• Sonuç bulunamadı

Atatürk Dönemi Dış Politikasının Temel İlkeleri

3. ATATÜRK DÖNEMİ ÖNCESİ TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ

4.1. Atatürk Dönemi Dış Politikasının Temel İlkeleri

Atatürk’ün dış politika ilkeleri, onun dünya görüşünü yansıtır. Bu dünya görüşünü üç noktada toplamak mümkündür. ”Tam Bağımsızlık“, ”Ulusal Egemenlik“ ve ”Batılılaşmak” olup, bir yerde Ulusal Mücadele’nin ideolojik alt yapısını oluşturur. Dış politikanın temelini ve hedeflerini Misâk-ı Millî ilkeleri açıklar. Misâk-ı Millî, ülke içinde ve dışında Türk milletinin dayandığı temel ilkelerdir (Dilan, 1998, 3-4).

Atatürk’ün dış politikası gerçekçidir (Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,13). Boş hayaller peşinde koşmaz. Atatürk, Türk milletinin gücünü ve olanaklarını olduğu kadar, karşısındaki devletlerin ne yapacaklarını ve ne yapamayacaklarını gerçekçi ve doğru şekilde değerlendirmiş olan bir önderdir. Atatürk dış politikada teslimiyetçiliğe, yılgınlığa ve hayalciliğe yer vermediği gibi, maceracılığa da asla yer vermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti, maceracılıktan uzak durma geleneğini Atatürk Dönemi boyunca olduğu gibi ondan sonra da sürdürmüştür (Feyzioğlu, 1984, 1-4).

Atatürk'ün bütün ömrü boyunca savunduğu bir diğer ilke de, barışçılık olmuştur. İstilâcılara karşı yürüttüğü mücadelenin en çetin günlerinde bile Atatürk, barışın ve barışçı yolların savunucusu olmuş ve istilâcıların, Türk

Milletinin haklarını barışçı yollarla kabul etmemelerine teessüf etmiştir. Atatürk'ün barışçılığı, sadece Türkiye'nin dış politikası ile ilgili bir ilke değil, bütün uluslararası ilişkilerde egemen olmasını ve gerçekleşmesini savunduğu bir noktadır. Bu uluslararası barış ilkesi, doğrudan doğruya, Atatürk'ün, en yüksek insanlık idealinin gerçekten kudretli ve o oranda da içten gelen bir ifadesi olarak ileri sürdüğü, uluslararası örgütler ve uluslararası ilişkiler anlayışına dayanmaktadır (Armaoğlu, 1963, 9).

Atatürk Türkiye'sinin dış politika anlayışı ideolojik dogmalara, ön yargılı saplantılara değil, akla ve akılcılığa dayanır. Atatürk Türkiye'sinin dış politikasının bu özelliği, gerçekçilik ilkesinin bir devamı sayılabilir. Akılcı dış politika yaklaşımı, uluslararası ilişkilerde ebedî dostluk, ebedî düşmanlık olmadığını bilir; değişen gerçekleri, karşılıklı yararları, akıl süzgecinden geçirerek değerlendirir. “Akılcı” dış politika yaklaşımı, ön yargılı saplantılardan uzak durarak çağdaş bilimin sağladığı ışığı, insan aklını ve ulus yararını her konuda ve her durumda rehber edinmektir. (Feyzioğlu, 1984, 7-8).

Atatürk Türkiye’si dış politikasının temel özelliklerinden biri de, hukuka bağlılıktır. Şüphesiz, Devletler Hukukunun kuralları, iç hukuk kuralları kadar gelişmiş, açıklığa kavuşmuş ve kesin hukukî esaslara bağlanmış değildir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, daima Devletler Hukuku'nun bilinen temel ilkelerine ve antlaşmalara bağlı kalmaya dikkat etmiş, bu bağlılığın çok güzel örneklerini vermiştir (Feyzioğlu, 1984, 8).

Devamlı yabancı müdahalesine uğrayan, içişlerine sürekli olarak karışılan, kapitülâsyonların zincirini bir türlü kıramayan, maliyesi "Düyunu Umumiye" yönetimi yüzünden yabancıların denetiminde bulunan, dostlarını ve müttefiklerini seçmekte, dış politika kararlarını vermekte yeterince serbest olamayan bir imparatorluğun çöküş yıllarını derin acılar duyarak yaşamış olan Mustafa Kemal Atatürk için, kurulacak devletin gerçek bağımsızlığı en önde gelen bir amaçtı (Feyzioğlu, 1984, 9).

