• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Millet Sisteminin Çöküşü

1. MODERN ULUS-DEVLET

2.2.4. Tanzimat’ın Düşünce Akımı: Osmanlıcılık

2.2.4.1. Osmanlı Millet Sisteminin Çöküşü

Osmanlı İmparatorluğu, kuruluş döneminde ağırlıklı olarak Müslüman Türklerden oluşan türdeş ve basit yapılı bir topluluktu501. Devletin kuruluşundan beri ülke sınırlarının gitgide genişlemesinin doğal bir sonucu olarak çeşitli din ve etnik kökenlere bağlı çok sayıda grubun ülkeye dahil olmasıyla devlet imparatorluğa dönüştü ve kozmopolit bir yapı kazandı. Osmanlı devlet adamları, İmparatorluğun otoritesini korumak için toplumsal ve siyasal yönden dengeyi sağlayan “millet sistemi” adını verdikleri bir sistem içerisinde bu toplulukları yönettiler.

Millet sistemi, Osmanlı toplumunda kimliğin etnik boyutunu dışlayan bir düzlemde dini bir renk kazanmasını sağlayarak İmparatorluğun kimlik politikasının temelini oluşturdu502. Osmanlı siyasal ve toplumsal düşüncesinde millet kavramı, bütünüyle dinsel nitelikte olan semboller sistemine aidiyeti simgelemekteydi. Bugün kullandığımız anlama gelmeyip, “dini cemaat” anlamında kullanılmaktaydı503. Bu niteliği ile millet, bir yandan devletin uyruklarını tanımlama aracı olarak kullanılırken diğer yandan da devlet içinde yaşayan insanların kendi kimliklerini ifade ediş biçimi olmaktaydı. Millet kavramının bu dinsel niteliği, kavramın dinsel olmayan farklılaşmaları giderici, birleştirici bir özellik ve işlev kazanmasında da ortaya çıkmaktaydı504. Yani etnik kökenden veya ırktan çok dine veya mezhebe göre kategorizeleştirmeydi. Ama modernleşme sürecinde millet, bir kavram olarak bugün kullandığımız anlamda “ulus”a dönüşmeye başladı505.

Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda çok sayıda grup, “Müslüman milleti”, “Ortodoks milleti” veya “Yahudi milleti” şeklindeki kategorilere ayrılıyordu506. Milletler itibar sırasına göre Müslümanlardan sonra Rumlar, Ermeliler ve Yahudiler şeklinde sıralanırlardı. Onlara verilen imtiyazlar da hiyerarşik sıralamaya göre yapılırdı507. Bu milletlerin her biri kapalı bir kompartıman oluşturan

501 Şükrü Karatepe, Osmanlı Siyasi Kurumları, 2. Baskı, İşaret Yayınları, İstanbul, 1990, s. 88.

502 Taner Timur, Osmanlı Kimliği, 4. Baskı, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 167–168.

503 M. Şükrü Hanioğlu, “Osmanlıcılık”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, 44.

Fasikül, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1389.

504 Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, s. 79.

505 Mehmet Ö. Alkan, “Resmi İdeolojinin Doğuşu ve Evrim Üzerine Bir Deneme”, s. 385.

506 Şükrü Hanioğlu, “Osmanlıcılık”, s. 1389.

507 Cevdet Küçük, “Osmanlılarda “Millet Sistemi” ve Tanzimat”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, 32. Fasikül, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1008.

gruplardı. Aynı dili konuşan fakat farklı mezhepleri olanların yanı sıra aynı mezhepte ayrı dili konuşan grupların içinde de kapalı bir kompartımanlaşma söz konusuydu508. Din ve mezhep aidiyetine sahip olan millet sistemi, o zamana kadar aktarılan sözlü kültür, gelenek ve aileye dayanır509, kişi bulunduğu yapı içerisinde kendisini cemaatinin veya milletinin özelliklerini benimsemiş olarak bulurdu.

