• Sonuç bulunamadı

Pazarcık Alevilerinin Kökenleri

Belgede Pazarcık Türkmen Alevileri (sayfa 90-103)

I. BÖLÜM

1.9. Pazarcık Alevilerinin Kökenleri

Dede Ailesine mensup olanların bir kısmı hariç olmak üzere Alevilerin genelinde köken konusunda bir ağız birliği vardır. Yapılan görüşmelerde de ortaya çıkan bu tespite göre, Aleviler köken olarak Horasan ve Türkistan’ı işaret etmektedir. Hoca Ahmet Yesevi geleneğinden başlayan ve Anadolu’ya kadar uzanan bu “Horasan Erenleri” sözü bütün Aleviler tarafından sahiplenilmiş ve bir kimlik haline gelmiştir. Bu açıdan Aleviliğin kökeni konusunda Horasan’ın ayrı bir öneme sahip olduğu hemen anlaşılmaktadır.

Kelime anlamı olarak “güneş ışığı ve doğduğu yer”298 ve “afiyetle yemek” manalarına gelen Horasan coğrafi olarak Türk Tarihi’nde adından en çok bahsedilen yerler arasındadır.299Tarihte Aşkabat yakınlarındaki harebelerin bulunduğu yerden dönemin ana kuzey yolunun geçmesi bölgenin önemini göstermesi açısından önemlidir. Türkistan’la Hazar Havzasını bölen Horasan Dağları’nın kuzey eteklerinde eski ve ortaçağda İranlılar yaşarken bölge göçebe Türklerin ilgisini

294

K59

295

Elif Aslan,1942 doğumlu, tahsili yok,K61.

296

Osmandede Köyü:Kahramanmaraş’a 40 km, Pazarcık İlçesine 28 km uzaklıkta Kılıçlı Türkmen Alevilerinin yaşadığı Pazarcık’ın bir mahallesidir.

297

K67

298

Yaşar Çağbayır,Ötüken Türkçe Sözlük, Cilt 2, İstanbul:Ötüken Neşriyat,2007,1984.

299

Sebahattin Samur, İslam Coğrafyacılarına Göre Horasan;Yeri ve X.Yüzyıldaki Durumu, Bilimname,Sayı 9, 2005/3,2005,89-104.

çekmiş ve bu yerleri hakimiyetleri altına alarak o tarihten itibaren bölgeye Türkçe “Atek” yani “Etek” demişlerdir.300

Horasan tarihte İran’ın kuzeydoğusunda geniş bir coğrafyayı kapsamakta 301 özellikle Yahudilik, Nestûrilik, Ortodostluk, Zerdüştîlik, Maniheizm, Budizm, Şamanizm gibi din ve mezheplerin yayılıp ve geliştiği bir yer olarak bilinmektedir. Bilhassa İslam’ın VIII.Asırda Türkistan’a yayıldığı dönemlerde Araplarla Türkler arasındaki şiddetli çatışmalara sahne olmaktadır. Emevilerin zulmünden kaçan Zeydiyye gibi Şii fırkalar bölge görülmeye başlamış, Ebu Müslim önderliğinde Emevilere karşı Abbasilerin başlattığı harekete belli ölçüde destek vermişlerdir. Ayrıca IX. Asrın ortalarından itibaren İsmâiliyye gibi aşırı Şii fırkalarda bölgede görülmüştür. Horasan, dini ilimler açısından çok önemli bir yer haline gelmiş, Kur’an, tefsir ve hadis ilimleri açısından birçok âlim yetiştirmiştir. Ayrıca Horasan Hanefi mezhebinin yayıldığı, görüşlerinin öğretildiği ve uygulandığı ilk bölgelerinden başında gelmektedir.302