Atatürk, 13 Haziran 1921 tarihinde, Fransız delegesi Franklin Bouillon ile Ankara İstasyonu’ndaki dairesinde yaptığı görüşmeyi Söylev’de şöyle anlatmaktadır:

“Ben bizim için hareket noktasının Misâk-ı Millî‘de tespit edilen noktalar olduğunu ortaya attım. Sonra Misâk-ı Millî’nin maddeleri baştan sona kadar görüşülüp tartışılmaya devam edildi. Üzerinde en çok durulan nokta kapitülasyonların kaldırılması ve bağımsızlığımızın tam olarak sağlanmasını isteyen madde oldu. Bu nokta bağımsızlığımızın tam olarak kazanılması ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık demek elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri ve kültürel v.b. her alanda tam bir bağımsızlığa ve hürriyete kavuşmak demektir. Herhangi birinden yoksun kalmak millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksun kalması demektir” (Dilan, 1998, 5).

Atatürk’ün, Türkiye’yi çağdaşlaştırma, böylece en gelişmiş ülkeler düzeyine ve daha ötesine doğru ilerletme yolundaki kararlılığı da, dış politikada göze çarpan amaçları arasındadır. Batı ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye verdiği önem, batılılaşma ilkesi ile beraber, çağdaş medeniyete katılma azmi ile de ilgilidir (Feyzioğlu, 1984, 11).

Lozan’dan sonra Türkiye’nin Batı devletleriyle ilişkilerini eşitlik ilkesi içinde düzenlemesi kolay olmamıştır. Atatürk’ün dış politikada titizlikle tutunmuş olduğu bir ilke de eşitlik, yani Türkiye ile egemen devletler arasında, hukuki bakımdan mutlak eşitlik olması idi (Akşin, 1991, 35).

Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında mücadele ederken dahi düşmanla iletişim kapısını aralık bırakmıştır. Anadolu'nun hedeflerinin iyi anlatılması için bu amaçlar gerçekleştirildiği anda da savaşa derhal son vermek üzere, düşmanla barışçı temaslara daima hazır olmuştur (Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,15).

Atatürk, düşmanlık ilişkisinde aşırılıktan kaçındığı gibi, dostluklara gereğinden fazla bel bağlamamak gerektiğini de bilmiştir. Örneğin, Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyet rejimiyle kurulan dostluğun pürüzlerle dolu olduğunu çok iyi görmüş, bu yüzden bu ilişkiyi, karşılıklı çıkar dengesine dayalı bir işbirliği çerçevesinden öteye taşırmamaya özen göstermiştir. Kurtuluş Savaşından sonraki dönemde de, 1930'ların ortalarında İngiltere'yle ilişkiler bir ittifak çerçevesinde gelişme gösterirken, bu ülkeyle bir çatışma ihtimaline göre hazırlıklı bulunmayı da ihmal etmemiştir (Şimşir, 1981, 191-192).

Atatürk iki savaş arası dönemin zıt rejimlerini barındıran uluslararası yapıda, gerektiğinde rejim farkı gözetmeyerek dostluklar kurmak suretiyle, çağdaş diplomasinin başka bir başarı şartını daha yerine getirmiştir (Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,16).

Başarılı diplomasinin temel bir özelliği olan güvenilirlik unsuru da, Atatürk'ün dış politikasında önemli bir yere sahiptir.

Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında, Misâk-ı Millî'de öngördüğü hedefin ötesinde bir amaç taşımadığını söyleyip, uygulaması da bunu doğrulayınca, güvenilirliğini dış dünyaya kabul ettirmiştir. Kurtuluş Savaşından sonra da, 1930'ların ortasında dünyada kaba kuvvete başvurmanın yaygınlaştığı bir dönemde Atatürk, bu yola iltifat etmeden ülkesinin haklı isteklerini dile getirirken, herkesçe bilinen güvenilirliğinden dolayı anlayış ve destek toplayabilmiştir ( Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,17).

