• Sonuç bulunamadı

Politik Bilinçdışı

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 158-161)

A. Đkinci Yeni’nin Maddi Temelleri

1. Politik Bilinçdışı

Attilâ Đlhan, Đkinci Yeni’nin doğuşunu, kısmî liberal politikaları dolayısıyla Türkiye toplumuna köklü dönüşümler yaşatan 1950’li yılların siyasal iktidarı

Demokrat Parti’nin kültürel uygulamalarına bağlar. Đlhan, bu yorumu 1950’li yıllarda değil de, sonraki yıllarda geliştirmiş, Đkinci Yeni tarzı şiirlerin yazılmaya başladığı yıllarda bu şiiri biçimci ve soyut olmakla suçlamıştır. Đlhan’a göre (2001: 11), Đkinci Yeni içeriği “en ürkütücü şey say[makta]”, “sanatı toplumsal işlevinden çekip al[makta]”, “toplumsal gerçekçiliğe karşı açık tavır takın[maktadır]” ve bu yüzden Demokrat Parti’nin Amerikan taraftarı Soğuk Savaş politikaları, Attilâ Đlhan’ın dahil olduğu toplumcu şairlerin önünü kesmek için bu şiiri desteklemiştir.

Attila Đlhan’ın bu görüşleri, temelde, sosyalist şairlerin 1950’li yıllarda sıkça kovuşturmaya uğraması ve işkence dahil pek çok gayri insanı muamele görmesine, buna rağmen Đkinci Yeni şairlerinden hiçbirisinin bu türden bir olayla

karşılaşmamasına dayanır. Asım Bezirci’nin de yazılarında sıkça vurguladığı hapishaneye girmeme durumu, Đkinci Yeni şairlerinin dönemin iktidarı tarafından desteklendiğinin kanıtı olarak gösterilir. Oysa böyle bir destekten söz edebilmek için öncelikle dönemin iktidarının kültür politikalarını belirlemek ve politikalarda, söylendiği türden “biçimcilik”, “soyutluk” vb. gibi niteliklerin desteklendiğine dair kanıtlar bulmak ya da en azından politik bilinçdışı düzeyinde dönemin iktidarı ile

Đkinci Yeni tarzı arasında bir koşutluk kurabilmek gerekir. Bunun için önce şu sorudan başlanabilir: Demokrat Parti’nin kültür politikası nasıldı?

Orhan Koçak (2002: 370), Cumhuriyet’in 1920 ile1970 arasındaki kültür politikalarını ele aldığı yazıda, 1923 ile 1938 arasında kültür politikalarını “biraz basitleştirmek pahasına, din vurgusu kısmen kaldırılmış Ziya Gökalp”, 1938-1950 arasını ise genel olarak adlandırıldığı biçimiyle “ ‘hümanist kültür’ dönemi” olarak formüle eder. Koçak’a göre, bu “[i]lk evre daha çok bir tasfiye dönemi olarak görülürse eğer, ikincisinin göreli bir restorasyona sahne olduğu söylenebilir” (370). Cumhuriyet döneminin kültür politikalarını 1950’ye kadar böyle bir ayrıma tabi tutmak mümkünse de, 1950’den sonra bu açıklıkta bir kültür politikasını görmek mümkün değildir. “Daha sonraki yönetimlerin bu politikalara müdahalesi, ya

1950’lerde ve 1960’larda olduğu gibi “politikasızlık” (kendiliğinden oluşumlara göz yummak) ya da 1970’lerden sonra olduğu gibi eski formülleri yeni bileşimler içinde (“Türk-Đslâm sentezi”) sunmakla sınırlı kalacaktır” (370).

Tezin önceki bölümlerinde ele alındığı gibi, 1930’lu yıllarda Cumhuriyet’in ulusal bir kimlik inşa etmek (ya da ulusal bir anlatı oluşturmak) için belirgin kültür politikaları vardır. Dil üzerinden inşa edilen bu politikalar, şiirde hecenin

kullanılması ve dilde sadeleşme (yani halkın anlayacağı dil) ekseninde belirlenir. Bu konularda devletin açık desteklerini görmek mümkündür. Osmanlı kültürünün bir parçası sayılan “divan edebiyatı”nın müfredattan kaldırılması, Matbuat