Horasan, Türklerinin Müslüman olmasından sonra bir bâtın ilmi olarak değerlendirilen tasavvufun303 merkezi olmuştur. IX. ve X. Asırda Maverâünnehr bölgesi İslamlaşmış sonra bu Türkistan’ın tamamına doğru yayılmıştır. Bu tarihlerden sonra Herat, Nişabur, Merv, Buhara gibi bölgenin önemli kentlerin sufi ve şeyhler görülmeye başlanmış, Fergana’da Türkler bu şeyhlere Bab yani “Baba” demeye başlamışlardır. Buhara ve Semerkand gibi İslam merkezlerinde tasavvuf cereyanlarının yayılmasıyla burada yetişen dervişler göçebe Türkler üzerinde bu yeni İslam anlayışını yaymaya başlamışlardır. Bu sufi derviş ve şeyhlerin etki alanı artıkça hükümdarlarında saygısını kazanıyorlar, Karahanlılar’dan başlamak üzere Selçuklu sultanlarından büyük saygı görüyorlardı. Selçuklu hükümdarları bu tarihten itibaren genel anlamda Hanefiliği benimseyerek Sünni İslam’ın en büyük koruyucusu olmakla birlikte İslam tasavvufunun da Türkler arasında süratle yayıldığı bilinmektedir. Bilhassa bu tasavvufi İslam anlayışına yayan mutasavvıfların ve

300

Vasily Viladimiroviç Barthold,Orta Asya Tarih ve Uygarlık,Ahsen Batur(çev.),İstanbul:Selenge Yayınları,2010,425,426.

301

Osman Çetin, Horasan,TDV İslâm Ansiklopedisi,Cilt 18,Türkiye Diyanet Vakfı,1998,234-240.

302

Çetin,234-240.

303

Cavit Sunar, Mistisizmin Ana Hatları, 2.Basım,İstanbul: Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, 2005, 109.

dervişlerin ilahili ve şiirli anlatımları Türklerin eski dinlerinden kalma ozanların ve kamların dini uygulamalarına benziyor ve çok çabuk kabul görüyor, bu yeni dervişlere ata ve bab (baba) deniyordu. Bunların en önemli örnekleri Hz. Muhammed’in sahabelerinden olan Arslan Bab, İslam’ı öğrenmek için Türkistan’dan Arabistan’a giden Korkut Ata ve Çoban Ata’dır.304 Oğuz namelerde Bayat boyundan Korkut Ata’nın Oğuzların bilgesi olduğu anlatılarak “Hak Teâla’nın onun gönlüne ilham ettiği, gaipten haberi olduğu ve ne derse onun olduğunun” söylenmesi bu isimlere Oğuzların çok önem verdiğini göstermektedir.305Ahir zamanda hanlığın tekrar Kayı Boyu’na geçeceğini söyleyen Korkut Ata, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu çok önceden müjdelemiştir.306Bu baba ve dervişler sayesinde Sir Derya havzasında bulunan göçebe Türkler’de İslamiyet, basit ve anladıkları şekilde Türkçe olarak hızla yayılmaya başladı.307 Bu baba ve dervişleri takiben Türkler arasında çok büyük bir isim yapan Hoca Ahmet Yesevi yine bu coğrafyada tarih sahnesi çıkmış, Türkistan’ın Sayram şehrinde dünyaya gelmiştir.308 Fergana Vadisi’ndeki Laçiler309 tarafından “Kul Koja Ahmed ve sultanım” diye adlandırılan Hoca Ahmet Yesevi’nin babası İbrahim Ata, annesi Karaşaş Ana’dır. Onların türbeleri de Sayram Kasabası’nda bulunmaktadır.310Yesevi adını almasıyla ilgili menakıbı aktaran Fuad Köprülü olayı şöyle anlatmaktadır. “Doğumuyla beraber birçok meziyetlere sahip olduğu kitabı Divan-ı Hikmet’te anlatılmış dört yüz ya da yedi yüz sene yaşamış peygamberin sahabelerinden Arslan Baba tarafından irşad edilmiştir. Yedi yaşına kadar büyük bir manevi seviyeye ulaşan Ahmet’in meşhur olmasını sağlayan hadise ise Türkistan’da ava meraklı Yesevi adlı bir Sultan’ın çok girintili olması dolayısıyla Karacuk Dağı’nda avlanamamış, bunun üzerine Türkistan evliyasından dağın kaldırılmasını istemiştir. Bu niyazı kabul eden evliyalar, ihram bağlayıp üç güne kadar dağın kalkması için dua etmeye başlamış ama bu yakarışlar neticesiz kalmıştır. Bunun üzerine Türkistan evliyalarından kimin aralarında olmadığını araştırınca çok

304

M.Fuad Köprülü,Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 12.Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2012, 49,50.

