• Sonuç bulunamadı

R.C. CROSS ve A.D. WOOZLEY

Filozofla filozof olmayan bir kimseyi birbirinden ayırmak için Pla­ ton bilgiyle inanç arasında bir aynm yapar ve bunıı yaparken de, o bir yandan iki farklı zihin halini, ve diğer yandan da bu farklı zihin halle­

rine karşılık gelen iki farklı nesne öbeğini birbirinden ayırır. Filozofun zihinsel hali bilgidir ve bilgisinin nesneleri Güzelliğin kendisi. Adale­ tin kendisi, v.b.g.dir(yani Formlardır); filozof olmayan sıradan bir kim­ senin zihin hali İse inançtır ve onun lnanrınm nesneleri de birçok ti­ kel şey. güzel şeyler, adil eylemler, v.b.g.dir. Şimdi kendimize bilgi ve inanç arasında bir ayrımın varolup olmadığını, ve bilgiyle inanç arasında bir ayrım gerçekten de varsa. Platon'un bu ayrımı ortaya koyuş biçiminin doyurucu olup olmadığını sormalıyız.

(1) B ilg i İn a n ç A yrım ının K en d isi. "Filanı biliyorum," demek "Filana inanıyorum "dan m an tıksal olarak farklı olan b ir şey söylemektir. "İkiyle İkinin dört ettiğini biliyorum" dersem, "biliyorum" derken, ben kendimi bildiğim şeyin doğru olduğunu, bildiğim konuda yanlışa düşmeyeceğimi, yani ikiyle ikinin toplamının dörtten başka bir şey olmayacağını öne sürmekle bağlıyorum, demektir. Daha genel bir biçimde söylendiğinde, (p'nin herhangi bir önerme olduğu yerde) "pyi biliyorum" dersem, "pyi biliyorum" ifadesi "p doğrudur'ıı gerektirir. Buradan p'nin gerçekten de doğru olduğu sonucunun çıkmadığına dik­ kat etmekte yarar vardır. P'yi bildiğimi öne sürerken yanılmış ve buna uygun olarak kendimi p'nin doğru olduğunu savlamakla bağlamış ola­ bilirim. B u n u n la birlikte, ben söz konusu olduğum sürece, p hala doğrudur ve "bilmek" sözcüğünü kullanm akla ben kendimi p'nin doğruluğuyla bağlam ışım dır. P'nin gerçekle yanlış olduğu ortaya çıkarsa, benim bilgi savım yanlıştır. Şimdi bunu, örneğin "İngiltere B a şb ak an ın ın geçen H aziranda B irle şik D evletler B aşk an ıy la görüştüğüne inanıyorum" dediğim zam an, bu tümcede kullanılan "inanma" sözcüğüyle karşı karşıya getiriniz. "İnanm ak" fiilini kul­ lanırken. kendimi böyle bir görüşme hakkında yanlışa düşmeyeceğimi öne sürmekle bağlamıyorum. Görüşmeyle ilgili olarak elimde birtakım veriler var. Görüşme hakkında basında çıkan yazılan okuduğumu ya da radyodan bazı şeyler işittiğimi anımsıyor görünüyor ve dolayısıyla böyle b ir görüşm enin gerçekleştiğine inanıyorum : an cak yanıla- bileceğim i. p 'n in y an lış olabileceğini k ab u l etm eye hazırım :

(*)-Adlan geçen yazarların Plato'» Republic: A Philosophical Commentary (Londra: MacMillan and Co.. 1964) adlı kitaplarının «.bölümünün Türkçe Çevirisidir.

