• Sonuç bulunamadı

1699-1739 Osmanlı Avusturya antlaşmalarına göre sınır tespit çalışmaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1699-1739 Osmanlı Avusturya antlaşmalarına göre sınır tespit çalışmaları"

Copied!
232
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

KARAMANOĞLU MEHMETBEY ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

1699-1739 OSMANLI AVUSTURYA ANTLAŞMALARINA GÖRE SINIR TESPİT ÇALIŞMALARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Zeynep KARACA

150471102

Tez Danışmanı

Dr. Öğretim Üyesi Uğur Kurtaran

KARAMAN -2019

(2)

T.C.

KARAMANOĞLU MEHMETBEY ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

1699-1739 OSMANLI AVUSTURYA ANTLAŞMALARINA GÖRE SINIR TESPİT ÇALIŞMALARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Zeynep KARACA

150471102

Tez Danışmanı

Dr. Öğretim Üyesi Uğur Kurtaran

KARAMAN -2019

(3)
(4)

i ÖNSÖZ

Osmanlı diplomasisinin yazılı kaynaklarından biri olan sınır tahdit raporları sınır çiziminde görevli komisyonların kaleme aldığı raporlardır. Bu raporlar yalnızca devletlerin sınırlarının nerede başlayıp nerede sona erdiğini ihtiva etmez. Bununla birlikte diplomatik usul ve kaideler ile ilgili de ipuçları verir. Nitekim müzakere masasında kimin ne kadar söz sahibi olacağı, antlaşmaların sınırlar ile ilgili maddelerinde taviz verilip verilemeyeceği gibi hususların yer aldığı süreçler sonunda sınır tespitleri yapılır. Bu raporların detayları incelendiğinde; devletlerin o günkü şartlar dâhilinde müzakereleri nasıl yürüttüğüne dair detaylara ulaşılabilir. Ayrıca bu raporlar sınır boylarında herhangi bir anlaşmazlık çıkması halinde izlenecek çözüm yollarına dair birçok ayrıntının gözlemlenebileceği bir nitelik taşır.

Söz konusu raporlar aynı zamanda taraf devletlerin yeni sınırların belirlenmesinde uyguladıkları diplomatik esasları da muhteva eder. Bu öneminden dolayı sınır tahditleri ile ilgili çalışmalar son dönemde artmaya başlamıştır. Ancak diplomasinin diğer kaynaklarına nazaran geri planda kalmıştır. Durumun böyle olmasının temel sebeplerinden biri Osmanlı Devleti’nin sınırlarının özellikle XVII. Yüzyıla dek sürekli değişken bir yapı göstermesidir.

Aynı zamanda antlaşmaların sınırlarla ilgili maddelerinin detaylı bir şekilde harita düzlemine aktarılamamış olması bu konudaki verilerin kısıtlı kalmasına neden olmuştur. Nitekim Osmanlı Devleti 1699 Karlofça Antlaşması öncesinde modern olarak adlandırılan sınır çizme yöntemlerini kullanmamıştı. Söz konusu döneme kadar yapılan sınır belirleme işlemleri daha yüzeysel kalıyordu. Ancak bu tarihten sonra Osmanlı Devleti, kesin hatlarla ve detaylı olarak sınır çizimini benimsedi. Bu çalışmanın esas amacı da Karlofça Antlaşması ile girilen yeni dönemle birlikte bu alandaki mevcut eksikliğin giderilmesine bir nebze de olsa katkıda bulunmaktır.

(5)

ii

Çalışmanın şekillenmesinde, içeriğinin oluşmasında ve hazırlanış süreci boyunca değerli katkılarını gördüğüm danışman hocam Doktor Öğretim Üyesi Uğur Kurtaran başta olmak üzere; kütüphanesinden yararlandığım değerli hocam Prof. Dr. Mehmet Mercan ve desteğini esirgemeyen, fikirleriyle daima yol gösteren kıymetli hocam Doktor Öğretim Üyesi Fadimana Fidan’a teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca belge okuma sürecinde ve kaynak temininde katkılarını gördüğüm değerli arkadaşlarıma ve maddi manevi her türlü desteğini gördüğüm aileme sonsuz teşekkürler.

Zeynep KARACA Karaman-2019

(6)

iii ÖZET

Osmanlı Devleti için “hudud” kelimesinin ihtiva ettiği anlam yalnızca fetihler sonucu elde edilen toprak parçaları olmayıp, aynı zamanda iktidar ve gücün de simgesiydi. Nitekim Osmanlı Devleti de diğer devletler gibi etnik, ekonomik ve siyasi açıdan elinde bulundurduğu bölgeler üzerinden hâkimiyetini tanımlamaktaydı. Bu nedenle Avusturya ile sınır tespit çalışmaları yapılırken her iki taraf da tüm planlarını verimli olan toprakları elde tutmak üzere yapıyordu. Sınırı çizilen bölgelerin iskeletini ise çoğunlukla Sava ve Tuna Nehirlerinin bulunduğu sahil kesimleri oluşturmaktaydı. Söz konusu nehirler başlangıç noktası olarak ele alındığı gibi taraflar için sınır olacak en kritik noktaları da ifade etmekteydi. Çalışmada 1699- 1739 tarihleri arasında Osmanlı-Avusturya sınırlarında yaşanan değişiklikler ile bunlara bağlı olarak yapılan sınır belirleme çalışmaları üzerinde durulmuştur.

Devletlerarası sınırlar belirlenirken öncelikle esas alınan başlıca iki ölçüt vardır.

Bunlardan ilki iki devlet arasında eskiden beri var olan bir sınırın benimsenmesidir. (uti possidetis). İkincisi ise yapay ya da doğal unsurları kullanarak yeni bir sınırın oluşturulmasından ibarettir. Bu bağlamda ilk olarak Karlofça Antlaşması sonrası Osmanlı- Avusturya sınır hatlarının belirlenmesine geçildi. Sirem (Belgrad), Bosna ve Temaşvar esas olmak üzere hunka taşları ve ağaç dalları konularak sınır noktaları işaretlendi. Macaristan’ın büyük bir bölümünü Avusturya’ya bırakmak zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin bu antlaşmayla beraber sınırlarında gerilemeler meydana geldi. 1699’daki kayıplarını telafi etmek isteyen Osmanlı Devleti 1718 Pasarofça Antlaşması’nın imzalanmasıyla bu kez de Temaşvar’ı kaybetti. Söz konusu antlaşma ile bir önceki antlaşmada belirlenen bazı sınır noktalarına yenilenmek suretiyle, bazı bölgelere de yeni olmak üzere birçok hunka taşı konularak sınırlar belirlendi. Ayrıca kayalara hilal ve haç şeklinde semboller kazınarak da sınırlar işaretlendi.

(7)

iv

Osmanlı-Avusturya arasında 1739’da imzalanan Belgrad Antlaşması ile Osmanlı Devleti Belgrad’ı yeniden sınırlarına kattı. Bunun sonucunda bölgede murahhaslar sınır tespit çalışmalarına başladı ve antlaşmaya esas olan arazide sınır tespitini hunka taşları, hilal ve haç gibi semboller kullanarak gerçekleştirdi. Böylelikle Tuna savunma hattı yeniden kuruldu.

Buna bağlı olarak çalışmaya konu olan antlaşmaların sınır hatları doğal ve yapay unsurlar kullanılarak tamamlandı. Uluslararası sınırların belirlenmesinde kullanılan aşama ve yöntemler esas alınarak incelenen çalışmanın sonucunda Osmanlı-Avusturya sınırlarının Tuna kıyılarına kadar gerilediği saptanmıştır. Ayrıca çalışma içeriğinde sınır tespitleri süresince karşılaşılan problemler ve çözüm yolları ile ilgili bazı bulgulara da ulaşmak mümkündür.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Avusturya, sınır, Sava, Tuna.

(8)

v ABSTRACT

Contains the world “boundary” to the Ottoman Empire, the meaning can only be obtained as a result of the conquest of the lump of piece and at the same time it was in power and the power icon. Indeed, like the other States of the Ottoman Empire, ethnic, economic and political control of the region through its empery . Therefore, while the border with Austria assessment each party plans to retain all the territory he was upon the efficent.

Generate to the border regions of the skeleton is mostly situated in the coastal areas where the Sava and the Danube. The aforementioned rivers, taken as the starting point will be the most critical limits for parties such as points also was expressed. Between 1699-1739 study focused on changes that occured in the Ottoman-Austrian border, the border demorcation whith studies conducted in relation to them.

When determining the interstate borders, there were two main criteria. The first is the adoption of a long standing border between the two states (uti possidetis). The second consist is of the creation of a new border using artificil or natural elements. In this context, firstly the Ottoman-Austrian border lines were determined after the Treaty of Karlofça. Sirem (Belgrad), Bosna and Temaşvar basha stones and three branches were placed and border points marked.

The Ottoman Empire, which had to leave a large part of Hungary to Austria, has seen a decline in its borders with this treaty. The Ottoman Empire, which wanted to compensate for its losses in 1699, lost Temaşvar after the 1718 Passarowitz was signed. The boundaries were determined in the previous treaty and by placing many funnel stones in some regions. In

addition, the crescent and cross shaped symbols were engraved and the borders were marked.

