• Sonuç bulunamadı

Yorum cular So krates'in D evlet V. kitapta yer alan bazı söz ve değerlendirmelerine çoğunlukla büyük bir önem verm işler ve böy­ lelikle Platon’un daha ilginç bazı düşüncelerini, örneğin onun farklı bilgi tipleri arasındaki ayrımlarını, ya da onun ahlaksal yargılan m e­ tafiziksel bir çerçeve içine yerleştirme girişimini anlam am ıza engel olmuşlardır. Büyük ölçüde D evlet V.kitap üzerine olan bir yorum temeli üzerinde Profesör Gregory Vlastos yakın zamanlarda, Platon’un aradaki farkı açıklığa kavuşturm aksızın "gerçek"(ontos on) sözcü­ ğünü iki anlamda kullandığını savunmuştur.*11 Tüm Formlar, der Vlas­ tos, bilişsel anlam da gerçektir, yani onlar bilişsel olarak güvenilir olan nesnelerdir, oysa Adaletsizlik, Çirkinlik, ve Kötülük gibi bazılan, değer biçmeyle ilgili anlam içinde gerçek değildir, yani onlar Vlas- tos’un "mistik tecrübe" adını verdiği şeyin nesneleri değildir. Aynı ma­ kalede Vlastos, Platon’un yalnızca tek bir bilgi türü tanıdığı için, onun yalnızca tek bir tam gerçeklik "türü" tanıyabildiği sonucuna varır.®'

Vlastos'un Devlet V. kitap ve benzer pasajlar üzerine olan yorumu­ na göre, X bir Form ve a,b ve c de bu Formdan pay alan tikeller ise, a.b. ve c nin hem F hem de değil F olduğu yerde, ^ in F olduğunu söylemek olanaklıdır.®' Şu halde. Form bilişsel olarak güvenilirdir, oysa tikeller değildir. Formu "bilebilir" ancak tikelleri "bilemeyiz". Vlastos'un bu yo­ rumunu Platon'un Devlet V. kitapta söyledikleriyle karşılaştırırsak. Platon un burada, tikellere İlişkin kavrayışımıza "sanı" adını vermeyi, yeğlerken, "bilgi" (epistem e) sözcüğünü Formlarla sınırladığı ifadesi­ nin doğru olduğunu görürüz, ancak tikellerin hem F hem değil-F olduğu fikri, Vlastos'un önerdiği gibi, açıklamadan bırakılmaz. Platon konudan 478D 6'da söz ettiği zaman (ei ti phaneie oion ham a on te

kai m e on), anlatımı tikellerin hem F hem değil-F olduğu fikriyle

sonuçlanacakm ış gibi görünür, ancak o bu konudaki düşüncelerini birkaç satır a ltta (4 7 8 E l-2 ) daha lam olarak açıklar, O. varlıktan ve yokluktan pay alan, ancak bu terimlerin kendisine tam bir doğrulukla

(eilikrines orthos) yüklenemediği bu şeyi bulgulamaya çalışmalıyız

der. Bir başka deyişle, tikelin hem F hem de değil-F olduğunu söyle­ mek yeterli değildir. 479c3-5'te Platon tikelinfa) hem F hem değil-F

ol-(•)-Yazarın Phoenix(21, 1967, S.283-95)'te yayımlanan "Knowledge and Value in Plalo" makalesinin Türkçe çevirisidir.

(1)-G.Vlastos, "Degrees of Reality’ In Plato", New Essays on Plato and Aslstotle, Yay. R. Brumbaugn(l.ondon, 1965) S.7.

(2)-A.g.y., S. 17 (3)-A.g.y.,; S. 10.

madiğim, (b) ne F ne de değil-F olduğunu önerir. Bununla birlikte, en azından, tikelin bir şey, ancak Formun bilindiği aynı kesinlikle biline­ meyen bir şey olduğu açıktır.

