3. ATATÜRK DÖNEMİ ÖNCESİ TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ
3.1. Osmanlı İle Amerika’nın Mağrib’de İlk Tanışması
3.3.4. Manda Meselesi ve Amerikan Mandası
3.3.4.2. Amerikan Mandası ve Türkiye’de Mandanın Savunulma
Mandaterlik ya da başka bir değişle “güdüm”le ilgili görüşler, Mondros Mütarekesinin imzalanmasından hemen sonra ileri sürülmeye başlanmıştır. O sıralarda, Türkiye’nin tam bağımsızlığını elde edebileceğine çok az kimse
inanıyordu. Mustafa Kemal Paşa ve birkaç silah arkadaşı dışında Osmanlı aydınlarının çoğu, Türkiye’nin yeniden toparlanabilmesi için, ülke üzerinde bir Amerikan güdümü kurulmasının gerekli olduğu görüşünü savunuyorlardı. Bu maksatla kurulan derneklere göre madencilik ve diğer alanlarda teklif edilebilecek ayrıcalıklar, Amerikalılar için ”çok cazip bir yem” olacak ve onların Türkiye üzerinde bir güdümü kabul etmelerine yol açacaktı. (Ayışığı, 2004,37).
Manda Sistemi’nin ortaya atılışı Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson’un 8 Ocak 1918’de Amerikan Senatosu’na gösterdiği dünya siyasi tarihine “Wilson Prensipleri” olarak geçen 14 maddelik muhtırasına dayanmaktadır (Tunaya, 1986, 249; Sönmezoğlu, 2004, 91). Amerika Başkanı W.Wilson, Amerika’nın desteği ile savaşı kazanan müttefikler üzerinde ağırlığını koymak ve oluşacak ”yenidünya düzeni”nde etkin rol almak istiyordu (Ayışığı, 2004,38).
Ünlü 14 maddelik barış programı ile bütün dünyaya bir umut ışığı saçan Başkan Wilson, ne acıdır ki uygulamada kendi prensiplerinden uzaklaşarak samimiyetsiz olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim Mustafa Kemal de Nutuk’ta Wilson’un önce değer verdiği bu 14 Noktasından ayrıldığını görünce Başkan Wilson’un “selfdeterminasyon“ hakkında özgün tutumundan uzaklaştığına işaret etmiştir (Tevetoğlu, 1991, 166; Atatürk, 1987, 277 ).
Türk Milletinin lehinde gibi görünen 12. Maddeyi dünyaya ilan etmiş bulunan Wilson, İzmir’in işgaline ses çıkarmadığı gibi bundan başka Amerikan Hükümeti, asılsız soykırım söylentileri ile Ağustos 1919’da Türk Hükümetine bir telgraf göndererek, Ermenilere yapılacak her türlü tecavüzden Osmanlı Devletini sorumlu tutmakta ve tecavüzleri önlemediği takdirde, Wilson Prensiplerinin Türkler lehindeki 12. Maddesinin hükümsüz sayılacağı tehdidinde bulunmaktaydı (Ayışığı, 2004,38).
Amerikan mandası taraftarlığı şeklinde somutlaşan Amerikancılığın canlanmasında 28 Ocak 1919’da İstanbul’a gelmiş olan Amiral Bristol önemli rol oynamıştır (Akşin, 1992, 271). İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’un 2 Haziran 1919’da Lord Curzon’a bildirdiğine göre Amerikan
yardım kuruluşlarının faaliyet gösterdiği Türkiye’nin sıkıntı içindeki bölgelerinde bile bu yardım kuruluşlarından bazıları, Amerika’ya ekonomik alanda çıkar sağlamak için ticari delegasyon görevini yapıyorlardı. Bu sebeple Türkiye’deki Amerikan yetkilileri ve iş adamları tüm ülkeyi kapsayacak bir Amerikan Mandası kurulmasından yanaydılar. İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’da kendi hükümetini yalnız Ermenistan üzerinde çok pahalıya mal olacak bir manda yerine Türkiye’nin tümü üzerinde barışçı yollarla uygulanabilecek ve ucuza mal olacak bir mandayı kabul ettirmeye çalımıştır. Birçok vatansever, İtilaf devletlerinin Türkiye üzerindeki niyetlerini ve uygulamalarını gördükten sonra bunu hiç olmazsa “kötünün iyisi” olarak haysiyet kırıcı bir barışın yerini alabilecek bir çıkış yolu olarak görmekteydiler (Atatürk, 1987,116).