inançlarımın gücünün değişebildiğin! kaydetmekle yarar vardır. Bu görüşme hakkında The Tim es gazetesindeki bir yazıyı okuduğumu ve televizyonda görüşmeyi belgeleyen resim ler gördüğümü ve görü ş­ melerle ilgili referanslara dikkat ettiğimi açık seçik olarak anım ­ sadığım için, böyle bir görüşmenin varolduğuna büyük bir güçle ina­ nabilirim ya da bu tarihte ülke dışında bulunduğum, ancak yabancı bir gazetede görüşme hakkında bir şeyler okuduğumu anım sar görün­ düğüm için, böyle bir görüşmenin gerçekleştiğine yalnızca inanabili­ rim. Birinci örnekle inancım için iyi ve sağlam verilere sahibim ve ona büyük bir güçle inanıyorum, oysa ikinci örnekte elimde pek sağlam ve­ riler yoktur ve ona daha az güçle inanıyorum; ancak her iki örnekte de, farklı derecelerde bile olsa, yanlış olabileceğim i kabul etmeye hazırım. Şimdi bunu "bilme" filinin kullanılış biçimiyle karşılaştırın. "Başbakanın geçen haziranda Birleşik Devletler Başkanıyla görüştü­ ğünü biliyorum" dersem, yanlış olabilmem, p'nin yanlış olup çıka­ bilmesi olanağını dışta bırakıyorum demektir. Gerçekten de. daha sonra Başbakan ve Başkanın söz konusu tarihte kendi ülkelerinde ol­ dukları. ve görüşemedlkleri gösterilirse, benim bilgi savımın yanlış olduğu görülür ve onların görüşm üş olduklarını bildiğim ifadesini bütünüyle geri almak durumunda kalırım. Bununla birlikte, bu konuda başlangıçta söylediğim herşey onların görüşm üş olduklarına inan­ dığım ifadesiyle sın ırlı kaldığında, benim B aşb akan ın B aşk an la görüşmüş olduğuna inandığımı ortaya koyan ifadeyi geri almaya hiç gerek yoktur. Söz konusu olan inancım ın yanlış olduğunun gös­ terilmesidir. P'ye, sonuçta ortaya çıktığı gibi, yanlış bir biçimde inan­ dım. Bu durum şu şekilde ortaya konabilir. Birinci örnekte, konunun tümü ele alındığında, "şu halde, o pyi yanlış bir biçimde biliyordu" di­ yemeyeceğiz. Burada söylememiz gereken şey şudur: "Şu halde o herşey bir yana bilmiyordu", yani yanlış bir bilgi savında bulunmuştur. Bununla birlikte, ikinci örnekte "şu halde o p ’ye yanlış bir biçimde inanıyordu", "onun p'yle ilgili inancı yanlıştı" diyoruz ve "şu halde o herşey bir yana inanmıyordu" diyemeyeceğiz. Yine, yukarıda söy­ lediğimiz gibi, derere fikri bir inançla anlamlı olurken - ç o k güçlü bir inanç, bir inanç ve güçsüz bir inançtan ("yanlış olabilmem olasılı ol­ makla birlikte, böyle bir görüşmenin gerçekleştiğine inanıyorum") söz edilirken— o bilgi söz konusu olduğunda anlamlı olmaktan uzaktır: Bir başka deyişle, "o ...yı çok büyük bir güçle ya da kendinden emin olarak biliyor", "o ...yı güçsüz bir biçimde ya da kendinden emin olmadan bi­ liyor" diyemeyiz. Bilgi söz konusu olduğunda bir şeyi ya bilirsiniz ya da bilmezsiniz ve bu ikisi arasında bir derecelenme söz konusu değildir.

Bu kısa değerlendirmelerden bile, "bilmek" fitliyle "inanmak" fiili arasında mantıksal farklılıklar bulunduğu, ya da konuyu daha bilinen bir biçimde ortaya koyacak olursak, bilgiyle inanç arasında bir ayrım bulunduğu, ve Platon un da bilgi ve inanç arasında bir ayrım yaptığı, ve

"bilmek" fiili güçlü bir sözcük olduğundan— Platon'un ifadesiyle(Dev- le t 477d) "Bilgi tüm yetilerin en güçlüsüdür"— bilgiyle inanç arasın ­ daki ayrımın önemli bir ayrım olduğu sonu çlan açık seçik olarak çıkar.

(2) Platon'un ayrım ı ortaya koyuşu. Bilgiyle inancı birbirinden

ayırmak gerçekten de önemli olduğuna göre, şimdi Platon'un bu aynmı ortaya koyuş biçiminin doyurucu olup olmadığını ele almalıyız. Daha önce de işaret etmiş olduğumuz gibi, o iki yönlü bir aynm yapar:(a) İki zihinsel hal, bilgi ve inanç arasındaki bir aynm, ve (b) bir yanda Form­ lar, diğer yanda ise, birçok tikel şey olmak üzere, bu iki zihinsel hale karşılık gelen, iki nesne sınıfı arasındaki aynm. (a) ve (b)'yl ayn ayn incelemek kanımızca yararlı olacaktır.