Müdürlüğü’nün Hececi şairlerin ağırlıkta olduğu bir antoloji yayımlaması, ders kitaplarında Hececi şiirlerinin Türkçenin en güzel örneği olarak yer verilmesi, Halit Ziya gibi eski kuşak yazarların yapıtlarını sadeleştirmesi ya da sadeleştirmek zorunda kalması vd. bu dönemde iktidarın, nasıl bir edebiyat istediğine açık biçimde yön verdiğini gösteren birkaç örnek olarak anılabilir. Bu nedenle, bu dönemdeki kültür

politikalarının doğrudan yön verici bir nitelikte olduğunu söylemek yanlış olmaz. Oysa 1950’li yıllarda, bunun tam tersi bir anlayış geçerlidir. 1930’larda kültür politikalarına bakarak açıkça nasıl bir edebiyat istendiğini belirlemek olanaklı iken, aynı bakışla 1950’li yıllarda nasıl bir edebiyat istenmediğini belirlemek mümkündür. 1950’li yıllarda, kültür politikaları toplumsal inşada yer alması istenmeyen unsurların cezalandırılması yoluyla, başka bir deyişle “öteki”nin ortadan kaldırılmak istenmesi biçiminde belirir. Bu yıllarda sosyalist yazarlar cezaevlerine atılır, sosyalist içerik taşıdığı düşünülen yapıtlar toplatılır. Buna rağmen 1950’li yılların “liberal” iktidarının, 1930’lu yıllarda olduğu gibi açık biçimde işaret ettiği bir kültür politikası—daha özelde edebiyat programı—yoktur. Bir başka deyişle, Demokrat Parti nasıl bir edebiyat yapılmaması gerektiğine uygulamalarıyla işaret eder ancak bunun karşısında nasıl bir edebiyat kurulması gerektiğine dair bir politikası yoktur.

Đkinci Yeni şiirini, Demokrat Parti dönemi ile doğrudan ilişkilendirenler de, Đkinci

Yeni ile iktidar arasında doğrudan bir bağ olduğunu söylemek yerine iktidarın toplumcu yazarları cezalandırdığını ama Đkinci Yeni şairlerinin herhangi bir

kovuşturmaya uğramadığını söylerler. Gerçekten de, bu dönemde Đktidar, Đkinci Yeni

şairlerini “zararsız” saymış, onların hiçbir şiiri ya da kitabı, sosyalist gerçekçi

yazarların aksine, kovuşturmaya uğramamıştır. Ancak, iktidarın bu tutumunun o yıllarda “biçimcilik”, “soyutluk”, “halktan kopukluk” olarak yorumlanan Đkinci Yeni’nin özerklik talepleri ile doğrudan bağlantılı olduğu söylenemez. Tersine, iktidarın negatif yönde beliren—yani, olması istenmeyenin cezalandırılması— anlayışı da özerklik nosyonu etrafında değil, edebiyatın işlevselliği noktasında

şekillenir. Đktidar, edebiyata—özelde şiire—“anlam” açısından yaklaşmakta ve

anlamı “sakıncalı” olan şiirleri yasaklamaktadır. Başka bir deyişle, edebiyat, iktidarın uygulamaları açısından bakıldığında, Türkiye modernleşmesinin genel eğilimiyle

uyumlu olarak işlevsellik noktasında değerlendirilmektedir. Đkinci Yeni şiirinin ve

şairlerinin bu dönemde cezalandırma dışında kalmasının nedeni, onların özerklik

talebinin iktidar tarafından desteklenmesi değil, bu şiirin iktidarın ufku dışında kalmasıdır.

Đkinci Yeni’de bir olumsuzluk olarak sayılan ve politik olarak belirlendiği

söylenen biçimcilik, dünya politikasında da 1950’li yıllarda, sanatsal yaratıcılığın özgürlük talebiyle özdeş sayılmaktadır. Larry Shiner (2004: 398), bu durumu şöyle betimler:

1950’li yıllarda modernizm ve biçimcilik Soğuk Savaş ortamında beklenmedik bir rüzgar yakalıyorlardı. Hitler ve Nazilerin hatırasının hâlâ taze olduğu ve Stalin’in kültür bakanı Andrei Jdanov’un

‘biçimciliği’ bir kere daha açıkça kapitalist bir ‘dekadans’ alameti olarak itham ettiği bir ortamda modernizm ve biçimcilik totalitarizm karşıtlığının bayrağı haline geliyordu.

Dünyada durum bu olsa da, Türkiye’de “biçimcilik”in iktidar tarafından bir özgürlük talebi olarak desteklendiğini söylemek zordur. Çünkü, Đkinci Yeni şairleri biçimci ve modernist tarzı temsil eden bir anlayış olarak desteklenmemekte, yalnızca bu harekete karşı kayıtsız kalınmaktadır. Bu nedenle de Demokrat Parti ile Đkinci Yeni arasındaki ilişki açık bir destek olmaktan öte, modernist tarzın iktidarın ufku dışında kaldığını hesaba katarak, “politik bilinç dışı” açısından sorgulamaya açıktır.

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 158-161)