• Sonuç bulunamadı

R .S. BLUCK

Platonik Form ların san ki onlar yalnızca tüm eller ya da tüm el­ lerden biraz daha fazla bir şeylermiş gibi ele alındığını görmek sıkça rastlanan bir durumdur: bu görüş başka bir yerde eleştirilmiş olmakla birlikle, konu Platon felsefesini inceleyen araştırm acılar için büyük bir önem taşıdığından, onu biraz daha ayrıntılı olarak ele almak ya­ rarlı bir am aca hizmet edebilecektir.

Burada üzerinde durduğum görüş S ir David Ross'un P lato n 'u n İd e a la r K u ram ı adlı kitabında örneklenen görüştür, "ldealar k u ­ ramının özü", der Ross, "kendilerine verilecek en iyi adın muhtemelen 'tümeller' olduğu bir entiteler sınıfının var olduğu olgusunun bilinçli olarak tanınm asınd a yatar."!» öyleyse, bu görüşte Formlar ya da ldealar kavram lardan biraz daha fazla bir şeydir, ve Platon da öncelikle bir m anükçı olarak görülür.!2’ Phaidon'daki bir pasajdan (74b-75b) söz ederken, Ross gerçekte "bunun (Şö len deki mistik bir nitelik taşıyan pasajdan ayrı olarak) kendilerini tikellerde gösteren tümeller olarak değil de, tikel şeylerin yalnızca yaklaştıkları idealler, standardlar ya da limitler olarak İdealarm bu yönünün vurgulandığı ilk pasaj olduğunu" söyler,131 ancak Ross Formların söz konusu iki yönünün birbirleriyle nasıl uzlaştırılacağım açıklam az ve genelde, yalnızca onların "içicin" Formlar olarak mı yoksa "aşkın" Formlar ola­ rak mı düşünülm ek durum unda olduklarını araştırarak. Formları tüm eller şeklinde ele alır. Ross'un kitabını değerlendiren ve eleştiren yazarlard an birin in de gösterdiği gib i.141 Ross "tüm ellerin var

M-R.S. Bluck tarafından yayımlanmış olan Plato’s Phaedo(Ncw York, 1955) adlı kitabın ekinde yer alan Platonic Forma: Are tbey Universal«? adlı maka­ lenin Türkçe çevirisidir.

(1J-S.225. Krş.. Paul Shorcy'nin Devlet'in Locb cdisyonunun ikinci cildine yazdığı önsöz.

İ2)-Krş., örneğin, s.226: "O bizim matematik tarafından ele alınanlar dışında kalan tümeller arasındaki zorunlu ilişkileri benzer bir biçimde algılaya- bitmcmlz olanağını düşündü... O Devlet te ldealar sisteminin bütün özünü h i­ potetik olmayan tek bir ilkeden çıkarsam aklan söz eder. Bu konuda 'o yanılıyordu; Aristoteles, yalnızca birbirleriyle belirli bir biçimde ilişkili olan iki öncülü birleştirmekle yeni sonuçlar çıkarsayabiliriz dediği zaman—kİ bu onun tasım kuramının özüdür— gerçeğe daha yakındı." Aynı sayfada Ross, Platonla Aristoteles arasındaki düşünce benzerliği karşısında, Aristoteles'in büyük bir önem verdiği, tümellerin tikellerden ayn olarak varolup varol­ madığı sorusunun önemsiz bir soru olduğunu söyler.

(3)-S.23-24.

