• Sonuç bulunamadı

Gerileme Paradigmasını Aşmak

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 50-58)

Osmanlı tarihyazımında “gerileme paradigması” adı ile anılan ve uzunca bir süre, Faroqhi’nin tespitiyle, Osmanlı tarihinin “büyük anlatısı” olarak hâkimiyetini sürdüren paradigma, iki temel varsayıma dayanır. Bunlardan ilki, Osmanlı İmparatorluğu’nun

“doğal sınırları”na doğru etkileyici bir hızla ilerlediği ve topraklarını yalnızca eski İslam devletlerinin merkez bölgelerine, yani Irak, Suriye, Hicaz ve Mısır’a değil, aynı zamanda Katolik ve Ortodoks Avrupa arasındaki sınırları da zorlayacak şekilde Macaristan’ın içlerine kadar genişlettiği XV. ve XVI. yüzyıllarda, kendisini dönemin diğer devletlerine kıyasla özgün kılacak kurumlar inşa ettiği; ikincisiyse bu kurumların Avrupa’dan kaynaklanan süreçler sonucunda eski işlevlerini yerine getiremeyerek bir bozulma sürecine girdikleridir. Gerileme paradigmasını kabul eden yazarlar, Osmanlı tarihçiliğinde “klasik çağ” olarak tanımlanan bu döneme, beslendikleri kaynaklara ve Osmanlı’ya yönelik yaklaşımlarına bağlı olarak kimi ayırt edici özellikler atfetmişlerdir.

Bu özellikler arasında, Osmanlı’nın sınıfsız bir toplum olduğu, devletin bir sınıf devleti hüviyeti kazanamadığı, yönetici sınıfın yüksek derecede monolitik bir yapı arz ettiği, bu monolitikliğin temelinde tımar ve kapıkulu sistemlerinin bulunduğu, söz konusu sistemlerin klasik çağ boyunca Osmanlı toplumsal formasyonuna tüm rengini verecek şekilde baskın olduğu, bu iki sistem temelinde örgütlenen toplumsal yapının devletin

124 Linda T. Darling, “Osmanlı Tarihinde Dönemlendirmeye Farklı Bir Bakış,” Osmanlı Geriledi mi?, der. Mustafa Armağan, çev. Hatice Uğur, İstanbul, Etkileşim, 2007, s. 169.

46 korumakla kendisini yükümlü saydığı bir üretici sınıf (yani reâyâ) ile söz konusu koruma görevini yerine getirerek kamusal bir hizmet gören askerî sınıf (yani berâyâ) arasında mutlak bir ayrım öngördüğü, kamusal hizmet temelinde örgütlenen askerî sınıfın bir bütün olarak, meritokrasi, tarafsızlık, yolsuzluk ve nepotizmden uzak durmak gibi kamusal değerlerle donandığı, Osmanlı toprak mülkiyetinin dayandığı tımar sisteminin söz konusu sınıfsızlığın temelini oluşturduğu ve Batı’da toplumsal dönüşümün dinamiği olan özel mülkiyetin bu nedenle gelişmediği, Osmanlı siyasal sisteminin ve bu sistemin toprak üzerinde örgütlenmesinin mutlak anlamda merkeziyetçi olduğu, bu merkeziyetçiliğin ve İslam kentlerinin devlet karşısındaki tâbi konumunun bir sonucu olarak Osmanlı kentlerinin devlet karşısında herhangi bir özerk hareket alanına sahip olmadıkları sayılabilir. 125

Halihazırda yeterince uzun olan bu liste daha da uzatılabilir ve az önce belirtildiği gibi, Osmanlı tarihçilerinin (ya da bir vesileyle kendilerini Osmanlı üzerine kalem oynatmak zorunda hisseden Batılı sosyal bilimcilerin) kendi “klasik çağ” tahayyülleri için hangi nitelikleri tercih edecekleri, özgücülüğün hangi varyantından beslendiklerine göre değişiklik gösterir. Bununla birlikte, tüm bu tahayyüllerde ortak olan, tarih dışı, farklı ve zaman içinde dondurulmuş bir devlet ve toplum fikridir. Oysa, kimi yazarlar Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat dönemine kadar az ya da çok bir Ortaçağ devleti olmaya devam ettiğini düşünseler126 ya da XIV. ve XVI. yüzyıllardaki tedrici gelişimi içinde ortaya çıkan “klasik” niteliğiyle, XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar köklü bir değişiklik geçirmeden yaşadığına inansalar127 da, başta dönemin Osmanlı düşünürleri

