil edilemeyecek olanlar arasındaki ayrım, özellikle kitle iletişim ve medya araçlarındaki dönüşüm neticesinde belirsizleşmiş, kişisel içeriklerin müşterek görünümler alanına rahatlıkla girebilmesinin önünün açılmasından ötürü de bu muğlaklığın ivmesinin arttığı kabul edilmiştir. Post-truth kamusallık, aleniyete mutlak bir olumluluk atfeden, böylelikle de görünür olanla olmayan arasındaki ayrımı yeniden kurgulayan bir mahiyette tezahür eder.

İnternet üzerindeki etkileşim, giderek bir çevrimiçi (online) ve çevrimdışı (offline) ayrımını zorlaştırmakta, çevrimdışı olanın neredeyse “aslında var olmadığını”

vurgulayacak raddeye ulaşıp ona daha da dar bir alan tahsis etmektedir (Couldry ve Hepp, 2016, s. 91). Buradan bakıldığında deneyim alanı ile çevrimiçi platformlar eşitlenmekte

75 Buna yönelik Virilio’nun “enformasyon bombası” (information bomb) kavramı anımsatılabilir. Virilio enformasyon ve dezenformasyonun artık teknolojik gelişmelere uygun bir silah olarak kullanılabiliyor ve politize edilebiliyor olduğunu söyler (Virilio, 2005, s. 63). Post-truth kamusallık bağlamında bu kavramdan ilham alan ve yalan haber tartışmalarına ilave edilebilecek şekilde Harsin’in ileri sürdüğü “dedikodu bombası” (rumour bomb) mefhumu da kamusal nitelikte bir sembolik silah olarak düşünülmektedir.

Harsin’e göre bu nosyon, içerdiği konu hakkında bir belirsizlik ve kargaşa yaratmayı amaçlayan paylaşımları imleyerek post-truth kamusallığın yalan-olgusal hakikat ikiliğine duyarsızlaşmasını hızlandıran etmenlerden birisi olarak öne çıkar (Harsin, 2006, s. 86).

145

ve gündelik pratiklerin şekillendiği mecralar çevrimiçi ortamlarla çevrelenmektedir.

Özellikle bu bağlamda gündeme gelen “sanal gerçeklik” (virtual reality) ve “artırılmış gerçeklik” (augmented reality) kavramları76 da dijitalleşmenin kendine özgü gerçeklikler yaratabilmesine delil olarak gösterilebilecek yeni araçlardır. İşte post-truth, tam da böylesi bir dijital gerçeklik çerçevesinde anlamlandırılabilir. Kimi gerçeklik kavrayışlarında olgusal hakikatin herhangi bir kıymeti yokken, kimi deneyim alanlarında olgusal hakikat başat unsurlardan birisidir. Önemli olan, olgusal hakikatin post-truth’taki kamusal gerçeklikte değersizleştirilmesine katkı sağlayan unsurların tek tek kavranmasıdır ve şayet bu durumla mücadele edilecekse, post-truth kamusallığı olgulara duyarlı hâle getirebilme yollarını tespit etmektir. Bunun için göz önünde tutulabilecek görüşlerden birisi şudur: Hakikat deneyimi mümkün kılmaz; deneyim hakikati mümkün ve anlamlı kılar (Chouraqui, 2019, s. 194). Yani deneyim alanının şekillenmesine bakılarak, o alanda olgusal hakikatin değerli olup olmadığı anlaşılabilir; olgusal hakikat deneyim alanına tek başına yön veren unsur değildir. Fakat öte yandan, olgusal hakikatin aşınması da Arendt’in yukarıda belirtildiği biçimiyle ileri sürdüğü gibi görüşlerin çoğulluğunda vuku bulan siyasal konuşma ve eylem deneyimlerini yerinden ederek vatandaşların birbirlerinin karşısında veya yanında oldukları kutuplaşmış bir uzam yaratır.

Deneyim alanı, dijitalleşme ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte hızlanmış, yüzeyselleşmiş, duygu odaklı hâle gelmiş ve kişileri yalıtarak onlarda güvenmezlik hissi oluşturan bir mahiyet kazanmıştır. Bu güvenmezlikle gündelik hayat da Twitter, Facebook ve Instagram gibi sosyal medya platformlarının beğenme/beğenmeme

76 Tamamıyla yapay nesneler ve alanlarla bilgisayar ortamında oluşturulan gerçekliğe sanal gerçeklik denilirken, fiziksel dünyada bulunan nesneler ve alanların bilgisayar yazılımları sayesinde zenginleştirilmesiyle kurgulanan gerçekliğe artırılmış gerçeklik denir. Bu teknolojilerin gelişmesiyle birlikte öznelerarası olarak paylaşılan olgusal dünyanın iyice ikincilleşerek farklı öznel beğenilere hitap edecek şekilde tasarlanabilen alternatif gerçekliklerin gerisinde kalabileceği vurgulanmaktadır (Wong, 2018).