(a) Zihin halleri olarak bilgi ve inanç arasındaki ay n m . P la­

ton'un Devlet 4 7 7 c ‘deki önemli pasajda bilgi ve inancı güçler ya da ye­ tiler olarak tanımladığı, an cak başka yerlerde onun bilgi ve inancı daha çok, ayn ayn yetilerin kullmanılması sonucunda ortaya çıkan, söz konusu yetilere özgü zihinsel haller(pathem ata en te psykhe) diye adlandırdığı anım sanacaktır. Buradaki am açlanm ız açısından bilgi ve inancı, öyleyse, zihin halleri olarak görebiliriz; Platon Devlet 4 7 7 e ’de onların, bilginin yanılmaz olması, yanlışa düşmemesi, buna karşın inancın yanılabilir olması, yanlışlar yapabilmesi bakımından, birbirlerinden ayınlm ası gerektiğine işaret eder. Buradaki metinde Platon'un zihin halleri olarak bilgi ve inanç arasındaki aynm üzerinde söylemek durumunda kaldığı herşey bundan ibarettir ve pasajın geri kalan bölümü bu iki farklı hale karşılık gelen iki farklı nesne sınıfı arasındaki, yukarıda (b)'de yer alan, ayrımın geliştirilmesine tahsis edilmiştir. Platon'un şimdi burada Devlet te olduğu gibi, bilgi ve inanç arasındaki aynm dan raslantısal olarak bilgi ve inancın nesneleri arasındaki bir farklılığa doğru gittiği Tim aeus 51c'de o ussal anlayış ya da bilgi ve doğru inancın birbirlerinden, birinin eğitimle yaratıldığı yerde, İkincinin ikna tarafından yaratılmasıyla ayrıldığını söyler, bilgi her zaman kendisine ilişkin olarak doğru bir açıklam a verebilir, oysa doğru inanç hiçbir zaman bir açıklama veremez; öte yandan bilgi ikna tarafından sarsılam az, buna karşın doğru in an ç iknaya yenik düşebilir. Bu farklılıklar diyaloglarda b aşk a yerlerden seçilecek örneklerle de ortaya konabilir; Bilginin "açıklam a getirebilme", "tanım verebilme" özelliği, örneğin Platon'un bilgiyi doğru inançtan, İkincisi­ nin "anlayış'tan yoksun olması, yani Tim aeus'un diliyle, kendisine İlişkin olarak bir açıklam a getirememesi temeli üzerinde ayırdığı,

D«vlet'in daha sonraki bir bölümde, 506c'de gösterilir. Benzer bir

biçimde, M enon 98a'd a da doğru inançların, biri onları “nedenler üzerinde düşünme'yie bir yere bağlayıncaya dek, bir insanın zihnin­ den uçup gitmeye uygun bir yapıda olduğu ve dolayısıyla pek büyük bir