With the Treaty of Belgrade signed in 1739 betweeen Ottoman and Austria, the Ottoman Empire added Belgrade to its borders again. As aresult, the governors in the region began the

(9)

vi

border detection activities and the boundary was determined by the use of symbols such as funnel stones, crescent and cross. Thusi the Danube defense line was re-established.

Accordingly, boundary lines of the treaties were completed by using natural and artifical elements. As a result of the study which was conducted based on the stages and methods used in determining international borders, it was determined that the Ottoman-Austrian borders were regressed to the shores of the Danube. In addition, it is possible to reach some findings about the problems encountered during the boundary determinations and solutions.

Key words: Ottoman, Austrian, boundary, Sava, Danube.

(10)

vii

KISALTMALAR

A.E. Ali Emiri Tasnifi Bkz. Bakınız

BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi C. Cevdet Tasnifi

çev. Çeviren

DİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi DVE. Düvel-i Ecnebiye Defterleri

Ed. Editör Haz. Hazırlayan

HH. Hatt-ı Hümâyûn Tasnifi İA. İslam Ansiklopedisi İE. İbnü’l Emin Tasnifi KK. Kamil Kepeci Tasnifi

MAD. Maliyeden Müdevver Defterler MEB. Milli Eğitim Bakanlığı

NMH. Nâme-i Hümâyûn Defterleri nr. Numara

OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Araştırma ve Uygulama Merkezi s. Sayfa

S. Sayı

Sad Sadeleştiren

TAD Tarih Araştırmaları Dergisi TTK. Türk Tarih Kurumu

vd. ve devamı

(11)

viii

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ………i

ÖZET………iii

ABSTRACT……….….v

KISALTMALAR………....vii

İÇİNDEKİLER……….……….viii

RESİMLER VE HARİTALAR………..………..……xi

GİRİŞ………..1

I. OSMANLI DİPLOMASİSİ ve SINIR KAVRAMI ………...1

II.Çalışma Hakkında………...17

III. Kaynaklar Hakkında………...19

1. Arşiv Belgeleri………..19

2. Kaynak Eserler……….….20

BİRİNCİ BÖLÜM 1. KARLOFÇA ANTLAŞMASI……….23

1.1. Karlofça Antlaşması’na Kadar Osmanlı-Avusturya İlişkileri………..23

2. KARLOFÇA ANTLAŞMASI’NIN İMZALANMA SÜRECİ………....38

2.1. Temsil Heyetlerinin Oluşturulması ve Müzakere Öncesi Durum………...41

2.2. Müzakerelerin Başlaması………...45

2.3. İkili Görüşmeler ve Alınan Kararlar……….………47

2.3.1 Osmanlı-Avusturya Müzakereleri………...…48

2.3.2.Osmanlı-Lehistan Müzakereleri………..………....50

2.3.3. Osmanlı-Venedik Müzakereleri………..…...….51

2.3.4. Osmanlı-Rusya Müzakereleri………...52

2.3.5. Karlofça Antlaşması’nın İmzalanması (26 Ocak 1699)………...……….53

(12)

ix

2.2. KARLOFÇA ANTLAŞMASI’NA GÖRE OSMANLI AVUSTURYA SINIRLARININ

TESPİTİ ………...54

2.2.1. Sınır Komisyonlarının Oluşturulması……….…….55

2.2.2 Sirem’e Tabi Belgrad Sınırlarının Tespiti……….57

2.2.3.Bosna Sınırının Tespiti………..……….………….…..60

2.2.4.Temaşvar Sınırının Tespiti………...…...65

3. Karlofça Antlaşması ve Sınır Tespit Çalışmalarının Değerlendirilmesi………...70

İKİNCİ BÖLÜM 2. PASAROFÇA ANTLAŞMASI………..83

2.1. Karlofça Antlaşması’ndan Pasarofça Antlaşması’na Kadar Osmanlı Avusturya İlişkileri...……….83

3. PASAROFÇA ANTLAŞMASI’NIN İMZALANMA SÜRECİ………....92

3.1. Temsil Heyetlerinin Oluşturulması ve Müzakerelerin Başlaması………...94

3.1.1.İkili Görüşmeler ve Alınan Kararlar………95

3.1.2. Osmanlı-Avusturya Müzakereleri………...96

3.1.3. Osmanlı-Venedik Müzakereleri………101

3.1.4. Pasarofça Antlaşması İmzalanması (21 Temmuz 1718)………...102

3. 2. PASAROFÇA ANTLAŞMASI’NA GÖRE OSMANLI AVUSTURYA SINIRLARININ TESPİTİ ………103

3.2.1. Sınır Komisyonlarının Oluşturulması………104

3.2.2. Sınırların Belirlenmesi………...106

4. Pasarofça Antlaşması ve Sınır Tespit Çalışmalarının Değerlendirilmesi………...112

(13)

x

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.BELGRAD ANTLAŞMASI………118

3.1. Pasarofça Antlaşması’ndan Belgrad Antlaşması’na Kadar Osmanlı Avusturya İlişkileri………...………118

4. BELGRAD ANTLAŞMASI’NIN İMZALANMA SÜRECİ………..131

4.1. Temsil Heyetlerinin Oluşturulması ………..………..134

4.1.2. İkili Görüşmeler ve Alınan Kararlar……….134

4.1.3. Osmanlı-Avusturya Müzakereleri………...…..135

4.1.4. Osmanlı-Rusya Müzakereleri………...………...…….139

4.1.5. Belgrad Antlaşması’nın İmzalanması (18 Eylül 1739)...……….…...141

4. 2. BELGRAD ANTLAŞMASI’NA GÖRE OSMANLI AVUSTURYA SINIRLARININ TESPİTİ ………142

4.2.1. Sınır Komisyonlarının Oluşturulması………142

4.2.2. Sınırların Belirlenmesi………...144

4.2.3. Bosna Eyalet Sınırları’nın Tespiti………...………...148

4.2.4.Una Nehri Sınırlarının Tespiti……….149

5. Belgrad Antlaşması ve Sınır Tespit Çalışmalarının Değerlendirilmesi………...155

SONUÇ………160

KAYNAKLAR………165

EKLER……….179

(14)

xi RESİMLER

Resim I. Karlofça Antlaşması’nın Yapıldığı Bölgede Yerleşim………..44

Resim II. Karlofça Antlaşması Görüşmeleri………45

Resim III. Pasarofça Antlaşması Görüşmeleri………...………..96

HARİTALAR Harita I. Osmanlı Avusturya Sınırlarının Sirem Kesiti………...59

Harita II. Osmanlı Avusturya Sınırı Kuzeybatı Bosna Kesiti……….64

Harita III. 1699 Karlofça Antlaşması’na Göre Osmanlı Avusturya Sınırı…….………78

Harita IV. 1718 Pasarofça Antlaşması’na Göre Osmanlı Avusturya Sınırı………..111

Harita V. 1739 Belgrad Antlaşması’na Göre Osmanlı Avusturya Sınırı...155

(15)

1 GİRİŞ

1. OSMANLI DİPLOMASİSİ ve SINIR KAVRAMI

Diplomasi, kelime anlamı itibariyle uluslararası ilişki ve görüşmeleri kendi çıkarlarına uygun biçimde yürütme sanatı olarak tanımlanabilir. Söz konusu kavram, bu yönüyle değerlendirildiğinde milletlerarası anlaşmazlıkları, savaşla değil, barışçı yollarla çözmeyi öngören bir dış politika aracı olarak karşımıza çıkar. 1 Osmanlı İmparatorluğu için diplomasi, kuruluşundan yıkılışına kadar, genişlemek, devletlerarası dengenin aleyhine dönmesine mani olmak ya da kendi lehine çevirmek ve varlığını sürdürmek için kullandığı bir yöntemdir.2 Bu nedenle Osmanlı diplomasisinin gelişimini Osmanlı Devleti’nin gelişim sürecinden ayrı tutmamak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle Avrupalı güçlere karşı daha güçlü ve etkin müzakere pozisyonunda olduğu zamanlarda diplomasisi de aynı şartlarda yürütülmüştür.3 Osmanlı Devleti gücünün zirvesinde olduğu, söz konusu dönemde diğer ülkelerden siyasal, ekonomik, askeri, kültürel vb. açıdan mutlak anlamda üstündür. Bundan dolayı diğer ülkelerle diplomatik ilişkilerde4 bu üstünlük çerçevesinde yürütülmelidir anlayışı hâkimdir.5 Nitekim Dubrovnik (Ragosa) elçisi, kabule geldiğinde veziriazamın eteğini öptükten sonra kendisine veziriazamın sofrasına oturma izni verilmediğinden akçesini ödemek için hemen hazineye gitmektedir. Dubrovnik özerk de olsa Osmanlı’ya bağımlı hale gelmiş bir devlettir. Dolayısıyla Osmanlının teşrifatta göstereceği ihtimamla sağlayacağı hiçbir çıkar söz konusu değildir.6 Bu

1Ahmet Emin Dağ, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Vadi Yayınları, İstanbul 2016,s.125-126.