146

(like/dislike), takip etme ve mesaj atma gibi özellikleri üzerinden ve hızlıca yeni içerik paylaşarak dikkat çekme saikiyle idame ettirilmeye başlamaktadır. Kişinin gündelik yaşamının ve subjektif deneyimlerinin yayımlandığı birer platform olarak sosyal medya alanları, toplumsal ve politik bir narsisizmin de önünü açar.

Bu bağlamda kamusal gerçekliğin dijital konjonktürde inşasını imleyen unsurlardan birisi, belki de en önemlilerinden olanı, yükselişe geçen bu narsisizmdir (Prowe, 2017).

Narsisizmle kast edilen şey, “Benim gerçekliğim hakikattir!” minvalinde bir dayatma olmakla birlikte aslında varsaydıkları bunun ötesindedir. Birincisi, siyasetçilerin kişiliklerine bakıldığında ön plana çıkan figürlerin sıklıkla narsisist kişilik çerçevesinde değerlendirilebildiği görülebilir. Daha kendini beğenmiş, empatiden yoksun, dediğim dedik, siyaset adabından uzak ve yer yer bencil siyasal aktörlerin dünya sahnesinde artıyor olması bunun bir semptomudur. Burada söz konusu olan, gayri medeni bir iletişim tekniği ile karakterize edilebilecek yeni bir halkla ilişkiler mantığıdır (Thompson, 2020, s. 5). Gayri medenilikle kast edileni açmak gerekirse, esas itibarıyla güvenmezliği artıracak, mevcut görüşleri perçinleyecek ve kitlelere cazip gelecek şekilde sergilenen, kişiliğe ve karaktere yönelik saldırılar ile “kötü davranış adabı” olarak nitelenebilecek hareketler bütünüdür (Moffitt, 2016, s. 38-39; Waisbord, Tucker ve Lichtenheld, 2018, s.

29). İnsan ilişkilerinde ve kamusal alanda gittikçe belirginleşen hoyratlık, hiper-bireycilik ve sahicilik ile imlenen düşüncesiz bir doğrudanlık öne çıkarak siyasete sirayet eder (Atalay, 2020, s. 203). “Hakikatmiş gibi, doğruymuş gibi” anlamına gelen truthiness kavramıyla ifade edilen de tam olarak budur: Olgulara dayanıp dayanmamasından bağımsız olarak bir doğruluk ya da hakikat olma hissi oluşturan, duygusallığının yanında da “kendi hakikatini kendi sahiciliğinde dayatma” durumu sunan ifadeler (Merriam-Webster, 2006). Bu sahiciliği zerk edebilen “samimi” siyasetçiler, “sahte” gözükenlere nazaran avantajlı hâle gelir. İkincisi, kişisel olanın kolaylıkla aleniyet kazanabildiği

147

sosyal medya platformları sayesinde bireylerin aşırı derecede önemli oldukları hissine kapılabildiği ve buna binaen de kendisini olduğundan yüksek değerde görüyor olduğu vurgulanabilir.

Onaylanma, dikkat çekme ve tahakküm altına alma güdüsünün yüksek olduğu bu iklimdeki politik figürler, tartışma yerine iktidar tesis etme amacıyla siyasal edimlerde bulunmakta, bunun sonucu olarak da post-truth kamusallığın olgulara duyarsızlaşmasına katkıda bulunmaktadır; önemli olan söylenen ya da yapılanın doğruluğu değil, sergilenen bir kişilik, kimlik ve güç gösterisidir – ki bu duruma hem narsistik hem patolojik bir vaziyet olduğu iddiasından hareketle “patokratik siyaset” de denilmektedir (Taylor, 2019). Burada Fuller’e göre hakikat, kendisini olgusallıktan alan bir meşruiyet zemini değil, iktidar kaygılarının dışa vurulduğu bir maskedir (Fuller, 2018, s. 4). Bundan mütevellit post-truth’ta meşruiyet, söylenen sözün olgusal hakikat değerinde ya da teknik bilgiye referansında değil, söyleyen kişinin popülerliği, iktidarı, sahiciliği ve kişiliğinde aranır. Değerlerin ve sınırların ayırt edici çizgilerinin muğlaklaştığı, dijitalleşen, sosyal medya etkisine giren ve küreselleşen77 bir dünyada tutkulu bir narsisizm, kendisini anlam arayışının tek çıkış yolu olarak da sunabilir (Wilber, 2017, s. 7). İzolasyonun