Vlastos'un Platon'un D evlet'te bile yalnızca tek bir bilgi türü bu­ lunduğunu savunm asına, ve Platon, karyolalardan, masalardan, san- delyelerden ve insanlardan söz ettiği zaman, bunları hiçbir biçimde bilemeyeceğimizi savlam asına inanabilm esi, alışılm ışın dışında bir şey gibi görünür.Ul Böyle bir yorum, yalnızca spesifik bir anlam içinde anlaşılabilir. Platon’un D evlet'te söylediği, bizim tikellere ilişkin ola­ rak hiçbir ep istem em lz olamayacağıdır; e p istem e yerine doksaya sahip olabiliriz. Şimdi bir an için doksanın nesnelerinin ne olduğunu, ve Platon'un onlar hakkında başka yerlerde söylediği şeyleri görelim. Doksanın nesneleri hiç kuşkusuz, oluş ve yokoluş dünyasındaki tikel, duyusal nesnelerdir. Başka yerlerde, oldukça erken yazılmış bir diya­ log olan Menon'dan Philebus'a dek. Platon bu dünyanın bilgisini ka­ bul edebilme durumundadır. Larissa'ya giden yolun bllgisine(epis- tem e) sahip olmak olanaklıdır(M enon97B); bir sııçıın görgü şahidi olmanın sözkonusu suçun epistem esine sahip olmak olduğu ima edi­ lir (T h ea etetu s 2 0 İC İ); PhUebus(61DE)'de iki bilgi(epistem e) türü belirtik olarak tanınır ve bu bilgi türlerinden her birinin sahip olduğu değer ortaya konur. Öyleyse, Platon'un yalnızca tek bir bilgi türü, eşdeyişle Formların bilgisini kabul ettiği önerisi yanıltıcıdır. Bu du­ rumda söylenmek durumunda olan her şey. onun bazı yerlerde, ör­ neğin D evlet'te olduğu gibi, ep istem e sözcüğünü Formun yanılmaz bilgisine karşılık gelen bilgi için kullanm akla ısrarlı olmasıdır. O bu ­ nunla birlikte, başka yerlerde bu ısrarını sürdürmez, ve Philebus'laki tartışm anın doğası onun Devlet'te yer alan bu nokta üzerindeki kendi terminolojik titizliğini düzelttiğini gösterir.

Öyleyse Platon'un zaman zaman, biri Formların diğeri de tikellerin bilgisi olmak üzere, İki tür bilgi tanıyabildiğini kabul edelim. Şimdi iki tür bilgi arasında ne gibi farklar bulunduğu, ve Plalon'un niçin bunlar­ dan birinin diğerinden daha yüksek olduğunu düşündüğü biçimindeki daha ilginç araştırm aya geçebiliriz. Vlastos bize Formun bilgisiyle ti­ kellerin bilgisi arasındaki farklılığın varoluş sorunlarıyla hiçbir ilişkisi bulunm adığını sert bir biçimde anım sam akla haklıdır. Pla- ton'da bir varoluş dereceleri kuramı diye bir konu yoktur.’5) İki tür bilgi arasındaki farklılık onların nesnelerinin tür yönünden farklı olm a­ larıdır: Form lar değişmez olup ebedîdirler, tikeller ise her zaman değişmekle olup, yokolabtllrler. Tüm tikeller yok olabilir bir doğada

