• Sonuç bulunamadı

1 “HARP”, “HARP ve İNSAN” ve “HARP ve EDEBİYAT” ÜZERİNE

2. TARİHÎ GÖRÜNÜM

2.3. Osmanlı İmparatorluğu’nun Savaşa Girmes

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sırada Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp Savaşı ile bunu izleyen Balkan Savaşlarından yeni çıkmıştır. Bu savaşlarda uğradığı yenilgi sonucunda da büyük topraklar kaybetmiş ve çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suretle ordusunun zayıflığı, diplomasisinin etkisizliği, bütün açıklığıyla bir defa daha ortaya çıkmıştır. Bu nedenlerle de, bir yandan ordu ve donanmasını yeniden düzenlemeye çalışırken, diğer yandan siyasî yalnızlıktan kurtulmak için, bazı diplomatik girişimlerde bulunur (Uçarol, 1995: 463).

Osmanlı Devleti, ilk ittifak teşebbüsünü, geleneksel dostu saydığı İngiltere ile yapar. İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması, Osmanlı devlet adamlarında Üçlü İttifaka karşı bir antipati uyandırmıştır. Tabiî, ayrıca Avusturya’nın Balkan politikası ve Bosna-Hersek’i ilhak etmiş olması da bu antipatide rol oynamıştır. Bu şartlar içinde Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekim’inde İngiltere Bahriye Bakanı Winston Churchill’e bir mektup yazarak, Osmanlı Devleti’yle İngiltere arasında bir ittifak yapılmasını teklif etmişse de Churchill, Dışişleri Bakanı Grey’e danıştıktan sonra verdiği cevapta, “Şimdilik yeni siyasî bağlar altına giremeyiz.” diyerek, ittifak teklifini reddeder (Armaoğlu, 1983: s.106). İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan’la olur. Yalnız Bulgaristan, Türk-Bulgar ittifakına Almanya’yı da sokmak isteyip de, Almanya bu ittifaka katılmaya yanaşmayınca, bu ikinci teşebbüs de sonuçsuz kalır (Bayur, 1952: 525–526). Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü ise Fransa ile olur. Bahriye Nazırı ve Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa, 1914 Temmuz’u başlarında Fransız donanmasının manevralarına davet edilmiştir. Cemal Paşa, Fransız Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçerek, Fransa ile Osmanlı Devleti arasında bir ittifak gerçekleştirmek ister. Cemal Paşa’ya göre, Saray-Bosna olayı bir genel savaşa varacaktır ve İtilâf Devletlerinin merkezî devletleri çember içine almak için, bir boşluk kalmıştır; o da Osmanlı Devleti’dir. Eğer İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’ni de kendi ittifaklarına alırlarsa, o zaman merkezî devletler tamamen sarılmış olacaktır (Cemal Paşa, 1959: 118–119). Fransız hükûmeti, Cemal Paşa’nın teklifine verdiği cevap, Rusya razı olmadıkça bu ittifakın gerçekleşemeyeceğine dairdir. Bu, bir bakıma teklifin reddedildiği anlamına gelir.

Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri bloğuna katılmak için yaptığı bu teşebbüslerin gerçekleşmemiş olması, yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti’ni ister istemez Almanya’ya yaklaştırmaya başlar. Zaten Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı’nda yaşanan hezimetin ardından ordunun düzeltilmesi için Almanya’dan askerî uzmanlar istemiş, bunun üzerine yapılan görüşmeler sonunda General Liman Von Sanders komutasında bir Alman askerî heyeti 1913 Kasım’ında İstanbul’a gelmiştir. Liman Von Sanders, rütbesi dolayısıyla, İstanbul’daki Birinci Kolordu Komutanlığına tayin edilir. Yani bir Alman generaline Türk Ordusunda

