• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2:MUHACİRLERİN İSKANI VE UYUM PROBLEMLERİ 2.1.OSMANLI DEVLETİNİN MUHACİRLERİ İSKANI 2.1.OSMANLI DEVLETİNİN MUHACİRLERİ İSKANI

2.1.4. OSMANLININ İSKAN POLİTİKASI

Osmanlı Devleti tüm zamanlarda dini siyasi ve ekonomik baskılardan bunalan toplulukların, Avrupa ve Asya’nın mazlum milletlerinin sığınağı olmuştur. Bu konumundan dolayı Osmanlı Devleti, kendine sığınan insanları korumak ve kendi ülkesinde yerleştirmek amacıyla belirli bir politika izlemek zorunda kalmıştır.

Osmanlı Devleti, batı ülkelerinde olduğu gibi egemenliği altındaki insanları yerlerinden koparmak ve başka ülkelere zorla göç ettirmek şeklinde bir yöntemi asla izlememiştir. “Bilakis, başka ülkelerde baskılara dayanamayan Müslüman olsun, gayr-i Müslim olsun mazlum milletlerin bir iltica memleketi olmuştur. İspanya'da Hıristiyanların zulmünden kaçan Yahudilere 1492'de kucak açılması bunun en güzel delilidir.” (Erkan 1996:89) Yine Osmanlı Devleti, 1849’da Avusturya İmparatorunu tanımayarak isyan eden, Rus ve Avusturya tazyikiyle kaçmak zorunda kalan Macar mültecilerine de kapılarına açmış hatta Rus ve Avusturya’nın mültecileri eşkıya olarak niteleyip iadesi için ültimatom göndermesine rağmen mültecileri iadeye yanaşmamıştır. (Karal,1998:216) Bu örneklerde olduğu gibi “Göç ve muhacir meselesine ilgisiz kalınan bir çağda Bab-ı Ali’nin bütçe imkanlarını zorlayarak kendi tebaasından olmayanları dahi ülkeye kabul etmesi meseleye yatkınlığını gösterir.” (Saydam,1997:95)

Osmanlı Devleti, muhacir hareketleriyle yoğun olarak gerileme dönemine girdikten sonra karşılaşmıştır. “Savaşlarda elden çıkan topraklardaki Müslüman toplulukların 1774'ten itibaren kitlesel göçleri başlamış bundan sonra Osmanlı Devleti'yle Rusya arasında çıkan her savaş sonunda göçler biraz daha hareketlilik kazanmıştır. Özellikle, 1853' deki Kırım Savaşı'ndan sonra göçler büyük boyutlara ulaşmıştır.” (Erkan,1996:90)

Tanzimat döneminin sonunda ortaya çıkan Genç Osmanlılar milliyet isyanlarını durdurup ülkenin bütünlüğünü korumak için devletin sınırları içinde yaşayan bütün milletleri Osmanlıcılık düşüncesi etrafında toplamak fikrini geliştirmişlerdi. Ancak bu politikanın başarısızlığı II.Abdülhamid dönemine gelindiğinde kabul edilmeye başlanmıştır. Panislam, bu dönemde yeni bir politik uygulamadır. Genel olarak uygulanan denge politikası terk edilmemekle birlikte, en az onun kadar ağırlıklı olmak

üzere İslami unsurları ön plana çıkaran bir politika uygulanmaya başlamıştır.(Eraslan, 1992:28) Kafkas muhacirlerde bu politika gereği özellikle Hıristiyan uyruklarının yaşadığı sorunlu bölgelere kendisine içtenlikle bağlı bir unsur olarak yerleştiren devlet bundan önemli yararlar sağlamıştır. Kafkas muhacirleri iskan olundukları yeri “yurt” olarak görmeye başlamış, aidiyet duyguları gelişerek yeni vatanlarını sonuna kadar savunmuşlardır.(Babuş,2006:20)

Osmanlı Devleti iskan politikasının bir gereği olarak muhacir meselesinde muhacir ve mültecileri birbirinden ayırmaktadır. Devletin iskan politikasında muhacirlere verilen haklar mültecilere tanınmıyordu. Bunun temel sebebi mültecilerin eski memleketleri ile alakalarını tamamen kesmemeleri, geri dönmelerinin görülmesi ve hazinenin bu suretle zarara düşmesi idi. (Ağanoğlu,2001:143) Osmanlı Devletine bağlı olmayı kabul eden muhacirlerden, iskanla birlikte pasaportlarıyla beraber hayatlarını idame ettirmeleri için verilen her türlü yardıma karşılık senetler alınıyordu. Bu uygulamayla burada yerleşmekten vazgeçip asıl memleketlerine dönmek isteyenlerden verilen malzemenin bedeli geri istenerek muhacirlerin anavatanlarına dönmelerinin de önüne geçmeye çalışılıyordu. (Saydam,1997:98)

