• Sonuç bulunamadı

Paradigma kavramına bilimsel popülerite kazandıran, Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Kuhn olmuĢtur (ġimĢek, 1997). Kuhn (1982) paradigmanın anlamı konusunda Ģu örneği vermektedir: Öğrenciler çalıĢmaları hakkında bilgi verirken, metinlerdeki belli bölümü okuduklarını, iyi anladıklarını fakat bölümün sonundaki problemi çözmekte zorlandıklarını söylerler. Öğrenci, hocasının yardımıyla ya da tek baĢına, çözemediği problemi daha önce rastlamıĢ olduğu bir problem gibi görmesini sağlayan bir bakıĢ açısı yakalar. Böylece öğrenci, iki ya da daha çok problem arasındaki benzerlik iliĢkilerini kullanarak problemi çözebilir. Zamanla kazanılan bu benzerlik iliĢkilerinin rolü, bilim tarihinde de açıkça görülmektedir. Bilim adamları bulmaca olarak gördükleri problemleri, daha önceki problem çözümlerini model alarak çözümlerler. Bir

paradigma; sağladığı yasalar, ampirik genellemeler, deneysel araçlar ve metafizik inançlar çerçevesinde birleĢen bilim adamlarının görüĢlerinden oluĢur. Kısaca paradigma, bir inançtır, kavramlar ve araçlar bütünü olarak tanımlanabilirse de toplumsal bilimlerin çok azında bu anlaĢmaya varıldığını belirtmek gerekir (Gökçe, 1998). Paradigmalar, prensipleri, inançları, teorileri kapsar. Dünyaya bakıĢ açımızı Ģekillendiren, fikirlerin söylenmeden anlaĢılan altyapısı olarak düĢünülebilirler (Arslan, 2002).

Kuhn‟a göre bilimde değiĢim kesintili ve devrim biçimindedir. Belli bir dönemde belli bir bilimsel çalıĢma alanına hakim olan paradigma zamanla etkisini kaybeder ve düĢme eğilimi gösterir. Daha sonra bu paradigma yenisiyle yer değiĢtirir (ġimĢek, 1997). Yeni paradigmanın oluĢması için önce aykırılığın algılanması, sonra bu aykırılığın yavaĢ yavaĢ ve aynı zamanda hem kavram hem de gözlem düzeyinde elle tutulur hale gelmesi gerekir. Bunun sonucunda da, paradigma kategorileri uygulamalarında çoğu kez direniĢle karĢılaĢan değiĢiklikler meydana gelir (Kuhn, 1982; Akt: ġimĢeki 1997). Paradigma değiĢikliklerine karĢı büyük direniĢler oluĢabilir. Yeni ve farklı değiĢikliklerin kabul edilmesi büyük sabır ve zaman gerektirir. Yeni değiĢikliklerin baĢarısı için örgütteki her bireyin hem yürekten hem de düĢünce olarak değiĢikliğe inanması gerekir. Özellikle örgüt düzeyinde, kökten bir paradigma değiĢikliğini uygulamak çok zordur ama imkansız değildir. Eski paradigma sorunları çözemediği ve derin anlaĢmazlıklara neden olduğunda, paradigma değiĢikliğinin gerekliliği anlaĢılır ve yeni uygulamalara olan inanç artar (Covey, 1997).

Khun bilimsel teorilerin, doğa olaylarını açıklayabildiği sürece normal bilim olduğunu ve doğa olaylarını açıklayabilen teorilerin bütününün bilim insanlarının sahip olduğu paradigmaları Ģekillendirdiğini savunur. Bilim sürecinde devam eden istikrar, bilim insanlarının araĢtırma sonuçlarıyla öyle bir noktaya gelebilir ki araĢtırma bulguları sahip oldukları paradigmayla çeliĢir. BaĢlangıçta paradigmaları tehdit eden bu bulgular kabul edilmez ve görmezlikten gelinir. Bu aĢama kriz dönemidir. Ancak araĢtırmalar ilerledikçe mevcut paradigmayla olan çeliĢkileri artar. Bu kriz dönemini atlatmak için, bilim insanları eski paradigmalarını yeni bir paradigma ile değiĢtirmek zorunda kalırlar. Bilimsel istikrar ve süreklilik böylece bozulur. Yeni paradigma belirli bir zaman sonra çoğunluğun üzerinde anlaĢtığı normal bilim haline gelir. Bilim bu Ģekilde döngüsel olarak geliĢimini sürdürür (GüneĢ, 2003).

