• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Tarihini Dönemlendirme Çabaları

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 64-68)

59 kurumu temelinde yeniden örgütlendiği bir sisteme geçiştir. Bir yandan siyasal toplumun genişlemesinin, diğer yandansa çekilen artığın belirli ekâbir aileleri elinde yoğunlaşmasının bir sonucu olarak da değerlendirilebilecek bu siyasal ve kurumsal değişim, artık çekimi için yeni bir mekanizma olarak değerlendirilebilecek malikâne kurumunun doğuşu ile birlikte egemenliğin, taşra kaynaklı yeni toplumsal gruplarla paylaşılması sonucunu doğurmuştur. Vezir ve paşa kapılarının ayan kapılarına dönüşümü ile benzer yapısal süreçlerden beslenen bu ikinci dinamik, üçüncü dinamik olan sınıf mücadelesinin belki de en belirleyici düzeyiyle, yani feodal imtiyazlara sahip olmayan sınıfların ya da “avam”ın, bu imtiyazlar üzerine kurulu yapıyı zorlaması; kimi zaman tamamen yıkmaya, kimi zamansa “has”a yani askerî sınıfa geçişini kolaylaştıracak şekilde esnetmeye çalışmasıyla ilişkilidir. Söz konusu feodal sınıfsal ilişkilerin biçimini değiştirmeye ve siyasal toplumu genişletmeye yönelik bu dinamik, sadece ilgili dönem boyunca hâkim sınıfların yeni stratejiler oluşturmasına yol açmakla kalmamış, (jeo)politik birikime özgü bir gerilim ve kriz kaynağı olarak da varlığını sürdürmüş ve moderniteye giden özgün güzergâhın karakterini belirlemiştir.

60 devletine dönüştüğü şeklindedir.163 Fakat son dönemde Baki Tezcan, söz konusu dönüşümün siyasal sonuçlarına odaklanan The Second Ottoman Empire çalışmasıyla Osmanlı tarihçiliğinde ne ölçüde kabul göreceğini ileriki yıllarda anlayabileceğimiz yeni bir öneri sunmaktadır. 164 Buna göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı dönüşüm artık yeni bir imparatorluk, yani yeni bir siyasal yapı olarak değerlendirilmesini gerektirecek kadar kökten bir dönüşümdür ve anlaşılması mutlaka gerileme ya da bozulma gibi kavramların çağrıştırdığı süreklilik algısından kurtulmayı gerektirmektedir. Tezcan’a göre, bu yeni siyasal yapıya temel karakteristiğini veren şey, geniş bir coğrafyanın yaklaşık bin yıllık bir aradan sonra yeniden bütünleşmesi, dünyanın diğer bölgeleriyle beklenmedik ilişkiler kurması ve şehirlerin piyasa-yönelimli tarımsal üretimi arttıracak şekilde büyümeleri sonucunda, farklı Osmanlı para birimi bölgelerinin tek bir mali emperyal bölgeye dönüşmesidir.165 Bu dönüşümün sonucunda, sloganı, “tek piyasa, tek para ve tek hukuk” olan yeni bir siyasal yapı ortaya çıkmıştır. Bu yapının belirleyici özelliği, Tezcan’ın siyasal taife (political nation) adını verdiği siyasal toplumun, söz konusu parasallaşmanın sağladığı imkânlar vasıtasıyla genişlemesi, imtiyazlı konumlara göz diken yeni unsurların siyasal alana girmesi ve buna uygun olarak da “fıkıh”ın hâkim sınıf arasındaki ilişkileri ve siyasal alanı yeniden düzenlemek üzere ön plana çıkmasıdır.166

Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı dönüşümün İkinci İmparatorluk biçiminde kavramsallaştırılması, bir önceki alt-bölümde ele alınan ve aslında bir anlamda bu çalışmanın bütününde ifade edilmeye çalışılan, Osmanlı İmparatorluluğu’nun çağdaşı toplumsal formasyonlarla karşılaştırılabilir ve süreklilikten ziyade kopuş dinamikleri