(41-Richard Robinson, PhUosophical Review 61(1952), s. 115.

olduğuna, ve ldealar kuramının özü İtibariyle tümellerin var olduğuna ve onların doğalarının ne olduğuna işaret etm eklen meydana gel­ diğine inanın ancak Platon tümelleri tikellerden ayırdı ve onlara aşkın bir pozisyon verdi: bu bir yanlışlı." Bir başka eleşt irmen,*91 bu konuda­ ki "can alıcı sorunun Form lann içkin mi yoksa aşkın olarak mı görüldüğü sorusu olm ayıp... söz konusu iki sınıflan birine ya da diğerine ilişkin ifadeler kullandığı zaman. Platon'ıın düşündüğü entite- nin bir tümel olarak doğru bir biçimde adlandırılıp adlandırılmadığı sorusu olduğuna" işaret etm iştir: Ross'un kitabı üzerine yazılan bir başka tanıtma yazısında,*61 Profesör Tate, İyi Formunun, "o, (kendileri de fenomenal dünyaya aşkın olan) diğer Formlann varlıklarının kay­ nağı olan aşkın bir nesnel gerçeklik olduğu, ve dolayısıyla yalnızca bir soyutlamaya pek benzemediği için", mantıksal bir tümel olmadığı son­ ucuna vanr. Ben burada Profesör Tate'nin vardığı sonucu destekleyen ek bir iki değerlendirmede daha bulunacağım.

(1) Profesör W ebster ve ekibinin gerçekleştirdiği, düşünceyle dil arasındaki ilişkiyi konu alan bir araştırm anın*71 akışı içinde, a ra ş­

tırma dil ve düşünce arasındaki ilişkiden çok, cinssiz bir sıfatla bir­ likle arlikel kullanılm asına ilişkin bir araştırm a olup çıkmıştır. Tam gelişimi içinde, bu (a) bir sınıfın özel bir üyesini, (b) bir sınıfın herhan­ gi bir üyesini (ve dolayısıyla tüm üyelerini), ya da (c) bir sınıfın stan ­ dard bir üyesini (ve dolayısıyla hemen hemen, kendisi sayesinde onun sınıfın bir üyesi olduğu niteliği) gösterebilir. Şimdi Sokr;ıtes-öncesi zamanlarda töz ve ilinek arasında henüz bir ayrım yapılmış değildi; töz kategorisi, en azından felsefî bir öğreti olarak henüz tam an ­ lamıyla bilinç yüzeyine çıkmış değildi.^ Bu nedenle, tikel bir ifadenin bir özelliğe mi yoksa tanım lanan bir şeye mi referans yaptığı — örneğin to apeironla A naxim andros'un b aşlan gıçtak i m addenin sınırsız halini mi yoksa maddenin kendisini mi kastettiği— her zaman açık değildir. Ancak Homeros'un Euınaeus'u "ağacı kerestenin ka­ rasını kerestede bırakacak şekilde ikiye ayıran kişi"*91 diye tanım ­ larken. onun kerestenin siyah*101 olan söz konusu parçasını kerestede bırakm ak istem esini an latm ak istediği yerde, Sappho'nun "Eros Güneşin aydınlığına sahiptir"*nl dediği zaman, onu bizim Güneşin bir

(5)-D.J.Allan, Philosophical Quarterly, ii, 1952, s.370.

(6)-ClasicaI Review, N.S. 111, 1953, s.93.

(7)-Mem. Proc. Manchester Lit. Philos. Soc., cill 94(1952-3), no:3, s.23-24. (8J-W.K.C. Gulhric dc Kasim 1953'de Hellenic Society'dc yaptığı konuşmada (konu: "The Invention of Substance") aym Iczl öne sürmüştür. Krş., Greek Phi­

losophy,The Hub and the Spokes, s. 25. (9) Odyseus XIV, 12.

(10) Metnin de gösterdiği gibi, burada "siyahlık" anlamına gelen to melan diye bir şey söz konusu değildir.