fiilen bir komutanlık verilmiştir. Bu durum, Rusya’yı telaşlandırır ve bir Rus generalinin de Türk Ordusuna tayin edilmesini ister. Fransa da bu konuda Rusya’yı destekler. İstanbul’da hava, bir süre için gerginleşmiştir. Lâkin İngiltere’nin, Rusya’nın bu derece ileri gitmesini istememesi ve Almanya’nın da itidalle hareketi sayesinde mesele, 1914 Ocak ayında çözümlenir. Liman Von Sanders, Kolordu Komutanlığından alınarak ordu müfettişliğine getirilir. Ancak bu olay, Alman-Rus ilişkilerinin gerginleşmesine neden olur (Sander, 1998: 325–326). Balkan Savaşlarının ağır sonuçlarının etkisi altında olan Osmanlı Devleti, bu savaştan sonra İtilaf Devletleri arasında bağın daha da güçlenmesinden ve kendisi hakkındaki düşüncelerinden endişeye duymaya başlamıştır. Özellikle Rusya'nın, İngiltere ve Fransa ile müttefik olması, Osmanlı devlet adamlarında, bu devletin Boğazlar hakkındaki emelleri yönünden bu endişeyi artırmıştır (Uçarol, 1995: 464). Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Hükûmeti’nin etkili üyeleri olan Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa ve Sadrazam Sait Halim Paşa ise, mevcut tehlikeler karşısında Üçlü İttifak yanında savaşa katılmanın uygun olacağını düşünürler (Renouvin, 1969: 214–220). Avusturya’nın önerisiyle, Osmanlı Devleti ile Almanya arasında, 2 Ağustos 1914’te bir İttifak Antlaşması imzalanır (Armaoğlu, 1983: 108).

Savaşın patlak vermesiyle birlikte, Türk-Alman ittifakının varlığını bilmeyen İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için çaba harcarlar. Çünkü Osmanlı Devleti tarafsız olursa, Müttefikler (yani İtilâf Devletleri) Rusya’ya yardım edebilmek için Boğazlardan serbestçe geçebileceklerdir. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığına özellikle Rusya önem vermektedir. Bu sebeple Müttefikler, Osmanlı Devleti’nin savaş boyunca tarafsız kalması için, bu devlet nezdinde bazı teşebbüslerde bulunur. Fakat Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığa karşılık ileri sürdüğü isteklerin en hafifi sayılabilecek olan, kapitülâsyonların kaldırılması konusunda bile kesin bir taahhüde girişmek istemez. Ege adalarının tekrar Osmanlı Devleti’ne verilmesi, Mısır meselesinin çözümlenmesi gibi toprak isteklerine ise hiç yanaşmazlar. Bu istekler karşısında dik başlılık, özellikle İngiltere’den gelmiştir (Bayur, 1952: 133). Bu durum, Osmanlı Devleti’ni Almanya’ya daha da yaklaştırır

ve Ağustosun ilk haftasından itibaren gelişen olaylar ve Almanya’nın çabaları, Osmanlı Devleti’ni savaşa katılmaya kadar sürükler.

Bu olayların ilkini, iki Alman savaş gemisinin Boğazlara sığınması teşkil eder. Bu sıralarda, Akdeniz’de bulunan iki Alman zırhlısı olan Goeben ve Breslau, 11 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne gelir. Osmanlı Devleti’nin tarafsız devlet olarak bu gemileri enterne etmesi, yani bu gemilerin silâhlarını sökmesi ve personelini de gözaltına alması gerekirken, Osmanlı Hükûmeti, hem iki gemiyi elde etmek, hem de Almanya’ya doğru kamuoyunu yaklaştırmak için, iki Alman gemisini satın almaya karar verir. Bunun üzerine, sözde daha önce Almanya’dan satın alınmış olan bu gemilere 16 Ağustos 1914 günü Türk bayrağı çekilir, tayfalarına fes giydirilir ve Goeben’e “Yavuz”, Breslau’a da “Midilli” adı verilir. Böylece gemiler, komutanları Souchon ve mürettebatıyla Türk donanmasına katılır (Uçarol, 1995: 465). Ayrıca bu iki geminin komutanı olan Amiral Souchon’a Osmanlı Donanmasının da komutası verilir ki bu durum, Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasında büyük rol oynar. Bu oldubitti, İtilâf Devletlerinin gözünden kaçmazsa da, bu ülkeler, Osmanlı Devleti’ni tarafsızlıktan ayırmak istemediklerinden seslerini çıkarmazlar. Diplomatik yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti ise, Osmanlı-Alman antlaşması ve bu olayla, bir büyük Avrupa devletiyle ilişkilerini geliştirmiş olur. Bu da, onu savaşa sürükleyen önemli bir etkeni meydana getirir.