163 Jane Hathaway, Osmanlı Mısırı’nda Hane Politikaları Kazdağlıların Yükselişi, çev. Nalan Özsoy, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008, s. 14 ve Faroqhi, “Post-Kolonyal Dönüm…,’’ s. 94

164 Kahraman Şakul, “Yaşayan İmparatorluk,” Toplumsal Tarih, no. 223 (Temmuz, 2012), s. 15-18.

165 Tezcan, op. cit., s. 17.

166 Ibid., s. 31. Tezcan’ın belirttiği üzere fıkıhın öne çıkmasının bir nedeni parasallaşmayla gelen kurumlara hitap ediyor olması, diğeri ise bireysel ilişkileri düzenlemesi nedeniyle, ecnebilerin girişi ile genişleyen siyasal ulus üzerinde saltanatın daha fazla hegemonya kurmasına hizmet etmesiydi.

61 çerçevesinde anlaşılabilir olduğuna ilişkin tezler açısından anlamlı bir zemin teşkil etmesinin yanı sıra, daha önce dikkat çekilen farklı süreçler arasında bir bütünlük kurmamızı sağlayacak yeni bir büyük anlatı oluşturmak için de önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle yukarıda erken modern Osmanlı devlet oluşumunun üç temel dinamiği olarak işaret edilen süreçlerin birbirleriyle ilişkili bir biçimde ele alınması açısından önemli bir kavramsal avadanlık sağlamaktadır. Bu anlamda Tezcan, Osmanlı tarihçilerinin ampirik çalışmalarını birbirleriyle ilişkilendirebilecekleri ortak bir dil inşa edilmesine yönelik önemli bir girişimde bulunmuştur. Fakat Tezcan’ın ortaya koyduğu analiz, en azından şimdilik, iki açıdan bu girişimi sakatlama potansiyeli taşımaktadır. Bunlardan ilki, Tezcan’ın kendi çalışmasında, büyük oranda İkinci İmparatorluğun inşa sürecinin siyasal alandaki yansımalarına, yani Osmanlı hanedanının siyasal yapı içindeki yerinin ne olması gerektiği üzerine girişilen mücadelelere yoğunlaşmış olması ve bu nedenle bu dönüşümün altında yatan yapısal nedenler söz konusu olduğunda birtakım mekanik açıklamalarla yetinmesidir. Bu durum kendisini en fazla İkinci İmparatorluğun sosyo-ekonomik temeli olarak gösterilen parasallaşma olgusunda göstermektedir. Tezcan’ın piyasa yönelimli bir tarımsal üretimi mümkün kılacak ölçüde büyüyen şehir olgusuna dayandırdığı parasallaşma, siyasal yapıdaki dönüşümün temel dinamiği olarak görülmekte, fakat sıra parasallaşmanın nedenlerine geldiğinde, analiz daha ileriye götürülmemektedir. Oysa Baki Tezcan’ın çözümleme denemesi geneli itibariyle dönüşümün kökenlerine inebilecek bir perspektife sahiptir, fakat öyle anlaşılıyor ki bu tercih edilmemektedir. Bu durumun doğrudan sonucu erken modern siyasal yapıların, siyasal toplumun genişlemesi ve hükümdarın bu yapı içindeki rolünün kısıtlanması ile tanımlanabileceği tespitidir.167 Oysa söz konusu parasallaşma süreci Avrupa’nın farklı

167 Tezcan, op. cit., s. 232.

62 bölgelerinde hem siyasal toplumun hem de hükümdarın hâkim sınıf hiyerarşisi içindeki konumunun yeniden tanımlanması açısından çok farklı sonuçlar doğurmuştur.