"parçası" diye adlandırmamız gereken bir şeye değil de. Güneşin de sa ­ hip olduğu söz konusu parlaklık öğesine sahip olduğunu kastetm ek durum unda olm ası olgusunda ortaya çıkan bir başka güçlük daha vardır. Ancak Profesör W ebster'ln de İşaret ettiği gibi, bu dönemde "aydınlık" b ir n itelik değil an ca k b ir şeydi; bu gerçekten de kaçınılmazdı, çünkü herhangi bir nitelik kategorisi henüz icad edilme­ m işti, ve gerçekte varoluş türleri bakım ından b ir farklılık henüz düşünülm üş değildi.1121 Bu yüzden buradaki "aydınlık" Güneşte bulu­ nan ve Güneşin parlaklığından sorumlu olan, ve aynı zamanda kendisi de aydınlık(parlak) diye betimlenebilir olan bir "şey" olarak görülmüş olacaktı; o G üneşteki aydınlık olan şeydir. Güneşin aydınlıktan(töz) bir payı vardır, ve Eros'un da aydınlıktan kendi payı. Gerçekten de. Iıpkı "kerestenin siyahı"nın bir sınırın üyesi olması gibi, o genel olarak belli bir özeilliği paylaşan farklı şeylerden değil de, özü belli bir özellikten pay vermek olan "özdeş" şeylerden meydana geldiği için, farklı bir sın ıflan olsa bile, "Güneşin aydınlığı" da bir sınıfın bir üyesidir, öyleyse, artikel ve cinssiz sıfat bir nitelik ya da özelliğin tikel bir örneğine referans yapılarak kullanıldığı zaman, Yunanca ifadenin her zaman bir sınıfın üyesi olan ve kendisi de sınıfın adıyla tanım ­ lanabilen bir "şey"e atıf yaptığını söyleyebiliriz.

Referans genel bir referans olduğu zaman, aynı durum daha açık seçik bir biçimde ortaya çıkar, ve Yunanca ifade bizi bir sınıfın Stan­ dard üyesine götürür. Ben eğer ou kol areskei to therm on dersem, bıı "ben sıcağı sevmem" diye çevirilebilirdi: ancak bu tümce harfi har­ fine çevrildiğinde, onun gerçek anlam ı, kendisine "sıcak" sıfatının yüklenebildiği bir şeyin sıradan bir örneği olan, "sıcak olanı sevmem" şeklindedir. Yine burada da, tam ve dakik bir biçimde konu şu l­ duğunda. bir soyutlamaya değil de, her zaman bir "şey" ya da "şeyler 'e işaret eden somut bir ifade biçimiyle karşı karşıyayız; ve, artikele ve cinssiz sıfata sahip olduğumuz zaman, hep bir sınıfın (isler özel bir üye, ister herhangi bir üye ya da ister Standard bir üye olsun) bir üyesiyle ilgilendiğimiz için, daima kendisi sıfatın işaret ettiği niteliğe sahip olabilen bir şeye sahip oluruz.

Aynı ifade biçiminin Plaion'un ilk dönem yapıtlarında da benzer bir çağnşım a sahip olmasını bekleyebiliriz, ve Platon’un diyaloglarını konu alan dikkatli bir inceleme bu beklentinin haklı bir beklenti olduğunu ortaya koyar, örneğin Protagoras'ta, kendilerine sırasıyla

(12)-Krş., Parmcnides’in bir şeyin ya var olduğu ya da var olmadığı öğretisi.

"adil" ve "dindar" sıfatlarının yüklenebildiği "şeyler"! gösteren terimler olarak kullanılan soyut "dikaisune" ve "hosiotes" terimlerini bile bu- lıın ız :1131 ve Phaidon'da Sokrates'i "İyinin kendisi yanında güzel bir başka şey daha varsa..." derken görürflz.1’'’1 Ve yine Phaidon'da1’51 aşağı yukarı "Bir Eşitliğin var olduğunu söyleriz" anlam ına gelebilecek, neredeyse çevirilemez olan pham en pou ti einai ison ifadesiyle karşılaşıyoruz: bu ifade gerçekte, kendisine eşit adını verdiğimiz bir şeyin. "Eşit olan bir şeyin var olduğunu biliriz." anlam ına gelmelidir.1161 Bunu öyleyse, Platon'un örneğin to agathon'ıı, iyiliğin dünyadaki (gözle görülür) tüm örneklerinin hiç kuşkusuz prototipi olup, bir ka­ raktere sahip olan bir şey olarak gördüğü şeklinde yorumlayabiliriz. "Sıcaklık" gibi bir tümelin, bu tümelin gösterdiği (sıcak), ancak bir yan­ dan da ona yüklenen niteliğe sahip olamayacağım söylememiz gere­ kir: ancak Platon için, örneğin to kalonun kalon olduğunufgüzelin güzel olduğunu) söylemek, totolojik olsa da, hem olanaklı hem de doğru olmuş olacaktır.1’71 Platon'un Formlarını soyut terimlerimizle ya da tümellerimizle özdeşleştirmemek için, burada önemli bir nedene sahibiz.