olchıklan için, onlardan, zam ansal değerlendirmeleri gündeme getir­ meksizin söz etmek olanaksızdır. T im aeu s'ta "gökyüzü". "varlığa gel­ miş olan, varolan, ve gelecekte varolacak olan" diye betimlenir!6' ve Comford’a karşın,!7) bunun, Taylor'un da söylediği gibi, P h ileb u s’taki zam ansal varlığa ilişkin betimlemelerle kesinlikle bir ilişkisi vardır. P hilebu s'ta. Formlar dünyası "her zam an orada olan şey!er "(Peri ta onta aei,59A) olarak betimlenirken, tikeller dünyası "oluşmakta olan, oluşacak olan ve oluşm uş" olandan meydana gelir. O luşm uş olan şeylerin(gegonota) "var" oldukları söylenebilir, çünkü Yunan dilinde geçm iş zaman şimdiki bir halde sonuçlanan geçmişteki bir eylemi gösterir. Bu nedenle Platon. P h ileb u s'ta başka yerlerde, tikellerin varlığa ge)m esinden(genesis eis ousian,26D ) söz edebilmektedir.!8) K ısacası iki varlık sınıfı. Form lar ve tikeller arasınd aki en temel farklılıklardan birinin Formların zaman dışında varolmalan olduğunu söyleyebiliriz. O nlara hiçbir şey olmaz; onların geçmiş, şimdi ya da gelecekleri yoktur. Platon bu zamansal-olm am a halini. P h ileb u s'ta olduğu gibi, “her zaman" sözcüğünü kullanarak betimlemeye çalışır; ancak Formlar zamanda sürekli olarak aynı kalan varlıklar diye değil, fakat zaman dışında varolan varlıklar diye alınmalıdır. T im a e u s’tan da öğrendiğimiz gibi, zamanın Formlarla hiçbir ilişkisi yoklur. ancak o Formların ebediliğine İlişkin bir imğedlr(37c). Ousia sözcüğü gen esi- sle karşıtlık içinde kullanıldığı zaman, karşıtlık zamansal olmayanla zam ansal varoluş arasındadır. D evlet te bile, Platon un tikellerin bil­ gisi için beşinci kitapta e p iste m e sözcüğünü kullanm adaki gönül­ süzlüğüne karşın, filozof tüm ou sia ve tüm zamanı temaşa edebilen bir adam dır(486A9-10). Ousiayı, Formların zamansal olmayan varo­ luşunu olduğu denli, zamanın bütününü, yani, evrenin ebedi hareketle­ rini tem aşa edebilen adamın bakış açısından, bir insan yaşam ının süresi pek az önem taşır.

Formların bilgisi öyleyse ebedî gerçekliklerin bir bilgisidir, ve Pla­ ton'un matematiksel bilgiyi, soyut sayılarla uğraşan felsefi malematik bilgisini (Philebus56D ve devamı) niçin formların bilgisine benzer bir bilgi olarak düşündüğünü görmek kolaydır. Ve tıpkı bizim sa f matema­

tikten. eşdeyişle, sayılarla kendilerine sayı verilen şeylerden soyutla­ ma içinde uğraşan m atem atikten söz edebilmemiz gibi. Platon sa f

(6)-TLmaeus 3 1B3; krş., 38c3.

(7)T.M.Comrond, Plato'« CoBmology(I/ındon 1937). S. 1.

(8)-Philet>usün genesis eis ousiasımn Timaeus35A'nm gigomenes ousiası

arasındaki bir karşılaştırılması, vc bu karşılaştırmanın diyalogların krono­ lojisiyle ilgisi için, Bkz.. J.M . Rfst, "The Order of the Later Dialogues of Plato",

Phoenix 14(1960), S.209. Genesis ve Ousia arasındaki keskin ayrımın Sofist 232C'dc ima edilir gibi göründüğü de eklenebilir.

Forma, eşdeyişle kendisine form verilen cisimden ayrı olarak kavra­ nan Forma ilişkin çalışmadan söz eder. Platon'un bu türden bilgi için kullandığı "saf'(katharos) sözcüğü herşeyden önce, cisim sel ya da maddesel herhangi bir şeyle karışmamış olma anlam ına gelmek üze­ re. "karışm am ış"!9) sözcüğünün eşanlamlısıdır. Ancak özellikle Phai-

don ve P h aed ru a'ta sözcük, kendisinin ritüel saflık fikriyle birleş­ tirilmesinden doğan ahlaksal bir boyut kazanır. Bu nedenle "saf' b i­ limler üzerinde çalışm ayan ruh "saf olmayan" bir ruh olarak adlan­ dırılabilir. Platon örneğin. P h a id o n 81B l'd e söylediği "sa f' varlığı araştırm ayan ve dolayısıyla "saflaşmış" olmayan ruhun "saf olmayan" ya da "kirİİ" bir ruh olduğunu önerir. Bununla birlikte Platon'un bu du­ rumun bilincinde olmadığı düşünülmemelidir. Tam tersine onun ru ­ hun doğasına ilişkin kuramı bu durumun açık seçik bir biçimde bilin­ cinde olma haliyle çok yakından ilişkilidir ve bu bilinçten onun de­ ğerler metafiziği çıkar.

