• Sonuç bulunamadı

Bilgi, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalıĢması sonucu ortaya çıkan düĢünce ürünü, genel olarak ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düĢünce, olarak tanımlanmaktadır (TDK, 2011). Felsefe literatüründe ise bilgi, yaygın olarak, bilen varlıkla bilinmesi istenen veya bilinen varlık arasındaki iliĢki (MengüĢoğlu, 1988 ; Çüçen, 2001; Arslan, 2005; Öner, 2008), bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasında kurulan bir etkinliğin sonucunda ortaya çıkan olgu olarak tanımlanmıĢtır (Çüçen, 2007). Bilgi edinmek varolanı tanımak, varolanların kavramlarını kazanmaktır (Öner, 2008). Bilme ile bilgi arasında bir bağ vardır. Bilme eylemi, insanın dıĢ dünya ile kurduğu bağlantılar

sonucunda ortaya çıkar. Bu bağlantı biçimlerinin belli bir düĢünme ve muhakeme tarzı Ģeklinde oluĢturulması ve bunun değiĢik görünüm ve eylemler altında dıĢa vurulmasına sonucunda da bilgi elde edilir. Ġnsanın dıĢ dünya ile kurduğu bağlantı biçimlerine göre değiĢik bilgi veya biliĢ tarzları ortaya çıkar. Ġnsanın kendi dıĢındaki dünya ile bağlantı olmadan da ortaya çıkan değiĢik bilme ve eylem tarzları vardır. Ġnsanın bilme, bilgi ve biliĢ tarzlarının yanında, inanç, kanaat, metafizik ve mistik düĢünce gibi bilme tarzları da vardır (Tuna, 2011). Bu biliĢ tarzları, insanın kendi dıĢında kalan dünya ile bağlantı kurmadan elde ettiği biliĢ tarzlarıdır.

Bilgi, farklı disiplinlere göre değiĢik yönlerden ele alınan bir olgudur. Her disiplin bilginin farklı bir yönünü inceler. Örneğin, psikolojik olarak bilgi; “öğeleri, koĢulları, yasalarıyla geliĢimi tespit edilmek veya belirlenmek durumunda olan zihinsel bir olgu” (Cevizci, 2010), sosyolojik olarak bilgi, “bir tarafı topluma, diğer tarafı zihne uzanan alanın bileĢkesinde oluĢan kognitif bir olgu” (Aydın, 2010) olarak ele alınıp tanımlanırken; felsefi olarak bilgi; “merak eden ve soru soran varlık olarak insanın, evren, dünya, kendi ve toplum hakkında aklı ile ortaya koyduğu temel düĢünceler (Çüçen, 2001)” olarak tanımlanmıĢtır.

Epistemoloji ve psikoloji aynı zihinsel fenomenler üzerinde çalıĢması açısından benzerlik gösterirler. Yani biliĢsel süreçler psikolojinin de inceleme alanıdır. Ancak her ikisi de aynı konuyu kendi bakıĢ açılarından inceler. Psikoloji, biliĢsel süreçleri betimlemeye, sınıflandırmaya ve onların oluĢumlarını yöneten yasaları bulmaya çalıĢırken; epistemoloji, biliĢsel sonuçları doğruluk ve yanlıĢlık, haklı kılınma ya da temelsizlik açısından değer biçer (Adjukiewicz, 2010). Psikolojinin bir bölümü olan kognitif psikoloji, bilginin öznesi olan insan zihninin yapı ve çalıĢma özelliklerini inceler (Bozer, 2009). Bilgiyi zihinsel bir olgu olarak ele alan psikoloji, bilgiyi meydana getiren zihinsel edimlerle uğraĢır. Algının zihinde nasıl ortaya çıktığını, düĢüncelerin zihinde birbirlerini nasıl etkilendiğini, bilme sürecinde zihnin nasıl davrandığını bulmaya ve biliĢsel süreçlerin geliĢimini keĢfetmeye çalıĢır (Cevizci, 2010). Psikoloji, bilgiyi veya öğrenmeyi beynin fizyolojik yapısıyla açıklamaya çalıĢır. Zihnin bilgi elde etme imkânını, kaynağını, sınırlarını beynin maddi faaliyetleri olarak kabul eder (Çüçen, 2001; Aydın, 2003). Diğer yandan, psikoloji olgusal bir bilimdir, gözlem verilerini betimleme ve açıklamaya yönelik nesnel bir çalıĢma ortaya koyar. Oysa