2Gökhan Erdem, Osmanlı İmparatorluğunda Sürekli Diplomasiye Geçiş Süreci, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2008, s.103.

3Ali İbrahim Savaş, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Diplomasisi”, C.I, (Ed. Güler Eren), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara1999, s.645.

4Avrupa ülkelerinin, siyasi ve ticari menfaatlerini temsil eden birer temsilcileri bulunur. Bu temsilcilerin statüleri büyükelçilikten maslahatgüzarlığa kadar her ülkenin Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerine göre değişmektedir. Hata bu temsilciliklerin statüleri ilişkilerin artmasına göre bazen yükseldiği gibi bazen de düşmektedir. M. Alaaddin Yalçınkaya, “Kuruluştan Tanzimat’a Osmanlı Diplomasi Tarihi Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.1, S.2, 2003, s.430.

5 Erdem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sürekli Diplomasiye Geçiş, s.146.

6Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, İmge Kitabevi, Ankara 2006,s. 114.

(16)

2

nedenle elçinin vazifesini yerine getirdikten sonra huzurdan direkt olarak ayrılması uygun görülmüştür.

Osmanlı Devleti, dış politikasını ve diplomasisini “Hiçbir Avrupalı Hıristiyan devleti eşit hakları haiz muhatap kabul etmemek ve onlarla hiçbir zaman daimi barış içinde olmamak”

esası üzerine oturtmuştur.7 Bu anlayışın getirdiği bakış açısıyla, Osmanlı Devleti’nin dış siyaset çizgisinde ve diplomasi tarihinde uzun süre hâkim olan politikası karşılıksız diplomasi olmuştur. Bu politikanın ihtiva ettiği anlam, Avrupa devletler sisteminden kendisini büyük ölçüde soyutlayarak yabancı ülkelere sürekli diplomatik temsilciler göndermemektir. Buna karşılık bu politikayla dışarıdan gelen diplomatik temsilcileri ise kabul etme esası benimsenmiştir.8 Osmanlı diplomasisinin temelinin oluştuğu bu dönem ad hoc (tek taraflı) diplomasi9 dönemi olarak da adlandırılır. Bu diplomasi anlayışının hâkim olduğu ülkeler arasında diplomatik temas; kısa süreli, dar kapsamlı ve tek taraflıdır.10 Osmanlı Devleti’nin tek taraflı diplomasiyi benimsemesinin altında birçok neden yatmaktadır. Bunlardan biri bu tür bir diplomasi yürütmeyi üstünlüğünün başlıca belirtisi olarak görmesidir. Bu nedenle de Batı’nın desteğini sağlama ya da Batı’nın görüş ve düşüncelerini öğrenme gibi kaygılar duymadığından Avrupa’da sürekli temsilci bulundurma da elzem bir ihtiyaç değildir. En önemli sebeplerden biri ise Osmanlı Devleti’nin kendinden güçsüz olan devletler nezdinde sürekli temsili küçüklük olarak görmesidir.11 Bu anlayışa göre elçi göndermeme karşı tarafı küçümseme vesilesi olurken, Osmanlının Avrupa devletler sistemine katılma zorunluluğundan da böylelikle

7Ali İbrahim Savaş, Osmanlı Diplomasisi, 3 F Yayınları, İstanbul 2007, s.38.

8Gül Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı, Konya 2000,s.56.

9Ad hoc, “amaca özel, niyete mahsus” anlamına gelen Latince kökenli bir kelime olup, bir soruna yönelik geçici bir çözümü anlatmak için kullanılır. Ahmet Yavuzhan Erdem, Osmanlı Diplomasisinin Modernleşmesinde Tanzimat Dönemi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010, s.1. Bir başka tanıma göre ise; ad hoc diplomasi özel bir amaçla ve belirli bir süre için dış ülkelere gönderilen kişiler ya da kurullar aracılığıyla yürütülen diplomasi yöntemidir. Bu yöntem tarihte uygulanan ilk diplomasi türüdür. Ancak XVII. ve XIII. yüzyıllarda sürekli diplomasi yöntemine geçilmesiyle birlikte ad hoc diplomasi büyük ölçüde saygınlığını yitirmiştir. Bkz. Hüner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yayıncılık, Ankara 1995, s.92-96.

10Erdem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sürekli Diplomasiye Geçiş, s.9.

11 Tuncer, s.44.

(17)

3

kurtulmasını sağlıyordu.12 Osmanlıların Avrupa’da daimi elçi bulundurmamasının sebeplerinden biri de iktidar gruplarının, İstanbul’dan uzaklaşmanın iktidardan uzaklaşmakla eş anlamlı olduğunu düşünmüş olmasındandır.13 Osmanlı Devleti ayrıca bu tür bir diplomasi anlayışı yürüterek, Avrupalı devletlere karşı psikolojik bir baskı oluşturduğu düşüncesine sahiptir. Galip geldiği ve toprak bütünlüğünü sürdürdüğü sürece tek taraflı diplomasi Osmanlı Devleti’nin gücünün ve üstünlüğünün diğer devletlerce onaylanması olarak görülmüştür.14 Bu nedenle Hıristiyan hükümdarlarının İstanbul’a daimi elçi göndermeleri Osmanlı padişahlarına karşı bir saygı tezahürü olarak değerlendirilmiştir.15Ayrıca Osmanlı Devleti idarecilerinin Batı’ya karşı duydukları üstünlük duygusunun yanı sıra tüccar ve dini kurumların dışarıda yaygın faaliyette bulunmayışı da bu anlayışın getirdiği bir durumdur.16

Osmanlı Devleti’nde tek taraflı diplomasi uygulaması elçilerin geçici nitelikte olması kadar, Avrupa’nın aksine mütekabiliyet ve mübadele ilkelerinin uygulanmamasıyla da varlığını gösteren bir durumdur. Nitekim uluslararası antlaşmalarda, elçiliklerin kabulünde ve reddinde, Avrupa tebaasının Osmanlı topraklarındaki statüsü ve haklarında, Batı’nın benimsemiş olduğu karşılıklılık ve değişim gibi uygulamalar ilkesel olarak benimsenmemiştir.17 Bu durum Osmanlı Devleti’nin kendine özgü diplomatik bir anlayış geliştirmiş olmasından kaynaklanır.

Osmanlı Devleti tek taraflılık ilkesini uzun süre korumayı başarmıştır. Ancak özellikle gücünün zirvesinde olduğu dönemlerdeki diplomatik tutumu ile gücünün etkisinin azaldığı dönemlerdeki tutumu zamanla bazı değişimler geçirmiştir. Bu değişimler neticesinde ilerleyen

12Jacob C. Hurewitz, “The Europeanization of Ottoman Diplomacy: The Conversion from Unilateralizm to Reciprocity in the Nineteenth Century”, Belleten, C.XXV, S.99, TTK Yayınları, Ankara 1961, s.460.

13İbrahim Şirin, Osmanlı İmgeleminde Avrupa, Lotus Yayınları, Ankara 2006, s.142-143.

14Akyılmaz, s.57.

15Ercümend Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçiliklerin Siyasi Faaliyetleri 1793- 1821, Ankara 1968, s. 11.

16Sinan Namık Turan, “Osmanlı Diplomasisinde Batı İmgesinin Değişimi ve Elçilerin Etkisi (18. ve 19.

Yüzyıllar)”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.5, S.2, 2004, s.58.

17Ahmet Dönmez, “Osmanlı Devleti’nde Tek Taraflı Diplomasi Anlayışı ve Karşılıklı Diplomasiye Geçiş Süreci”, Osmanlı Diplomasi Tarihi Kurumları ve Tatbiki, (Ed. M. Alaaddin Yalçınkaya ve Uğur Kurtaran), Altınordu Yayınları, Ankara 2018, s.149.