Şimdi tikellerin ve dolayısıyla tikellere ilişkin bilginin sa f olmadığı yerde, Form lar hangi anlamda " s a f olabilirler? Bu soruyu yanıtlama girişimi içinde Vlatos Platon'un tikele ilişkin olarak yalnızca anın hem A hem değil A olduğunu söylemediğini unutmak durumunda kalmıştır. Gördüğümüz gibi, Platon'un söylediği şey, a nın hiçbir biçimde sabit bir karaktere sahip olmadığıdır. Tüm tikeller, Vlastos’un da gördüğü gibi, bir biçimde göreli olacaklardır, ve Platon bunun birçok görelilik tipi için geçerli olduğunu düşünüyordu. Tikeller, Platon için, bir "daha az ya da daha çok" alır. B ir çift daha başarılı bir biçimde "çaba gösterecek” ve böylelikle diğer çiftten daha çok eşit olacaklır(krş,

Phaid on 74E -75A ); Ja n e güzeldir dediğimiz zam an, onun Ju d y ’den

daha güzel olduğunu anlatm ak isleriz(krş. Hippias M ajor289A-B). Ancak bu görelilik türü ya da pros ti halinin gerisinde Platon için bir başka görelilik türü daha vardır. Daha çok ya da daha az eşit çubuklar yok olup gidecek ve arlık daha fazla eşit olmayacaklardır; Ja n e ölecek ve bundan böyle herhangi bir anlam içinde güzel olmayacaktır. Gözle görülür eşitlik ve güzelliğin tüm örnekleri tıpkı tüm tikel İnsanlar gibi yavaş yavaş solup gidecektir. Bu nedenle Platon eşit çubukların eşil

olduklarından söz edilemiyeceğini an cak onların eşit olm a duru­

m una gelm iş olm alarından söz edilebileceğini söylemiş olmalıdır.

Durum böyleyse eğer. Aristoteles'in bir şeyin, uzun süre baki olmaktan dolayı artık daha fazla beyaz olmadığı biçimindeki Formlara yönelik eleştirisi (Nikomekhus Ahlakı 1096b) de konunun özünü kavramak­ tan uzak kalır. Platon'a göre, beyaz olduğu söylenen herhangi bir tikel, o zaman içinde ne denli uzun bir süreyle baki olursa olsun, beyaz

ol-(9)-Ştilen2110, Philebıi859C v.b.g.,4

m ay acak , an cak beyaz olm a durum una gelm iş olacaktı, sûrenin konuyla bir ilgisi yoktur. Beyaz olan Beyazlık Formuyla beyaz olma durumuna gelmiş olan tikel beyazlık örnekleri arasındaki farklılık, ti­ kellerin olumsal ve zam ansal oldukları yerde Formların olumsal ve za- m ansal olmamalarıdır. Kuramda Platon'un bir niteliğin, örneğin b e­ yazlığın, yetkin bir örneğini kabul etmiş olup olamayacağım merak edebilirdik; an cak o muhtemelen, tüm nitelikler belirlenm iş bir du­ rum da oldukları için, onların yetkinliğe ulaşam ayacaklarını kabul etm iş olacaktı. Daha yetkin bir öm ek her zaman kuramsal olarak ola­ naksızdır. Sık sık söz konusu olan 9 9 .9 ondalığı sürekli olarak 10 0 ’e yaklaşır, ancak o bir anlam da 100'den her zaman olabildiğince uzak­ tır.