epistemoloji, kavramsal çözümlemeler yapan, felsefecilerin kiĢisel eğilim, bakıĢ açısı ve öğretilerini yansıtan, ussal bir etkinliktir (Yıldırım, 2004).

Bilgi mantık biliminin de ilgi alanında yer alır. Epistemoloji bilginin içeriksel yönüyle ilgilenirken mantık bilginin biçimsel yönüyle ilgilenir. Mantığı devreye sokmadan bilgi sorununa eğilme olanağı yoktur (Özlem, 2010). Mantık bilginin biçimini çözümler, doğru düĢünme ve sağlam çıkarımlar yapma kuralları üzerinde durur. Ancak, doğruluk kavramını tanımlamaz tartıĢmaz. Bu sorunla epistemoloji ilgilenir (Heınemann, 2007).

Bilginin asıl inceleme alanı olan felsefe, bilgiyi ayrı bir inceleme alanı olarak ele almıĢ ve bunu bilgi kuramı (epistemoloji) olarak adlandırmıĢtır. Epistemoloji, bilginin insan zihninde nasıl oluĢtuğunu ve bilginin ortaya çıkaran süreçlerini araĢtırmaz. Yukarıda sözü edilen disiplinlerden farklı olarak, bilgiyi olmak bakımından ele alır, onu incelemeye ve aydınlatmaya çalıĢır (Cevizci, 2010). Felsefi olarak bilgi; “düĢünen öznenin, nesneyi merak etmesi ve ona yönelerek, onu sorgulaması ve anlamasıyla ortaya çıkan tutarlı, ön yargısız, akılla temellendirilmiĢ düĢüncelerden oluĢan bir bilgi türüdür (Çüçen, 2001)” Felsefi bilgi, olaylar karĢısında merak eden, ilgi duyan ve anlamak isteyen insanın eleĢtirel bir bakıĢ açısı sonunda ortaya çıkar. Ġnsanı, varlığı, yaĢamı bir bütünlük içinde ele alır ve bundan hareketle çeĢitli kuramlar oluĢturur. Felsefi bilgi, felsefecinin öznel yargısına dayanır, bilimsel bilgi gibi deney ve gözlemle kanıtlanamaz (Çüçen, 2001). Bilginin öğrenme sürecinde elde edilmesi, epistemoloji kavramını eğitim araĢtırmalarının önemli çalıĢma alanlarından biri yapmıĢtır.

2.19.1.Nesnel Bilgi

Nesnel anlayıĢa göre; pozitivizm olarak adlandırılan bu anlayıĢa göre, bireylerin dıĢındakı dünya, gerçeklik ya da doğru olarak kabul edilmektedir. Bireyin sahip olduğu deneyimlerin ve özelliklerin, bu dünyanın anlamı üzerinde etkisi olamaz; anlam bireyin dıĢındaki dünyada zaten vardır; bireyin iĢi ise var olan anlamı olduğu biçimiyle keĢfetmektir. Bu görüĢ, idealizmden sonra ortaya çıkan realizmde yer alır (Rowland ve Corsan, 2001; Akt: Fer ve Cırık, 2007). Bilginin objektifliğine dayalı bu anlayıĢta okulun görevi nesnel gerçeği bireyin zihnine yerleĢtirmektir. Amaç, tüm bireylerin dünyayla ilgili nesnel ve tam bir anlayıĢ kazanmasıdır. Var olan nesnenin fakına