değer taşım adığı söylenir. Doğru İnan çlar bu şekilde b ir yere bağlandıklarında bilgi haline gelirler ve sabit kalırlar. Platon'un an ­ latm ak İster göründüğü şey. bir p önermesinin niçin doğru olduğunu bilmedikçe, söz konusu p önermesini bilmediğimiz, an cak yalnızca doğrtı bir inanca sahip oldnğumıızdur; ve Menon'daki pasajda, bunla­ ra bir de doğru inancın sabit olmayıp değişmeye uygun bir yapıda ol­ duğu eklenir. Öyleyse, Comford ve Lee Devlet 506c'dekl pasaja ilişkin çevirilerinde, Lee Platon'u "doğru ancak düşüncesiz bir sam "dan söz eden biri olarak gösterdiği, ve Comford da doğru inançla ilgili bir ifa­ deyi "aklın işe karışmadığı doğru bir inanç" olarak çevirdiği, ve do­ layısıyla her ikisi de doğru bir inançta saçm a ve budalaca bir şeyler bulunduğunu öneren çeviriler ortaya koydukları için, bir şekilde yanıltıcı olm uşlardır. İnanç, söz konusu sözcüğün normal anlamı içinde, inanç sahibi "anlayış"a sahip olmadıkça, yani inancının niçin doğru olduğunu kavrayamadıkça, ona ilişkin olarak bir açıklam a geti­ remedikçe, yalnızca bir inanç olarak kalır. Yine Iknanın inançlar üzerindeki etkisi, bilginin, bir jürinin, bir konuya ilişkin olarak bilgiye sahip olmamakla birlikte, yine de konu hakkında doğru bir inanç oluşturm ak için doğrulukla ikna edilebileceği temeli üzerinde, doğru inançtan ayırt edildiği Theaetetus 201'de ortaya konur. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, Platon zihin halleri olarak bilgi ve inancın birbirlerinden. (1) (şimdi üzerinde durduğumuz Devlet 477e'deki pa­ sajda) bilginin yanlışa açık olmadığı yerde, inancın yanlışa açık ol­ ması, ve (diğer yerlerde) (2) bilgi İknadan etkilenmezken, inancın ikna tarafından yaratılm ası ve değiştirilm esi, ve (3) bilgi söz konusu olduğunda bir önermenin niçin doğru olduğunu bilirken, inançta bir inancın niçin doğru olduğunu bilmememiz bakım ından ayrıldığını söylemektedir. Onunla uyuşmayacağımız kimi noktalar, hiç kuşkusuz, söz konusu olabilir. Örneğin onun yaklaşımının fazlasıyla psikolojik bir yaklaşım olduğu —kişi bilgiyi inançtan ayırmak isterse, onun farklı zihinsel halleri birbirinden ayırmaya çalışm ak yerine, daha çok "bilmek" ve "inanmak" fiilleri kullanılırken söz konusu olan m antıksal farklılıkları düşünm esi gerekliği - söylenebilirdi. B ununla birlikte, buradaki am açlarım ız dikkate alındığında. Platon'un dile getirdiği noktalar makul şeylerdir, özellikle de Devlet teki pasajda ortaya ko­ nan, ve bizim burada çok doğrudan bir biçimde ilgilendiğimiz nokta, yani inancın y an lışa açık olabildiği yerde, bilginin yanlışı dışta bırakması, ve bilgiyle inancın birbirlerinden bu şekilde ayınlması hu susu, her ne kadar biz onu farklı bir,biçim de formüle etm ek istesek bile, kabul etmemiz gereken bir husustur. Öyleyse buraya dek, Pla­ ton'un bilgiyle inanç arasındaki ayrımı geliştirip ortaya koyuş biçi­ mine ciddi bir biçimde karşı çıkmamız için bir neden yoktur.

(b) Bilgi ve İnancın birbirlerinden n esn elerin e göre ay rıl­

aynm a geçtiğimizde, ciddi güçlükler, gem 1 anlamda felsefi önemi olan gü çlükler ortaya çıkm aya başlar, övlevse onlar üzerinde biraz ayrıntılı olarak durmak h er halükârda büvıik önem taşır. Bir başka y erd e,1" Platon'un D evlet 477d'deki larklı yetilerin birbirlerinder nesnelerindeki farklılığa göre ayırt edilmesi gerektiği biçimindeki il kesini tartışırken, farklı yetilerin gerçekte aynı nesnelere sahip olabi­ lir gibi göründüklerini, örneğin bir insanın daha önce ona ilişkin ola­ rak yalnızra doğru bir inanca sahip olmuş olduğu bir şeyi ya da nesneyi bilme durumuna gelebildiğini ya da yine Platon'un kendi dev­ letinde aynı konuda, yani devletin yönetimi ve refahı konusunda yö­ neticilerin bilgiye, buna karşın onların yardımcılarının doğru inanca sahip olmalarından söz edilebildiğini söyledik. Bunun yanında bura­ daki "nesne" sözcüğünün yanıltıcı bir basitlik izlenimi verdiğini de ka­ bul elm iştik ve bunun hakkında daha fazlaca bir şeyler söylemenin şimdi tam zamanıdır.