(13)Protagoraa 330b-d (14) Phaidon 100c (15)-Phaidon 74a.

(16)-Krş.. Phaidon 102c(ekeino... mega on), vc 103c.

(17)-Sokrales'in bireysel örneklere referansla "dindar olan "dan vc bcnz.cri şeylerden söz ettiği zaman, onun bu cntitclcri. tıpkı Sappho'nun "Güneşin aydınlığı''m düşündüğü biçimde, "şeyler” olarak düşündüğünü kabul etmemiz gerekir; o tanımlama işiyle uğraştığı zaman, o sınıfın Standard üyesini, ya da belki, örneğin "dindar olan”ın kollektif olarak ele alınan, dünyada hernangi bir yerde bulunacak tüm örneklerini düşünüyor olmuş olacaktı. İ ler durumda. Platon gibi Sokrates de bu türden ifadeleri, şifalın işaret ettiği niteliğe sahip olmaya yetili tözler olarak gördüğü şeylere referansta bulunarak kullanmış olacaktır, şu farkla ki Sokrates için bu "şeyler" çoğu zaman kompleks şeyler ya da eylemlerde diğer şeylerle yakın bir ilişki içinde bu dünyada varolur, oysa Platon için gerçek "şeyler" bir başka yerde varolur.

Birçok karışıklığa gerçekte eidos sözcüğü neden olmuştur. Sokrates bir er­ demi tanımlamaya çatışırken, söz konusu erdeme ilişkin bir dizi örneği değil dc. söz konusu erdemin eidosunu istediğini söylediği zaman, o sınıfın Standard üyesinin "görünüş"ünü, bizim ona ilişkin izlenimimizi kastetmiş olacaktır. O bu eidosun kendisinin, definiendumun her bir tikel örneğiyle aynı biçimde bir "şey" olmasını pek varsaymış olamaz: varsaydıvsa da, bizim bildiğimiz ka­ darıyla, bu varsayımım temellendirmeyc kalkışfnamıştır. Burada, gerçekten dc, tümel"in modem anlamının çok yakınında bir yerdeyiz. Ancak Platon için, örneğin lüm adil eylemlerin eidosu to dikalon auto, yani bir sınıfın stan- aard üyesinin "görünüş"ü, hatla Standard üyenin kendisi değil ancak yetkin bir doğası olan tözsel bir gerçeklikti. Platon'un bu terimi kullanması sıkça rast İndiğimiz btr inancın, onun da tümellerle ilgilenmiş olduğu inancından büyük ölçüde sorumludur. (Clara Buchmann, Die Steltung des Menon in der

platonischen Philosophie adlı eserinde, bununla birlite, Sokratik eidosun bile manlıksa! bir kavram değil de, nesnel bir gerçeklik, bir öbeğin içkin özü olduğunu savunur.)

(2) Benim ikinci argümanım, bize fenomenler hakkında, Formlara uygun bir tarzda verilen bilgiye dayanır.