Millet sisteminde Gayrimüslimlere kamu düzenini ilgilendiren konularda İslam hukuku kuralları uygulanmış, aile, miras ve bir kısım ticaret hukuku konularında ise onlar kendi inançlarından kaynaklanan özel hukuk kurallarıyla baş başa bırakılmışlardı510. Osmanlı egemen sınıfıyla pek az bir ilişki içinde yaşamlarını sürdüren Rum, Ermeni ve Yahudi milletleri, Osmanlı hükümdarları tarafından koyulan yasalara uydukları, istenen vergileri ödedikleri, imparatorluk içinde güvenlik ve düzeni sürdürdükleri sürece, kendi dini önderleri yönetiminde, dillerini, dinlerini ve geleneklerini sürdürerek kendi okullarının, mahkemelerinin, yetimhanelerin, hastanelerinin511 ve bunlara benzer kurumların kullanılmasına izin verilirdi.

Toplulukların yönetim yetkileri, “genel yönetim, güvenlik, maliye ve askerlik”

alanlarıyla sınırlı bir şekilde, “eğitim, haberleşme, sosyal güvenlik, adalet, nüfus, dini işler ve vakıf hizmetleri” alanları ise tümüyle milletlere bırakılmıştı512. Eğitimin özerkliği nedeniyle, Gayrimüslim tebaa dil ve kültürlerini koruyabildiler ve ulusal bilinçlerini canlı tutma imkanına sahip oldular. Fakat Osmanlı hükümdarları, egemenlikleri altındaki grupları birbirinden izole ederek atadığı dini liderler aracılığıyla, milletlerin içsel derinliklerine nüfuz etme imkanına sahip oluyorlardı513. Özetlemek gerekirse hem kendi gelenek ve adetlerine göre hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun kurallarını kabul ederek, İmparatorluktaki hakim unsur olan Müslümanlarla beraber yaşamlarını devam ettiren Gayrimüslim milletleri bir çatı altında toplayan yapı millet sistemiydi. Osmanlı devlet adamları, karşısındakine

508 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, 32. Fasikül, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 996.

509İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet”, s. 997.

510 Cevdet Küçük, “Osmanlılarda “Millet Sistemi” ve Tanzimat”, s. 1008.

511 Stanford Shaw, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlık Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, 32. Fasikül, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1002.

512 Bilal Eryılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Farklılıklara ve Hoşgörüye Kavramsal Bir Yaklaşım”, (Ed.

Güler Eren), Osmanlı, c: IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 40–41.

513 Gürsoy Akça, “Osmanlı Millet Sisteminin Dönüşümü”, Fırat Üniversitesi Doğu Anadolu Bölgesi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Yıl: 2007, s. 60–61.

tahammül etmek anlamına gelen tolerans kavramıyla imparatorluktaki etnik ve dinsel kökenleri çok farklı olan bu milletleri bir arada tutuldular.

Çağdaş siyasal akımlardan biri olan milliyetçilik ideolojisi, Batı Avrupa’da 1789 tarihinde meydana gelen Fransız İhtilali’nin sonuçlarından biridir. İhtilal, teoride ulus ve ulusçuluk düşüncesinin yayılmasıyla pratikte ise ulus devletine geçiş süreciyle, bütünleşmiş çok uluslu imparatorluklar için dağılma tehlikesini de beraberinde getirdi. Yani milliyetçilik ideolojisi, çok uluslu imparatorluklar için bir anlamda “bütünleşme bunalımının/ krizinin” sebebi olmaktaydı. Çünkü milliyetçiliğin getirdiği “vatan” düşüncesiyle birlikte Fransız İnsan ve Yurttaş haklar beyannamesinin üçüncü maddesi olan “her türlü egemenliğin kaynağı ulustadır, hiçbir kurum, hiçbir kimse açıkça ondan gelmeyen egemenliği kullanamaz”514 düşüncesiyle uluslar, yaşadıkları toprak parçası üzerinde kendi kendilerini yönetebilme hakkını doğal bir hak olarak kendilerinde bulmuşlardı. İmparatorluk sınırları içerisinde yaşamlarını sürdüren birçok topluluk imparatorluktan ayrılmak amacıyla, self-determination ilkesini515 yani “ulusların kendi geleceklerini belirlemesi” ilkesini içerisinde barındıran milliyetçilik düşüncesinin kurumu olan ulus-devlet olma hakkını hem kendi toplulukları içerisinde hem de uluslar arası arenada meşruiyet aracı olarak kullandılar.