305

Semih Tezcan, Hendrik Boeschoten, Dede Korkut Oğuznameleri, 4.Baskı, İstanbul:YPY,2012,29.

306

Ahmet Şimşirgil, Kayı, 3.Baskı,İstanbul: Tarih Düşünce Kitapları,2005,46.

307

Mehmet Akgül, Türkiye’de Din ve Değişim, İstanbul:Ötüken Neşriyat,2002,333.

308

Köprülü,Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,49,50.

309

Laçiler: “İbadetlerindeyöresel müziği kullanan, toplantılarına kadın erkek beraber katılabilen ve bu dini toplantılarda Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetlerini okuyan,Anadolu Aleviliğiyle bir çok ortak özelliği bulunan Fergana vadisindeki Türk kökenli sosyal ve dinsel grup”; Ali Yaman, Allahçılar, Ankara: Nokta Kitap,2006,78,79,193,194.

310

küçük olduğu için Şeyh İbrahim oğlu Ahmet’in çağrılmadığı anlaşılmış ona da haber verilmiştir. Ablasına gitmek için izin soran Ahmet’e ablası, babasının vasiyeti olduğunu meydana çıkabilmesi için mabedindeki sofrayı açması gerektiğini söyler. Bunun üzerine sofrayı açan Ahmet’in meydana çıkma zamanının geldiği anlaşılır, hemen sofrayı alarak Yesi şehrine gelir. Evliyalarla buluşur, sofradan bir ekmeği alarak niyaz eder, evliyalardan, padişah ve ümerasından 99000 kişi vardır, ekmek hepsine yeter. Ahmet’in büyüklüğünü bu kerametini görünce daha iyi anlarlar. Hoca Ahmet babasının hırkası içerisinde yaptığı duanın neticesini beklerken birden bir fırtına kopar ve sel her yanı kaplar. Şeyhlerin seccadeleri dalgalar üzerinde yüzmeye başlar, bunun üzerine Hoca Ahmet hırkadan başını çıkarır hemen güneş açar. Baktıklarından Karacuk Dağı ortadan kalkmıştır. Hükümdar Yesevi bunun üzerine; “Âlemde her kim bizi severse senin adınla yâd eylesin.” Der ve o günden sonra Hoca Ahmet Yesevi olarak anılmaya başlar.311

Şöhreti hızla yayılan Hoca Ahmet Yesevi’nin Türkistan’da müritleri hızla artmıştır. Bazı rivayetlere göre Buhara’ya giderek Yusuf Hemadani’e intisap ettiği söylenmiştir. Zâhir ve Bâtın ilminde çok üstün olan Yesevi, bütün vaktini ibadetle geçmiş, boş zamanlarında tahta kaşık ve kepçe yontmuştur. Hoca Ahmet Yesevi, menkıbelere göre, babasının da musahibi olan Hızır Aleyhisselâm ile musahipti. Hatta Hızır, her gün yedi iklime seyahat ettiğini musahip aradığını ancak ondan salih ve münasip bir musahip bulamadığını söylemiştir.99.000 müridi olan Hoca Ahmet Yesevi’nin meclisinde kadın ve erkeklerin birlikte bulunduğu belirtilmiş, hatta onun ilmini kıskananların bundan dolayı onu şikâyet ettikleri zikredilmiştir. Sûfi Muhammed Dânişmend Zernûki, Süleyman Hâkim Ata, Baba Maçin, Emir Ali Hakim, Hasan Bulgani, İmam Mergâzi, Şeyh Osman Magribî halifelerinden bazılarıdır.312 Peygamberimizin öldüğü yaş olan 63 yaşında tekkenin bir tarafına açtırdığı kuyu içindeki çilehanede uzun süre yaşadıktan sonra vefat etmiştir. Hoca Ahmet Yesevi’ye çok bağlı olan Sultan Timur onu rüyasında görmesi üzerine mezarının bulunduğu yere büyük bir tekke yaptırmıştır.3131397 yılında başlayan bu türbenin inşası iki yılda tamamlanmış bunun sonucu Ahmet Yesevi’ye gönülden

