• Sonuç bulunamadı

Dünya Tarihsel Bir Bağlam Arayışı

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 58-64)

53 dönüşüm eğer dünya-tarihsel bir bağlama oturtulmazsa, “gerileme paradigması”nın tespitlerinden pek de öteye gidemeyecek ve böylece daha sonraki yüzyıllarda yol açacağı temel dönüşümlerin niteliklerinin tespit edilmesinde güçlükler yaşanmasına neden olacaktır. Oysa XVII. ve XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihinin dünya-tarihsel, yani dönemin diğer toplumsal formasyonlarında hâkim olan eğilimlerle karşılaştırılabilir bir bağlama oturtulması halinde, yukarıda işaret edilen özgücü ve ulus-devletçi perspektiflerin yarattığı optik yanılsamalar için de bir yeniden odaklanma mümkün hale gelebilecektir.

54 Faroqhi, Daniell Goffman, Virginia Aksan, Gabor Agoston, Baki Tezcan, Ariel Salzmann ve Cemal Kafadar gibi alanın önemli tarihçileri, Abou-El-Haj’ın işaret ettiği bu kuramsal olasılığı, tarihsel çalışmalarında geliştirme fırsatı bulmuşlardır. Bu tarihsel çalışmaların bir kısmı Osmanlı’yı daha geniş bir Avrupa ya da Avrasya coğrafyasına yerleştirmek ve Osmanlı ile “etrafındaki dünya” arasındaki ilişkileri ortaya koymakla sınırlı kalırken, kimileri de siyaset bilimi ve tarihsel sosyolojinin devlet oluşumu ya da siyasal rejimler gibi daha temel meseleleri etrafında kuramsal sonuçlar yaratacak karşılaştırmalara yönelmiştir.

İlk grup arasında sayabileceğimiz isimler sayesinde, artık en azından XVIII.

yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı’nın “mükemmel bir şekilde” zamanına uyum sağladığını biliyoruz.149 Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nun erken modern dönemde Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olduğuna ve eğer bir arada değerlendirilmezlerse, Osmanlı ya da Avrupa’nın tek başına bir anlam taşımayacağına inanan Goffman,150 XVI. yüzyıl sonuna gelindiğinde, geniş bir çıkarlar dizisinin Osmanlıları Avrupa devletler düzenine ve ekonomisine sarmaş dolaş bağladığını ve bir asır sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bir Avrupa devleti olduğuna ilişkin neredeyse evrensel bir anlayışın ortaya çıktığını belirtir.151 Bu yüzyıllar içinde, Osmanlı ve Batı Avrupalı seçkinler gerek yöntemlerinde, gerekse kişisel davranışlarında birbirlerine giderek daha çok yakınlaşmaya başlamışlardır.152 Aynı şekilde Faroqhi de, Osmanlı seçkinlerinin 1540 dolayları ile 1774 arasındaki faaliyetlerini, “erken modern” devletler ve imparatorluklar dünyası içine oturtmak gerektiğini, zira bu dönemde teknolojiden ve örgütlenmeden kaynaklanan sınırlamaların, hayli fazla yapısal benzerliğin ortaya çıkmasına neden olduğunu ileri sürer. Üstelik benzerlik, yalnızca söz konusu coğrafyalardaki devletlerin

149 Aksan, “War and Peace…,” s. 98.

150 Goffman, op. cit., s. 8.

151 Ibid., s. 35.

152 Ibid., s. 85.

55 ya da seçkinlerin faaliyetleri ile de sınırlı değildir. Erken modern Osmanlı dünyası ve Avrupa’nın geri kalanı, Akdeniz, deniz aşırı ve kara merkezli ticari şebekeler, kıta boyunca bir o yana bir bu yana giden insanlar ve bu insanların dünyadaki rollerine dair benzer tasavvurlar gibi pek çok şey paylaşmaktadır.153

Abou-El-Haj’ın “eğer Osmanlı devleti bir grup ‘erken modern dönem’ devletinden biri olarak kabul edilecekse, bir sonraki adım, onun tarihsel evrim sürecinde içinden geçtiği aşamalarla, bu devletin yaşadığı yoğun dönüşüm süreçlerinin denk düştüğü dönemleri ortaya koymaktır”154 şeklindeki çağrısına uyarak karşılaştırmalı bir analizle bu yoğun dönüşüm süreçlerine odaklanan isimler arasındaysa akla ilk olarak, etkili çalışmaları ile Baki Tezcan ve Ariel Salzmann gelmektedir.

