• Sonuç bulunamadı

Batılılaşma, Çağdaşlaşma, Modernleşme

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 52-55)

B. Türkiye’de Modernizm Tartışmaları

2. Batılılaşma, Çağdaşlaşma, Modernleşme

Türkiye modernleşmesi hakkında, hem edebiyat alanındaki, hem de siyasal ve sosyal alandaki çalışmalarda çoğu zaman modernleşme yerine “Batılılaşma” tercih edilir. Kuşkusuz “modernleşme”nin Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kullanılmaya başlamasından (Jameson, 2004: 13) dolayı, bu tarihten önce modernleşmenin kullanılmaması olağandır. “Modernleşme ile Batılılaşmanın 19. yüzyıl boyunca özdeş” (Göle, 2004: 59) sayılmasına rağmen, bu kullanım, sorunu Batı merkezli düşünmenin sonucunda modernleşmenin farklı modernlik deneyimlerini ortaya çıkardığını görmeyi engelleyebilir. Ancak eleştirel yazında “modernleşme”nin, Batılılaşma yerine geçmesinde dünyada yaşanan siyasal değişimler de etkili olmuştur. Özellikle 1950’dan sonra gelişen “modernleşme kuramı”, Batının ilerlemeci ve merkezî konumunu başka bir ad altında, modernleşme adıyla, bir anlamda yumuşatılmasının sonucudur (Altun, 2004: 3).

Murat Belge (2006: 411), Batılılaşma ve modernleşme arasında bir ayrıma ihtiyaç duyulmasını “yükümlülük kabul etme sıkıntısı” olarak değerlendirir: “Herhâlde insanlar bu ‘Batılılaşma’ çabasını sürdürürken bir yandan böyle bir yükümlülük kabul etmekten sıkıntı duyuyorlar ki, uzun süredir yapılan işe

‘modernleşme’ demek tercih edildi. Böylece ‘kelimeler’ düzeyinde, dünya habire Batı’ya şapka çıkarmaktan kurtuldu”. Belge, bu kullanımın “soyut” olduğunu da belirtir: “Şimdi, ‘modernleşme’ gibi, dünyanın herhangi bir somut bölgesinin adı olmayan görece soyut bir kavrama saygılarımızı sunuyoruz” (412). Belge de bu yazısında, “Doğu-Batı sorunsal”ının süreci anlamakta yarattığı sakıncalara dikkat çeker. Böyle bir sorunsalın, en başta modernleşmeyi Batılılaşma olarak almanın bir sonucu olduğu söylenebilir.

Bu sorunu çözmek için Nilüfer Göle (2004: 56), “Batı-dışı modernlik” kavramını geliştirirken süreci (modernleşme/Batılılaşma) ve durumu (modern/Batılı) adlandırmanın sorunu kavramayı ne oranda değiştirebileceğini saptar. Göle, Batı-dışı toplumların modernlik deneyimini anlamak için kuramsal düzeyde “çoğul

modernlik”, “alternatif modernlik” ve “yerel modernlik” kavramlarının

geliştirildiğini, ancak bu kavramların bazı sorunlarından dolayı yeni bir kavrama ihtiyaç duyulduğunu belirtir. Göle’nin önerdiği bu yeni kavram “Batı-dışı modernlik”tir. Batı-dışı modernlik, diğer kavramları dışlamak anlamına gelmez “hatta tersine Batı-dışı modernlik kavramını daha iyi anlamanın yolu diğer

kavramlarla ilişkilendirmek ve birbirine eklemlemektir” (59). Göle’ye göre, “Batı- dışı modernlik kavramı, Batı’yı merkezden kaydırarak modernlik üzerine Batı’nın kıyısından yeni bir okuma ve dil üretmeye çalışmaktır, yani yerel olguların analizinin evrensel bir dil kazandırabileceğine işaret etmektir […] [B]atı dışı toplumları ikinci el bir modernite anlatısıyla çözümlemek yerine, Batılı olmayan toplumları modernite sorununun merkezine taşı[maktır]” (59). Bu sayede “Batılı olmayan toplumların modernliği aktarma, resmetme, hatta yeniden besteleme biçimleri[ni]” (59), başka bir deyişle farklı modernlik deneyimlerinin özgünlüğünü ele almak olanaklı hale

gelebilir.