Aristoteles, Ahlakın aynı bölümünde, aynı logos insan Formuna ve bizim insan kavramımıza, 1>°> iyi Formuna ve bizim iyi kavramımıza uygulandığı için. Formlarla kavramlar arasında hiçbir farklılık bulun­ madığını savunur. Bu soruna daha sonra döneceğiz. Şim dilik şunu söylemek yeterlidir. Aristoteles "logos”u "tanım" anlamında anlıyorsa. Platon kavramların bir logosa sahip olabileceğini kabul etmeyecektir. Kavramlar, zihinlere bağımlı oldukları ve kath auto statüsün e sahip olmadıkları için, bu türden bir logosu hiçbir biçimde kabul etmez. Yalnızca Formlar tanımlanabilir.

Platon ’logos" terimini aynı nedenle, onlar bilgiye dayansalar bile, tikellere ilişkin betimlemeler için kullanmak istemez, çünkü onu " s a f matem atik ya da diyalektik bilgisiyle sınırlam ak arzusundadır. Pla­ ton'un "logos" sözcüğünü birçok anlamda kullandığı doğrudur; ancak onun "logos" sözcüğünü kullanış biçiminin açık bir karakteristiği, o Form lara ilişkin kavrayışımızla tikellere ilişkin kavrayışımızı birbi­ rinden ayırmak istediği zaman, farkedilebilir. Platon'un P h ileb u s (62A)'ta tikellerin v aro lu şu n u kabul etse bile yalnızca Form lara ilişkin logostan söz ettiği gözlemlenmelidir.

Ancak Platon’un bireysel bir adamın bir adam olduğunu, ve do­ layısıyla onun Adam tanımı içinde yer alm ası gerektiğini kabul etmek zorunda olduğu bile söylenebilirdi. Jon es'u n bir adam olduğunu kesin­ likle, hiçbir duraksam a göstermeden, söyleyebiliriz. Ancak Platon'un yanıtı açıkça Jo n e s’un bir adam olmuş olduğu, şimdi bir adam olduğu, ve gelecekle belli bir zam anda bir adam olmayacağı biçim inde ola­ caktı. Bu nedenle "Adam Formu adamdır" ve "Jo n es bir adamdır" önermelerini "dır" sözcüğünün aynı kullanış biçiminin örnekleri ola­ rak görmek sistem atik bir biçimde yanıltıcı olacaktı. "Dır" felsefi

ola-(10)-Bu çevirinin doğruluğu için, Nikomekhus Ahlakının Loeb baskısıyla Rackham'ın aynı yer için yazdığı nolunu karşılaştırmış.

rak ilginç olan önermelerde, eşdeyişle ebedî gerçeklikler hakkındaki önermelerde kullanıldığı zaman, bu önermeler her zaman sa f akılla haklı kılınabilir, ya da Platon'un bu durumu dile getirirken kullandığı daha muğlak bir anlatımla, bilge adam onlara İlişkin olarak bir logos verebilir. Devlet'te kabul edilen bu öğretinin, hem Philebus'ta hem de T im a eu s'ta oldukça benzer bir biçim içinde ortaya çıktığını görmek ilginçtir. Söz konusu her iki diyalogda da Platon Formlara ilişkin kav­ rayışımızı. tikellere İlişkin kavrayışımızdan ayırm aktadır. T im a e u s (51E)'a göre, Formlar doğru bir logos ya da sa f us tarafından ortaya konm uş bir açıklam aya olanak verirler oysa tikeller vermezler. Alo- gon(dile getirilemez, kendisine ilişkin olarak bir tanım ya da açıklama verilemez, Çev.) sözcüğü doksa(sam) için, ve tikellerle ilişki içinde kul­ lanılır. Benzer bir biçimde, Philebus(62)'da bir Insanm tannsal(yani ebedî) kürenin logosuyla ilgili olarak bir yetke olabileceğini, ancak onun insan yapımı küreler hakkında hiçbir şey bilemeyeceğini işitiriz. M antıksal kesinlikle, tikeller değil, ancak yalnızca formlar arasında bir bağ kurulabileceğinden, T im aeu s(51E )’ıın T h eaetetu s(201A B )'la tikeller hakkındaki bir sanının ikna yoluyla oluşturulduğu konusunda uyuştuğunu görmek ilginçtir. Bir başka deyişle. Platon'un çok sık ola­ rak söylediği gibi dém onstratif kanıtlam anın fiziksel, ya da emprik dünyaya ilişkin kavrayışımızla hiçbir ilişkisi yoktur.