(18)

4

dönemlerde karşılıklı ve sürekli diplomasiyi benimseyen Osmanlı Devleti adım adım savaş diplomasisinden savunma diplomasisine geçiş yapmıştır. Söz konusu geçiş dönemlerinin önemli kırılma noktaları vardır. Bunlardan ilki 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Antlaşması18 ile gerçekleşir. Nitekim Osmanlı Devleti bu antlaşmayla daha önce “Viyana Beyi” olarak hitap ettiği Avusturya İmparatoru’nu “Kaiser” olarak tanır ve senelik cizyeden vazgeçer. Bu değişim diplomatik anlamda ilk saygınlık kaybını getirir. Ayrıca daha önceki antlaşmalar kısa süreli ya da “karşı taraf ateşkesi ihlal edene kadar” yapılmışken Zitvatorok Antlaşması19 20 yıllığına imzalanmıştır.20 Yine bu antlaşmayla uluslararası hukukun genel ilkeleri ve nezaket kuralları ilk kez Osmanlılarca benimsenmiştir.21 Ayrıca Osmanlı Devleti Zitvatorok Antlaşması’yla girilen yeni dönemde geleneksel fetih politikalarını terk etmek zorunda kalarak, temelde mevcut durumu bozmaya değil korumaya yönelmiştir.22 İkinci saygınlık kaybının yaşandığı olaysa yine bir antlaşma sonrasını işaret eder. 1699 Karlofça Antlaşması’nda ilk kez yabancı devletlerin tavassutunu kabul eden Osmanlı Devleti, özellikle diplomatik ilişkilerinde daha temkinli davranması ve diğer dengeleri de göz önünde bulundurması gerektiğinin farkına varmıştır.23 Söz konusu tarihe kadar barış antlaşmaları Osmanlı sultanlarının belirlediği hatlar dâhilinde yapılırdı. Yani pratikte Osmanlı Devleti’nin dikte etmesi şeklinde bir barış görüşmesi yapıldığından hakikatte müzakere olmazdı. Ancak Karlofça Antlaşması Osmanlı diplomasi tarihinde hazırlık süreci 6 aydan uzun olan 4 ay gibi bir sürede ciddi müzakere süreçlerinden

18Zitvatorok Antlaşması adını Slovakya’da bulunan Dunaradvány (Radvaò nad Dunajom) köyü yakınlarındaki tarihi Macaristan’ın kuzeybatı kısmında bulunan Zsitva ve Tuna Nehri’nin kesiştiği, Macarca Zsitvatorok olarak adlandırılan yerden almıştır. Sandor Papp, “Zitvatorok”, DİA, C.44, İstanbul 2013,s.472. Ayrıca bu yönüyle Zitvatorok Antlaşması Osmanlı tarihinde tarafsız bölgede imzalanan bir antlaşma olması bakımından bir ilk olduğu gibi bu durum Osmanlı diplomasisindeki ciddi saygınlık kaybını da işaret eder. Uğur Kurtaran, Sultan II.

Mustafa 1695-1703, Siyasal Kitabevi, İstanbul 2017, s.380.

19BOA. A. DVNS. DVE. d. Nemçelü Ahidnâmesi, nr. 57/1, s.3-5. Zitvatorok Antlaşması, Osmanlı-Avusturya ilişkilerinde talep sonucunda padişahın iyi niyetine bağlı olarak değil de ortak müzakereler sonucunda karara bağlanan, her iki tarafın da farklı metinleri esas aldığı ilk antlaşma olması açısından da önem arz eder. Papp, s.474.

20Feridun M. Emecen, “Çağdaş Osmanlı Kaynaklarında Uzun Savaşlar ve Zitvatorok Antlaşması İle İlgili Algılama ve Yorum Problemleri”, Osmanlı Araştırmaları S.XXIX, 2007, s.95.

21Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, İmge Kitabevi, Ankara 2012,s.119-120.

22 Erdem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sürekli Diplomasiye Geçiş, s.161.

23Savaş, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Diplomasisi”, s.645.

(19)

5

geçen ilk antlaşma olma özelliğini taşır. Bu aynı zamanda karşılıklı müzakere ve pazarlıklara dayanarak icra edilen günümüz diplomasisinin Osmanlılar tarafından benimsenip kullanılmasının ilk örneğini teşkil eder.24

Karlofça Antlaşması’nın Osmanlı diplomasisine getirdiği en önemli özelliklerden biri daha önce muğlâk biçimde belirlenen sınırların ayrıntılı biçimde düzenlenmeye başlamasıdır.

Bu durum Osmanlı fetih politikasının kan kaybetmeye başladığını gösterirken, Avrupalılarla savaş halinin mutlaklığı anlayışındaki kırılmayı da net olarak göstermektedir. Yani sınırların mutlak biçimde belirlenmiş olması fetihçi anlayışın sona erdiğine işaret eder.25 Tüm bu gelişmeler gösterdi ki artık karşılıksız diplomasinin temelleri sarsılmış, sürekli toprak kaybetmeye başlayan bir devletin tek taraflı bir diplomasi izlemesi zararlı olmaya başlamıştır.

Hatta bu tek taraflı anlayış nedeniyle adeta dünyadan izole olmuş bir Osmanlı portresi ortaya çıkmıştır. Bundan sonra atılacak adımlarda devletin varlığını sürdürmesinin yalnız askeri gücüne değil diplomasiyi etkin bir biçimde kullanmasına da bağlı olduğu gerçeği anlaşılmaya başlamıştır.26 Bu düşüncenin getirdiği etkiyle birlikte Osmanlı devlet erkânı ve dönemin bazı aydınları, ilk kez Avrupalıların üstünlüğünün altında yatan sebepleri öğrenmek ve yeni düzenlemelerle ıslahatlar27 yapıp değişimin önünü açmanın gerekliliğini savunmaya başlamıştır.28

Karlofça Antlaşması ile belirgin hale gelen Osmanlı diplomasisindeki değişimler 1718 Pasarofça Antlaşması’yla iyice kendini gösterdi. Nitekim İngiliz ve Fransız elçilerinin Karlofça’da olduğu gibi bir kez daha arabuluculuk yaptıkları bu antlaşmayla toprak kaybı

24Nuri Yurdusev, “Karlofça Antlaşması ve Diplomasi Tarihi”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisi, S.4, 2006, s.3.

25Rıfat A. Abou El-Haj, “The Formal Closure of the Ottoman Frontier İn Europa: 1699-1703”,Journal of the American Oriental Society, Vol.89, No:3, 1969,s.467-475.

26Akyılmaz, s.61-65.

27Islahat girişimleri için bkz. Mehmet Karagöz, “Osmanlı Devleti’nde Islahat Hareketleri ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri (1700-1839)”, OTAM, S.6, Ankara 1995, s.173-194.

28M.Alaaddin Yalçınkaya, “XVIII. Yüzyıl: Islahat, Değişim ve Diplomasi Dönemi (1703-1789)”, Türkler, C.12, (Ed. Güler Eren), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002,s.480.

(20)

6

devam eden Osmanlılar için fetihçi anlayış iyice önemini yitirdi.29 Ayrıca Pasarofça Antlaşması

“muahede” şeklinde imzalanan bir antlaşmadır. Bu Muahedenin on yedinci maddesinde de yer aldığı üzere iki taraf için de dostluğun tam olarak sağlanması ve kuvvetlenmesi için karşılıklı büyükelçiler gönderilmesi. Gidip gelen büyükelçilerin iyi bir şekilde karşılanıp, ağırlanacağı, dostluğun gerektirdiği ölçüde iki tarafın da birbirine hediyeler götüreceği, iki taraf arasında daha önceden belirlenen sınır başlarının eskiden olduğu gibi devam edeceğine dair ifadeler Osmanlı’da ilk kez bu yüzyılda ortaya çıkmış olup, karşılıklı döneme geçişin resmi göstergesi niteliğindedir.30 Bu aynı zamanda Avrupa’ya karşı gaza yerine savunma prensibine dayalı politikalar izlenmeye başlandığının başka bir göstergesidir.31 Nitekim Osmanlı Devleti XVIII.

Yüzyılda yalnızca ilerleme ve fetihlerin durduğu bir döneme girmemiş aynı zamanda siyasi, medeni ve teknik alandaki üstünlüklerini Avrupa’ya kaptırmıştır. İmparatorluk söz konusu dönemde oluşan bu algıyı değiştirmek adına dış dünya ile olan bağlarını gözle görülür bir şekilde geliştirip değiştirmeye başlamıştır. Özellikle Karlofça ile başlayıp Pasarofça sonrası daha da belirginleşen Osmanlıda silah ehli olan paşalar yerine, kalem ehli olan efendilerin öne çıkması bu değişikliklerdendir.32 XVIII. Yüzyıl’daki önemli gelişmelerden biri de 1739 yılında imzalanan Belgrad Antlaşması olup bu antlaşmanın ilk kez “müddet-i memdude” ile süresiz bir antlaşma olarak imzalanmış olmasıdır. Daha önceki dönemlerde batılı devletlerle uzun süreli barışa yanaşmayan Osmanlı Devleti için bu durum önemli bir değişimin göstergesidir.33

Osmanlı Devleti’nin diplomatik reformlarının yaşandığı dönem olarak da kabul edilen III.

Selim dönemi diplomasi trafiğinin yeni bir ivme kazandığı dönem olarak dikkat çeker. Nitekim bu dönemde Osmanlı’nın batıya daimi elçi göndermeme anlayışı terk edilerek yurtdışında

29 Erdem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sürekli Diplomasiye Geçiş, s.172.

30Bkz. Uğur Kurtaran, Osmanlı Diplomasi Tarihinden Bir Kesit Osmanlı Avusturya Diplomatik İlişkileri (1526- 1791), Ukde Yayınları, Kahramanmaraş 2009, s.78.

31 Yalçınkaya, s.485.

32 Yalçınkaya, s.434. Ayrıca söz konusu bürokratik değişimler için bkz. Akyılmaz, s.67-174.

33Uğur Kurtaran, “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Avusturya Siyasi İlişkileri”, Tarih Okulu Dergisi (TOD), S. XVII, 2014, s404-405.