(1) "Bilm ek” sözcüğünü ele aldığımızda, sözcüğün iki şekilde kul­ lanıldığını görüyoruz, (a) "Bilmek" fiilini dilbilgisi açısından fiilin do­ laysız nesnesi olan bir isimle birlikte kullanabiliriz. "Bilmek" fiilini bu şekilde kullanırken bir kişiyi, ya da bir şeyi ya da bir yeri bilmekten söz edebiliriz —örneğin ben Jo n es'ıı. onun Sally Anne adlı yatını, yatını demirlediği limanı bilirim. Burada b ilm ey i"... ile tanışık olma" anlamında kullanıyoruz. Jon es'u sık sık gördüm ve onunla konuştum, yatına binip onunla geziye çıklım. "Bilmek" sözcüğünün bu kullanımı içinde, gündelik konuşmada şeyleri ya da nesneleri bilmekten anlamlı bir biçim de söz edebiliriz. Belli ölçüler içinde çok ayrıntılı olarak geliştirilen, bir şeyle doğrudan tanışıklık fikri birçok felsefi kuramda önemli bir yer tutar ve ona "tanışıklık yoluyla bilgi" adı verilmiştir. B u ­ radaki amaçlarımız yönünden büyük önem taşıyan bir husus, "bilmek" fiilinin şeyleri ya da nesneleri bilmekten söz edebilecek şeklide, onun fiilin dilbilgisi açısından dolaysız nesnesi olan bir isim ya da zamirle birlikte kullanılm asının, onun çok rastlan an bir kulanım biçimi olduğudur, (b) Bilm ek fiilinin bununla birlikte, yine çok bilinen bir başka kullanış biçimi daha vardır. Burada bir şeyi ya da bir nesneyi bilmekten değil de. dilbilgisi açısından temel tümceye eklenen bir yan tümceyi ya da cümleciği bilmekten söz ederiz: Örneğin, "Çin'in büyük bir ülke olduğunu...", "kuğuların göçmen kuşlar olduklannı...", "ışığın sa­ niyedeki hızının 186.000 feet olduğunu biliyorum" deriz. Bu durumda, örneğin birinci örnekle Çin'de hiç bulunm am ış, onunla doğrudan h içbir tanışıklığım olm am ış olabilir. A ncak coğrafya kitaplarını okuyarak, haritalara bakarak Çin'in büyük bir ülke olduğunu bilirim. Bu açık seçik olarak "bilmek" fiilinin çok önemli b ir kullanım

IH-RC. Cross vc AD.VVoozlcy, Plato'« Republic: A Philoaophical Commentary

’ .Bölüm, s. 151.

biçimidir, çönkü üzerinde düşündüğümüz zaman, sahip olduğumuzu savladığımız bilgilerimizden büyük bir bölümünün, bir şeyin ya da bir başkasının şöyle şöyle olduğunu bilmek şeklini aldığım görürüz. Fi­ lozoflar "bilmek" fiilinin söz konusu kullanımı için de bir etiket bul­ muşlardır —"tasvir yoluyla bilme". Yukarıda verilen Çin örneği bu eti­ keti açıklam aya gerçekten de yardımcı olacaktır: Çin'le doğrudan hiçbir tanışıklığım yoktur, ancak ona ilişkin tasvirleri okudum ve do­ layısıyla onu tasvir yoluyla biliyorum. Şimdi burada (a)'nın tersine, fiilden önce bir İsim ya da zamir değil de. bir yan cümlecik gelir. Bu du­ rumda benim bildiğim, sözcüğün normal herhangi bir anlamı içinde bir şey ya da nesne değildir; ben bunun yerine, bir şey ya da nesnenin şöyle şöyle olduğunu biliyorum, öyleyse "bilmek" söz-cüğünün bu kul­ lanımı içinde, "nesneleri bllmek"ten ya da "bilginin nesnelerinden söz ederken çok d ikkatli olmalıyız. B u n a bir sü re so n ra yeniden döneceğiz.