Sokrates'in sopaların sık sık bir insana eşit bir başkasına eşitsiz görünüp görünmediğini — onların kendi kendileriyle aynı nesneler olup olmadıklarım— sorduğu Phaidon 7 4 B y e atıfla bulunurken, Ross Platon'ıın muhtemelen "perspektifin etkisini düşünm ekte olduğunu” (ıs) söyler: benzer bir biçimde Devlet 4 8 7 a ’da da Ross, Platon’ıın tikel şeylerin hem güzel ve hem de çirkin, adil ve adaletsiz olabileceğini söylediğini kabul eder, ve bunu da "belli tipten bir eylem belli koşullar altında doğru iken, aynı genel tipten bir başka eylemin anorm al koşullarda yanlış olduğu" anlam ına gelecek şekilde yorumlar. (19! An­ cak Platon'ıın göstermek istediği nokta, duyusal nesnelerin gerçekte karşıt özelliklere sahip olabilmesi, ya da hatta karşıt özelliklere sahip oluyor görünmesi değil de, onların yetkinlik bakımından eksikli olma­ ları1201 ve dolayısıyla görünüşlere karşın, onların hiçbir biçimde açık seçik herhangi bir özelliğe sahip olduklarının söylenememesldir.

Du-(18) nkz., PUton'un İdealar Kuramı, s.23. Sokratcs Phaidon 74b'dc bu noktayı duyusal nesnelerle Formları birbirlerinden ayırmak İçin ortaya koyar. An­ cak Sokrates'in açık seçik olarak perspektif konusunu tartıştığı D evlet X.kitapta (598a ve devamı), perspektif, duyusal nesnelerdeki değil de, res­ samın duyusal nesneleri kavrayış ve kopya edişindeki bayağılığı ve ilkelliği göstermek için bir analoji olarak kullanılır, 599a-601b). Optik yanılsamalar, ruhun ölçme ya da ussal yetisinden daha aşağı olan bir parçasından kaynak­ lan! rlar(603b, d). Bu nedenle pasajlar arasında hiçbir benzerlik yoktur; ben perspektifi buradaki söz konusu ayrımdan sorumlu tutmak için hiçbir neden göremiyorum. Söz konusu olan nokta, bir şeyin aynı pespektiften görüldüğü zaman, bir bölümüyle duyu organlarımızın yetkin olmayışından, ve bir bölümüyle de fenomenlerin, bize Phaidon 74b'dc söylendiği gibi, sürekli ola­ rak değiştikleri için yetkinlik bakımından eksikli olmalarından dolayı, yine de kırklı insanlara farklı görüncbilmeleridir. (Platon fenomenlerden Devlet X. kitapta, yalnızca onta-gıgnomenta(gcrçcklcn var olanlar— oluş içinde olan­ lar) ayrımı burada gündeme gelmediği için, "varlık" olarak söz eder.)

"Murphy (The Interpretation of Plato's Republic, s. 11 l'dcki dipnot) to men vc to de yi, sanki Sokratcs duyunun nesnelerini "farklı ilişkilerde karşıt yüklemlere sahip olan"—bir şeye eşit olup, bir başka şeye eşit olmayan— şeyler olarak aşağılıyormuş gibi, pnainetaila değil de isayla Dirlikte kullanır. Ancak bunu Profesör Ilackfortn'un Murphy'nin bu kitabına ilişkin tanıtma yazısıyla (Classical Review, N.S.II, 1952, 159) karşılaştınnız. Ilııekforth bunu tanıtma yazısında şu soruyu sorar; "Herhangi bir iki şey —hatta auto to İsa bile— herşeye eşit olabilir mİ?"

(İ9)-S.38. Bunun anlamı Murphy'nin "farklı ilişkilerdeki karşıt yüklcmlcr"le İlgili, bundan önceki dipnotta sözü edilen görüşüyle aynı olacak, vc "eşit vc eşitsiz" olana uygulandığında aynı saçmalığa yol açacaktı. Ancak bu her du­ rumda, Platon'un duyusal dünyaya ilişkin görüşüne, bir başka deyişle onun Arlsloleles tarafından kaydedilen. Thea'etetus'la serimlenen, ve Devlet'in ken­ disindeki Bölünmüş Çizgi vc Mağara benzetmelerinde ima edtlen duyusal dünya görüşüne uymaz.