(21)

7

daimi diplomatik temsilciliklerin açılmasına karar verilmiştir. Bu karar neticesinde 1793 yılında Yusuf Agâh Efendi’nin Londra’ya gönderilmesiyle de sürekli diplomasiye geçilmiştir.34 Bununla birlikte 1793 yılında Fransa’dan sonra en eski ve önemli dost olan St. James Sarayı’nda İlk Osmanlı daimi temsilciliği açılmış oldu ve atamalar yapıldı.35 Ancak ilk diplomatların çoğunun dil bilmemesinden dolayı önemli Avrupa merkezlerinde daimi temsilciler bulundurulmasından beklenen fayda sağlanamadı.36

XIX. Yüzyılda imparatorluğun benimsediği diplomasi ve uzlaşma yöntemi batıya karşı adeta kendini savunma silahıydı. Bu yöntemle yara almadan yoluna devam edeceği kendi içinde yapacağı reformlarla batıdan hak ettiği desteği alabileceği düşüncesini taşıyordu.37 Osmanlı Devleti’nde bu gelişmeler yaşanırken Avrupa’da da uluslararası kordiplomatik esasların belirlendiği bir sürece girildi. Bunun neticesinde diplomasi temsilcilerinin sınıflarını tespit etme konusunda ilk milletlerarası teşebbüs 1815 Viyana Kongresi ile yapıldı. Mevcut diplomasi temsilcileri arasında öne gelme iddialarından doğabilecek çatışmaların önüne geçme amacıyla yapılan düzenlemeyle elçilikler dört gruba ayrıldı. Söz konusu düzenlemede yer alan maddelere göre elçilerin yeni statüsü büyükelçi, fevkalade orta elçi, ikamet elçisi, maslahatgüzar olarak belirlendi.38 Ardından 1818 Aix la Chapelle Kongresi’nde39 yapılan bir

34Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, TTK Yayınları, Ankara 1992, s.168-176;Kuran, s.15-22.

35Stanford J. Shaw, Eski ve Yeni Arasında Sultan III. Selim Yönetiminde Osmanlı İmparatorluğu, (Çev. Hür Güldü), Kapı Yayınları, İstanbul 2008, s.254.

36Muhammet Şahin, “Osmanlı Diplomasisi’nde Değişim ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa Devletler Sistemine Girişi”, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, S. 46, C. 4, Ankara 2009, s.828.

37Roderic H. Davıson, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Diplomasisinin Modernizasyonu”, OTAM, S.11, Ankara 2000, s.849.

38Seha L. Meray, “Diplomasi Temsilcilerinin Hukuki Statüsü”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, C.11, S.3, Ankara 1956, s.85.

3921 Kasım 1818 tarihinde Avusturya, İngiltere, Fransa, Prusya ve Rusya arasında imzalanan protokoldür. Orta elçi ve maslahatgüzarın arasına mukim elçi sınıfını dâhil eden düzenlemeyi içerir. Bu protokol modern diplomasinin başlangıcını oluşturan önemli gelişmelerden biridir. Nasıh Sarp Ergüven, “Uluslararası Hukukun Tarihsel Boyutuyla Diplomasinin Kurumsal Gelişim Süreci”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.1, C.7, Ankara 2016, s.133-134.

(22)

8

düzenlemeyle tüm dünya devletleri için bağlayıcı nitelikte olacak diplomatik esaslar belirlendi.40

Osmanlı Devleti 1821 yılına kadar Avrupa Devletlerini temsilen maslahatgüzarlar bulundurmaya devam etti. Yunan ayaklanmasıyla birlikte Rum maslahatgüzarların kasten Babıâli’ye yanlış haberler gönderdikleri anlaşılınca II. Mahmud tümünün işine son verdi Böylelikle ikamet elçilikleri muvakkaten ortadan kalkmış oldu.41 II. Mahmud döneminde de Avrupa’da önemli devletlerin başkentine kalıcı elçiler gönderildi. Yine bu dönemde Dışişleri Bakanlığı oluşturulduğu gibi tedricen Avrupa tarzı bakanlık geliştirildi.42 Ayrıca Babıâli Tercüme Odası43 kurularak, Müslümanlar ve güvenilen Ermeniler burada görevlendirildi.44 XIX. yüzyıl ortalarında yaşanan dış siyaset gelişmelerinden biri de 1856 yılında imzalanan Paris Antlaşması’dır. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti dış ilişkilerinde yeni bir safhaya girdi.

Nitekim bu antlaşmanın yedinci maddesinde Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterileceği aynı zamanda Osmanlının Avrupa sisteminin ve kamu hukukunun avantajlarından yararlanabileceği yer almaktadır. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletler sistemine dâhil olduğu, Avrupalı devletleri tarafından da kabul edilmiştir.45 Neticede Osmanlı Devleti, başlangıçtaki yabancı devletleri eşit hakları haiz muhatap görmeme anlayışını kaybederek XX.

Yüzyılın ilk yarısında Avrupalı devletlerle eşit hakları haiz muhatap olma mücadelesi verir duruma düşmüştür.46

Osmanlı ile Avusturya arasında imzalanan antlaşmaların sınır tespitlerinin incelendiği bu çalışmada Osmanlı diplomasisinin geçirdiği evrelerin ardından sınır kavramı ve sınırların

40Savaş, Osmanlı Diplomasisi, s.18; Savaş, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Diplomasisi”, s.649.

41 Kuran, s.64.

42Davıson, s.850.

43Ayrıntılı bilgi için bkz. Cahit Bilim, “Tercüme Odası”, OTAM, S.1, Ankara 1990,s.29-43;Sezai Balcı, Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı Ali Tercüme Odası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılamamış Doktora Tezi, Ankara 2006.

44Bilim, s.35; Şahin, s.829.

45 Şahin, s.831.

46 Savaş, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Diplomasisi”, s.656.

(23)

9

nasıl belirlendiği sorusunun cevabı aranmıştır. Buna bağlı olarak sınır kelimesi, iki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi olarak tanımlanırken aynı zamanda, bir şeyin yapılabileceği ya da genişleyebileceği son çizgi olarak da tanımlanabilir.47 Bir başka tanıma göre; sınır, bağımsız bir devletin hâkimiyet alanını belirleyen, farklı siyasi otoriteleri ayıran ve harita üzerinde ince hatlarla gösterilen çizgilerdir.48 Bu genel tanımlamalarla birlikte Osmanlı Devleti, sınır kavramının karşılığı olarak Arapça had sözcüğünü kullanır ki; çoğul olarak ele alındığında bu kelime hudud olarak karşımıza çıkar. Öte yandan “İngilizce” border” (dış kısım, uç, kenar) ve “boundary” (sınırlayan ve ya kısıtlayan şey) kelimeleri de yine sınır ile ilgili anlamların çoğunu ifade etmektedir.49 En kısa şekliyle ise iki devlet arasındaki fiili ayrım çizgisi olarak tanımlanan sınır kavramının kendine yer bulduğu en önemli araç haritalardır. Bu çizgiler aynı zamanda sınırdaş devletlerarasında müzakerelerle belirlenip, antlaşmalarla tanımlanan kavramsal işaretlerden ibarettir. Sınırların kesin çizgileri ise ölçme gereçlerinin geliştirilmesinden sonra oluşan daha yeni bir olaydır. Nitekim bir Osmanlı sınırının çizilmesinde bu tür bir ölçüm çalışmasının ilki XVII. Yüzyılın sonunda, Kutsal İttifakın Tuna bölgesindeki50 toprakları Osmanlıdan almasından sonra yapılmıştır.51 Bugünkü haliyle ise

47Büyük Türkçe Sözlük, Ema Kitap, İstanbul 2016, s.519

48Hamza Akengin, Siyasi Coğrafya İnsan ve Mekân Yönetimi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2015, s.99.

49Palmira Brummett, “Dünya Tarihi’nden Piri Reis’e Erken Modern Osmanlı Mekânını Tahayyül Etmek”, Erken Modern Osmanlılar İmparatorluğun Yeniden Yazımı, (Ed. Virgina Aksan-Daniel Goffman), Timaş Yayınları, 2011, s.43

50Tuna, Avrupa’nın Volga’dan sonra en uzun nehridir. Almanya’da Karaorman’dan doğan bu nehir Avusturya, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan Romanya, Moldova Cumhuriyeti ve Ukrayna’dan çoğu defa bu ülkelerin sınır hattını oluşturacak biçimde geçer. Tuna tarih boyunca devletlerarası siyasi ilişkiler kadar sosyal ve ekonomik etkinliklerde de önemli bir suyolu olarak belirleyici bir rol oynamıştır. Buraya doğrudan ulaşan ve hâkimiyet kuran ilk Müslüman devlet Osmanlılardır. Balkanlara yönelen Osmanlı siyasetinde önemli su ve karayollarına sahip olmak üzerine kurulmuş olduğundan Tuna stratejik konumuyla daima önemli bir hedef olmuştur. Tuna’nın tarihsel süreçteki yeri için bkz. Mihai Maxim, “Tuna”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s.372-374.