311 Köprülü,Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,59,60 312 Köprülü,Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,62,63 313 Köprülü,Türk Edebiyatında..,69.

bağlı Türkistan ahalisinin Timur’a bakışı değişerek onun yenilmez olduğuna inanmaya başlamışlardır.314

Kaynağı Hoca Ahmet Yesevi olan iki önemli tarikat olduğu düşünülmektedir.Bunlar Bektaşilik ve Nakşibendiliktir. Nakşibendilik bu yüzden Maveraünnehr ve Horasan Türkleri arasında çok yayılmıştır.315 X. asırdan sonra yazılan Künhül Ahbar ve Evliya Çelebi Seyahatnamelerinde Hacı Bektaş’ın Hoca Ahmet Yesevi müridi olduğundan bahsedilmektedir. Hacı Bektaş Velayatnamesi’nde olduğu gibi kimi zaman Hoca Ahmet’in direkt halifesi olarak Hacı Bektaş söylenmekte kimi zamanda silsile Lokman Perende’den Hacı Bektaş’a geçmekte,316 ama kaynağın geldiği yer olarak Hoca Ahmet Yesevi zikredilmektedir.Hoca Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaş arasındaki ilişki çeşitli araştırmacılar tarafından farklı şekilde anlatılmış kimileri onların şeyh ve mürid olduğunu söylerken kimileri de aynı dönemde yaşamalarına rağmen onların birbirlerine rakip olduğunu söylemiş317 bazıları da Bektaşiliğin Yesevilikten türediğini söylemenin bilimsel olmadığı kanaatini taşımaktadır.318 Aşıkpaşazade tarihine göre ise, Hacı Bektaş’la kardeşi Menteş Horasan’dan gelmişler ve Baba İlyas Horasani’ye mürid olmuşlardır.319Hacı Bektaş-ı Veli kendi yazdığı Makalat’ın da “Horasanlı Hacı Bektaş” diyerek, oradan geldiğini ifade etmiştir.320Bundan Eflâkî de bahsetmekte, Baba Resul’un halifesi olan Hacı Bektaş’ın marifetle dolu aydın bir kalbi olmasına rağmen şeriata uymadığını söylemektedir.321 “İslami ekol ve sektler, en aşırısı da dahil, Kur’an-Sünnet etrafında oluşturulmuş yorumlardır.” Diyen Yaşar Nuri Öztürk buna itiraz ederek, Eflâki’nin bu yorumunun Hacı Bektaş’ı Mevlana’dan aşağıda göstermek çabasından ibaret olduğunu ifade etmiştir.Ayrıca Eflâki’nin Babaîler kadar, Ahîlere ve Bektaşîlere

314

Musa Şamil Yüksel, Timurlularda Din-Devlet İlişkisi, Ankara: TTK, 2009, 191, 192.

315

Hamid Algar, Nakşibendîlik, A.Cüneyd Köksal (haz.),2.Baskı,İstanbul:İnsan Yayınları, 2007, 17.

316

Köprülü,Türk Edebiyatında..,76.

317

Ahmet T. Karamustafa, Yesevîlik,Melametîlik,Kalenderîlik,Vefâ’îlik ve Anadolu’da Tasavvufun Kökenleri Sorunu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, 2.Baskı, Ahmet Yaşar Ocak (haz.), Ankara: TTK, 2014, 76-95.

318

İsmet Zeki Eyüpoğlu, Bütün Yönleriyle Tasavvuf Tarikatlar Mezhepler Tarihi, İstanbul: Derin Yayınları, 2012, 244.

319

Irene Melikoff,Uyur İdik Uyardılar,İstanbul:Demos Yayınları,2006, 36.

320

Hünkâr Bektaş-ı Veli, Makalat, 3.Basım, Shahram Bahadori Gharache (çev.), haz.Vaktidolu, İstanbul: Can Yayınları, 2013,9.