125 Osmanlı klasik çağının klasikleşmiş bir anlatısı için bkz. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600) çev. Ruşen Sezer, İstanbul, YKY Yayınları, 2003. Bu dönemlendirmeyle ilgili eleştirel bir değerlendirme için bkz. Oktay Özel, ‘‘Bir Eleştirel Değerlendirme: Modern Osmanlı Tarihyazımında

‘Klasik Dönem’,’’ Dün Sancısı, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2009, s. 91-118 ve Erdem Sönmez, ‘‘Klasik Dönem Osmanlı Çalışmalarında Max Weber Etkisi,’’ Praksis, Sayı 23 (2010), s. 39-62.

126 Wolf-Dieter Hütteroth, “Ecology of the Ottoman Lands,” The Cambridge History of Turkey: The Later Ottoman Empire, Volume 3 1603-1839, der. Suraiya Faroqhi, New York, Cambridge University Press, 2006, s. 18.

127 Genç, op.cit., s. 44.

47 olmak üzere, dikkatini XVII. ve XVIII. yüzyıllara çeviren hemen herkes, Osmanlı siyasasında ve toplumunda bir şeylerin köklü bir şekilde değişmekte olduğunu fark etmiştir.128

Mustafa Âli ve Koçi Bey gibi dönemin Osmanlı yazarları, nasihatname geleneğinin bir parçası olarak kaleme aldıkları eserlerde, I. Süleyman dönemindeki altın çağ ile kıyaslandığında bazı şeylerin yanlış gitmekte olduğunu belirtmiş ve yöneticileri gidişat hakkında uyarmaya çalışmışlardır. Büyük oranda XVII. yüzyıl öncesi Osmanlı askerî sınıfının güç sahibi kesimlerinden, yani kapıkullarının ya da tımarlı sipahilerin içinden gelen nasihatname yazarları,129 daha sonra “gerileme paradigması” tarafından tevarüs edilecek belli başlı tespitlerin hemen hemen tamamını, bu popüler bozulma edebiyatı çerçevesinde dile getirmişlerdir. Önerdikleri çözüm yoluysa, I. Süleyman devrine geri dönülerek, dirlik tevcih etme sisteminin yeniden hâkim kılınmasıyla reâyânın askerî sınıf içerisine sızmasının engellenmesi olmuştur.130

Dönemin hâkim sınıf içi politik mücadelelerinden kaynağını alan partizan ve siyasi metinlerden oluşan bu nasihatname literatürü,131 Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgilenen Avrupalı sosyal bilimcileri büyük oranda etkilemiş ve onların risalelerini edebi ya da politik eserler olarak değil de arşiv belgesi olarak gören bu kişiler,132 İslami toplumların Batı karşısındaki gerilemelerine dair kendi şarkiyatçı önyargılarını besleyecek bir kaynak keşfetmişlerdir.133

Belki de en veciz ifadesini Bernard Lewis’in,

128 Bu konuda ayak diremekte ısrarcı olan inançlı özgücülere ise Abou-El-Haj, “Devlet ve toplumun topyekün bir dönüşüm yaşadığını kabul etmeleri için daha ne kadar fazla değişime gerek vardır?”

sorusunu yöneltmektedir. Abou-El-Haj, Modern Devletin Doğası…, s. 48.

129 Neumann, op.cit., s. 52.

130 Faroqhi, ‘‘Kriz ve Değişim…,’’ s. 545.

131 Abou-El-Haj, op. cit., s. 55.

132 Douglas, op. cit., s. 280.

133 Bu yaklaşımın erken tarihli ve etkili iki örneği için bkz. H. A. R. Gibb ve Harold Bowen, Islamic Society and the West, cilt 1, Londra ve New York, Oxford University Press, 1950 ve Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Boğaç Babür Turna, İstanbul, Arkadaş, 2008.

