• Sonuç bulunamadı

Paris Barış Konferansı ve Amerika

3. ATATÜRK DÖNEMİ ÖNCESİ TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ

3.1. Osmanlı İle Amerika’nın Mağrib’de İlk Tanışması

3.3.1. Paris Barış Konferansı ve Amerika

Amerika Birleşik Devletleri, savaş sonrasında 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda Türkiye ile yapılacak Barış Antlaşması hazırlıklarına katılmamış, ancak Boğazların Statüsü ve Ermeni konusu ile yakından ilgilenmiştir (San, 2002, 6).

Barış Konferansının ilk gününden itibaren, Almanya ile barış konusu gündemin birinci maddesi olduğundan, bu çerçevede Alman sömürgelerinin paylaşılması önemli bir sorun hâline gelmiştir. Sömürgeler konusu gündeme gelince, Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu topraklarının paylaşılması da ön plana çıkmıştır (Armaoğlu, 1997, 633). Bu toprak paylaşımı konferansın en önemli meselesini oluşturmuştur. Topraklarla ilgili olarak karar verilmesi gereken husus, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını devam ettirip ettiremeyeceği ve varlığını devam ettirecek ise hangi sınırlarla devam ettireceği sorunu idi. Osmanlı Devleti’nden ayrılan bölgelerin sınırlarının ne olacağı ve kendi kendini yönetme ilkesinin nasıl uygulanacağı sorunları da mevcuttu. Amerika, Osmanlı Devleti’nden ayrılan bölgelerin gizli anlaşmalardaki düzenlemeler temelinde paylaşılmasına taraftar değildi. Başkan Wilson’a göre İtilaf Devletleri Ondört Noktayı kabul etmiş ve böylece otomatik olarak gizli antlaşmalar yürürlükten kalkmıştır (Karakaş, 2002, 46).

Bu gizli anlaşmalar 1915-1917 yılları arasında yapılmıştı. Bunlardan ilki olan İstanbul Antlaşması Mart-Nisan 1915’de gerçekleştirilmişti. Bu anlaşma ile İngiliz ve Fransız Hükümetleri Rusya’nın İstanbul’u, Türkiye’nin Avrupa yakasının Midye-Enez hattına kadar olan parçasını, İzmit Yarımadasını ve Marmara Denizi’ndeki adaları ilhak etme hakkını tanıyordu.

Müttefiklerin kendi aralarında yaptığı bir diğer gizli antlaşma 28 Nisan 1915’de imzalanan Londra Antlaşması idi. İtalya’nın savaşa müttefiklerin yanında girmesini sağlayan bu antlaşma İtalya’nın On İki Ada üzerindeki egemenlik hakkını tanıyordu. Ayrıca ileride Anadolu Türkiye’sinin tamamen veya kısmen müttefikler arasında paylaşımı söz konusu olduğunda, İtalya, Antalya’ya bitişik Akdeniz havzasında eşit bir paya sahip olacaktı (Karakaş, 2002, 46).

Amerika Başkanı Wilson Paris’e “savaşı sona erdirme şartlarını tartışmak veya var olan uluslararası düzeni yeniden kurmak için değil, hemen hemen üç yüz yıldan beri uygulanan bütün uluslararası ilişkiler sistemini değiştirmek” düşüncesiyle gelmişti (Kissinger, 2000, 12). Bunu gerçekleştirmek için Wilson, Barış Konferansı açıldığı zaman üzerinde durduğu ilk ve en önemli düşüncesi, “denizlerin bütün dünya ulusları tarafından ortak olarak ve engellenmeden kullanılması güvencesinin bozulmamasını sağlayacak ve antlaşmalara aykırı olarak uyarmadan ve dünya kamuoyunu nedenleri hakkında bilgilendirmeden çıkarılacak savaşlara engel olacak bir evrensel uluslar birliği” olarak tasarladığı Milletler Cemiyeti’nin anayasa taslağını hazırlamak ve bunu onaylatmak idi (Kissinger, 2000, 218).

Milletler Cemiyeti’nin kurulması ve Almanya ile barışın yapılması çabaları Paris Barış Konferansı’nın ana gündemini oluştursa da On’lar konseyi (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, ve Japonya baş delegeleri ile Dış İşleri Bakanları’ndan oluşuyordu.) Türkiye ile ilgili sorunları da tartışıyordu. Bu tartışmalar sırasında konsey sık sık uzun süreli bir barışın sağlanması için Türkiye’deki yükün adil paylaşılmasına yönelik Amerika’nın Yakındoğu’da üstlenebileceği sorumluluklara değinmiştir. İngiliz Başbakanı Lloyd George 30 Ocak 1918’ de İngiltere’nin işgal edilmiş eski Osmanlı Toprakları ve Alman Sömürgeleri için başvurulacak olan manda prensiplerini kabul ettiğini ilan etmiş, Milletler Cemiyeti’nin kurulmasındaki gecikmeden kaygı duyan Wilson ise, Lloyd George’un teklifini ve mandalarla ilgili tavsiyelerini kabul etmiştir (Karakaş, 2002, 49).