varılmasıdır. Öğrenme, nesnel gerçekliğin özümsenme sürecidir. Bireylerin deneyimleri sonucu birbirinden farklı anlayıĢlar geliĢtirebilecekleri kabul edilmekle birlikte, bunun istenen bir Ģey olmadığını, çünkü bu durumun eksik, yanlı ya da hatalı anlayıĢlara neden olabileceğini ileri sürer (Duffy and Jonassen, 1991; Akt: Deryakulu, Fer ve Cırık, 2007). Dersler kitaplara dayanır ve öğretmenin konuĢmaları ile yürütülür. Öğrencinin bilmesi gereken sabit bir dünya bilgisi vardır. Davis ve Sumara‟ya (2003) göre, davranıĢçı ve biliĢsel kuramlar, uyaran-tepki bağlaĢımı, zihinsel ve biliĢsel modeller, bilgi iĢleme gibi kuramlar nesnel anlayıĢ çerçevesinde yer alır (Fer ve Cırık, 2007). Nesnel anlayıĢ çerçevesinde yer alan biliĢsel kuramın eğitim felsefesi ise rasyonalist bir düĢünce yapısı sergilemektedir (Smith ve Ragan, 1999, akt., Fer ve Cırık, 2007).

Nesnel anlayıĢına gelen baĢlıca eleĢtiriler ise; Tüm bireyler aynı bilgiyi, aynı biçimde iĢlemez. Bu durumda öğrenciler pasif birer alıcı konumundadırlar. Öğretmenler bilgiyi sunarlar, öğrencilerin bunu belleklerine kaydetmeleri beklenir. Bu anlayıĢın bir sonucu olarak öğretimin etkililiğini belirlemek amacıyla yapılan ölçme-değerlendirme etkinlikleri, verilen bilginin aynen yansıtılmasını amaç edinmektedir. Ancak, bilginin yansıtılması, bilginin öğrenildiği ve yaĢamda kullanılabildiği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda yapılandırmacılık, bireyin öznelliğini, bilgi ve gerçekliğin bireye göre farklılık gösterebileceğini belirterek nesnel anlayıĢa alternatif oluĢturmaktadır (Fer ve Cırık, 2007).

2.19.2.Öznel Bilgi

Epistemolojide nesnel ve öznel anlayıĢ bir birbirine zıt iki kutbu temsil eder. Bilginin ve gerçekliğin nesnel, mutlak bir değerinin olacağı görüĢünün tam karĢıtında yer alan öznel anlayıĢ, gerçeği bilmenin tek tip yolunun olamayacağı görüĢünden yola çıkar. Nesnel anlayıĢta var olan bilgiyi olduğu gibi alması öngörülen, birer alıcı konumunda kalan öğrenciler; öznel anlayıĢ çerçevesinde yer alan epistemoloji içinde, önceki deneyimleriyle etkileĢimleri sonucunda, bilgiyi aktif olarak yapılandırır (Fer ve Cırık, 2007). Öznel anlayıĢ, gözlemleri yapan gözlemcinin sahip olduğu özellikler üzerinde durarak, nesnel anlayıĢı geniĢletir. Buna göre öğrenci ve bilgi arasındaki iliĢki her an değiĢebilir, dolayısıyla bilgi kesin ve mutlak değildir; öğrenci için iĢe yaramaz duruma geldiğinde geliĢtirilebilir, değiĢtirilebilir. Öğrencinin olduğu gibi, bilginin

doğası da değiĢebilir (Can, 2004). Öznel anlayıĢa göre, bireylerin deneyim kazandıkları bir dıĢ dünya vardır; ancak anlam, bireyden bağımsız olarak bu dünyada bulunmaz (Fer ve Cırık, 2007).

