• Sonuç bulunamadı

Politik Söylemin Uzağında

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 183-187)

A. Estetik Özerklik 169.

1. Politik Söylemin Uzağında

Đkinci Yeni tarzında, şiirden doğrudan çekilip alınabilecek bir politik söyleme

rastlamak imkânsızdır. Bu noktada Đkinci Yeni’nin yine Türkçe şiir geleneğinde “paradigma” dışı kaldığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle Nâzım Hikmet’in

şiirden sonra Türkiye’de sol edebiyatın beklentisi, şiirde belli bir dünya görüşünün

savunulması olmuştur. Ancak bu, yalnızca sol edebiyata özgü bir durum değildir. Millîyetçilik ve Kemalizm gibi politik projeler de, benzer bir söylem inşa etseler de, bunların ideolojisi doğallaştırılarak topluma mal edilmek istendiği için, sanki politika dışıymış gibi sunulmuş, politik şiir olarak daha çok sosyalist şairler ve bir oranda

Đslamcı şairler öne çıkarılmıştır. Ders kitaplarına alınmayarak “kanon” dışı bırakılan

bu şairler sürekli politik olmakla suçlanırken, iktidarın politik saymadığı şiirin sınırı da belirlenmiş olur. Örneğin Behçet Kemal Çağlar, şiirlerinde açıkça millîyetçi bir söylemi ortaya koymasına ya da Fazıl Hüsnü Dağlarca Kemalizmin ilkelerini şiirinde açıkça savunmasına rağmen hiçbir zaman politik olmakla suçlanmazken, Nâzım Hikmet, Attilâ Đlhan ya da Melih Cevdet Anday “ideolojik” şiir yazmakla

suçlanmıştır (Kaplan, 1997: 151, 263, 389). Đkinci Yeni ise ne Nâzım Hikmet gibi “toplumcu” ne de politik kabul edilmeyen bir şiiri yazmış, aksine ikisinin de uzağında kalarak, politik söylem beklentisinin karşısında duran estetik özerkliğe sahip çıkmıştır. Her ne kadar Đkinci Yeni şairleri, sol dünya görüşünü sahiplenseler de, bu, onların şiirinden doğrudan çekip alınabilecek bir öz nedeniyle değil,

şiirlerinden bağımsız olarak yazıları ya da kişilikleri yoluyla bilinen bir durumdur.

Đkinci Yeni tarzının politik söylemin uzağında kalması, şiirden doğrudan

çekilip alınacak politik bir “öz” bekleyenlerin eleştirisine uğramıştır. Özellikle Asım Bezirci, sosyalist eleştirmenlerin öncüsü konumuyla bu şiirdeki dünya görüşünün “sakat” yanına dikkat çekmiştir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, Bezirci’nin

eleştirileri, Đkinci Yeni’nin sosyalist dünya görüşüne karşıtlığı ya tarihsel materyalizme aykırılığı ekseninde değil, Türkiye modernleşmesinin belirlediği “halkın anlayacağı şiir” ekseninde şekillenmiştir.

Đkinci Yeni tarzı, yalnızca yazılan şiirle değil, bu şiiri savunan yazılar yoluyla

da politika dışı sayılmak istenmiştir. Đkinci Yeni şiirinin politik söylemden uzak şiir dilini meşru kılmak için ileri sürülen argümanların başında uzmanlaşma gelir. Đkinci Yeni’yi ilk günlerinde eleştirel olarak değerlendirmek noktasında bir hayli emek harcayan ve bu nedenle Đkinci Yeni’yi savunduğu gerekçesiyle eleştirilen Muzaffer

Đlhan Erdost (1997: 40), yazılarında şiirden artık politik bir söylemin

beklenemeyeceği, politika yapmak için şiirden daha elverişli araçların olduğunu ileri sürerek, yeni şiirin “bir dava şiiri olamayacağını” belirtir. Erdost’a göre, “Bugün değişen bir çağ karşısındayız. Düşünürü, aydını, bunaltan sorunların çözüm yollarını, ozan okur ile birlikte gazetelerde, dergilerde oku[maktadır]”. Bu nedenle de

“Atomun parçalanmasından, hele Sputnikten [uzaya yollanan ilk uydu] sonra, şiirin günümüz insanlığına yapacağı hizmette hâlâ bir kuran ışığı, bir incil ışığı

bekle[mek]” (66) şaşırtıcıdır. Erdost gibi Đlhan Berk de, uzmanlaşmaya vurgu yapar. Ancak Berk’in referansı Paul Valery’dir. Berk’e göre (1993: 95-96), “Đnsan gücünün belirli yollara ayrılmasını isteyen bir çağda, şiir artık öz konusunu bulabilecek, ortaya saf şiir haliyle çıkabilecektir”.