Ayrıca Tuna Nehri, Osmanlı Devleti için hem sağlam bir savunma mevki hem de iaşe merkezi ve yolu olması bakımından da hâkimiyet altına alınması gereken önemli noktalardan biridir. Bu yönüyle söz konusu nehir Osmanlı Devleti’nin askeri olduğu kadar iktisadi ve mali sınırıdır. Ayrıca Tuna, Balkanların kuzey sınırı olarak Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini ayıran bir hat vazifesi görür. Bu yönüyle devletlerin siyasi sınırlarının belirlenmesinde önemli bir ölçüt olarak ön plana çıkar. Fadimana Fidan, 18. Yüzyılda İstanbul’un ve Ordunun İaşesinde Tuna İskelelerinin Rolü (1711-1768), Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Kars 2014, s.18-19.

51L.Stein, Osmanlı Kaleleri Avrupa’da Hudut Boyları, (Çev. Gül Çağalı Güven), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007, s.13-14.

(24)

10

sınırlar yalnızca haritalar üzerinde yer alan ve genellikle kırmızı renkle gösterilen bir çizgi şeklindedir. Ancak gerçekte bölgeye gidildiğinde, bahsedildiği yahut gösterildiği gibi bir çizgiyle karşılaşmak olası değildir. Geçmişte sınırı ifade eden sürekli bir işaret kullanılmadığı gibi gerektikçe sınırı ifade eden taşlar bu vazifeyi görmüştür.

Günümüzde sınır belirleyici unsurlar denilince tel örgüler, çitler hatta duvarlar akla gelmektedir. Bunların yanı sıra genellikle mayınlı bir saha, taştan ağaçtan arındırılmış genişliği olan ve kimi zaman traktörle sürülmüş bir bölge de iki tarafın birbirine olan sınırını ifade etmektedir.52 Farklı araçlarla saptanan sınırlar doğal, siyasi, etnografik ya da yapay olmak üzere dört farklı şekilde oluşur.53 Bunlardan doğal sınır olarak adlandırılanı sıradağlar, okyanuslar, göller, denizler, akarsu ve ormanlar gibi fizyolojik özelliklere göre belirlenen sınırlardır. Bu sınırlar mekân üzerinde görünür olup, çeşitli unsurları birbirinden ayırabildikleri için sınır belirleme konusunda çekici bir niteliğe sahip olsa da devletleri birbirinden etkili bir şekilde ayıramamaktadır. Bundan dolayı alternatif bir sınır belirleme yöntemi olarak geometrik ya da yapay sınırlar karşımıza çıkmaktadır. Burada fiziki coğrafya şartları dikkate alınmadan insan tarafından oluşturulan sınırlar kast edilmektedir.54 Bu sınırlar devletlerarasında harita üzerinde tespit edilen sınırlar olup, doğrultuları düzdür. Genellikle nüfusu çok az, bu bakımdan değersiz olan yerlerden geçmektedir. Siyasi sınırlar ise devletlerin harpler sonucunda, çoğunlukla başka devletlerin de etkili olduğu müzakereler vasıtasıyla tespit ettiği sınırlardır. Bu tür sınırlarda ekonomik kazançlar kadar müdafaa düşünceleri de önemli rol oynar. Bundan dolayı da siyasi sınırlar devletlerarası münasebetlerde oldukça hassas bir noktayı temsil

52Osman Gümüşçü, “Siyasi Coğrafya Açısından Sınırlar ve Tarihi Süreç İçinde Türkiye’de Sınır Kavramı”, Bilig, Kış 2010, S. 52, s.82.

53Sınır tipleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cevat Korkut, Siyasi Coğrafya Açısından Devlet Sınırları ve Türkiye’nin Sınırları, Karınca Matbaacılık ve Ticaret Koll. Şti, İzmir Eğitim Enstitüsü Uyanış Dergisi Yayınları, İzmir 1970s. 9-27; Akengin, s.99-104

54Akengin, s.100

(25)

11

etmektedir.55 Nitekim devletlerarasındaki sınır yerleşmiş bir kurum ve süreci temsil eder. Bu noktada kurum olarak sınırlar siyasi kararlar ve yasal metinlerce oluşturulmaktadır. Bu da sınırları temel siyasi kurumlar olarak geliştirirken, modern toplumlarda ekonomik, sosyal ve politik yaşamın sınırlar olmaksızın organize edilemeyeceğini de işaret eder.56 Palmira Brummett’e göre “sınırlar ihtiyacın ve ihtirasın fonksiyonu olduğundan, erken modern imparatorluklarda vergi ve asker toplanan bölgeler temelinde belirlenmiştir. Bu nedenle sınırlar hükümdarların diplomatların, tüccarların gelecek kaygılarını ve mecburiyetlerini ifade etmektedir”.57 Brummett bu ifadeleriyle sınırların sosyal ve politik önemine de vurgu yapmıştır.

Nitekim sınır kelimesi birçok önemli kavramı da içinde barındırmaktadır. Bundan dolayı tarih ve coğrafya gibi birçok bilimde az ve ya çok sınırla ilgili bir çalışmaya rastlamak olasıdır.

Osmanlı elçilerinin ve sınır muhaddidlerinin raporları dokümanter materyal olmalarının yanı sıra Osmanlı Devleti ile yabancı devletlerarasındaki diplomatik ilişkilerin en önemli tarihi kaynaklarından biridir. Sınır tahdidi için gönderilen komisyonların tuttukları raporlar hakkındaki ilk bilgilerimiz en erken XVII. yüzyılın ikinci yarısına dayanır. Bu tür raporlar Osmanlı Devleti’nin diplomatik ilişkilerinin kaynağı olması ve diplomatların itina ile uygulamaya çalıştıkları bir takım diplomatik kaideleri içermesi yönüyle de önem arz etmektedir.58 Sınır tahdit raporları aynı zamanda ülkelerin birbirleriyle olan üstünlük mücadelesine sınırlar yoluyla ayna tutmaktadır. Nitekim antlaşma sonrası sınır belirleme göreviyle gönderilen murahhaslar bu görevi ifa ederken çeşitli raporlar hazırlayıp o bölgedeki bilirkişilere de danışarak en verimli toprakları sınırlarına dâhil etme mücadelesi vermişlerdir.

Çıkan anlaşmazlıklar da daha çok ya mevcut durumun korunması ya da ekonomik ve siyasi yönden ön plana çıkan bölgeleri elde etme istediğinden kaynaklanmış olup uzlaşılamaması

55Korkut, s.9

56Servet Karabağ, Jeopolitik Açıdan Sınırlar, Gazi Kitabevi, Ankara 2008,s.13.

57Brummett, s.31.

58Savaş, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Diplomasisi”, s.643.

(26)

12

halinde sınır belirleme çalışmaları aylarca sürmüştür. Sınır meselesinin daha çok siyasi kanadı ile ilgili olan bu çalışmanın esasını ise Osmanlı Devleti’nin anlaşmalar nezlinde elde ettiği sınırların nasıl belirlendiği teşkil etmektedir. Bu noktada Osmanlı sınırlarının tespitinde, diplomasinin önemli kaynaklarından biri olan sınır tahdit raporları ve bunlara bağlı olarak hududnâmeler esas alınmıştır.

Sınırlar belirlenirken ilk etapta başlıca iki yöntem esas alınır. Bunlardan biri iki devlet arasında eskiden beri var olan bir sınırın benimsenmesi (uti possidetis). 59 İkincisi ise yapay ya da doğal unsurları kullanarak yeni bir sınırın oluşturulmasıdır.60 Sınır tespitleri, taraf olan ülkeler arasında kabul edilen hududnâme adı verilen belgelerle saptanıp resmiyete dökülür. Bu belgeler devletlerin, il, vakıf ve mülk toprakların sınırlarını belirtmektedir. Sınırnâme olarak da adlandırılan bu belgelerden devletlerarası hududu belirleyenler, tek tek ahitnamelere61 bağlı olarak hazırlanır. Sonraki aşamada ise iki taraf murahhaslarının bir araya gelmesi ve çizilecek hat boyunca dolaşarak eski sınırların söz konusu olduğu yerlerde bölgeyi iyi tanıyanların bilgilerinden istifade ederek hududu tespit etmeleri esasını taşır. Böylelikle belli bir süre sonra tayini gerçekleşen hudut için bir temessük hazırlanır. Asıl hududnâme de bu temessüke göre İstanbul’da düzenlenir. Belgede düzenlenme sebebi ile taraflardan sınır tayini için belirlenen

59Bir devletin savaş esnasında işgal ettiği araziye sahip olması kuralı. Barış antlaşmasında aksi belirtilmiyorsa, savaş sonrasında taraflar arası oluşturulmuş olan şartlar ve durum aynen korunur. Böylelikle savaş araç gereçleri, yiyecek, silah, para gibi taşınır eşya ve mallar savaşanlardan hangisinin elindeyse onun mülkiyetinde kalmış olur.

