• Sonuç bulunamadı

Pasarofça Antlaşması ve Sınır Tespit Çalışmalarının Değerlendirilmesi

III. Kaynaklar Hakkında

4. Pasarofça Antlaşması ve Sınır Tespit Çalışmalarının Değerlendirilmesi

1699 Karlofça ile başlayan, Macaristan topraklarının Avusturya’ya geçiş sürecinin geri kalanını 1718 Pasarofça Antlaşması tamamladı. Daha da önemlisi, Temaşvar (Banat), Küçük Eflak (Oltenia) da Avusturya’ya bırakıldı. Antlaşmanın diğer tarafı olan Venedik ile 200 yıllık savaş sona ererken Mora, Osmanlı mülkü olarak kaldı.463

Venedik ayrıca Bosna Hersek ve Preveze’de ele geçirilen kaleler, Dalmaçya kıyıları ve birkaç ada ile yetinecekti.464

Antlaşmanın görünen tarafının özeti böyleydi. Özelinde ise Avusturya’nın ele geçirdiği yerler, gelecekte saldırıya geçmelerini kolaylaştıracak stratejik noktalardı. Nitekim Belgrad, Avusturya için ele geçirilmesi mümkün olmayan bir köprübaşı vazifesi görüyordu. Sırbistan’ın bir bölümünün ele geçirilmesi ise Avusturya’yı Osmanlı’nın ortasına yerleştirdiği gibi söz konusu devletin ordularını aynı zamanda Selanik ve İstanbul’u tehdit edecek bir durumda bulunmasına olanak sağlıyordu. Avusturya’nın Sava Nehri’nin her iki sahilini elde etmesi, Bosna’yı doğal sınırlarından yoksun bırakarak bütün bir vilayeti Avusturya’nın saldırılarına karşı savunmasız bırakıyordu. Avusturyalıların Romanya topraklarına kadar ilerlemesi ise Tuna sahilindeki

egemenliklerini Karadeniz sahillerine kadar yaklaştırıyordu.465

Osmanlı Devleti’nin antlaşma sonucunda durum değerlendirmesine göre; kuzeyde Avusturya’ya terk edilen araziler hem daha geniş hem de Balkanların emniyeti bakımından daha önemliydi. Öyle ki istirdat siyasetinden vazgeçilip, mevcudun muhafazasına çalışılmıştı. Avusturya’nın bundan sonra dikkatini Balkanlara çevirmesi ve buradaki Hıristiyan unsurları kışkırtıp Osmanlının zaafından yararlanarak buraları ele geçirme fırsatı kollaması üstelik aynı amacı taşıyan Ruslarla da iş birliği çabası içine girmesi Osmanlıyı hayli zor bir durumda bırakacaktı.466

Pasarofça Antlaşması, Venedik tarihi bağlamında ise Pasarofça, cumhuriyetin

463 Aksan, s.111.

464 Yalçınkaya, s. 485.

465Ahmet Refik Altınay, Lâle Devri (1718-1730), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2010, s.10.

113

geri dönülmez şekilde komaya girdiği bir başlangıç noktasını ifade eder. Bu açıdan bakıldığında Venedik tarihini sona erdiren ve onun dış dünya ile ekonomik ve bilgi temelli aktif ilişkilerinin geriye doğru gitmesinde bu tarihin bir milat olma niteliği taşıdığı kabul edilir.467

Avusturya antlaşmadan en kârlı çıkan devlet olma başarısını elde etti. Nitekim Avusturya bu antlaşmayla Karlofça ile başlayan ilerlemesinin en uç noktasına varmıştı.468 Osmanlı uğradığı büyük toprak kayıplarıyla Orta Avrupa’dan çekildiği gibi Avrupa için güçlü bir devlet olma özelliğini de yitirmişti.469

Fakat diğer taraftan bu antlaşma Osmanlının Sırbistan’da daha fazla toprak kaybetmesini önlemişti.470