Muzaffer Đlhan Erdost ve Đlhan Berk, şiire bakışlarıyla Türkiye

modernleşmesine aykırı konumdadırlar. Şiirin toplumsal sorunlara çözüm sürecinde bir araç olması beklenirken, Đkinci Yeni’yi savununlar şiirin bu uğurda işe

yaramayacağını çünkü onun amacının farklı olduğunu belirtirler. Bu, açıkça estetik özerkliğin savunulmasıdır. Şiir, amacı kendinde olan (autotelic) ve başka bir şeye gerek duymadan kendisine yeten (self contained) özerk bir yapı olarak

kavranmaktadır. Muzaffer Đlhan Erdost’un ve Đlhan Berk’in, estetik özerkliğin savunmasına dönük bu düşüncelerini dile getirirken “dava şiiri”den söz etmeleri Türkiye’de şiirin o güne kadar nasıl düşünüldüğüne de işaret eder. “Dava şiiri” Türkiye açısından paradigmatiktir ve aşağıda ele alınacağı gibi, Đkinci Yeni sonrasında da aynı paradigma yeniden devreye girecektir.

Đkinci Yeni’nin politik söylemin dışında kalması ve edebîliği metinde

aramasının bir örneği de farklı dünya görüşüne sahip şairlerin aynı çatı altında toplanabilmesinde kendini gösterir. Đkinci Yeni tarzının öncülerinden biri olan Sezai Karakoç, Türkiye modernleşmesinde özellikle 1930 sonrası ötekileştirilen Đslamî dünya görüşüne sahip olmasına rağmen, Đkinci Yeni’nin diğer solcu şairleriyle aynı tarzda buluşmuştur. Böylesi bir buluşma, Türkiye’de ilk kez yaşanmaktadır.

Tanzimat’tan itibaren ortaya çıkan edebiyat/şiir hareketlerinde şairlerin benzer dünya görüşlerini paylaştığını ve şiirlerinin de bu ortak paylaşımdan derin izler taşıdığını görmek mümkündür. Örneğin Beş Hececiler olarak bilinen hecenin ilk kuşak şairleri, politik olarak benzer dünya görüşüne sahiptirler. Aslında Türkiye’de edebiyatçılar arasındaki politik ayrışma 1930’dan sonra başlamıştır. Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Peyami Safa 1930’ların başında yan yana yazabilirken, 1930’ların ortasından itibaren açık bir kamplaşmanın tarafı olmuşlardır. Kuşkusuz bu Türkiye’deki siyaset

kültürünün şekillenmesinden derin izler taşıyan bir durumdur. Đkinci Yeni ise, tüm bu kamplaşmaların dışında kalarak, edebiyat noktasındaki ortaklığı bir arada olmak için yeterli sayar. Sezai Karakoç’un Đkinci Yeni şairleri arasında sayılması, Türkiye’deki entelektüel tarihe aykırı bir durum olarak, Đkinci Yeni’nin estetik özerkliğe dayanan bir hareket olduğunun en açık kanıtlarından biridir.

Đkinci Yeni’nin politik söylemin uzağında, özerk bir şiir dili etrafında kurulan

darbesinin ardından, Anayasa’nın verdiği görece özgürlük ortamında sosyalist hareketin etkinlik kazanması edebiyata yansımış, politik söylemin metinden doğrudan çekilip alınacağı bir şiir yazılmaya başlanmıştır. Böyle bir şiirin, Đkinci Yeni’nin özerk şiir dilini eleştirmesi kaçınılmazdır. Bu eleştirilerde Đkinci Yeni, burjuva sanatı kabul edilmiş, bu şiirin özerk şiir dili de yine halkın anlayacağı edebiyat iddiasıyla “gerici” bulunmuştur. Özellikle 1970’li yıllarda yazılan şiire bakıldığında, şiirin büyük oranda politik fayda amacıyla yazıldığı, bu nedenle de ayrı bir şiir dilini değil, tersine “bildiri dili”nin tercih edildiği gözlemlenebilir. Đkinci Yeni

şairleri bu dönemde, özerk şiir dilinden tamamen vazgeçmemekle birlikte, şiirlerini

“açma”yı tercih etmişlerdir. Ancak, şiir dilini daha “anlaşılır” kılma amacı taşıyan bu yönelimde, Đkinci Yeni şairlerinin estetik beğenisinin izlerini sürmek, başka bir deyişle bu şiirin dönemin slogana kayan diline yaklaşmadığını, özerk şiri diline bağlı kalmaya devam ettiğini söylemek gerekir.

Đkinci Yeni, en başından beri, şiiri politik alanın dışında ayrı bir alan olarak

görmüştür. Başka bir deyişle şiir, kendi kuralları kendi içinde olan ve politik ya da ahlaki bir “anlatı”ya gerek duymadan da kendi değerini ortaya koyabilen bir yapı olarak anlaşılmıştır. Öyle ki, şiir yalnızca politika, ahlak, din vb. gibi “edebiyat dışı” sayılan alanlardan bağımsız olarak değil, başka sanatlardan da bağımsız bir alan olarak düşünülmüştür. Örneğin Ahmet Haşim, şiirde anlam aramanın gerek olmadığını ileri sürüp şiirin müziğe yakın bir “ara-dil” olduğunu söylerken, Đkinci Yeni şairleri böyle bir anolojiye gerek duymadan şiiri kendi içindeki yeterliliğine yani “kendisine yeten yapıt” anlayışına bağlı kalmışlardır. Đkinci Yeni’nin bu bağımsızlık ve kendine yeterlilik iddiasının, hem yazılarda hem de şiirlerde görülebileceği bir başka nokta da ahlak karşısındaki konumudur.

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 183-187)