Dağ, s.379. Uti Possidetis prensibi, Roma yasalarından bu yana oluşan bir ilkedir. Buna göre geçici özel arazi mülkiyet durumu ve bununla birlikte, modern görünümde yeni ortaya çıkan bir devletin topraklarını kalıcı olarak belirleme esasına dayanır. İlke 1990 sonrası daha çok önem kazanmıştır. Bu dönemde ilkenin esası feshetme ya da ayrılma durumunda eyaletler arası idari sınırların garanti edilmesine dayanmaktadır. June Vidmar, Confining New İnternational Borders In The Practice Of Post-1990 State Creations, Zaoerv 70, 2010, s.322. Bu prensip aynı zamanda bağımsızlığın taşınmasının bölgesel yönüyle ilgilidir. Bu nedenle devlet olma sürecinde bir devletin ortaya çıkıp çıkmadığı ya da nasıl ortaya çıktığı ile ilgilenirken gerçek anlamda sahiplenmeyi onaylayan bir statüyle ilgilidir. Bu prensibe atfedilen ikinci bir rol ise devletlerarasındaki sınır çatışmalarını önlemeye yönelik olmasıdır. Malcolm N. Shaw, Osmanlı Peoples, Territorialism and Boundaries, 3Ejıl 1997, s. 491-492.

60 Dağ, s.56.

61Ahidname, kısaca antlaşma şartlarını ve iki tarafın imzasını taşıyan kâğıt belge olarak tarif edilir. Bu belge bazen karşılıklı anlaşma sonucunda oluşan şartları kimi zaman da istenilen imtiyazları içerir. Tarafların karşılıklı olarak imzaladığı bir belge olmamakla birlikte ahidname tarafların delegelerinin ayrı ayrı imzaladığı padişahın tuğrasının bulunduğu belgedir. Sulh ahitnamelerinde ise şartlar özel durumlara göre tespit edilmekle beraber bu kez sıklıkla kararlaştırılan sınır belirtilir. Nerelerin hangi şartlarla hangi tarafa verileceği, kale ve bina inşası gibi konularla daha önceki antlaşmalardan yürürlükte ya da hükümsüz kaldığı belirtilir. Mübahat S. Kütükoğlu, “Ahidname”, DİA, C.1, İstanbul 1988, s.536-537.

(27)

13

murahhasların sıfatları ve görevleri açıklanmak suretiyle, isimlerine yer verilir. Şayet sınır çizilmesinde üçüncü bir devletin elçisi rol oynamış ise bu da ayrıca belirtilir.62 Sınır tespiti, zamana ve iki devlet arasındaki ilişkiye bağlı olduğu gibi zaman zaman arabulucu devletlerin de etkin olduğu bir sahayı teşkil eder. Nitekim Karlofça Antlaşması Reisülküttap Rami Mehmed Efendi ile baş tercüman Aleksandre Mavrokardato ve aracı elçilerin iş birliği neticesinde Avusturya, Lehistan Venedik ve Rusya temsilcileri arasında gerçekleşen müzakereler sonrasında barış sağlanıp imzalanmıştır.63

Klasik dönem anlaşmaları incelendiğinde genellikle bölge, kale ve ya köy adları verilerek sınır tarifleri yapılıp karşılıklı sınır hattı belirlenmiştir. Ancak iki tarafın bir arada bütün sınırları dolaşarak kesin çizgilerle belirlenmiş tespitte bulunmaları tartışmalı dar alanlar dışında çok sonra ortaya çıkan yeni bir anlayışın yansıması olacaktır. Nitekim 1479 Osmanlı- Venedik Antlaşması, sınır hattının kaleler temelinde tayin edildiğini gösterir. Venedik elçisi Domenico Trevisano İstanbul’a gitmiş, sınırların tespiti yapıldıktan sonra buna daha sonraki belgelerde

“Sınırnâme” denmiştir. Sınırnâme ya da hududname kavramı siyasi sınırların belirli bölgelerin, çeşitli ekonomik veya sosyal sebepler dolayısıyla inceden inceye tahdidine dayanır. Bu anlamda sınırnâmeler siyasi hudutları gösteren belgeler olarak anlaşma metinleri ile sıkı bir bağ içindedir64. Yine 1479-1480 dolaylarında Venedik yetkilisi Bartolomeo Minio ve Osmanlı emini sınırları belirlemek için belgelerden, yaşlı tanıkların şahadetlerinden ve vergi kayıtlarından faydalanmıştır. Daha sonra emrindeki komisyon kıyılar, dağlar, kaleler, manastırlar ve su kaynakları gibi fiziksel ve sosyal unsurlardan yola çıkarak sınırları çizmiştir.

62Mübahat S. Kütükoğlu, “Hududnâme”, DİA, C.18, İstanbul 1998, s.303.

63Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, (sad. İsmet Parmaksızoğlu), C.I, F.II, MEB Basımevi, İstanbul 1963, s.54.

64Feridun M. Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset, Timaş Yayınları, İstanbul 2015, s.203.

(28)

14

Buradan da anlaşılacağı üzere bu tip bir belirleme şekli doğal unsurların etkili olduğu yapay bir sınır belirleme şeklidir.65

Anlaşmalarla şekillendirilen sınır tespitleri olduğu gibi uluslararası konferanslarda da sınır tespit talebi olması halinde sınır düzenlemesine gidildiği görülür. Nitekim Osmanlı- Karadağ sınırının belirlenmesi talebi 1856 Paris Barış konferansında dile getirilmiştir. Bu talep kabul edilince Osmanlı Devleti bölgeye bir komisyon gönderip saha çalışması başlatmıştır.

Burada bulunan komiserlere yeterli miktarda çadır ve 60 koruma veren Osmanlı buna ek olarak bölgeyi bilen çok sayıda kişiyi de komisyona yardım etmekle görevlendirmiştir.66 Bu durum sınır tespit faaliyetlerinin birkaç şekilde gerçekleştirildiğini göstermektedir.

Sınırlar belirlenirken çeşitli yöntemler olduğu gibi uluslararası kabul edilen bazı oluşum aşamaları da vardır. Bunlardan ilki sınırın tanımlanması ve sınırlandırılacak arazinin koşullarını belirlemedir. Tanımlayıcı olarak sınır belirleme, ancak sınırın geçeceği konumu tespit etmekle mümkün olacaktır. Burada dikkate alınacak önemli noktalar zirve hatları, nehirler yollar gibi doğal ve beşeri birçok unsurun devreye girmesidir.67 İkinci aşama sınırlandırma aşaması olup;

bu aşamada anlaşmayı hazırlayan ekibin sınırlarla ilgili hususları tamamladığı zaman, yapılan çalışmalar kartograflarca büyük ölçekli haritalar ve hava fotoğrafları yardımıyla belirlenen hatları ve nirengileri sınırları kapsayacak şekilde haritalara aktarılmasından oluşur.68 Üçüncü aşama ise arazide sınırı işaretlemek ile oluşur. Bunu yapmanın amacı anlaşma ve kartografik69 malzemenin işleyişini sağlamaktır. Bu süreç sınır çekme ayırma olarak tanımlanır. Ancak tanımlama ve sınırlandırma işleminin her biri için sınır ayırt etme işlemi yapılmayabilir. Bunun nedeni de bazı sınırların doğal ya da çok net olması nedeniyle işlem yapılmamasıdır. Bu

65 Brummett, s.44

66Zafer Gölen, “Karadağ Devleti’nin Doğuşu: Osmanlı Karadağ Sınır Tespiti (1858-60)”, Belleten, C. 78, S. 282, Ankara 2014, s.676.

67 Karabağ, s.22.

68 Karabağ, s.23.

69Eski haritalar hudutları kayıt altına almak için kullanılmış olsa da onlardan sonra gelen kartografik haritalar genellikle uçlarda tahkimat yapmak ve askeri seferlere hazırlık yapmak için kullanılmıştır. Ferhat Tekin, Sınırın Sosyolojisi Ulus, Devlet ve Sınır İnsanları, Açılım Kitap, İstanbul 2014, s.58.

(29)

15

duruma neden olan bir diğer faktör de işlemin maliyeti olabilir. Bu işlem için sınır taşlarının yeterli olduğu gibi kimi zaman çitler, duvarlar, tel örgüler ile sınır ayırt etme işlemi yerine getirilir.70 Dördüncü ve son aşamayı yönetim ve uygulama aşaması oluşturmaktadır. Bu aşama sınır oluştuktan sonra düzenli olarak süreçlerin işleyip işlemediğinin kontrolünü ve sürdürülebilirliğini içerir.71 Bu aşamada karma sınır komisyonları kurulur. Bu komisyon üyeleri belli aralıklarla ya da ihtiyaç halinde toplanırlar. Tesislerin yenilenmesi, sınır şeridinin haritasının yapılması için teknik elemanlardan kurulu karma ekipler oluşturulur. Karma ekip ayrıca sınır işaretlerinin bakımı, yenilenmesi, meydana gelen değişiklerden doğacak problemlerin çözümü (akarsu yatağının değişmesi gibi) gibi konularla ilgilenir. Bu tip bir düzenlemede sınır çizgisindeki değişiklikler için taraflar arasında dış işleri bakanları seviyesinde konferanslar düzenlenir.72

Sınır belirleme çalışmalarının teorik arka planlanın oluşturan dört alt basamaktan oluşan sınırların oluşum aşamalarının yanı sıra sınırlar belirlenirken bazı yöntemler de kullanılmıştır.