321

Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, Tahsin Yazıcı (çev.), İstanbul:Kabalcı Yayıncılık, 2012,320.

karşıda olumsuz bir yaklaşımı olduğu bilinmektedir.322 XV. Yüzyıl tarihçilerinden Kemal ise Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in Hacı Bektaş’a çok hürmet ettiğini buna karşılık Hacı Bektaş’ın ona dua ve niyazda bulunarak bir cihan hakimi olmasını dilediğini ve ona bir taç giydirdiği anlatmıştır.323 Bunu Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da görmekteyiz. Bu süreçte Bektaşi Babalar aktif görev alırken Mevlevilerin Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda görev almadığı bilinmektedir.324 Hacı Bektaş’ı takiben Sarı Saltık gibi birçok Horasan Ereni Hoca Ahmet tarafından Anadolu’ya gönderilmiştir. Hoca Ahmet Yesevi kaynaklı 99000 Horasan ereninden bahsedilmesi ve bunların Türkistan’dan Anadolu’ya oradan da Balkanlara kadar uzun bir yolculuğa çıkmasının temelleri Yesevilik’te yatmaktadır. Çünkü Yeseviliğin arzuladığı insan tipi “garip” insan tipidir. Çünkü Ahmet Yesevi başta olmak üzere bu ocağın tüm mensupları gariptir:

 “Doğduğum yer mübarek Türkistan’da  Bağrıma taşlar vurup geldim işte”

Diyerek kendi doğduğu yerden ayrı ve uzakta yaşamayı “gurbetlik” olarak değerlendirmektir. Bu gurbete manevi rehberi Arslan Baba ruhsatı için çıkmış “gurbet çekip öz şehrine döndüğünü” belirtmiştir. Kendi müritleri olan Horasan erenleri de hep aynı duyguyu taşımışlardır.325Bu yüzden Bektaşilik geleneği sürdürenler açısından Horasan hep ana kaynak olmaya devam etmiştir. Kaynağın temeli bu olmasına rağmen belki Yesevilikle Bektaşilik arasında direkt bir bağlantı olmamasından326 dolayı Bektaşilik açısından Horasan hep canlı olarak hafızada kalmış ancak Hoca Ahmet Yesevi velayetnamelerde olmasına rağmen Alevi söylencesinde ve deyişlerinde yer bulamamıştır.

Elbistan-Kantarma’da yaşayan Alevi dedeleri, kendilerinin Ehl-i Beyt soyundan ve on iki imamlardan olan İmam Bakır soyundan olduklarını ve İran Kureyşan’ından

322

Yaşar Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşilik ,5.Baskı, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1998,46,52.

323

Kemal, Selâtîn-Nâme (1299-1490), Necdet Öztürk (haz.),Ankara:TTK, 2001, 41.

324

Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve Îçtimaî Tarihi,İstanbul:Yapı Kredi Yayınları, 2010, 48.

325

Mehmet Şeker,Türkistan’dan Anadolu’ya İnsan ve Toplum Hayatı, İstanbul:Ötüken Neşriyat,2007,59,60.

326

geldiklerini söylemişlerdir. Ellerindeki hüccetlerden bu bilgilere ulaştıklarını, İmam Bakır evlatlarından Sultan Sinan Abdal Muhammed ve İmam Zeynel’den Ağuiçenlerin bu köyde mevcut olduklarını söylemişlerdir.327

Narlı Ovası’nda bulunan Çöçeli köyünde yaşayan Atmalı Aşireti’ne mensup bir Alevi’ye göre, ‘’Alevilik Ehl-i Beyt’ten bu yana devam eden bir şeydir, aslı da Kızılbaşlık’tır, Alevilik değildir. Bunlar sonradan kendi içlerinde değişmişlerdir. Emevi taraftarları, Kızılbaşlar başlarına kızıl çaput (bez parçası) bağladıkları için, öyle demişlerdir. Ayrıca Müslümanlık Ehl-i Beyt ve Ehl-i Beyt’e inanan insanlarla başlamıştır.328’’ diye ifade etmiştir.