2. 13. Pozitivizm Kavramı

Pozitivizm, ilk defa Saint-Simon tarafından bilimsel yöntemin felsefedeki karĢılığı olarak kullanılmıĢ, daha sonra da Aguste Comte tarafından sistemleĢtirilmiĢtir. Hem felsefeyi hem de bilimi etkileyen pozitivist paradigma 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Batı dünyasının temel görüĢü olmuĢtur (Çüçen, 2001). Bu yüzyılda Viyana Çevresi ile doruk noktasına ulaĢan pozitivizm, deneyciliğin ve bilimciliğin dıĢında hiçbir inanç ve değer sistemini kabul etmemiĢ, bilimin üstünde baĢka bir güç tanımamıĢtır (Türkdoğan, 2000). Pozitivizmin özü bireyden bağımsız bir gerçekliğin olduğunu varsaymasıdır. Pozitivist‟e göre, bu gerçeklik bireyden önce de vardır, bireyden sonra da var olacaktır. Bireyin yaptığı, bu kendinden bağımsız var olan bu dıĢ gerçeği algılamak, sınıflamak ve bunlar arasında neden-sonuç iliĢkilerini bulmaktır. Bilimsel etkinlik ise araĢtırmacıdan bağımsız olarak gerçeği bulma konusunda ortaya koyulan sistematik bir çaba olarak görülmüĢtür (Özden ve ġimĢek, 1998).

Pozitivist paradigma, bilgiyi, olguların bilgisine indirgeyerek, olguların ötesinde hiçbir bilgi olmadığını ileri sürerek metafizik öğeleri reddeder ve doğru bilgiyi bilimsel bilgi olarak tanımlar (Çüçen, 2001). Pozitivist‟te bilgi, ancak nesnel ve bilimin deneysel uygulamalarına dayanmaktadır. Bilgi, araĢtırma sürecinde güvenilir davranan gözlemcinin gözlemlerinden elde edilir ve bu veriler nesneldir (Ekiz, 2006). Bacon‟a göre, olgularla ilgili yapılan gözlemlerin toplanması ve bunlardan hareketle teoriye ulaĢılması mümkündür (Chalmers, 1997).

Pozitivist felsefenin bilginin doğasına iliĢkin geleneksel değerleri Ģöyle özetlenebilir (Özden, 1999):

Bilgi kesindir. Bilimsel doğrular tek ve mutlak doğrulardır, tartıĢılamazlar.

Eğitim, öğrencilere bilgi yüklemek için verilir. Eğitimde temel amaç

bilginin öğrencilerin zihninde depolamasını sağlamaktır.

Bilgi, gelecekte kullanmak için verilir. Okullarda verilen bilginin öğrenciye

bir yaĢam boyu yol göstereceğine inanılır. Bilgi vermedeki temel amaç öğrenciyi gelecekteki yaĢantısına hazırlamaktır.

Bilgilenme bilginin aktarılması ile gerçekleĢir. Bilgilenme sürecinde

Pozitivizm, bilinebilir olanın sadece olgular olduğunu varsayan bir akımdır. Pozitivizme göre duyumsal tecrübe, tüm bilgilerin tek kaynağı olarak görülür hem de tecrübe edilmeyen ya da tecrübe yoluyla kanıtlanamayan bilgiler, metafizik unsurlar da dâhil olmak üzere, bilim dıĢı kabul edilir (Aytaç, 1992). Pozitivist düĢünce, akıl ve gözleme dayanan, her Ģeyi açıklama gücüne sahip büyük kuramları ve tek doğruyu aramaya yönelmiĢtir (Yıldırım ve ġimĢek, 2011).

Modern bilim, baĢlangıcından beri pozitivist etkisinde kalmıĢtır. Alternatif yaklaĢımların modern bilimin metodolojisi üzerindeki etkisi sınırlı olmuĢtur. Bugün sosyal ve fen bilimleri alanında pozitivizmin eleĢtirildiği ve alternatif yaklaĢımların öne çıktığı bir paradigma dönüĢüm süreci yaĢanmaktadır. Bu paradigma dönüĢüm sürecinde pozitivist paradigma yerini postpozitivist paradigmalara terk etmektedir.

Yeni Fizik‟te Einstein‟in “Görelilik Kuramı”, gözlemcinin süreçteki etkisini ortaya koyarak pozitivist paradigmanın önemli temel taĢlarından birini oynatmıĢ, arkasından, Heisenberg‟in “belirsizlik ilkesi”, pozitivist paradigmanın nesnellik ilkesini sorgular duruma getirmiĢtir (Yıldırım, ġimĢek, 2011). Bilimde önceleri her olayın nedenini arama çabası 20. yüzyılın baĢlarından itibaren tartıĢılır duruma gelmiĢ, pozitivist sonrası paradigmalarla beraber olayların birbiriyle sıkı nedensellik bağı ile değil, olasılık bağı ile bağlı oldukları savunulmaya baĢlanmıĢtır (Özlem, 2003). Post- pozitivistler, pozitivizme karĢıdırlar; önceden oluĢturulmuĢ kurallara bağlı hareket etmeyi reddederler. Onlara göre hiçbir Ģey kanıtlanamaz ve yanlıĢlanamaz; dünya kaotik bir yapı gösterir. Dünyanın herhangi bir yerinde orta çıkan çok küçük olaylar “kelebek etkisi” oluĢturabilirler (Bozkurt, 2013).

Bu dönüĢüm sürecinde pozitivist paradigmaya eleĢtirel yaklaĢan, alternatif paradigmalar grubuna dâhil edilebilecek, post-pozitivizm, eleĢtirel teori ve inĢacılık gibi yeni yaklaĢımlar ortaya çıkmaktadır (KuĢ, 2007).