48

“Bu bozulmayı biz bugün Osmanlı arşivlerini tetkik ile müşahede edebilmekteyiz ki bunlar, 16. asrın hakikaten müessir şuurlu ve uyanık devlet idaresi sisteminden 17.

asrın ihmalkar bürokratik devlet idaresine olan değişikliği ve nihayet 18. asırdaki çöküş vakasını bize en canlı ve belirli bir şekilde aksettirmektedir. Her ne kadar az fark edilir bir şekilde de olsa, aynı mesleki ve ahlaki sükut, adli ve dini teşkilat hiyerarşisinin çeşitli mertebelerinde de müşahade edilebilmektedir.”134

satırlarında bulan “gerileme paradigması”, söz konusu gerileme, bozulma ya da çürümenin temel nedeni olarak farklı dinamikleri işaret etmektedir.

Osmanlı toplumunun patrimonyal ya da İslamî bir yapı olarak özünde durağan olduğuna ve içsel dönüşüme neden olacak herhangi bir dinamik taşımadığına inanan pek çok sosyal bilimci,135 temel dinamiğin XVI. yüzyılla birlikte köklü bir değişim geçiren Avrupa ile kurulan ilişkilerin nitelik değiştirmesi olduğunu ileri sürmektedir.

Örneğin, yeni-Marksizmin önde gelen isimlerinden Perry Anderson ve İngiliz Marksist tarihçiler ekolüne mensup Victor Kiernan, Osmanlı’nın gerileyişini Avrupa’da mutlakıyetçiliğin yükselişine136 ya da Avrupa kaynaklı fiyat yükselişleri ve Avrupa’dan lüks emtia ithaline137 bağlarlar. Avrupa kaynaklı değişim fikri, Türkiyeli Osmanlı tarihçileri açısından da hayli popüler bir tema olmuştur. Bu çerçevede, Avrupa’nın savaş teknolojisinde yaşadığı dönüşüm ve tüfekli piyadenin temel savaş birimi haline gelmesinin, Amerika menşeli değerli metal akını ve müteakip fiyat yükselmesinin ya da daha yüksek artık çekme kabiliyetine sahip merkeziyetçi monarşinin doğuşunun

134 Bernard Lewis, “Osmanlı İmparatorluğunun inhitatı üzerine bazı düşünceler,” Osmanlı Geriledi mi?, der. Mustafa Armağan, çev. Salih Tuğ, Etkileşim, İstanbul, 2007, s. 62.

135 Osmanlı toplumunun, toprak sahibi bir sınıf ve özel mülkiyet olmamasından ötürü içsel gelişme dinamiğinden yoksun olduğunu, gözlemlenebilecek tek değişimin ise gerileme olacağını iddia eden Anderson bu tutuma verilebilecek iyi bir örnektir. Anderson, op. cit., s. 372. Fakat bu noktada bir istisna olarak Mehmet Genç’in adını zikretmek gerekmektedir. Genç’e göre, değişmeme durumu herhangi bir dinamiğin yokluğunun değil, Osmanlı yöneticilerinin bilinçli politikalarının sonucudur. Bu politikaların kaynağında da gelenekçilik ilkesi yatmaktadır. Genç, Osmanlı’da geleneği, hukuki yaptırım gücüne kavuşturulmuş yaptırımlar bütünü olarak tarif eder ve Osmanlı’da hâkim olan şeyin, bir değişme meydana geldiği takdirde ona uyum sağlamak üzere yeni değişmelere yol vermek yerine, değişmeyi ortadan kaldırarak eskiyi geri getirme iradesi olduğunu belirtir. Genç, op. cit., s. 82.

136 Anderson, op. cit., s. 379.

137 Victor Kiernan, State & Society in Europe, 1550-1650, New York, St. Martin’s Press, 1980, s. 253.

49 Osmanlı İmparatorluğu’nu geri dönülemez bir gerileme döngüsüne soktuğuna inanılmıştır. Bu eğilim, özellikle dünya-sistemi yaklaşımının yaygınlık ve nüfuz kazanmasıyla birlikte, yerini, Avrupa dünya-ekonomisine bir çevre ülke olarak eklemlenen ve böylece Akdeniz’in bütününde gözlemlenebilecek bir gerilemenin parçası olan Osmanlı tasavvuruna bırakmıştır.