Bu arada (2) "inanmak" filinin bu bakımdan ne durumda olduğunu görelim. Bize ilk bakışta çarpıcı gelen şey. "inanmak" fiilinin, "bilmek" fiilinin yukarıda (a)'da olduğu gibi, onun dolaysız nesnesi olan bir isim ya da zamirle birlikle kullanılm asına karşılık gelen bir kullanılış biçimi olmadığıdır. "Jo n e s’a inanıyorum" gibi bir tümce bizi yanılt- mamalıdır. Bu "Jones'u biliyorum ’a hiçbir biçimde benzemez. Birinci­ sinde Jo n e s dilbilgisi açısından dolaysız nesne değildir ve "Jo n e s’a inanıyorum ’la söylediğimiz şey gerçekte "Jo n es’un doğru söylediğine inanıyorum"dur, ve "inanıyorum"un dilbilgisi yönünden nesnesi bir yan cümleciktir. Gerçekten de, "inanmak” fiilinin, "bilmek" fiilinin yuk­ arıda (a) daki kullanılış biçimine karşılık gelen bir kullanımı yok gibi görünmektedir. İnandığımız zam an, inandığımız şey bir yan cüm ­ lecikle dile getirilir; bir başka deyişle "inanm ak" fiilinin kullanılış biçimi bu bakım dan "bilmek" fiilinin yukarıda (b) deki kullanılış biçimini izler. Şu halde, "inanç"m nesnelerinden söz etme durum un­ daysak, "nesne" sözcüğünü, daha önce atıf yaptığımız gibi, oldukça dikkatli ve kuşkulu bir biçimde kullanıyor olmalıyız. Ancak bu konuyu daha ayrıntılı bir biçimde incelemeden önce, dikkat etmemiz gereken bir nokta daha vardır.

(3) Platon'un Devlet 477c'de bilgi ve inanç arasında yaptığı aynma —inancın yanılabilir olduğu, yan lışlar yapabildiği yerde, bilginin yanılmaz, yanlışsız olm asına— yeniden dönecek olursak, iki nokta açık seçik olarak ortaya çıkar. (2) de, inanç söz konusu olduğunda, 1- nandığımız şeyin bir yan cümlecik olduğunu, ve burada yanlışın yan cüm lecik yanlış olduğu zaman ortaya çıktığını görm üşlük öyleyse, yanlış burada yan cümleciğin doğruluk ya da yanlışlığıyla ilgilidir. Bil­ gi söz konusu olduğunda, bilginin yanılmazlık, yanlışa düşmeme özelliği de benzer bir biçimde, bilme savında bulunduğumuz ifade ya

da önermeyi dile getiren yan cümleciğin doğruluk ya da yanlışlığıyla ilişkili olmalıdır —doğru bir bilgi savında yan cüm lecik her zaman doğru olmalıdır. Bununla birlikte, bu "bilmek" (Ullnin yalnız tasvir yo­ luyla bilgiden söz ettiğimiz, yukarıda (1) (b)'deki kullanılış biçiminde ortaya çıkar ve bu bir kez daha "btlme"nln. bilginin ”nesneler"inden söz ederken daha önce dikkatli olmayı önerdiğimiz, kullanımıdır. İkinci olarak, bilginin yanlış olmaması ölçütü "bilme"nin yukarıda (1) (a)’da yer alan kullanılış biçimine, yani tanışıklık yoluyla bilgiye pek uygun değildir. T an ışık lık yoluyla bilgide bir şeyle ya tan ışm ış ya da tanışm am ışsınızdır, ve her iki halde de doğruluk ya da yanlışlık söz konusu olmaz. Bir kimsenin bazen daha önceden tanışm ış olduğu bir şeyi daha sonra tanıyamamasından söz etmek suretiyle yanlış için bir yer aransaydı. bu tanışıklık yoluyla bilginin yanlış olabilmesine izin vermek olacaktı. Bu durum doğruluk ve yanlışlığın haklı olarak gündeme getirilebildiği (1) (b)'de oldukça farklıdır, çünkü (1) (b)'de söylenmek istenen, bir ya da bir başka şeyin vakıa olduğunu bilme savında bulunurken, kişi yan cümleciğin doğru olduğunu savlam ak­ tadır, ve dolayısıyla bilgi bu biçimde yanlış olanağını dışta bırakır, yanılmaz olur. Ancak bu bizi yine, şeylerin ya da nesnelerin bilgisine karşıt olarak, yan cümleciğin bilgisine geri götürür.

(4) Şimdi "nesneler" fikrinin bilgi ve inançla bağlantılı olarak kul­ lanılışını incelemeye geri dönmenin tam sırasıdır. Platon D ev let 476'da bile bir adamın bir şeyi mi yoksa hiçbir şeyi mi bildiğini sor­ duğu zaman. Glaukon onun bir şeyi bildiği yanıtını verir, ki biz de bu yanıtla uyuşuyoruz. Benzer bir biçimde. Platon'un 4 8 7 b ‘deki. bir in ­ san ın h içb ir şeye in an m asın ın o lan ak sız olduğu biçim indeki değerlendirmesi de doğru ve zararsız bir uyandır, öyleyse hepimiz bir