Wilson’a göre manda altına alınacak halklar henüz kendilerini idare edecek durumda olmadıklarından bu seviyeye gelinceye kadar Milletler Cemiyeti’nin belirleyeceği devletlerin mandası altında bulunmaları gerekmekteydi. Mandater devlet idare ettiği bölgede misafir gibi olup onunla mandası altındaki halkın çıkarları eşit haklara göre düzenlenecekti. Wilson, bu sistemin Türk idaresinden ayrılacak halklara da uygulanmasını istemiştir (Erol, 1972,3)

Paris Barış Konferansı açıldığında Osmanlı topraklarından pay isteyen ilk ülke Yunanistan’dı. Yunanistan Başbakanı Venizelos 3 ve 4 Şubat 1919’da yaptığı konuşmada Eski Yunanistan’ın yeniden yaratılması için Kuzey Epir, Ege Adaları, Trakya ve Batı Anadolu’nun (Kıyı Adaları, Bursa’nın bir kısmı ve Denizli Sancağı hariç Aydın vilayetinin tamamı) Yunanistan’a bırakılmasını talep etmiştir. Bu talep İngiliz, Fransız, İtalyan ve ABD delegelerinden oluşan Yunan İstekleri Komitesi tarafından değerlendirmeye alınmıştır. Fransa ve İngiltere bu talebe sıcak bakmış ancak ABD delegesi Batı Anadolu’da Yunanistan’ın Türk nüfusu ile ilgili verdiği sayısal bilgileri gerçekçi bulmadığından bu talepleri olumlu karşılamamıştır. Fakat Amerikan delegelerinin karşı koymalarına rağmen Yunan İstekleri Komitesi’nin raporu, Başkan Wilson ve Colonel House’ın şahsi isteklerinden ötürü benimsenmiştir (Karakaş, 2002, 51).

Yunanlılardan başka toprak talep edenler Ermenilerdi. Ermeniler mevcut Ermenistan’a ilaveten Doğu Anadolu’dan toprak talep ettiklerini Konferans delegasyonuna iletmişlerdi. Yapılan görüşmelerde Avrupalılar doğrudan Ermenistan’la ilgili sorumluluk almayı istememişler ve Rusya’ya karşı denge oluşturmak açısından bu bölgede Amerikan mandasının daha doğru olacağına karar vermişlerdi (Karakaş, 2002, 52).

Wilson'un üzerinde çok durduğu Milletler Cemiyeti ve Versay Antlaşması 1919 Kasım’ında Amerikan Senatosu tarafından reddedilmekle beraber, "Bağımsız Ermenistan" konusu, Wilson için, siyasal kaderini bağladığı bir tutku olarak devam etmiştri. Bu tutkuya, İngiltere'nin, Ermenistan Sorunu'nu Amerika'nın sırtına yükleme politikası da eklenince,

1919 yaz aylarından itibaren Amerika ve Wilson, Ermenistan bataklığının içine girmeğe başlamışlardır (Armaoğlu, 1997, 634).

1920 Ocak ayından itibaren Barış Konferansı'nın Türkiye ile barışı ele alması, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nın İstanbul Hükümeti tarafından imzası ile sonuçlanmıştır. Sevr'e gelinceye kadar, Amerikan Se- natosu Versay Antlaşması ve Milletler Cemiyeti'ni tam üç defa reddetmişti. Fakat buna rağmen, Sevr Antlaşması'nın 89. maddesi, Doğu Anadolu'dan dört vilâyetin Ermenistan'a verilmesini öngörmekte ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın çizilmesini, Amerika Cumhurbaşkanı'nın, yani Wilson'un hakemliğine havale etmekteydi (Armaoğlu, 1997, 634; Uçarol, 2000, 167). Amerikan Senatosu'nun Ermenistan mandasını reddetmiş olmasına rağmen, Wilson Ermenistan'ın Türkiye ile sınırlarını çizmeyi kabullenmiş ve Sevr Antlaşması metninin kendisine Ekim ayında verilmesi üzerine, sınır haritasını Kasım 1920 sonlarına doğru çizerek Milletler Cemiyeti'ne vermeye hazırlandığı bir sırada, Kâzım Karabekir Paşa kuvvetleri Ermenistan'a girmiş, bu arada Bolşevik Ermeniler de Ermenistan'da duruma egemen olarak Aralık 1920 de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Bu suretle, Wilson'un "Ermenistan sınırları" haritası tam bir fiyasko haline gelmiş ve bu sebepten de İngiltere, Wilson'dan bu haritanın açıklanmamasını istemiştir (Armaoğlu, 1997, 634).

Paris Barış Konferansı Avrupalı emperyalist güçlerin Osmanlı topraklarını istedikleri şekilde bölerek, Amerika marifetiyle manda sistemi altında yönetmelerini sağlayacak esasların görüşülüp benimsendiği bir zeminden öteye gitmemiştir. Amerika, başkanları Wilson’un şahsi gayreti ile Anadolu’nun Batılılar tarafında işgal ve bölünmesine bu konferansta sıcak bakma eğiliminde olmuştur. Ancak gerek Amerikan Senatosunun manda ile ilgili olumsuz kararı gerekse Anadolu’da başarı ile yürütülen Ulusal Mücadele hareketi yapılan planları boşa çıkarmıştır.