Nilüfer Göle, “Batı-dışı modernlik”in “kuramsal zemini”ni şu tezler üzerinden temellendirir: (1) “Batı-dışı toplumları modernliğin aynasında değil, modernliği Batı-dışı toplumların aynasında yeniden okuyabilmek” yani “Batı modelinin merkezden kaydırılması”; (2) ilerlemeci zaman anlayışından eşzamanlı modernlik anlayışına geçilmesi, başka bir deyişle “modernliğin ideolojik zaman anlayışının” kırılması; (3) eksik yerine ekstra modern olanın gözlemlenmesi, yani “Batı’nın arkasından, izlerinden yürüyen eksik modernlik perspektifi yerine, Batı’nın

güzergâhından farklı bir yol takip eden ve böylelikle kimi alanlarda ekstra modernlik geliştiren toplumların okunması” ve (4) geleneksel yerine geleneksizleşme. Özellikle dördüncü tez, Türkiye modernleşmesi ve onun inşa ettiği estetik kültürü anlamakta büyük öneme sahiptir. Göle, “gönüllü modernleşme projeleri” ile “sömürgeci modernleşme” arasında geleneğe bakışta farklılık olduğunu belirtir. Buna göre, gönüllü modernleşmenin yaşandığı toplumlarda, sömürgeci modernleşme yaşayan toplumlara nazaran “geçmişten ve gelenekten kopuş daha radikal olmaktadır” (65). Gönüllü modernleşme projelerinde, “Gelenekler modernliğe engel teşkil ettiği gerekçesiyle ya gözardı edilmiş, kendiliğinden yok olmuş ya da yasaklanmıştır […] Gelenekler, değişimin dinamik kaynakları olarak yeniden yorumlanıp modernliğin içerisine taşınamamış, bunun yerine dondurulmuş, folklorikleştirilmiş ya da

müzeleştirilmiştir” (65). Edebiyat bağlamında, Göle’nin saptamalarına “icat edilmiş” geleneği de eklemek gerekir. Tezin sonraki bölümünde ele alınacağı gibi, Osmanlı

şiiri, “divan edebiyatı” adı altında anakronik bir yolla olgusal gerçekliğinden

koparılarak icad edilmiş biçimde edebiyat kurumunun dışına itilmeye, hatta yasaklanmaya çalışılır.

Türkçe şiirdeki değişimin “Batılı” ya da “çağdaş” olarak adlandırıldığı zamanlarda yapılan çalışmaların genel niteliğiyle, özellikle son yıllarda modern/ist olarak adlandırıldığı çalışmaların niteliği karşılaştırıldığında arada önemli bir fark olduğunu görmek mümkündür. Değişimlere Batılı ya da çağdaş olarak bakan çalışmalar, çoğu zaman değişimleri yalnızca Batı şiirindeki akımlar açısından adlandırmayı yeterli sayarken, değişimleri modernizm açısından ele alan çalışmalar bir tarzı tanımlamaya ve bu tarzın yarattığı farklılığı saptamaya çalışırlar. Örneğin, soruna modernizm açısından bakmayan çalışmalarda Ahmet Haşim’in sembolist bir

Oysa Haşim’in sembolist olmasının onun şiirini nasıl farklı bir konuma yerleştirdiği ya da saf şiiri savunmasının ne anlam taşıdığı sorgulanmamıştır. Böyle bir bakış açısında, Batı şiiri belli bir evrim çizgisi geçirirken Türkçe şiir bu evrim çizgini takip eden bir taklit şiire dönüşür. Benzer biçimde Garip, sürrealist olarak tanımlanırken bu şiirin sürrealist olmasının tek gerekçesi, Batı’da böyle bir şiirin olmasıdır aslında. Dolayısıyla, Türkçe şiirin bütün özgün nitelikleri Batı şiirinin ipoteğine verilmiştir.

Đkinci Yeni bağlamında, sıkça dile getirilen bu şiirin bir akım olup olmadığının

sorgulanması da, bu şiirin Batıdaki hiçbir akıma bağlanamayan karmaşık niteliği karşısında eleştirinin düştüğü aczin ifadesi olarak görülebilir

Ebubekir Eroğlu’nun Türkçe şiirdeki değişimi modernizm ekseninde okumayı denediği Modern Türk Şiirinin Doğası’nda şiirsel değişimin nasıl

adlandırılacağının sorunu kavramayı nasıl etkileyeceğini vurgulaması, bu bağlamda, bir rastlantı değildir. Ebubekir Eroğlu (1993: 83), süreci adlandırmanın sorunu anlamakta yaratacağı farka şöyle dikkat çeker: “Geçen yüzyılın sonunda, şiirimizdeki modernleşmenin zorunlu olduğunu hissettiren bilinç, temel arzusunu ‘yenilenmek’, ‘modernleşmek’ gibi kavramlarla değil, ‘Avrupalı olmak’ kavramıyla belirtmeyi tercih etmiş idi. Amacı ortaya koyarken bu kavramlardan hangisinin tercih edildiği, gidiş tarzını ve gidilecek yolu belirleyici önemdedir”.

Belgede Türk şiirinde modernizm (sayfa 52-55)