(20)-Phaidon 74d.

yusal nesneler "kaçınılm az olarak bir şekilde hem güzel ve hem de çirkin görünmek zorundadır. ...ancak bu şeylerden herhangi birinin onun kendisi olabildiğinin söylendiği şey her ne olursa olsun, onun mutlak bir biçimde bu şey olduğunu, onun bu şey olmadığından daha fazla söyleyebilir m lsin?",2,) Gerçekten de, tam ve dakik bir biçimde konuşulduğunda, duyusal nesnelerin herhangi bir gerçek ya da yetkin yüklem e sahip oluşu haklı olarak reddedilmiş olabilir. Platon'un şeylerin her yönden sürekli olarak değişiyor olması koşulu altında, onlara ilişkin olarak hiçbir şey söylenemeyeceğini gösterdiği T heae- te tu s'ta n da söz edebiliriz. Bu, Cornford,22) ve C hem lss'in.(23) yaptığı gibi Platon'un gignom ena ve on ta arasındaki ayrımını ortaya koyan bir şey olarak, ya da h alta Owen'ın12'’1 yaptığı gibi, Platon'un gene- sisin(oluşım ) o u s layı (varlığı) dışta bıraktığı biçimindeki eski inan­ cını bir reductio ad absurdumla çürüten bir şey olarak alınsın. Pla­ ton'un söz konusu öğretiyi eski zamanlardan başlayarak öne sürm üş olduğu, ve bu öğretinin fenomenlere "gerçek" bir yüklemin verilmeme­ sini içerdiği açıktır. Platon hangi zamanda olursa olsun, bunu farket- memiş olamaz.

Böyle bir yorum. Platon un, kendisine göre fenomenlerin hiçbir kimliğe sahip olamadığı bir öğreti olan Herakleitosçu duyu dünyası görüşünü kabul etm iş olduğu bilgisini elde etliğimiz. Aristoteles'in

M etafizik A’dakl anlatım ına da uygundur. Bu yorum, Aristoteles'in

Metafizik ! üzerine yazdığı yorumda, Formlann varoluşu için getirilen

akademik bir argümanı açıklarken. Alexander'ın söylediği şeylerle de —fenomenal nesnelerin sürekli olarak değişlikleri, ve fenomenal n es­ nelerden oluşan hiçbir çiftin hiçbir zaman tam anlam ıyla(ya da "gerçekten") eşit olmadıklan h u su su y la-1251 uygunluk içindedir. Ancak bu konudaki esas ve gerçekte kesin sonuçlu değerlendirme, fenomen­ lerin Form ların yetkinliği karşısında "eksikli olm aları" hakkında

P haidon 74b'de söylenen şeylerdir. Bu notlan izleyen pasajdan, fe­

nomenal nesnelerdeki eksikliliğin ya da yetkinsizliğin fenomenlerin değişkenliğinden —"onların kendi kendileriyle ya da bir başkasıyla aynı ilişki İçinde olduklannı görmek pek olanaklı değildir"1261— ve sürekli olarak değiştikleri için, onların bilinem eyecekleri ya da özdeşlik savında olam ayacakları olgusundan1271 doğduğu sonucunu

(21)-Deviet 478a.

(22)-Plato's Theory of Knowledge, s. 101.

(23)-Aristotle's Criticism of Plato and the Academy, s.218, n. 129. (24)-Classical Quarterly, N.S.II1, 1953, s.85-6.

(25)-Alexander, 82, II, yayımlayan liayduek (Commentaria in Aristotelem

Graeca, cilt, 1)

(26)-Phaidon 78c. (27)-Phaidon 78c-79d.