Siyasal açıdan durum böyleyken Harald Heppner and Daniela Schanes kaleme aldıkları çalışmada Pasarofça Antlaşması’nı fonksiyonel, örgütsel, kişisel ve maddi açıdan da ele almışlardır. Söz konusu çalışmada

antlaşmanın fonksiyonel yönü olarak Osmanlı İmparatorluğunun bölgedeki hâkim konumunu kaybettiği ve bunun sonucunda 3 sonuç doğduğu belirtilmişti. Nitekim Rusya’nın Türkiye’deki çıkarları önemli derecede artarken Doğu sorunu olarak adlandırılan durum yüzeye çıkmış oldu. Venedik antlaşmanın doğrudan bir sonucu olan Orta Tuna bölgesiyle Adriyatik arasındaki güçlü bağlantıdan doğan Avusturya rekabeti nedeniyle Adriyatik denizindeki deniz gücü olarak etkisini kaybetti. Örgütsel açıdan ele alındığında ise önemli noktalardan biri antlaşmanın Osmanlı topraklarında istihbarat artışına izin veren gelişmelerin yaşanmış olmasıdır. Bu bağlamda Avusturya çıkarlarını temsil edecek konsolosluklar atanmasına izin verildi. Nitekim Viyana’nın Bosna, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Türkiye’de bulunan XIX. yüzyıldaki büyükelçilik ve konsolosluk ağının temelleri Pasarofça Antlaşması sonrasında atıldı.

467 Doğan, s.269.

468Karl Vacelka, “Avusturya Osmanlı Çekişmelerinin Dâhili Etkileri”, Tarih Dergisi, S.31, 2011, s.7

469 Özcan, “Pasarofça Antlaşması”, s.180.

114

Maddi yönden ise antlaşma sonrası yapılan çalışmalarla bölgenin alanının ve içeriğinin Sava ve Tuna Nehirleriyle birlikte genel değerini etkili bir şekilde tasvir etme olanağı mümkün oldu.471

Alan Palmer Avrupa’nın pek dikkatini çekmemiş olsa da Pasarofça’nın aslında Akdeniz tarihinde bir çağı bitirip yenisini başlattığı tezini vurgular. Devamında da Osmanlının son stratejik zaferlerini kazanıp Batı’dan gelen ilk deniz tehditlerini de önlediklerini ifade eder.472 Bu gelişmeler gösterdi ki Pasarofça Antlaşması’nda yaşanan yenilgi çok büyük olmasa da saygınlık ve moral bakımından Osmanlı için büyük bir darbe olmuştu.473

Bu darbenin yankıları Osmanlının değişen diplomasi manevraları ve benimsediği yeni politikalarda etkisini göstereceği gibi artık ordusunun da eski gücünü kaybettiğini ortaya koyuyordu.

Pasarofça Antlaşması sınır tahdit işlemleri açısından değerlendirildiğinde Karlofça’ya göre biraz daha geri planda kalan bir antlaşma olarak göze çarpar. Bunda Karlofça Antlaşması’nın Osmanlının ilk toprak kaybını temsil etmesi kadar bu anlaşmada hem Venedik hem de Osmanlı tarafının gönülsüz olarak barışa imza atması da etkili olmuştur. Aynı zamanda Avusturya tarafını temsil eden Marsingli’nin Karlofça barışı ile sınırların belirlenmesinden önce bölge hakkında en ince ayrıntısına kadar hesaplamalar yaparak süreci yönetmesi de söz konusu antlaşmayı daha ayrıntılı bir hale getirmiştir. Bu antlaşmalar yapılırken en önemli

eksiklerden biri de her iki antlaşmada da özellikle Osmanlı delegesinin söz konusu bölgeler hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması ve modern yöntemlerden biri olarak kabul edilen harita çizimi ile ilgili eksikliğin halen devam ediyor olmasıdır. Zira her iki antlaşmanın haritaları da karşı tarafın harita mühendisleri tarafından hazırlanmıştır.