Dünya-sisteminin daha dünya-tarihsel ve dolayısıyla eleştirisi de Osmanlı tarihi ile sınırlı kalmaması gereken tezleri138 bir yana bırakılırsa, Osmanlı’da değişimin doğrudan Avrupa kaynaklı olduğu fikri artık pek de rağbet görmemektedir. Bunun en büyük sebebi, bizatihi Avrupa’da yaşandığı varsayılan değişimin kendisine dair eleştirel literatürün bir hayli gelişmiş olmasıdır. Artık hem Avrupa’da hem de Osmanlı’da toplumsal ve siyasal değişimin, Amerika menşeli değerli maden akışından çok önce başladığı ve fiyatların yükselmesi ile maden akışı arasındaki ilişkinin tartışmalı olduğu,139 Osmanlı ile Avrupa arasında gerilemenin başladığına inanılan XVI. ve XVII.

yüzyıllar itibariyle kayda değer bir teknolojik ya da taktik fark bulunmadığı, örneğin ateşli silahlar konusunda Osmanlı’nın teknolojik olarak geri olmadığı gibi140 savaşı örgütleme konusunda da rakiplerinden kimi açılardan üstün olmaya devam ettiği141 büyük oranda kabul görmektedir. Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun geçirdiği değişimin dışsal nedenlerine öncelik tanınması ve bunun sonucunda XVI. yüzyıl ile XVII. yüzyılın büyük bir kısmında Osmanlı toplumunda yaşanan dönüşümün yerli

138 Dünya-sistemcililiğin eleştirel bir çözümlemesi için bkz. Theda Skocpol, “Wallerstein’s World Capitalist System: A Theoretical and Historical Critique,” Social Revolutions in the Modern World, New York: Cambridge University Press, 1994 ve Robert Brenner, ‘‘The Origins of Capitalist Development: A Critique of Neo-Smithian Marxism,’’ New Left Review, Cilt 1, Sayı 104 (Temmuz-Ağustos, 1977), s. 25-92. Dünya-sistemciliğin Osmanlı tarih yazımındaki yeri ve bu alanda ortaya koyduğu temel tezlerin eleştirisi için bkz. Reyhan, op. cit., passim.

139 Jack Goldstone, Revolution and Rebellion in the Early Modern World, Berkeley, University of California Press, 1991, s. 367.

140 Agoston, Barut, Top ve Tüfek... ve Suraiya Faroqhi, “Introduction,’’ The Cambridge History of Turkey: The Later Ottoman Empire, Volume 3 1603-1839, der. Suraiya Faroqhi, New York, Cambridge University Press, 2006, s. 8-9.

141 Aksan, Kuşatılmış Bir İmparatorluk…, s. 129-130.

50 kökenlerinin öneminin küçümsenmesi eğilimi, Osmanlı tarihyazımında etkisini giderek kaybetmektedir.142

“Gerileme”nin varsayılan nedenleri sert eleştirilerin hedefi haline gelmiş olsa da, neticeleri ya da göstergeleri tartışılmaya devam etmektedir. Büyük oranda yine ilk kez dönemin Osmanlı düşünürleri tarafından dile getirilen bu gösterge ya da neticeler, üç ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki, Osmanlı siyasasının temelini oluşturan sultan kapısının ve kul sisteminin dağılma eğilimine girmesidir. Sultanın siyasal yapı içindeki rolünün değişmesi, liyakate dayalı olduğuna inanılan kul sisteminin yerini başka siyasal aktörlerin egemenliğine bırakması ve bunun altında yatan tımardan iltizama doğru yöneliş, ikinci gösterge olan adem-i merkezileşmenin de temelini oluşturmaktadır. Buna göre, bir önceki dönemde merkeziyetçiliği kuşku götürmeyen Osmanlı İmparatorluğu, tımar sisteminin çözülmesi ve patrimonyal bürokrasinin özerkleşme eğilimlerinin bir sonucu olarak, giderek adem-i merkezileşmiş ve diğer devletler karşısında ona göreli başarısını kazandıran bu temel özelliğinden feragat etmek zorunda kalmıştır. Üçüncü ve dönemin nasihatname yazarlarını en fazla rahatsız eden göstergeyse, askerî sınıf ile reâyâ arasındaki sınırların giderek belirsizleşmesi ve bunun Osmanlı “klasik çağı”nın üzerinde inşa edildiği tüm değerleri erozyona uğratmasıdır.