Amerikan Mandasına karşı çıkanların başında yer alan Kazım Karabekir Paşa bu düşüncenin yaygınlaşmasından ciddi olarak endişe duymuştur. Üstelik aralarında İsmet Paşa gibi yakın arkadaşlarının Amerikan Mandasından yana tavır almaları endişelerini daha da artırmıştır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın kurmay heyetinde istihbarat şubesi müdürü Binbaşı Nusret Bey Amerika gibi “tarafsız ve prensiplerine sadık” bir devletin himaye yerine gözetim tarzında olan bir manda fikrini ileri sürmüştür (Ayışığı, 2004,40).
Türkiye’de Amerikan mandasının savunulma nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:
1. Amerika’nın, Avrupa devletleri gibi sömürgeci bir düşünce taşımaması ve bütün ulusların yükselmesini amaç edinmiş görünmesi.
2. Ordunun terhis edilmiş olması geriye kalanların ise ülkeyi savunacak durumda olmaması.
3. Amerika devletinin ve Amerikan idari mekanizmasının laik ve milliyetsiz bir kimliğe sahip olması.
4. Tarafsız bir ülke olduğuna inanılan Amerika’nın iyi niyetli olduğu kadar geniş olanaklara da sahip olması.
5.Türkiye’nin kalkınması için yabancı sermayeye ve her sahada yabancı uzmanlara ihtiyaç duyulması.
6. Kapitülasyonların devam etmesi, dış borçların her yıl artan faizleriyle birlikte devletin borçlar altında ezilmesi, nüfusumuzun azlığı halkımızın fakir olması, sanayimizin olmayışı ve bunların hepsine Avrupa dışındaki ülkelerden farklı olarak yardım edecek bir ülke varsa, o da Amerika’dır düşüncesi.
7. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü koruma ve parçalanmasını önleme düşüncesi.
8. Amerika’nın sadece Uzakdoğu’da ve Pasifik’te toprak edinmiş olması ve ABD’nin yakındoğuda herhangi bir toprak parçası istememesinin onu tehlikesiz olarak göstermesi. .
9. Azınlıkların bundan sonra da yabancı müdahalelerine sebebiyet vermelerinin önüne geçme düşüncesi.
10. Wilson’un ortaya atmış olduğu adil barış formülleri çerçevesinde, Türklerin kendi başlarına adaletli ve devamlı bir yönetim kurup ülkelerini geliştiremeyecekleri inancı (Ayışığı, 2004,10-11).
Bu sebeplerden ötürü Türk aydın ve idarecileri açısından en çok taraftar bulan kurtuluş çarelerinin başında manda ve himaye önerileri gelmekteydi. Önerdikleri manda sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin mandası değildi. Fransız ve İtalyan mandaları da söz konusuydu (Ayışığı, 2004,15).
Wilson Prensiplerinin 12. Maddesinin uyardığı umutla Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurma fikri, İstanbul Üsküdar’daki Amerikan Kız Kolejinin ilk öğrencilerinden Halide Edip (Adıvar) Hanımdan kaynaklanmıştır. Ulusal Mücadeleye düşman faaliyetleri yüzünden vatan haini olarak yurt dışına çıkarılmış Refik Halid Karay’da, Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucu üyelerinden biriydi (Ayışığı, 2004,17).
Ne acıdır ki olaylar, Wilson Prensipleri’nin içi boş bir tavsiyeden öteye geçemediğini ortaya koymuştur. Başta Wilson’un kendisi olmak üzere, Müttefik Milletler’in liderleri, asılsız soykırım söylentileri uydurarak Ulusal Mücadeleyi sindirmeye çalışmışlar ve zaten uygulamadıkları 12. Maddeyi de tehdit konusu yapmışlardır (Akyüz, 1975,31).
3.3.4.3. Manda Konusunun Erzurum ve Sivas Kongrelerinde