Şimdiye dek Formların ebedi, ve sa f aklın, kendileri hakkında ebedi olarak geçerli olan önerm eler kurabileceği, nesneleri olduklarını gördük. Formlar hiç kuşkusuz, aynı zamanda mekân dışındadırlar. Bu. Formların ortaya çıktığı diyaloglardaki birçok pasajdan, ve özellikle de P h a e d r u s ve 'İtm a e u s 'ta n kolaylıkla çıkartılabilir. T im a e u s (52AB)'ta mekân fiziksel dünyanın, "orada" zorunlukla olan, bir öğe­ sidir. Mekân, Com fordün da işaret elliği gibi,l1» sistem e görünüşler dünyası için bir destek sağlamak üzere sokulmuştur Bununla birlikte, mekânın ideal Dünyada hiçbir ilk örneği yoktur. Ve onun ideal Dün­ yayla hiçbir ilişkisi bulunmaz. Platon kendisiyle şu ya da bu biçimde mekânın varoluşunu kavrayabileceğimiz Insansad yetiyle ilgili olarak güçlük içindedir. Mekân, hazne(the receptacle), kendisinin duyularla kavranmaması anlamında(çünkü o ne görülebilir, ne de ona dokunu- labilir, v.b.g..) varsayımsaldır: I'2) o fiziksel olmayan, değişmez Formlar bağlamında da kavranamaz. O duyu organları aracılığıyla kavrana- madığı için. Platon onun akıl tarafından kavranması gerektiğini savu­ nur görünür an cak onun her zaman "orada olmak" dışında hiçbir ka­ rakteristiği olmadığı için, o akıl tarafından da kavranamaz. Ancak o

[1 l)-PUto'a Coamology S. 193.

( 12)-Buradaki "varsayımsal" sözcüğü Platoncu bir anlamda kullanılmamıştır. Devlet in "varsayım yöntemiyle bir karşılaştırma creklenmiş değildir.

zihnin bir varsayım ıdır; onun varoluşu kanıtlanam az an cak var­ sayılmalıdır. Bu nedenle onun m antık dışı (eşdeylşle, olağandışı) bir akıl yürütme biçimiyle kavrandığı söylenir.

Tim aeus'a göre, öyleyse Formların mekânla hiçbir ilişkisi yoktur,

ancak P h aed ru sta Platon onlara (belli bir) "yerde", göklerin ötesinde bir yerde gerçekleşen garip bir varoluş verir. Yakın zam anlarda gözlemlendiği gibi. 1*3) bunun gerisinde yatan düşünce, ne yeryüzünde ne de gökyüzünde olan şeylerin hiçbir biçimde varolamıyacağı(tam olarak söylendiğinde, onların "hiçbir şey oldukları") düşüncesinin gen­ el bir görüş olduğunun söylendiği Tim aeus52B'nin ışığında anlaşıla­ bilir. Ancak Phaedrus'ta Formlar özel olarak "göklerin ötesindeki" bir yere yerleşiirilir.(247C). Bu "yer" gökyüzünrleki ve yeryüzündeki tüm diğer yerlerden ve hatta Timaeus'un "mekân' ından ya da "yer"inden bi­ linçli olarak farklılaştırılır. Çünkü o maddesel şeylerin bulunduğu hazne olmaz, ve olağandışı akılyürütme nesnesi olmak bir yana, o bütün doğru (eşdeyişle ebedi) bilgiyi içermekte olup, zihin tarafından tanınabilir. Platonun analoji kurarak konuştuğu açıktır. Herşeyin bel­ li bir çerçeve İçine yerleştirilm esi gerektiği konusunda ikna olduğu için. Platon yer dilini, hem gökyüzünün hem de yeryüzünün dışında

(huperouranios) ve "doğru bir birimde gerçek" olan ebedî doğrular or­

tamını betimlemek için kullanır.