77 Han, bu tartışmayla alakalı sayılabilecek bir şekilde küreselleşmeyi tıbbi terimlerle ifade etmeye çalışır.

Bu çerçeveye göre küreselleşme, bağışıklık paradigmasının mantığına riayet etmez. Bağışıklık paradigmasında dışsal bir ötekinin tetiklediği içsel bir tepki karakteristiktir. Burada açıkça çizilmiş sınırlar ve içerisi-dışarısı ayrımı mevcuttur. Tıpkı Soğuk Savaş dönemini andıran net bir topoloji, bağışıklık paradigmasının yansıması olabilir: Hudutlar, eşikler ve duvarlar immünolojik perspektifin izdüşümü olarak ayrışmaların berraklığına emaredir. Küreselleşmenin beslendiği hibritleşmede ise belirsizlik ve düzensizlik hâli egemendir. Küreselleşmede kesin bir içerisi-dışarısı ayrımı yoktur ve böylelikle sınırları çizmek yerine aşındıran bir momentum söz konusudur. Örneğin güncel dünyanın en önemli problemlerinden biri olarak mülteciler, klasik anlamda bir öteki ya da dışsal tehdit değil; sistemin işleyişine içkin unsurlardır (Han, 2015, s. 1-3). Post-truth kamusallıkta doğru-yanlış, olgu-algı, olgu-kanı ve kamusal-özel gibi ayrımların içerisindeki sınırların tahrip edilmesi, dünya genelinde küreselleşmenin de üzerinde operasyonelleştiği hibrit paradigmayla ilintili addedilebilir. Ayrıca sağ popülizmin dışlayıcı kimlik siyaseti, hibritleşen oyun alanı içinde yer alıp bağışıklık paradigmasına benzeyen bir içerisi-dışarısı ayrımını yeniden yaratmaya uğraşan bir reaksiyon olarak değerlendirilebilir.

148

belirginleştiği post-truth kamusallıkta bireysel78 ya da grup aidiyeti temelli güç gösterileri, yalıtılmışlığı anlamak ve hatta çözme yönünde adımlar atmak için ihtiyaç duyulan doneleri sağlar (Kirkpatrick, 2017, s. 330-331). Nihayetinde oldukça parçalı ve kopuk bir kamusal uzam hasıl olur.

Öznelerarası düzlemde kurulabilen anlam (Schutz, 1967, s. 32), narsisizmin de tesiriyle ortaklaşa oluşturulamazken bunun yerini bireyin subjektif devinimleriyle dâhil olduğu anlam üretebilme çabaları alır; ancak tanım gereği öznelerarası olan anlamın öznel deneyimlerden türetilebilmesi olanaklı değildir. Böylelikle bir kısır döngü açığa çıkar:

Anlamı öznel düzlemdeki edimlerde konumlandırmaya çalıştıkça ortaya herhangi bir müspet sonuç çıkmayacak, anlam ihtiyacı belirginleşecek ancak bu ihtiyacı gidermek için başvurulabilecek öznelerarası uzam hasar gördüğünden yine öznel deneyimlere yaslanılarak bir anlamlılık hissi edinilmeye gayret edilecektir. Bu yönüyle post-truth kamusallık açık bir anlam noksanlığından beslenmektedir.

Son olarak sosyal medya şirketlerinin iş modelleri de algoritmalar aracılığıyla bireylerin dünyayla ve olgularla ilişkisini artan derecede kişiselleştirerek hem herkesin dünyayı görme ve gerçekliği algılayış formunu hem de farklı görüşler arası çizgileri keskinleştirmekte, böylelikle yine narsisizme cevaz verecek bir ayrışmanın tohumları atılmaktadır. Algoritmalar ayrıca öznelerarası olarak tanınmış otoritelerce sunulan bilgileri ve paylaşımları değil; hangi içeriklerin farklı grup ve kişilere daha çok hitap edebileceği ve onların etkileşimini artırabileceği üzerinden bir optimizasyon yaparak, kamusal erişime sokulacak içeriklerin kıstasını kalite ve doğrulukla değil, etkileyicilikle

78 Nancy Fraser’ın kamusallığa ilişkin yürüttüğü tartışma çerçevesinden bakıldığında, post-truth’un barındırdığı kamusallık anlayışının cumhuriyetçi ve ortak veya kamusal “şey” odaklı bir kamudan ziyade bireylerin tercihleri, deneyimleri ve kimlikleri üzerinden işlerlik kazanan liberal-bireyci kamusallığa yakın durduğu söylenebilir (Fraser, 1990, s. 72). Post-truth’ta ortaklıkların kişisellik lehine geri plana atılması ve deneyimlerin öznelerarası uzamdan öznel zemine çekilmesi, Fraser’ın liberal-bireyci kamusallık nosyonuyla örtüşür.

149

çizer. Post-truth kamusallık, tam da bu noktada teknoloji şirketlerinin “kara kutusu”

tabiriyle nitelendirilebilecek olan algoritmalarca şekillendirilen bir hüviyeti haiz olarak diğer kamusallık biçimlerinden önemli bir yönüyle ayrışır.