Yedi basamaktan oluşan yöntemler şu şekildedir;

 Kesin tanımlama aşaması: Bu kısımda sınır hatları oldukça detaylı biçimde tanımlanır. Tamamlanan tanımlamanın bir ön anlaşmadan ziyade, sınır ayırmayı(tel örgülerle, sınır taşlarıyla vb.) sağlayacak şekilde sonuç raporu içeriğine sahip olması beklenir.

 Kesin tanımlama ve sapmaları belirleme: Sınır hatlarının tam olarak tanımlanmasının yanı sıra, arazide sınır ayrımları yapan komisyona gerekli olduğu durumlarda coğrafi unsurlara uygun bir şekilde düzenleme yapacak yetki verilmesidir. Sınır belirleme komisyonu arazideki fiili durumlara göre (akarsu yatağı, kayalık ve ya tepe alanları gibi bazı fiziki özellikler) sınırı belirleyebilmelidir.

70 Karabağ, s.23.

71 Karabağ, s. 23-24.

72 Korkut, s.7-8.

(30)

16

 Nirengi noktalarıyla belirleme: Bu yöntemde sınırların önemli açıları tanımlanır.

Bunların gidiş rotalarını sınır ayırt etme komisyonu tanımlar. Bu yöntemde harita arazi verilerinin yeterliliğine dayalı olarak enlem, boylam, arazide belirgin işaretler vb. ile sınır belirlenir.

 Rotalar ve mesafeler yoluyla belirleme: Bu yöntemle sınırlar gemi rotaları gibi tanımlanır. Bu nedenle sudaki sınırlar için uygun olduğu söylenebilir.

 Kuşak olarak belirleme: Bu yöntemle sınırın iki yakası kuşak olarak tanımlanır. (sol, sağ, bazı beşeri özellikler, dil kuşakları gibi ) veya bu kuşak iki nehirle yahut isteğe göre iki hatla sınırlandırılır.

 Doğal özelliklere göre belirleme: Bu yöntemde bir sınır nehir, dağ sırası gibi doğal özellikler boyunca herhangi bir detaylı tanımlama olmadan da belirlenebilir.

 Belirlenen prensiplere göre tanımlama: Bu yöntem sınır belirleme komisyonu ile sınırdaş ülkelerin karşılıklı oluşturduğu prensiplere göre sınırların belirlenmesine dayanır73.

Modern sınır belirlemenin yöntemsel yönü ve uygulanış aşamaları yukarıda belirtildiği şekilde olup çalışmada antlaşmalar sonrasında yapılan sınır tespitleri bu esaslar üzerinden değerlendirilmiştir.

73 Karabağ, s.21-22.

(31)

17 II. Çalışma Hakkında

Osmanlı Avusturya ilişkilerinin yayılım sahası Macaristan iki devlet arasındaki mücadelelerin merkezi konumundadır. Bu özelliğinden dolayı söz konusu yer iki devlet için tampon bölge konumunu uzun süre korumuştur. Gücünü fütuhat anlayışından alan Osmanlı İmparatorluğu XVI. Yüzyılın başlarından XVII. Yüzyılın son çeyreğine kadar hızlı büyümesini sürdürmüştür. Bu süreçte Macaristan’ın da büyük bir kısmını ele geçirmiştir. Ancak özellikle ilk kez toprak kaybına uğradığı 1699 Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasıyla dengeler Osmanlı Devleti aleyhinde değişmeye başlamış, sınırlarındaki mevcut genişleme daralma yönünde bir seyir izlemiştir. Söz konusu dönemde Osmanlı Devleti bu kırılmayı yalnızca sınırlarında değil diplomasi anlayışında da yaşamıştır. Nitekim bu tarihten sonraki süreçte Avrupalı devletlere yakın olma politikası güden imparatorluk, sınırlarının çiziminde de modern usullere yönelmiştir. Sınır hatlarının daha uzun süreli ve özel ölçüm aletleriyle belirlenmesi usulü Karlofça ile başlayıp Pasarofça ve Belgrad Antlaşmalarında da devam etmiştir.

Araştırma boyunca sınır tiplerinden siyasi sınır tipine örnek teşkil eden yukarıda adı geçen antlaşmaların imzalanması, sınırların belirlenmesi ve sınır komisyonlarının bu aşamadaki rolleri incelenecektir. Ayrıca bu raporların uluslararası alanda kabul edilen sınır oluşum aşamalarına ve yöntemlerine ne derecede uyduğu, uyuşmayan ya da eksik kalan noktalarının olup olmadığının da tespitine çalışılacaktır.

1699-1739 Osmanlı Avusturya Antlaşmaları üzerinden sınır tespitlerinin incelendiği bu çalışma yapısal olarak üç bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Çalışmanın giriş bölümünde Osmanlı Devleti’nin benimsediği diplomasi anlayışı siyasi detaylara fazla girilmeden önemli gelişmeler üzerinden aktarılmıştır. Bu bölümün diğer içeriğini ise sınır kavramı şekillendirmiş olup, sınırın tanımı ve sınır tespitlerinin türleri ve uygulanışı ile ilgili özet bilgilere yer verilmiştir.

(32)

18

Çalışmanın birinci bölümü üç kısımdan oluşmakta olup, ilk kısımda Osmanlı Avusturya ilişkilerinin Karlofça Antlaşması’na kadarki tarihsel süreci incelenmiştir. Buna ek olarak bu kısımda Karlofça Antlaşması’nı imza süreci, antlaşmaya taraf olan ülkelerle yapılan ikili görüşmeler yer almıştır. İkinci kısımda Belgrad, Bosna ve Temeşvar üzerinden belirlenen Osmanlı sınırlarının tespit çalışmaları hududnâme defterleri esas alınarak aktarılmıştır. Üçüncü kısımda ise hem Karlofça Antlaşması hem de tespiti yapılan bölgeler ve bu tespitlerin öncesi ve sonrasında uygulanan yöntem ve tespit süresince geçirilen aşamalar değerlendirilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde Pasarofça Antlaşması’na kadar Osmanlı Avusturya ilişkilerinin aktarıldığı ilk kısımdan sonra antlaşmanın imza süreci, taraf ülkelerle yapılan ikili görüşmeler yer almıştır. Bundan sonraki kısımda ise sınırların belirlenmesi işlemine geçilmiş, bunun için görevlendirilen komisyon üyeleri ve sınırların yerinde tespiti ile ilgili yapılan çalışmalar incelenmiştir. Son olarak hem Pasarofça Antlaşması’nın hem de sınır tespit çalışmalarının kısa bir değerlendirmesine yer verilmiştir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde diğer iki bölümde olduğu gibi önce Belgrad Antlaşması’na kadar Osmanlı Avusturya ilişkilerinin genel seyri incelenmiştir. Daha sonra söz konusu antlaşmanın imza süreci ve taraf devletlerle yapılan görüşmelere yer verilmiş olup akabinde Bosna vilayet hududları ile Una Nehri üzerinden sınır tespit çalışmaları aktarılmıştır.

Bu bölümün sonunda da önceki bölümlerde olduğu gibi bir değerlendirme kısmı yer almaktadır. Sonuç kısmında ise söz konusu antlaşmalar ile ilgili mukayeseli genel bir değerlendirme yapılmıştır. Ayrıca çalışmada kullanılan kaynaklar ve ekler en sonda yer alıp, görseller (resim ve harita ) metin içerisine yerleştirilmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Mustafa’yı tahtan indirdiler (1703). Feyzullah Efendi de katledilerek cesedi Tunca nehrine atıldı. 24 Edirne vak’ası ile şehir eski özelliğini kaybetmeye başlamış

İlk üç aylık dönemin sonunda damarlar koryon villus arasında- ki bölüme doğru açılır böylece bebek için gereken besini ve oksijeni taşıyan çok miktarda anne kanı

İbrahim BALCIOĞLU, MD, Professor of Psychiatry Mert SAVRUN, MD, Professor of Psychiatry Tarık YILMAZ, MD, Professor of Psychiatry. Yay›n Yönetmeni Yard›mc›lar› / Assistants

[r]

The present invention broadly comprises a binder clip comprising a first side panel, second side panel and third side panel, integral with one another and arranged in the shape of

Yapılan çalışmaların daha çok döviz kuru riski yönetimi ve ticari bankalarda risk yönetimi üzerine olduğu saptanmış, metal fiyatları riskine yönelik herhangi bir

Bu çalışmada kril sürüsü algoritmasının performansı literatürde ilk kez kombinatoryal optimizasyon problemlerinden biri olan atölye tipi çizelgeleme

Anahtar kelimeler: Korpus luteum, Erken gebelik, P450scc, StAR, 3βHSD Abstract Aim: The goal of this study was to investigate the expression of steroidogenic genes in ovine