Sınırların nasıl belirlendiği noktasında ise yine konferans ve müzakereler sürecin ilk basamağını oluşturur. Bundan sonraki aşamada antlaşmaya taraf olan Avusturya ve Venedik

471Heppner Harald and Daniela Schanes “Passarowitz On The Habsburg Monarchy “ The Peace Of Passarowitz

1718, (Ed. Charles Ingrao), Perdue University Press, 2011, s.53-58. 472 Palmer, s.50.

115

ile eş zamanlı yapılan müzakerelerle antlaşmaya varılmaya çalışılmıştır. Pasarofça Antlaşması’nda da sınır tespit çalışmaları için sınır noktalarının metin halinde aktarılması ve komisyonların oluşturulması aşamalarından sonra uygulama safhasına geçilmiştir. Sınır belirlenirken zirve hatları nehirler, dereler gibi doğal ve beşeri birçok unsurdan yararlanıldığı gibi sınır noktalarının yapay alametleri olarak yine hunka taşları konmuştur. Burada farklı olarak bazı bölgelere daha önceden konulan hunka taşlarının yenilendiği belirtilmiştir. Arazide sınır belirlemeleri yapılırken mesafe aralıklarını belirlemek için ise adımlama yöntemi kullanılıp bazı noktalarda saat cinsinden bir tanımlama yapılmıştır. Uluslararası kabul edilen sınır oluşum aşamaları bazında bir değerlendirme yapıldığında sınırın tanımlanması ve arazi koşullarını belirleme işlemlerinin yapıldığı görülür. Burada esas alınan sınır hatları Aluta Nehri’nden başlayıp, Tuna ve Timok suyunun döküldüğü mahallere göre bir saptama yapılmıştır Sınırın geçeceği noktaların belirlenmesi ile sınırın bir tanımının yapıldığı aşama da yine de antlaşma içinde yer alır. Nitekim Aluta Nehri’nin doğusu Osmanlıya, batısı Avusturya’ya bırakılmıştır. Bir diğer aşama olan sınırlandırma aşaması ise sınırların haritalarının büyük düzlemlere aktarıldığı aşama olup Pasarofça Antlaşması sınırları için Karlofça’da olduğu gibi kartografik bir harita bilgisine elde ettiğimiz verilerde rastlayamadık.

Bunun yerine sınır hatlarını genel bir şekilde belirten harita kesiti mevcuttur. Bu durumun en önemli sebebi ise Osmanlı mühendislerinin harita çizimi konusundaki eksiklikleri olarak gösterilebilir. Zira yukarıda da belirttiğimiz üzere burada da haritaları Avusturya mühendisleri hazırlamıştır. Bu nedenle özellikle Osmanlı cephesinden değerlendirildiğinde bu aşamanın kısmen yerine getirildiği söylenebilir. Sınırlar doğal ve yapay yollarla belirlenirken, sınır hatlarını işaretlemek için hunka adı verilen taşlardan yararlanılmıştır. “…bir pelîd ağacı

etrafına bir hunka ve ondan aşağa bir düz mahalde yanık kuru bir pelid ağacı etrafına bir hunka ve ondan zikr olunan Rudancıka Pulada? bi çukurcukda vâki‘ kebîr bir pelid ağacı

116

etrafına azîmü’l-kad bir hunka ve ondan yine Rudancık Pulada? vâki‘ atîk hunkalardan mukâbilinde kâyin hunka-i atîk tecdîd olundu”.474

Dördüncü aşamayı yönetim ve uygulama aşaması oluştururken sınır oluşumundan sonra sürecin düzenli işleyip işlemediğini kontrolünü yapacak kişilerin atanmasını esas alıyordu. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Pasarofça Antlaşması sonrası böyle bir görev için atama yapılmadı. Dört aşama üzerinden Osmanlı Devleti açısından değerlendirildiğinde sınırın tanımlanması aşaması ve işaretlenme aşamalarının gerçekleştirildiği ancak sınırlandırma ve yönetim uygulama aşamalarının ise geri planda kaldığı görülür. Avusturya açısından ise üç aşamanın da gerçekleştirildiği yönetim ve uygulama aşaması ile ilgili henüz bir veriye

rastlanmamış olmasından dolayı bu aşamanın gerçekleşmediği söylenebilir.