Tezcan, Second Ottoman Empire (İkinci Osmanlı İmparatorluğu) adını verdiği kitabına, “İngiliz İç Savaşı ve 1649’da I. Charles’ın idamı, 1688’de ise II. James’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan süreç, tarihte hükümdarın mutlak egemenliğinin sınırlandırılması konusunda ilerici bir adım olarak değerlendirilirken, İbrahim ya da IV.

Mehmed’in 1687’de tahttan indirilmeleri neden bir gerilemenin işaretleri olarak görülüyor?”155 sorusunu sorarak başlar ve XVI. yüzyıl, daha spesifik bir tarih vermek gerekirse 1580 sonrası Osmanlı tarihini, Avrupa’da siyasal toplumun genişlemesi ve mutlak hükümranlığın sınırlandırılmasının damgasını vurduğu bir erken modern devlet oluşumu olarak görmenin önemine vurgu yapar. Tezcan’ın İkinci İmparatorluk adını verdiği bu yeni devlet oluşumu, muadil örneklerine benzer bir biçimde, idari olarak bir ortaçağ hanedan devletinden bir erken modern devlete; kültürel olarak bir erken modern duyarlılığa; iktisadi olarak daha piyasa-yönelimli bir ekonomiye; yasal olarak hanedan üzerinde belirli ölçülerde otorite uygulayan daha bütünleşmiş bir yasal sisteme; finansal

153 Virginia Aksan ve Daniel Goffman, “Introduction: Situating the Early Modern Ottoman World,” The Early Modern Ottomans, Remapping the Empire, New York, Cambridge University Press, 2007, s. 5.

154 Abou-El-Haj, op.cit., s. 13.

155 Tezcan, The Second Ottoman…, s. 6.

56 açıdan birleşmiş bir para birimine; siyasi olarak sivilleşme ya da proto-demokratikleşme olarak adlandırdığı süreçlerle zamanın yasal gelişmeleri arasındaki karşılıklı etkileşimden doğan sınırlandırılmış bir yönetim tipine; toplumsal olarak da görece daha az katmanlı bir yapıya evrilmiştir.156

Ariel Salzmann ise, “adem-i merkezileşme” olarak değerlendirilen eğilimleri ele aldığı kendi anlatısını kurarken, bir başka Avrupa devletinden tanıdık bir simaya, Alexis de Tocqueville’e atıfta bulunarak işe başlamaktadır. Salzmann’ın “hayalî”

Tocqueville’i, günümüz İstanbul’unda malikâne kayıtlarını içeren bir arşiv belgesine bakarak, kayıtların altında yatan yapısal süreçlerin kendi kaleme aldığı Ancien Régime’de anlatılan hikâye ile benzerlikleri karşısında şaşkınlığa düşer. Osmanlı İmparatorluğu’nun XVIII. yüzyılına damgasını vuran vergi toplama sisteminin özelleştirilmesi süreci, Fransa’da intendantlar eliyle yürütülen iltizama dayalı artık çekim sistemini bir hayli anımsatmaktadır. Salzmann’a göre, hem Osmanlı İmparatorluğu’nda hem de mutlakıyetçi Fransa’da eski rejimler, modern devlete giden rakip yollar olarak adlandırılabilecek benzer yapısal süreçler yaşamış, farklılaşma ise bu rakip yollardan hangisinin galebe çalacağı sorusu etrafında belirlenmiştir. 157

İster Tezcan’ı takip ederek “erken modern”, isterse Salzmann’a kulak vererek “eski rejim” kavramlarıyla tanımlansın, Osmanlı İmparatorluğu’nun XVII. ve XVIII.

yüzyıllarda sahip olduğu siyasal ve toplumsal yapıyı açıklarken hangi yapısal süreçlerin vurgulanması gerektiği, daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmayı beklemektedir. Zira, hem Salzmann’ın konuyu merkezileşme/adem-i merkezileşme dinamikleri çerçevesinde ele alması, hem de Tezcan’ın vurguladığı bir proto-demokratikleşme olarak siyasal toplumun genişlemesi ve mutlakıyetin sınırlandırılması süreçleri, erken modern devlet

156 Ibid., s. 10.

157 Salzmann, op. cit., s. 241-268.

57 oluşumuna karakterini veren yapısal süreçler olmaktan ziyade, daha altta yatan bu tür süreçlerin siyasal alandaki yansımaları olarak görülmelidir.