Yine bu yaklaşımla paralel olan bir başka kısıt ise, çalışmada kullanılan feodalizm, patrimonyalizm ve parasal üretim biçimi gibi ifadelerin kuramsal netlikten ve dolayısıyla paradigmatik bir bütünlükten yoksun oluşlarıdır. Örneğin, Tezcan’a göre, parasallaşma aslında feodal üretim biçiminden parasal bir üretim biçimine geçiş anlamına gelmektedir, ama Tezcan bu iki kavram arasındaki farka dair, üretim biçimi nosyonunu ödünç aldığı Marksist paradigma içi tartışmalara herhangi bir atıfta bulunmamaktadır. Okur, Tezcan’ın büyük oranda rant ve vergi ayrımına dayalı feodal/haraca dayalı üretim biçimi tartışmalarından beslendiğini sezgisel olarak hissedecektir. Bununla birlikte, Tezcan’ın bilinçli bir şekilde bu tartışmanın dışında konumlanması, kullandığı kavramların işaret ettiği bütünlüğü anlamamızı zorlaştırmakta ve yukarıda bahsedilen mekanik açıklamayı kuvvetlendirmektedir.

Bahis konusu olan bu sorunlar, en açık şekilde Tezcan’ın İkinci İmparatorluğun hangi tarihle birlikte başladığına ilişkin tespitlerinde kendisini gösterir. Eğer ortada bir İkinci İmparatorluk varsa bunun ne zaman tarih sahnesine çıkmış olduğu hiç kuşkusuz cevaplanması beklenen bir soru olacaktır. Tezcan’ın buna verdiği cevap, II. Murad’ın mutlakıyetçi eğilimlerine karşı I. Süleyman’ın son veziri Semiz Ahmed Paşa’nın ölümünün ardından şiddetli bir mücadelenin başladığı 1580 yılıdır. Tezcan’ın dönemlendirmesinde, hayli sembolik olarak görülebilecek bu tür bir tarih, iki farklı siyasal yapıyı birbirinden ayıran kesin bir kırılma olarak ortaya çıkmakta, buna rağmen İkinci İmparatorluğun doğuşu, siyasal yapının niteliği üzerine verilen bir mücadeleden ziyade, parasallaşma gibi bir yapısal süreçle açıklanmaktadır.168

168 Zaten Tezcan, çalışmasının başka bir yerinde, XVII. yüzyıla damgasını vuracak siyasi mücadelelerin İkinci İmparatorluğun kurulması ile ilgili olmaktan çok, onu kimin kontrol edeceği üzerine cereyan ettiğini, zira İkinci İmparatorluğun çoktan kurulmuş olduğunu belirtmektedir. Tezcan, op. cit., s. 150.

63 Taşıdığı bu kısıtlara rağmen, Tezcan’ın erken modern dönem Osmanlı tarihine ilişkin dönemlendirme önerisi, Osmanlı eski rejiminin hem yapısının ve geçirdiği dönüşümlerin açıklanması, hem de dünya-tarihsel bir bağlama oturtulması açısından, yukarıda tartışılan diğer yaklaşımlara kıyasla verimli bir zemin sunmaktadır. İkinci İmparatorluk çözümlemesinin (jeo)politik birikim dinamikleri ve dört düzlemli sınıf mücadelesi çerçevesinde yeniden okunması söz konusu kısıtların aşılması açısından bir hareket noktası teşkil edecektir. İkinci İmparatorluğun doğuşu, neredeyse mekanik bir nitelik taşıyan tedrici dönüşümlerin değil, bu sınıf mücadelesinin niyet edilmemiş bir sonucu olarak görülmeli ve Birinci İmparatorluğun kriziyle ilişkilendirilmelidir. Birinci İmparatorluk, başlangıç noktası olarak hâkim sınıf içindeki bölünmenin cisimleştiği 1589 Beylerbeyi Vak’ası ile başlatabileceğimiz, Avrasya’yı etkileyen XVII. yüzyıl krizinin bir parçası olarak değerlendirilebilecek çok boyutlu bir krize girmiş169 ve bu kriz 1656’da Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa atanmasının ardından gündeme gelen Köprülü restorasyonuna dek devam etmiştir. Ancak bu tarihten sonra istikrarlı bir siyasa olarak İkinci Osmanlı İmparatorluğu’ndan ya da Osmanlı eski rejiminden söz edilebilir. Bu siyasanın çözümlenmesi içinse, öncelikle onu doğuran krizin temel dinamikleri ortaya konmalıdır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 64-68)