Sınır belirlemelerinde kullanılan yöntemler üzerinden bir değerlendirme yapılacak

olursa; kesin tanımlama aşamasını ifade eden işaretleme şekli ağaç dalları ve hunka taşları vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Kesin tanımlama ve saptama aşaması ise ağaçların etrafı, dağlık kesimler, sulak arazilerin oluşturduğu coğrafi hatlarla sınırlar işaretlenmiştir. Rotalar ve mesafeler yoluyla belirleme aşamasında ise kulaç ve adımlama yoluyla bir istikamet çizildiği görülür. Nitekim arazinin kimde kalacağı belirlendikten sonra ağaçlar hizalanarak 104 ve 50 adımlık mesafelerle sınır aralıkları saptanmıştır. Kuşak olarak belirleme aşaması ise metin içinde de yer verdiğimiz üzere “…Karaağaçtan terfik ve temyizindir ve nehr-i mezbûrdan ol

mahalde ayrıldıkda sağ tarafı çâsâr zaptında kalan Nur arazisi ve sol tarafı Kurupa arazisi olup evvelki alâmet hunkaya bedel zikr olunan ağaç olup ve andan tarla aşurı yüz dört hatve mesafede bir şecer-i kadd-i bâlâ kavak ağacı vâki` olup garb cânibine kıyâs ile sol tarafında alâmet olunmak üzre bir ay misâli kat` ettirülüb ve sağ tarafına komiserler bir haç kesdirdüb ikinci hunkaya bedel olmuşdur ”ifadesiyle belirtilmiştir. Ayrıca Hırvatlık mahallinde olan dağ

117

ve nehirlerin birleştiği arazi sınırlarının sol tarafı Osmanlı zaptında kabul edilirken, sağ tarafı Avusturya mülkü olarak kabul edilmiştir. Belirlenen prensiplere göre tanımlama aşaması sorunsuz bir şekilde antlaşma metninde geçen usullere göre sınırların çizilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Elimizdeki hududnâme metnine göre büyük bir anlaşmazlık yaşanmayan Pasarofça’ya göre sınır tespit çalışmaları planlandığı sürede tamamlanmış oldu.

118

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. BELGRAD ANTLAŞMASI

3. 1. Pasarofça Antlaşması’ndan Belgrad Antlaşması’na Kadar Osmanlı Avusturya İlişkileri

Osmanlı İmparatorluğu, Pasarofça Antlaşması’ndan sonra batı sınırlarında yeni bir denge

oluşturarak Avrupa sınırlarını güvece altına almaya çalıştı. Bunun için Damad İbrahim Paşa,

kuzeyde Rus-İsveç Savaşı’na katılmayacağına dair güvence verdiği gibi Kırım Tatarlarının Lehistan topraklarına saldırmayacağına dair Lehistan ve Avusturya ile de anlaşmalar yaptı. Aynı zamanda Kırım Tatarlarını da Rusya ile savaşa yol açacak hareketlerde bulunmamaları için baskı altına aldı. Bu sayede Osmanlı Devleti, Avrupa cephelerinde genişleme siyasetini bırakıp Avusturya ve Rusya’nın Osmanlılar aleyhine genişlemesine engel olacak tedbirleri almaya başlamış oldu.475