Çöçeli Alevisi’ne göre, Alevilik, Hasan’la, Hüseyin’i kesinlikle aynı değerlendirmez. Hasan, Yezid’e biat etmiş ve on iki evlilik yapmıştır ve bu yüzden ona pek saygılı olmadığını ifade etmiştir. Hüseyin’e gelince ise onu Ali’den hatta Muhammed’den bile evsal tuttuğunu ifade ederek Hüseyin’in bir demokrasi sembolü olduğunu söylemiştir. Bu güne taşıdıkları arasında dahi bariz farklılıklar bulunduğu anlatılarak, Kadir-i Geylani ile Nakşibendiler’in aynı yaşamadıkları söylenmiş, Kadir-i Geylani’nin mızrakla adam öldürdüğünü ancak Nakşibendiler’in kıymadığı anlatmış, arada böyle bir farkın olduğu dile getirilmiştir. Bu yüzden ikisinin aynı tutulamayacağını söyleyerek, İmam Hüseyin’in başka Hasan’ın başka olduğu vurgulanmıştır. Hasan’ı kendi inancından taviz veren bir kişi olarak değerlendirdiğini ifade eden Çöçeli Alevisi’ne göre “Hasan yanlışa biat etmiştir.” Kendi köyünün çevresine fabrikalar kurulurken kendisine de rüşvet teklif edildiğini, bunu alsaydı bunun güzel mi olacağını sormuştur? Eğer bunu kabul etseydi düşüncesinden, hayatından taviz vermiş olacağını ifade ederek, bu fabrikaların bu ovayı bitireceğini iddia etmiş, sera gazından daha kötü bir şey bulunmadığını söylemiştir. Diğer üçüncü bir fabrikayı da siyaseti hiç sevmese de, sağcı ya da solcu hiç partiye oy kullanmasa da, kendi gayretleriyle önlediğini söyleyemiştir.329

327 K1 328 K14 329 K14

Aslen Dersim’li olduğunu belirten merkez Kocalar Köyünde330 yaşayan dede ailesinden bir Alevi, küçüklüğünde Sivas’ta yaşadıklarını, dört-beş yaşına kadar orada bulunduklarını ancak buradaki Alevi toplumun talepleri üzerine babasının, annesinin ve dedesinin 1974-75’de bu tarafa geldiklerini ifade etmiştir. Ailesinden en büyük olarak Ali Haydar dedesini tanıdığını, dedesinin Ağuiçen Ocağı sahiplerinden olduğunu Ağuiçen’in zehiri bal eden anlamı taşıdığını söylemiş, dedesinin zamanın büyük zatlarından, bilinçli ve kültürlü biri olduğunu ifade etmiştir.331Babasının adının Nihat olduğunu ancak ona Güzel Dede dediklerini ve Alevi köylerinde bu isimle tanıdıklarını ifade etmiştir. Dedesi Ali Haydar ve amcası Seyyid Mahmud’un köylerinde yatırı bulunduğunu ve orada yattıklarını anlatmıştır.332

Buraya gelme sebeplerinin gelenek görenekleri yaşatmak, töreyi ve tarikatı yürütmek amacıyla olduğunu söyleyerek, o dönemin koşullarının çok zor olmasına rağmen gelip hizmetlerini yaptıklarını ifade etmiştir. Burada yaşayan Alevi canlara yol erkânı ve o güzellikleri unutturmamak için geldiklerini, ilk dönemlerde bu bölgede sabit kalmadıklarını gelip gittiklerini ama bunun çok zor olduğunu, bunun üzerine taliplerin büyük dedeleri Seyyid Mahmud’un burada kalmasını ve ikamet etmesini istediklerini ve ona üç-beş dönüm yer verdiklerini anlatmıştır. Seyyid Mahmud Hakk’a yürüdükten sonra, babasının ve dayısının canlara hizmet ettiğini, görgülerini yaptıklarını ve bu şekilde burada temelli kaldıklarını ifade etmiştir. Abisinin Ağu- içen derneği başkanı olduğunu ifade ederek, Tunceli Hozat’ın Bargini (Karabakır) köyünde olduğunu, Ağu-içen türbesinin orada bulunduğunu ve her sene etkinlikler yapıldığını ve abisinin bu etkinlikleri düzenlediğini anlatmıştır.333 Ailesinin ilk geliş yerinin Orta Asya ve Horasan olduğunu, abisinin bu konuda araştırmaları bulunduğunu ve Diyarbakır yöresinde araştırmalar yaptığını belirtmiş, Ağu-içenlerle ilgili bu kitap çıkarsa daha net bilgi verebileceğini ifade etmiştir. Padişahlarca verilen beratları334 bulunduğunu, seyyid ve evladı resul olduklarını söylemiştir.335Aileden