Bu tez, toplumsal artığa el koymanın iktisat dışı araçlarla, yani siyasi zor yoluyla gerçekleşmesine dayanan (jeo)politik birikime ve bu birikime özgü dinamikler neticesinde ortaya çıkan mülkiyet rejimleri ile siyasal biçimlere odaklanılarak, Osmanlı toplumsal formasyonunun XVII. ve XVIII. yüzyıllarda geçirdiği dönüşümün daha iyi anlaşılabileceğini öne sürmektedir. Tarihsel materyalist gelenek çerçevesinde düşünüldüğünde, (jeo)politik birikim kavramıyla tarif edilebilecek artığa el koymanın bu özgül biçimi temelinde cereyan eden sınıf mücadelesi, söz konusu dönüşümün hem nedenleri hem de tezahür etme şekilleri hakkında bize daha bütünlüklü bir çözümleme fırsatı sunmaktadır. (Jeo)politik birikim rejimlerinde sınıf mücadelesi dört çatışma çerçevesinde ya da dört düzlemde, yani hâkim sınıfla toplumsal artık üreten ve buna zor yoluyla el konulan sınıf arasında, her bir toplumsal formasyondaki hâkim sınıf mensupları arasında, toplumsal artığa el koyan sınıfın başka toplumsal formasyonlardaki sınıfdaşlarıyla arasında ve üretici sınıfın kendi içinde devam etmekte158 ve Perry Anderson’un başka bir vesileyle bize hatırlattığı gibi, bu mücadeleler eninde sonunda siyasi düzeyde çözümlenmektedir.159

Bu açıdan bakıldığında, (jeo)politik birikim üzerinde yükselen bir toplumsal formasyon olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda sınıf mücadelesinin seyri, XVI. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle, her dört düzlemde de Osmanlı siyasasının temel kurumlarında dönüşümlere neden olacak şekilde, bir kriz haline doğru evrilmiştir. Avrasya coğrafyasındaki siyasal birimlerin hemen tümünde gözlemlenebilecek dünya-tarihsel

158 Benno Teschke bu dört çatışma çerçevesini sınıf çatışması, yönetici sınıf içi çatışma, yönetici sınıflar arası çatışma ve üretici sınıf içi çatışma olarak tanımlar. Teschke, op. cit., s. 99.

159 Anderson, op. cit., s. 11.

58 bunalımın bir parçası olarak da yorumlanabilecek bu kriz,160 yine tüm diğer toplumlarda olduğu gibi Osmanlı’da da, erken modern ya da eski rejim olarak tarif edilen ve hem üretim biçiminin ortaklığından kaynaklı olarak benzer, hem de krize üretilen siyasi, iktisadi ve kültürel yanıtların çeşitliliği nedeniyle farklı (ama karşılaştırılabilir) güzergâhların ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.161

Osmanlı özelinde hâkim sınıf içinde var olan mutabakatın yerini bir başkasına bırakmak üzere çözüldüğü162 bu kriz ve sonuçları ‘‘Birinci İmparatorluğun Krizi’’

başlığı altında ayrıntılı bir şekilde tartışılacaktır. Fakat söz konusu tartışmaya bir zemin teşkil etmek üzere burada, Osmanlı tarihçiliğinde yeni yaklaşımlar üzerine yaptığımız değerlendirmeden yola çıkarak, XVII. yüzyıl krizi sonrasında şekillenen Osmanlı toplumsal formasyonunun üç temel dinamiğini tespit edebiliriz. Bunlardan ilki, hem dönemin tanıkları, hem de daha sonraki araştırmacılar tarafından bürokratikleşme ya da patrimonyal bürokrasinin özerkleşmesi şeklinde tarif edilen, kul sistemine dayalı ve hiyerarşinin daha merkeziyetçi ve liyakat temelli oluşturulduğu bir hâkim sınıf örgütlenmesinden, söz konusu hiyerarşinin yaşadığı genişlemeye koşut olarak kapı