Atatürk, güçlü ve dinamik kişiliğinin sonucu olarak, aktif bir dış politika izlemiştir. Ancak bu canlılık, yukarıda değinilen gerçekçilik ilkesinin doğal bir sonucu olarak, serüvenciliğe sürüklenmemiştir. Türkiye'nin davalarını anlatmak yolunda; örneğin Kurtuluş Savaşı sırasında ve 1936 yılında Montreux Boğazlar Sözleşmesi öncesi dönemde görüldüğü gibi aktif diplomasi uygulayan Atatürk, başka ülkelerin konularıyla da yakından ilgilenmiştir. Türkiye 1930'lardaki Avrupa gelişmeleri hakkında fikrine değer verilen bir ülke konumunda olmuştur ( Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,18).

Atatürk, yeni Türkiye'ye ulusal bir yapı kazandırmaya çalıştığı, hem iç, hem dış politikada milliyetçilik çizgisinde hareket ettiği halde, bunu aşırılığa götürmemiştir. 1920'lerden itibaren İtalya, 1930'lardan sonra da Almanya örneklerinde görüldüğü gibi, bazı ülkeler milliyetçiliği ırkçı bir yöne sürükledikleri halde, Atatürk bu akımın dışında kalmış, hatta karşısında olmuştur. Çünkü Atatürk, milliyetçiliğinin yanısıra, insaniyetçi değerlere sahiptir. Atatürk, dünya toplumunu tek bir aile ve bütün ulusları birbirleriyle akraba gibi görüp, herhangi bir ülkenin sorunlarının, bütün insanlığın sorunu gibi değerlendirilmesi gerektiği inancıyla hareket etmiştir (Gönlübol, Kürkçüoğlu, 2000,19).

Ekim 1931'de Ankara'da yapılan Balkan Konferansı'na katılan delegelere Atatürk şunları söylemiştir:

"İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak gayr-ı insanî ve son derece teessüfe şayan bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirlerine yaklaştırarak, onları birbirlerini sevdirecek karşılıklı maddî ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır." (Atatürk, 2005, 270)

1923-1936 yılları arasında genç Türkiye’nin dış politikasını oluşturanlar, algıladıkları tehditlere karşı uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde koalisyonlara girmeyi öngörmüşlerdir. Diğer taraftan aynı Osmanlı devletinin çöküş yıllarında olduğu gibi, kuruluş dönemi Türk dış politikasında da ulusal güvenlik faktörü ağır basmıştır. 1923-1930 yılları arasında Türk dış politikasını yönetenler en çok Lozan’da halledilmeyen sorunların çözümüyle uğraşmışlardır (Gök, 1984, 49).

Atatürk'ün dış politika ilkeleri birbirlerine en mükemmel mantık silsilesi içinde bağlanmıştır. Bu ilkeler, bu bağlılık içinde, Türkiye Cumhuriyeti için bir dış politika sistemini meydana getirmektedirler. Bu sebeple, bu ilkelerden birini uygularken veya yorumlarken, daima diğerleri ile de bağlantılı olarak hareket etmek zorunluluğu vardır (Armaoğlu, 1963, 11-12).

Atatürk’ün çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikasından çıkardığı dersler ve tarihi deneyimleri sonucu belirlediği dış politikasının niteliklerini şöyle özetlemek mümkündür:

1. Başka devletlerin iç işlerine karışmamak ve onları kendi iç işlerimize kesinlikle karıştırmamak,

2. Dış politikada ulusal çıkarlarımızın emrettiği yolu seçmek, hiçbir şekilde macera yolunu tutmamak, mümkün olduğu kadar çıkar gruplarının etkisini yurttan uzak tutmak,

3. Daima barıştan yana olmak, böyle bir barışın biricik çaresi bütün dünyanın huzur ve sosyal adalet içinde olması görüşünü ön planda tutmaktır. Atatürk’ün yaşamı boyunca savunduğu “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesine dayalı dış politikası bunun ifadesidir.

4. Emperyalizm ve sömürgecilik karşı olmak, 5. Misâk-ı Millî’yi hedef almak,

6. Dış ilişkilerde Batıya öncelik tanımak, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine kavuşturulmasını sağlamak,

7. Akılcı olmak,

8. Dış politikada dogmatik değil gerçekçi olmak, yani sabit fikirlere göre hareket etmeden daima gerçeği aramak (Dilan, 1998, 6-7).