Literatür incelendiğinde “gerileme paradigması”na mesafeyle yaklaşan ve onun açıklayıcılığını sorgulayan yazarların bile, XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki değişimi açıklamaya çalışırken yukarıdaki netice ya da göstergeleri yok saymadıkları görülür.

Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’nda söz konusu yüzyıllar içinde hâkim sınıf içi hiyerarşinin farklı kurumlarla tesis edilmeye başladığı ve hâkim sınıfın kendisini yeniden üretme stratejilerinde büyük bir farklılaşma gözlendiği, Osmanlı

142 Abou-El-Haj, op. cit., s. 37.

51 İmparatorluğu’nun toprak üzerinde örgütlenme esaslarının, taşradaki iktidar odaklarına belirli ölçülerde iktidar aktarımıyla sonuçlanacak şekilde evrim geçirdiği ve modern öncesi bir toplum olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda kurumsallaşmış imtiyaz sisteminin yukarıdaki iki gelişme ile bağlantılı olarak gevşediği ortak kabuller haline gelmiştir.

Bununla birlikte bu değişimlerin anlamı, yönü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bu çalışmanın da konusunu oluşturan XIX. yüzyılda geçirdiği derin dönüşüm üzerindeki etkileri halen tartışma konusudur.

Söz konusu anlam, yön ve muhtemel etkilere dair algılarımızı belirleyen etmenlerden biri eğer özgücülüğün tarih-dışı Osmanlı tahayyülü ise, diğeri de içinde yaşadığımız ve büyük oranda fikri dünyamızı belirleyen modern ulus-devlettir. Modern ulus-devletin haiz olduğu bürokraside meritokrasi ilkesinin geçerli olması ya da egemenliğin merkezileşmesi gibi nitelikler, yanlış bir şekilde Osmanlı “klasik çağı”na yansıtılmış ve burada yaşanan her türlü dönüşüm, kendi ulus-devlet standartlarımız ölçüsünde bir bozulma olarak yorumlanmıştır.143 Oysa değişimlere atfedilen anlamların çoğu ‘‘optik bir yanılsama’’dan kaynaklanmaktadır.144 Örneğin, Eldem’e göre, XVIII.

yüzyılın adem-i merkeziyetçi bir dönem olarak nitelenmesinin arkasında yatan başlıca sebep, daha önceki dönemlerde imparatorluğun merkeziyetçi olduğu varsayımıdır.

Oysa, Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi merkeziyetçi söyleminin dışında, daha önceki dönemlerde gerçek anlamda merkezî bir sistem oluşturmuş olduğuna dair işaretler son derece azdır. Bilakis, Osmanlı sisteminin asıl gücünün esnekliğinde yattığını ve nominal bir merkeziyetçiliğin, merkezden uzaklaştıkça belirginleşen fiilî bir adem-i merkeziyetçiliği dışlamadığını iddia etmek mümkündür.145

143 Abou-El-Haj, op. cit., s. 31.

144 Edhem Eldem, “18. Yüzyıl ve Değişim,” Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, Sayı 19 (Yaz 1999), s. 194.

145 Idem. Suraiya Faroqhi de aynı hususa dikkatimizi çekmektedir. Faroqhi’ye göre, sorun içimize sinmiş olan ulus-devlet bakış açısıdır ve Osmanlı tarihine, tarih arayışı içindeki belirli bir ulus-devletin bakış açısından yaklaşıldığı takdirde, adem-i merkeziyet meselesi konusunda ikilem içine düşüleceği açıktır.