Platonculan zihinden Form ların yeri(poros) olarak söz etmeye götüren hiç kuşkusuz Formların gökyüzü ve yeıyüzünün ötesinde bir yerde varolmaları gerektiği düşüncesiydi(De A nim a429a27). Bu tür­ den bir anlatımı —ve onun açık olduğu tehlikelere ilişkin bir düşün­ ceyi— Platon un Parm enides'i haklı kılar ve bu durum Aristoteles'in De İdeisi tarafından doğrulanır. Parm enides(132B)'de Sokrates For­ mun ruhlarımız dışında hiçbir yerde(allothi) varlığa gelemeyen (eg-

gignesthai) bir noem at,4l olabileceğini önerir. Şimdi biz. Parmenides

argümana nasıl biçim verirse versin, Sokrates’in özgün olarak Formun ruh dışında hiçbir yerde varolamayaeağı(einai) ancak orada "varlığa gelebileceği"ni söylemediğine dikkat etmeliyiz. Gerçekten de 133C'de Sokrates Formların "bizde varolmadıkları" ( cinai en hemin) öner­ mesini duraksamadan kabul eder.ı,5>

Sokrales’in P arm enides’te anlatm ak istediği şey, Formların ruhta yerleştirilmedikleri an cak onların zihin tarafından kavrandıkları, ve

(13)-'Thc Greek Verb 'To be" and The Concept of Being" adlı bir makalede C.II. Kahn tarafından. Bkz., Foundations of Language 2(1966) S. 244-265, özellikle S.258.

(M)-Bunun muğlaklığı için, I3kz., A.LPcck, 'Plato versus Parmenides", Philo­

sophical Review 71(1962), S. 174-177.

(15)-Platon Sokrales't bundan başka, 134B'de Formların hangi anlamda bi- zimMpar hemin) olduğu konusunda yanlış yola girmiş biri olarak gösterir.

böylelikle zihinde var olm a(egglgnesthai) durum una geldikleridir. Onlar zihin tarafından kavrandıkları için, Platoneularm. Aristoteles'in de söylediği gibi, nasıl zihnin Formların "yeri" olduğunu kabul edebil­ diklerini görebilmek kolaydır. Bildiğimiz kadarıyla, Platon'un kendisi böyle bir kabulde bulunmadı: gerçekten de Formlar onun görüşünde "göklerin ötesindeki yer' de bulunmaktadır. Ancak bu konuya bir son vermezden önce, muğlaklığın, Aristoteles’in kullandığı bir başka kay­ nağını daha ele almalıyız. De İdels'tei’6' Aristoteles'in Formlar var­ sayımını savunm ak üzere kullanıldıklarını söylediği argümanlardan biri, a d a m ı(a n th ro p o n ), zorunlu olarak tikel adam ları ya da gözümüzün önündeki bir adamı düşünmeksizin, "kavrayabildiğimiz"

(noeman) için, hiçbir şeyi düşünmemiz söz konusu olmadığına göre,

kavranacak bir gerçeklik varolmalıdır, biçimindeydi. Gerçekte a r­ güman aynı "kavram "in tikeller yok olup gittiği zaman bile, var olmaya devam etliğini ekler. Güçlüğe yol açan "kavram" (ennoia, T heaete-

tu sl9 1 D 6 ) sözcüğüdür, çünkü sözcük "zihinde var olan bir şey" an ­

lamına gelir. Platon Formlara ilişkin olarak ennoo sözcüğünü ku l­