Ayrıca Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın Osmanlı Devleti’nin dış politikası için önemli bir unsur olduğuna inanan ilk Osmanlı sadrazamıydı. Bu düşüncesinden dolayı İstanbul’daki Avrupa elçileriyle düzenli bir ilişki kurduğu gibi ilk kez dışarıya Osmanlı elçileri476

göndermeye başladı. Paris ve Viyana’ya giden bu elçilerin sadece diplomatik ve ticari antlaşmalar imzalamak için değil, Avrupa diplomasisi ve askeri gücü hakkında bilgi edinmek için de gönderilmiş olmaları kayda değer bir gelişmeydi. Osmanlının diplomasisindeki bu değişim demir perdesindeki ilk gedik olarak değerlendirildi. Bu durum da gösterdi ki Osmanlı Devleti artık Avrupa’daki iç gelişmelerden haberdar olmak zorundaydı.477 Söz konusu gelişmelerin yaşandığı dönem aynı zamanda Osmanlının Oral Sander’in ifadesiyle kısa süreli uyanışını temsil eden Lale Devri adını taşıyordu. 1718-1730 yıllarını kapsayan adı

475

Yalçınkaya, s.485-486.

4761719’da İbrahim Paşa Viyana’ya, 1720’de Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi Fransa’ya, 1721’de Ahmet Dürri Efendi İran’a, 1722’de Niş’li Mehmet Moskova’ya, 1730’da Mustafa Efendi Viyana’ya gönderilirken son olarak da Mehmet Efendi Lehistan’a gönderildi. Bkz.Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s.52-70.

119

geçen süreç Pasarofça Antlaşması’ndan sonra 12 yıl sürecek olan barış döneminde batılılaşma ve reform yönünde ciddi girişimlerin de yaşandığı dönem oldu.478

Doğuda İran ve Afganistan’la olan münasebetler, saltanatının son yıllarında III. Ahmed’i meşgul eden siyasi meseleleri ifade ediyordu. Rusya, Hazar Denizi sahilleri boyunca İran’a

girmek ve Basra Körfezine inme istek istiyordu. Aynı zamanda Şirvan ve Dağıstan bölgesindeki Müslümanlar da Rus baskısından kurtulma talebiyle III. Ahmed’e başvurdu. Hem

bu nedenle hem de İran’ın içinde bulunduğu karışık vaziyet sebebiyle Osmanlı ordusu doğu sınırının emniyetini sağlamak için harekete geçti. Hatta bu maksatla Ruslarla Kafkasların doğusunda karşılaştılar. Fakat Fransız elçisi Marquis de Bonnac’ın çabasıyla 1724’te İran

Mukasenamesi imzalanarak Ruslar ile bir kısım İran şehirlerini paylaşan Osmanlı Devleti gerginliğe böylelikle son vermiş oldu.479

Bu antlaşma gereğince Gürcistan, Şirvan ve Azerbaycan Osmanlılarda kalırken, Kafkasya’nın Hazar bölgesinde Gilan, Mazenderan ve

Esterabad’daki Rus varlığı tanındı. Ayrıca II. Tahmasb Şah olarak her iki tarafça da tanındı.480 Antlaşma ile Rusya ve Osmanlılar birbirleriyle savaşmaktan kurtuldukları gibi İran toprakları üzerinde istekleri doğrultusunda bir sonuç elde etmenin memnuniyetini yaşadı. Ancak bu durum çok uzun sürmeyecekti. Sünni Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler Bakü ve Hazar civarındaki yerlerin Ruslara bırakılmış olması ve Şiilerin yoğun olduğu güney batı İran havalisinin Osmanlılara kalmasından dolayı İbrahim Paşa olumsuz tepkilerle karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine bir de İran siyasetinin iç dengesindeki değişmeler dış siyasetini de etkilemişti. Üstelik bu değişim mevcut durumları kısa sürede değiştirecek türdendi.481

İran’daki barış havasını bozan hareket Afganlardan geldi. II. Tahmasb Afganları durduramadı ve

478

Sander, s.145.