Adem-i merkeziyet, egemen gücün gerilemesi olarak görülmekte, ama aynı zamanda da söz konusu ulus

52 İster özgücülük isterse ulus-devlet bakış açısı tarafından belirlenmiş olsun,

“gerileme paradigması”nın Osmanlı’nın dönüşümüne dair bürokratikleşme, adem-i merkezileşme ve siyasal toplumun genişlemesi biçiminde özetlenebilecek tespitlerinden ziyade, bu tespitleri anlamlandırmaya çalıştığı bağlam ve dolayısıyla bu tespitlerle, hem Osmanlı “klasik çağ”ı hem de XIX. yüzyıl modernleşmesi arasında kurduğu nedensellik ilişkisi sorunludur. Söz konusu gelişmeler ne muhayyel bir “klasik çağ”ın çözülüşünün sonuçlarıdır, ne de varsayıldığı üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesinin önündeki aslî engellerdir. Aksine, bir sonraki alt bölümde daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağımız dönüşüm, Osmanlı’nın kendi iç dinamiklerinin sonucunda ortaya çıkan, kökleri bizatihi XIV. ve XVI. yüzyıllar arasındaki imparatorluk inşasında yatan ve özgül güzergâhına bağlı olarak Osmanlı modernleşmesine temel karakterini veren bir devlet oluşumu süreci olarak okunmalıdır.

Osmanlı tarihyazımında “gerileme” ile kıyaslandığında daha az değer yüklü olduğu düşünülen dönüşüm, adem-i merkezileşme ve tahkim gibi yeni kavramlar da sorunu tam anlamıyla çözüme kavuşturamamaktadır.146 Zira bu önerilerin her biri, aslında bizatihi açıklanması gereken bir olguyu, açıklayan olarak kullanma eğilimindedir. Örneğin, farklı yönlerdeki çeşitli eğilimleri içine alabilen dönüşüm kavramı, idealize edilen

“Kanuni devri” standartlarından her türlü sapmanın bozulmaya eşit olduğu gibi bir anlamla yüklü değildir.147 Fakat hangi eğilimlere işaret edilirse edilsin, söz konusu

devletin doğuşunun ön koşullarından biri sayılmakta, dolayısıyla da kendisine olumlu değerler yüklenmektedir. Sonuç olarak, erken adem-i merkezileşmenin etkisi genellikle ölçüsüz bir şekilde büyütülmekte ve Osmanlı devlet aygıtının kendini hızla toparlama kabiliyeti ve esnekliği büyük bir işgüzarlıkla göz ardı edilmektedir. Faroqhi, ‘‘Krizler ve Değişim…,’’ s. 559.

146 Örneğin Linda Darling, Osmanlı İmparatorluğu’nun dönemlere ayrılmasında yeni bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini iddia etmekte ve hem devlet hem de sosyal örgütlerin oluşumu için dönemin temel karakteristiklerine dayanan Genişleme (1300-1550), Tahkim (1550-1718) ve Dönüşüm (1718-1923) sınıflandırmasını önermektedir. Bu öneriye, hem tahkim adı altında XVII. yüzyıl krizinin etkisiyle oluşan devrimci dönüşümleri göz ardı ettiği, hem de aynı sürecin bir parçası olan XVIII. yüzyılı muğlâk bir dönüşüm kavramı ile XIX. yüzyıla bağlayarak Osmanlı eski rejiminin çöküşünü ve bir başka devrimci krize denk düşen 1774-1826 döneminin doğasını anlamayı zorlaştırdığı için temkinle yaklaşılmalıdır. Darling, loc. cit.

147 Faroqhi, “Krizler ve Değişim…,’’ s. 676.

53 dönüşüm eğer dünya-tarihsel bir bağlama oturtulmazsa, “gerileme paradigması”nın tespitlerinden pek de öteye gidemeyecek ve böylece daha sonraki yüzyıllarda yol açacağı temel dönüşümlerin niteliklerinin tespit edilmesinde güçlükler yaşanmasına neden olacaktır. Oysa XVII. ve XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihinin dünya-tarihsel, yani dönemin diğer toplumsal formasyonlarında hâkim olan eğilimlerle karşılaştırılabilir bir bağlama oturtulması halinde, yukarıda işaret edilen özgücü ve ulus-devletçi perspektiflerin yarattığı optik yanılsamalar için de bir yeniden odaklanma mümkün hale gelebilecektir.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 50-58)