Muhacirlerin Rumeli’de işgal edilmeyen bölgelere yerleştirilmelerinin diğer bir sebebi de hem muhacirlerin daha az problemlerle karşılaşmaları hem de yakın bölgelere iskan edilmeleri ile masrafların azalması gerçeğidir. Devlet takip ettiği siyaset gereği muhacirleri jeostratejik konum açısından önemli gördüğü yerlere iskan etmeye çalışıyordu. (Ağanoğlu.2001:101)

Osmanlı Devleti muhacirlerin iskanını aynı zamanda bir prestij meselesi de yapmaktaydı. Devletin iç ve dış itibarının sarsılmaması için olağan üstü gayret gösteriliyordu. Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa kamuoyundaki lehine olan havayı bozmaktan kaçınmaktaydı. Dolayısıyla sefalet içinde limanlarda toplanan muhacirlerin acınacak durumu yabancılar üzerinde olumsuz etki bıraktığından iskan işinin bir an evvel bitirilmesi gerekiyordu. Muhacirlerin iskanlarında ki düzensizliklerin sebeplerinden biride Rusya Devleti idi. “Rusya kış ortasında muhacirleri tehcire yolladığından Bab-ı Aliyi zor duruma düşürürken gelenlerin karşılaştığı güçlükler geride kalanların Osmanlı Devletine bağlılıklarını zayıflatmak için kullanılıyordu.”

Özellikle Rumeli’deki illere yerleştirilen Kafkasyalı muhacirler, milliyetçilik akımlarıyla çalkalanan Balkanların karışık durumu nedeniyle yerleştikleri günden başlayarak nizami ya da başıbozuk olarak asker konumundaydılar. “1876’da patlayan Osmanlı-Sırp savaşına ve bunu izleyen Bulgar ayaklanmalarının bastırılmasına çok aktif bir biçimde katıldılar.” (Berzeg,1990:3) Muhacirlerin yerleştirildikleri bölgelerdeki gayri Müslim ahali muhacirleri yurdunu kaybetmiş siyasi sığınmacılar olarak değil de Osmanlı Devleti tarafından kendi topraklarına yerleştirilen askeri, siyasi kolonizatörler olarak görüyorlardı. Muhacirlerde kendilerine karşı olan olumsuz davranışları karşısında yerli ahalinin anladığı şekilde davranıyorlardı..

Kitlesel Kafkas Çerkes sürgününden on yıl kadar sonra patlayan 1877–78 Osmanlı–Rus savaşlarında da Kafkasyalı muhacirlerin gönüllü askerliği bu kez çok daha geniş çapta tekrarlandı. Kuruluşu daha on yılı bile bulmamış olan Kafkas muhacir köylerinden aşırı oranda asker ve gönüllü toplandı. Anayurtlarını Rus bağımlılığından kurtarmak ve oraya dönmek gayesini güden ve Rusya’ya karşı kinle dolu olan bu muhacirler de birçoğu yasal olarak askerlik görevinden muaf oldukları halde kendi atları, silahları ve donanımlarıyla akın akın Anadolu ve Rumeli’ndeki cephelere koştular. (Berzeg,1990:21)

1877-1878 Savaşı'nın ve I.Balkan savaşının kaybedilmesinden sonra, Kafkasya'da elden çıkan topraklardan başka, Doğu Anadolu'nun kuzey kısmının, Rumeli topraklarının çoğunluğunun düşman eline geçmesi, Osmanlı Devleti'nde Müslüman nüfusa duyulan ihtiyacı daha da artırmıştır. Müslüman nüfusun işgal altında kalan topraklarda terk edilmesi, bu ülkelerden orduya katılan asker sayısını da alıp götürmüştür. Bu nedenle, “Osmanlı Devleti, göç olayını Kırım Savaşı sonrasında olduğu gibi, sadece ziraat erbabı kişileri çoğaltmak için değil, orduya katılacak asker sayısını artırmak için de teşvik etmiştir.” (Erkan,1996:32)

O yıllarda arazi tahsisi ile ilgili talimatların bir kısmında muhacirler için tahsis edilecek arazilerin verimli ve düzayak yerlerde olması istenmekteydi. 1864 yıllarında Düzce'deki iskanda bu nitelikteki araziler önemli ölçüde dolmuştu. “1864'de ve 1867 yıllarında gelen Abaza muhacirleri daha önce yer kalmadığı bildirilmiş olan İzmit Sancağı'na bağlı Adapazarı kazası ile merkez kazasında iskan edilmişlerdi.” (Habiçoğlu, 1993: 155)

O dönemde Muhacir köylerinin isimlendirilmesinde ya Padişah adına izafeten Mahmudiye,(B.O.A.,Y.MT,33/12) Hamidiye, Reşadiye, Aziziye, Mecidiye gibi isimler, ya da rahata ve huzura kavuşmaları umuduyla Refahiye, Kemaliye, İhsaniye gibi isimler kullanılmıştır. (Ağanoğlu,2001:176)