330

Kocalar Köyü: Kahramanamaraş merkez Dulkadiroğlu İlçesine bağlı bir Sinemilli mahallesidir.

331 K17 332 K17 333 K17 334

“İslamî devirde ilk seçerelerin tutulma örneği,Hz.Ömer tarafından görevlendirilen memurlar vasıtasıyla olmuştur. Seyyidlerle ilgili işlerle ilgilenmek üzere Hz.Peygamber tarafından tayin edilen ilk memur Hz.Ali’dir.Emeviler de bir iki halife istisna edilirse, Haşimîlere ve Abbasilere karşı olan tutumları açıkça meydandadır.Hilafetin Abbasilere geçmesi ,Resûllah soyunun fey ve ganimetlerdeki hissesi,Neseblerin korunması ve özellikle Hz.Peygamber’e saygı sebebiyle Hicrî üçüncü asır

dedeliği en son yürütenin babası Güzel Dede’nin olduğunu söyleyerek, şimdi dedelik yapanın kalmadığını ve yıllık görgünün olmadığını anlatmıştır. Şu an ki şartlar ve imkânlarla yıllık görgü yapmanın mümkün olmadığını söyleyerek, devletin pirlere, mürşitlere ve dedelere sahip çıkmadığını anlatmıştır. Bu yüzden dedeliği yürütme imkânının kalmadığını ve çalışmak zorunda olduklarını, başka türlü ailelerini geçindiremeyeceklerini söylemiştir. Son zamanlarda yavaş yavaş kendilerini toparladıklarını bu yüzden toplum içine çıkmaya başladıklarını anlatarak, taliplerin, pirlere, mürşitlere ve dedelere ihtiyacı olduğunu, taliplerin gidilip irşat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Abisinin şu anda dedelik yapmasa da toplumun içeresinde bulunduğunu, kendisinin de bu bölgede elinden geldiği kadar toplumun hizmetlerini yaptığını, cenaze hizmetlerinden başka çevre köylerde on iki imam orucundan sonraki ibadetlere, Hızır Orucu’ndan sonraki ibadetlere, elden geldiğince bu canlara yardımcı olmaya çalıştığını söylemiştir. Ancak diyar diyar gezip bütün canları irşad etmenin mümkün olmadığını, bunun olması için ekonomik olarak iyi ve bağımsız durumda bulunmalarının şart olduğunu ancak o şekilde bu hizmetleri rahatlıkla verebileceklerini ifade etmiştir.336

Sinemil Ocağının mürşitlerinin Ağu-İçenler olduğunu söyleyerek, Alevilikte bir hiyerarşi bulunduğunu, bunun bir benlik davası olmadığını ancak Ağuiçen’in bir serçeşme olduğunu belirtmiştir. İzzettin Doğan hocayla aynı soydan olduklarını anlatmıştır. Elazığ Sün Köyü’ndekilerin Ağuiçenlerin amcası olduğu söyleyerek Ağuiçen’in esas isminin Seyyid Mençek olduğu ifade etmiştir. Seyyid Mençek’in Ağuiçen lakabını almasını anlatarak, buna rivayet demenin doğru olmayacağını, gerçek bir olay olduğu belirtmiş, o dönem gelen bütün seyyidlerin ve dedelerin bunu bildiğini, bunun bir deneme süreci olduğunu eğer o gün o zehiri içmemiş olsaydı bugün ne bir pir ne de bir dedenin kalacağını ifade etmiştir.337 1258-59 yıllarında

Belgede Pazarcık Türkmen Alevileri (sayfa 90-103)