çıkarsayabillrlz. O nlann, gerçekten de sabit ya da belirli bir doğaları yoktur. Platon'un daha sonra Y ed in ci M ektup'ta da gösterdiği gibi, adlar, tanım lar, fiziksel nesneler ve onlara ilişkin sözde-bilgimiz "duyular tarafından çürütülebilir."1281

Fenom enlerin eksiklilik ya da kusurlarıyla ilgili İfadelerin doğru yorumu buysa, fenom enlerle Form lar arasındaki İlişki doğru bir biçim de tikellerle tüm eller arasındaki ilişki olarak tanım lanam az. Herşeyden önce, tümellerle tikeller arasındaki İlişki her ne olursa ol­ sun. bir ilkelin herhangi b ir anlam içinde nasıl olup dâ, sınıf-tipini tem sil eden tümel karşısında "eksikli olduğu"nıın söylenebileceğini görmek güçtür. İkinci olarak, tikellerin ilgili tümellerin gerçek anları ya da örnekleri oldııkJan genel olarak kabul edilir: ancak fenomenler

(en azından T h e a e te tu s ve S o fU t’e dek), tam ve dakik bir biçimde konuşulduğunda, hiçbir şekilde doğru ya da gerçek değildirler.

Benim su n m u ş olduğum bu iki argüm an. Profesör T a te’nin görüşünde içerilen, ve bizim yukarıda a tıf yaptığımız çok önemli argümana, yani İyi Formunun "(kendileri de fenomenal dünyaya aşkın olan) diğer Form lan n varlığının kaynağı olan aşk ın bir nesn el gerçeklik olduğu, ve dolayısıyla yalnızca bir soyutlamaya pek benze­ mediği" tezine eklenmelidir. Gerçekten de tüm Form lar aşkın nesnel gerçekliklerdir, ve bu durum onlara mantıksal bir anlam kadar onlolo- jik bir anlam da vermelidir; onlar, duyusal dünyadaki nesnelerin ve ey­

lemlerin anlam ından ve belli bir derecedeki varlığından sorumlu ol­ dukları için, aynı zamanda birer "neden "dirler de—İd bu da onlara aynı zamanda metafızlksel bir anlam vermek durumundadır.

Bütün bu değerlendirmeler bize, Platon’un k h o rista eid esin ln (ayrılmış Formlarının) gerçek doğasını belirleme yönünde yardım ede­ cek ipuçları sağlar. (A) Formlar (metafizlksel "nedenler" olma kapasi­ teleri içinde), kendi adlarını taşıyan nesn elerin ve eylem lerin dünyasındaki görünüşten sorumlu gerçek "şeyler' dir. En önemli Form, herşeyin en yüksek "neden"i, teleolojik bir sistemin telo sıı olan İyi for­ mudur. (B) Bir doğaya sahip olan "şeyler" oldukları için. Formlar bir­ kaç bakımdan biricik olmakla birlikte, kendilerine de yüklenen bu ad­ lara sahip olabilirler: gerçekte var olan lek yetkin ve tek "gerçek" şeyler oldukları için, yalnızca Formlar bu şekilde adlandırılmaya (yani, ken­ dilerini gösteren adlarla adlandırılmaya^ hak kazanırlar. (C) Duyusal fenomenlerin sürekli olarak değiştikleri, ve (a) güvenilmez olan duyu­ lar aracılığıyla, ve (b) b aşka şeylerde varolan şeyler (en a llo is on

(28) -Yedinci Mektup, 343c

allo),29) olarak algılanmak durumunda oldukları yerde, bir Form (a) kendi işlevini yerine getirmesi engellenmediği zaman, yanılmaz olan zihin tarafından, ve (b) bir karışımdan damıtılmış su gibi, bütünüyle kendi basına kendi saflığı İçinde kavranabilir. (3°*

Burada —sırasıyla (A), (B) ve (C)’de— Formların melaflziksel, ontol- ojik ve episiemolojik yönleriyle karşı karşıya bulunmaktayız; ve Form­ lar bu üç yönden her biri altında, en azından maniığın bakış açısı