479 Aktepe, “Ahmed III”, s. 36.

480 Karal, C. V, s.189-194.

120

Horasan’a kaçmak zorunda kaldı.482

Horasan Türkmenlerinin İran’da II. Tahmasb’ın yanında savaşa girmesi üzerine Mahmud Han’ın yerine geçen amcası Eşref Han, Osmanlılara büyük ödünler vererek 1727’de Hamedan Antlaşması yaptı. Bu antlaşma sonunda tarihçi Mehmed Raşid Efendi paşalık payesiyle 1728’de İsfahan’a elçi olarak gönderildi.483

1730’da II. Tahmasb İran tahtına oturunca Osmanlıların ve Rusların İran topraklarını boşaltmalarını istedi. Bunun üzerine Sadrazam Damad İbrahim Paşa savaştan kaçınmak için İranlıların Tiflis, Revan ve Şirvan’da Osmanlı yönetimini tanımaları şartıyla Kirmanşah,

Tebriz, Hamedan ve Luristan’ı geri vermeyi kabul etti. Nadir Han bu kentleri boşaltan Osmanlıları izleyerek Ferehan’ı geri aldığı gibi Osmanlı ordusunu Tebriz’de yenilgiye uğrattı.484

Doğuda bu gelişmeler yaşanırken mali dalgalanmalar, seferlerin halka yüklediği vergiler ve gelen olumsuz haberler yeni bir sefer yapılmasına olanak vermeden bir isyanın patlak vermesine yol açtı. Nitekim 28 Eylül 1730’da Patrona Halil’in485 başlattığı isyan hareketiyle III. Ahmed devri kapandı. Böylece Edirne Vakası’ndan 27 yıl sonra bir kez daha toplumsal bir reaksiyon hareketiyle Osmanlı tahtı el değiştirmiş oldu.486

Osmanlı Devleti, tahtına Patrona Halil olayından sonra 2 Ekim 1730’da I. Mahmud487

geçti. Hükümdarlığının ilk

482

Shaw, s.286.

483 Yalçınkaya, s.488.

484 Shaw, s.293.

485Patrona Halil Ayaklanması, 1718 Pasarofça Antlaşması’na kadar uzanan bir dizi siyasal, ekonomik ve sosyal gelişmeye karşı bir tepkinin sonucudur. Damad İbrahim Paşa’nın Osmanlı ricaliyle ters düşmesi, Belgrad ve Temeşvar gibi önemli yerlerin elden çıkması, sadrazam olduktan sonra çeşitli sebeplerle İran’a savaş açtırması ve bu mücadelelerde yaşanan başarısızlıkların toplumda büyük hoşnutsuzluğa yol açması isyanın nedenleri arasındadır. III. Ahmed’in başta damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa, onun kâhyası Mehmed Kethüda ve Kaymakam Kaymak Mustafa Paşa’nın canlarına mal olan bu isyan hareketi diğer isyan vakalarıyla karşılaştırıldığında halkın da isyana katılmasından dolayı kimi tarihçiler tarafından halk ayaklanması şeklinde de değerlendirilmiştir. Abdülkadir Özcan, “Patrona İsyanı”, DİA, C.34, İstanbul 2007, s.189; Patrona Halil isyanı ile ilgili ayrıntılı bilgi ve kaynakların dökümü için bkz. Yalçın Gezer, “Yazma Eserler Işığında Patrona Halil İsyanı Hakkında Yeni Bir Değerlendirme”, III. Uluslararası Osmanlı İstanbul’u Sempozyumu Bildirileri 25-26 Mayıs

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2015, s.331-351. 486 Turan, İmparatorluk ve Diplomasi s. 258.

487I. Mahmud 1696 yılında Edirne’de doğdu. Çocukluk yılları Edirne’de geçti. İlk eğitimini burada alırken hocalığını İbrahim Efendi yaptı. Babası Edirne vakasıyla tahttan indirilince kardeşleriyle birlikte İstanbul’a getirildi. Yirmi yedi yıl süren kafes hayatının ardından Patrona Halil isyanı sonucunda 1730’da tahta geçti. Bundan sonraki ilk işi asileri ortadan kaldırmak olan II. Mahmud toplumsal olaylarla da yakından ilgilendi. Dış meselelerle de ilgilenen padişah döneminde Tebriz İran’dan geri alındı. Avusturya Rusya ittifakına karşı mücadelelere sahne olan I. Mahmud dönemine damgasını vuran hadise 1739 yılında imzalanan Belgrad