160 J. H. Elliott, “The General Crisis in Retrospect: A Debate without End,” Early Modern Europe, From Crisis to Stability, der. Philip Benedict ve Myron P. Gutmann, Cranbury, University of Delaware Press, 2005, s. 31-51; E. J. Hobsbawm, “The General Crisis of the European Economy in the 17th Century,”

Past & Present, 5 (1954), s. 33-53; Theodore K. Rabb, The Struggle for Stability in Early Modern Europe, New York, Oxford University Press, 1975; Philip Benedict, “Introduction,” Early Modern Europe, From Crisis to Stability, der. Philip Benedict ve Myron P. Gutmann, Newark, University of Delaware Press, 2005, s. 11-14; Geoffrey Parker and Leslie M. Smith, The General Crisis of the Seventeenth Century, Londra, Routledge & Kegan Paul, 1978; Niels Steensgaard, “The Seventeenth-Century Crisis and the Unity of Eurasian History”, Modern Asian Studies, Cilt 24, Sayı 4, (1990), s. 683-697.

161 Perry Anderson, mutlakıyetçiliğin kökenlerini ele aldığı kitabında, bu yeni siyasal güzergâhları (fakat yukarıda belirtildiği gibi onun için Osmanlı bu güzergâhlardan herhangi birini paylaşmamaktadır) krizi aşmak amacıyla feodal sınıfların kullanıma soktuğu yeni birer araç olarak nitelendirmektedir. Perry Anderson, Lineages of the Absolutist State, Londra, Verso, 1974, s. 18. Bu tezde de eski rejim ya da erken modernite kavramsallaştırmalarının, üretim biçimi temelinde analiz edilmesi savunulmakta ve XVI.

yüzyılda yaşanan büyük kırılmanın, üretim biçiminde yani toplumsal artığa el koymanın temel mantığında bir değişime yol açmadığı, sadece yeni mekanizmaları gündeme getirerek siyasal alanın yeniden örgütlenmesiyle sonuçlandığı öne sürülmektedir. Bu anlamda, sadece Marksist feodalizm tartışmaları içinde vergi-rant ile ürün-rant arasında ayrım koyan yaklaşımlara itibar etmemekle kalınmamakta, aynı şekilde dönemi Baki Tezcan’ın yaptığı gibi feodalizmden parasal üretim tarzına bir geçiş ve dolayısıyla kapitalizm yolunda bir parantez olarak gören yaklaşımlara da mesafeyle yaklaşılmaktadır.

162 Abou-El-Haj, Modern Devletin Doğası, s. 103.

59 kurumu temelinde yeniden örgütlendiği bir sisteme geçiştir. Bir yandan siyasal toplumun genişlemesinin, diğer yandansa çekilen artığın belirli ekâbir aileleri elinde yoğunlaşmasının bir sonucu olarak da değerlendirilebilecek bu siyasal ve kurumsal değişim, artık çekimi için yeni bir mekanizma olarak değerlendirilebilecek malikâne kurumunun doğuşu ile birlikte egemenliğin, taşra kaynaklı yeni toplumsal gruplarla paylaşılması sonucunu doğurmuştur. Vezir ve paşa kapılarının ayan kapılarına dönüşümü ile benzer yapısal süreçlerden beslenen bu ikinci dinamik, üçüncü dinamik olan sınıf mücadelesinin belki de en belirleyici düzeyiyle, yani feodal imtiyazlara sahip olmayan sınıfların ya da “avam”ın, bu imtiyazlar üzerine kurulu yapıyı zorlaması; kimi zaman tamamen yıkmaya, kimi zamansa “has”a yani askerî sınıfa geçişini kolaylaştıracak şekilde esnetmeye çalışmasıyla ilişkilidir. Söz konusu feodal sınıfsal ilişkilerin biçimini değiştirmeye ve siyasal toplumu genişletmeye yönelik bu dinamik, sadece ilgili dönem boyunca hâkim sınıfların yeni stratejiler oluşturmasına yol açmakla kalmamış, (jeo)politik birikime özgü bir gerilim ve kriz kaynağı olarak da varlığını sürdürmüş ve moderniteye giden özgün güzergâhın karakterini belirlemiştir.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 58-64)