Milli egemenlik, bağımsızlık, eşitlik ve laiklik gibi prensipleri taşıyan milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı etnik yapıdaki milletlerde millet sisteminin pratiklerinin yerini, yeni ideallerin oluşumu ve pratikleri aldı. 1829’daki Yunan bağımsızlık hareketi İmparatorluktaki bütünleşme krizini başlatmaktaydı. Müslüman milletine aidiyetlik bağı ile bağlı olan topluluklarda ise aynı düşüncelerin yayılması ve benimsenmesi yavaş olmuş ve ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren varlığını hissettirebilmişti516. İlk defa Yunan bağımsızlığı ile

514 Hüsnü Öndül, “1789 Fransız Devrimi ve Etkileri”, Ankara Barosu Dergisi, 1989/ 4, s. 690.

515 “Self determinasyon kavramının tanımını yapmak pek kolay olmamakla birlikte bu konuda yapılan tanımlardan bahsedebiliriz. Bir tanıma göre; self determinasyon bir ülkede yaşayan kişilerin kendi hükümetlerini özgürce seçebilmeleridir. Başka bir tanıma göre; bir halkın, idaresi altında yaşayacakları ya da yaşadıkları yönetim biçimini seçebilmeleridir.” (Pomerance Michla, Self Determination in Law and Practice, The New Doctrine in the United Nation, 1982, s. 37. aktaran, Doğan Kılınç, “Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 1–2 Yıl: 2008, s. 953.)

516 Şerif Mardin, “Fransız Devriminin Osmanlı İmparatorluğu Üzerindeki Etkisi”, Çev. Kemal Berkarda, İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, Fransız Devriminin 200.yıl Özel Sayısı, Cilt: 10, Sayı: 1–

klasik Osmanlı dönemi kurumu olan millet sistemi parçalandı517. Fransız İhtilali öncesinde “Ortodoks milleti” içinde Rum veya Bulgar olmak çok fazla önemi olmayan bir alt kategoriydi518. Fakat ihtilalden sonra bu kategoriler önemli hale geldi. Çeşitli milletler kendi milli kiliselerini kurarak, Ortodoks kilisesinden ayrıldılar519. Kilisenin siyasallaşarak ulusal kiliseler halini alması Balkan topluluklarının uluslaşmasında önemli bir işlev gördü. Bu süreçte kiliseler, geleneksel inancın hizmeti işlevinden uzaklaşarak devlet hizmetine girdiler ve ulusun oluşumu ve bütünlüğünü sağlayan yasaların meşruluğuna katkı sağladılar. Bu durum cemaatlerin etnikleşmesine neden oldu ve dinsel inanç etnik özelliklerin bir unsuru haline dönüştü520.

İmparatorluğa yayıldığı anda bütünleşme krizini başlatan milliyetçilik akımlarına karşı farklı dinsel ve etnik unsurların bütünleşmesini sağlamak amacıyla

“bir üst kimlik olarak”, teoride toleransa ve adalete dayalı millet sisteminden eşitliğe dayalı Osmanlıcılık ideolojisine geçiş, pratikte ise Osmanlı vatandaşlığının yaratılması II. Mahmut ile başlayan Tanzimat ve Islahat Fermanları ve devamında Kanun-i Esasi ile birlikte I. Dünya savaşına kadar devam eden siyasal bir süreçti.