121

haftalarında asilerle olan diyalogunda onların taleplerini yerine getirmeye özen gösterdi. Ancak devletin adeta Patrona Halil’in vesayeti altına girme noktasına gelmesi üzerine padişah

asilerden kurtulma yoluna gitti.488

I. Mahmud içerideki kargaşa haline son verdikten sonra dış meselelere yönünü çevirdi. Zira gerçekleşen isyan hareketi nedeniyle İran’a düzenlenmesi planlanan sefer yarım kalmıştı. İran seferlerinin ikinci perdesi Serasker Ahmed Paşa komutasında Kürican Muharebesinde İran

kuvvetlerinin yenilgiye uğramasıyla başladı. Osmanlı ordusu daha sonra Hamedan’a hareket etti. Mukavemetsiz olarak hem burayı hem de Tebriz’i da ele geçiren Osmanlı tarafı İran ile Ahmet Paşa Muahedesini imzaladı. Bu muahedeye göre; Revan, Gence, Nahcivan, Tiflis, Şirvan, Şamahi, Dağıstan, Kaht, Karteli Osmanlılarda kalırken, Tebriz, Kirmanşah, Hamedan,

Luristan, Erdelan eyaletleri ve Huveyze aşireti İran’a bırakıldı. Ancak antlaşmanın hükümleri Osmanlıyı mağlup vaziyete soktuğundan Osmanlı ricali bu antlaşmadan memnun olmadı.489

Barış taraftarı olanlar görevden alınarak (Sadrazam Topal Osman Paşa, Şeyhülislam Paşmakçızade Abdullah Efendi) sadarete Hekimoğlu Ali Paşa getirildi. Akabinde (1733) İran’a savaş ilan edildi. Tebriz geri alındı. Ancak Tebriz elde tutulamadığı gibi Bağdat da kuşatma altına alındı. Revan civarında Arpaçay savaşında Osmanlı mağlup olunca I. Mahmud bunun üzerine sadarete Bağdat Valisi Gürcü İsmail Paşa’yı, İran seraskerliğine de Rakka Valisi Ahmet Paşa’yı getirdi. Kırım hanına da Kafkaslar yoluyla İran üzerine gitmesini emretti. Ancak bu türden bir gelişme, Osmanlının Rusya ile arasının açılması sonucunu doğurunca İran’la

Antlaşması olmuştur. Osmanlı Devleti bu antlaşmayla Belgrad’ı yeniden topraklarına katmış oldu. Dönemin genel seyrine bakıldığında I. Mahmud’un iç ve dış meselelerde denge politikası izlediği, mevcut huzursuzlukları sık sadrazam değiştirerek önlemeye çalıştığı görülür. I. Mahmud 1754 yılında cuma namazından dönerken Topkapı Sarayı’nın Demirkapı girişinde vefat etmiştir. Abdülkadir Özcan, “Mahmud I”, DİA, C.27, İstanbul 2003, s.348-352. I. Mahmud ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Uğur Kurtaran, Sultan I. Mahmud Dönemi(1730-1754), Altınordu Yayınları, Ankara 2018.

488Özcan, “Mahmud I”, s.348.

122

anlaşma yoluna gidildi. Karşılıklı olarak gönderilen elçiler vasıtasıyla anlaşmaya varılarak 1736’da İran ile ilgili mesele çözüme kavuşmuş oldu.490

Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti’nin İran’la olan mücadelelerinden yararlanmak istemişti. Bu maksatla Rusya Osmanlılara karşı, Avusturya ise ezeli rakibi Fransa ve yeni gelişmekte olan Prusya Krallığına karşı destek aramışlardı. Nihayetinde Avusturya, 6 Ağustos 1726‘da müttefiki Rusya ile Osmanlıların yayılmacı politikasını engellemeye yönelik savunmaya dayalı bir ittifak antlaşması yaptı.491