Glasersfeld (1998), bilginin yapılandırılmasıyla ilk düĢünceleri ortaya koyan filozofun, Giambattista Vico olduğunu vurgulamaktadır. O dönemde fazla ilgi görmeyen Vico, karmaĢık insan yapısının biçimlenmesinde duygular, özlemler, saplantılar ve düĢlerin etkisini vurgulamıĢ; Decartes‟çı doğrusal tümden gelimciliğe karĢı, sarmallık ve karmaĢıklığı savunmuĢtu (ġimĢek, 2004; YaĢar, 1998). Öznel anlayıĢ çerçevesinde yer alan yapılandırmacı epistemolojide, Kant‟tan izler görülür (Mahoney, 2004).

Öznel anlayıĢa göre bilginin yapılandırılması inançtan etkilenir. Ayrıca insan zihni, dıĢ dünyadan gelen tüm girdileri uyarlama yeteneğine sahiptir. Bu uyarlamayı, bireysel deneyimlerine ve inançlarına göre yapar. Bu uyarlama, ontolojik gerçeğe göre değil, deneyim ve yaĢantılara göre yapar. Bu anlayıĢ, insanın dıĢ dünyadaki doğruyu /gerçeği bilmediği varsayılır (Fer ve Cırık, 2007).

2.19.3.Holistik Bilgi

Holistik kavramı, programların epistemolojik boyutu olan ve insan yetiĢtirmede kullanılan birincil malzeme olan bilgi bağlamında ele alınabilir. Bu bağlam, bilginin doğası, ilkeleri, yapısı, kökeni, kaynağı, yöntemi, geçerliliği, koĢulları, imkan ve sınırları ile ilgili sorular felsefenin bir dalı olan bilgi kuramını ilgilendirmektedir (Büyükdüvenci, 1985). Dhankare (2012), bilginin, programın merkezini oluĢturduğunu ve bilginin hem baĢarılması gereken bir hedef, hem de hedefe ulaĢtıracak yol olabileceğini savunmaktadır. Bilginin mutlak olup olmadığı konusunda farklı fikirler mevcuttur. Bu konuda pozitivist ve materyalistler, duyu organları ve deneyle elde edilen bilginin mutlak olduğunu, idealistler ise, doğuĢtan beyinde bulunan ve aklın kurallarına göre elde edilen bilginin mutlak olduğunu savunurlar (Akpınar, 2013) .

Holistik kavramı, programların hedef kitlesini teĢkil eden insan bağlamında ele alınabilir. Bu konuda temel iki tez vardır. Birincisi, insanı, programın nesnesi konumunda gören anlayıĢtır. Bunların felsefi temeli daimici ve esasici olup, psikolojik dayanağı davranıĢçıdır. Geleneksel olarak nitelenen bu anlayıĢ, pozitivizm ve

Newton‟dan da referans almaktadır. Ġkinci yaklaĢım insanı, programın öznesi olarak kabul eder. Felsefi temeli ilerlemecilik olan bu yaklaĢım biliĢsel psikoloji ve yapılandırmacılığı referans almakta ve bilim anlayıĢı olarak kuantum paradigmasını kabul etmektedir. Holistik fikir,özne ve nesne insan kabullerinin orta noktasında bu iki yaklaĢıma birlikte yer vererek, eğitim programlarına yol gösterebilir. Çünkü insan zihinsel olarak, ne toplumdan izole tek baĢına var olabilen bir varlıktır (öznel bilgi), ne de toplumun gölgesinde kalmaya mahkumdur (nesnel bilgi). Kaldı ki insan bütünseldir. „Tüm insan‟, insanoğlunun bütün zenginlikleri ve karmaĢıklığıyla hem bireysel hem de toplumun bireyleri olarak çoklu, bağlantılı ve çakıĢan yönlerini tanımlar ve insanı tamamıyla insan yapan „tüm insan‟ın geliĢimi için temel olan ve bağlantılı değerleri tanımlar (UNESCO, 2002). Bu bağlamda bakıldığında bütünsel düĢünce hem bireyi toplum içinde ama toplumdan bağımsız kendine has özellikleri ve değeri olan bir varlık olarak hem de toplumu oluĢturan insan faktörünün toplumun geliĢimi için ne denli önemli olduğuna vurgu yapar.