Öte yandan Almanya da, Osmanlı Devlet’ini savaşa girmeye zorlamaya başlamıştır. Bunu özellikle de Avusturya ister. Çünkü Osmanlı Devleti savaşa girerse, Kafkas Cephesi’ndeki bir kısım Rus kuvvetlerini üzerine çekeceğinden, Avusturya ve Almanya’nın yükü hafifleyecektir. Osmanlı Devleti, bu baskılara karşı koymaya çalışır. Bir defa, seferberlik henüz tamamlanmamıştır. İkincisi, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile karadan bağlantısı yoktur. Bu nedenle İstanbul Hükûmeti; Yunanistan ve Romanya’nın durumu belli olmadıkça ve daha da önemlisi Bulgaristan’ın savaşa girmesi sağlanmadıkça, savaşa katılmaya niyetli değildir. Özellikle bu son sebepten ötürü, Osmanlı Devleti Bulgaristan’ı da savaşa sokmak için, bu devlet nezdinde teşebbüste bulunur (Bayur, 1952: 110–121). Bu amaç ile

Halil Bey ve Talat Paşa, Sofya’ya giderler ve 19 Ağustos’ta Bulgaristan ile bir anlaşma imza etmeği başarırlar (Üçok, 1967: 292). Bu anlaşmanın yapılmasından sonra, anlaşmayı imzalayan Talat ve Halil Beyler, Bükreş’e giderek Romanya’nın tarafsızlığını sağlamak isterler. Romanya, aslında Üçlü İttifak’a dahildir. Fakat İkinci Balkan Savaşı’ndan beri bu blokla arası pek iyi değildir. Buna rağmen, hükûmet ve kamuoyu Üçlü İtilaf’tan yanadır. Bu bakımdan Romanya, Osmanlı devlet adamlarına Bulgaristan’ın bir savaşa girmesi hâlinde tarafsız kalacağı garantisini vermez. Böylece Osmanlı-Bulgar anlaşmasının bu konudaki hükmü gerçekleşmemiş olur. Bulgaristan da savaşa girip girmemekte serbest kalır. Diğer taraftan Osmanlı Devleti, Yunanistan ile yaptığı temaslardan da olumlu bir sonuç alamaz (Uçarol, 1995: 466). Almanya, Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması için acele etmektedir. Çünkü bunda büyük çıkarları vardır. Boğazların kapatılması; Rusya ile müttefiklerinin ilişkisini kesecek; savaş İngiliz sömürgelerine kadar götürülecek ve Almanya’nın Batı’daki yükü hafifleyecektir. Bu arada Almanya, Fransa’yı kısa sürede yeneceğini ve işgal edeceğini hesaplamışken Marne çarpışmalarında yenilir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Galiçya’ya yaptığı saldırıda bozguna uğrar. Böylece Almanya, iki cepheli savaş karşısında kalır. Bundan dolayı İttifak Devletleri, Rusya’nın kuvvetlerinin bir kısmını doğuya göndermesini sağlamak, İngiltere’yi Mısır ve sömürgelerini korumaya zorlamak, yani İtilaf Devletleri’ni kuvvetlerini geniş bir alana yaymak zorunda bırakmak için, Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa girmesini istemeye başlarlar (Sander, 1998: 327).

Almanya, Osmanlı Devleti’nin savaşa hemen girmemekle, 2 Ağustos 1914 tarihli anlaşmayı tek taraflı olarak geçersiz duruma getirdiğini, bu nedenle Almanya’dan yardım göremeyeceğini belirtmektedir. Osmanlı Hükûmeti, artan Alman baskıları karşısında, malî durumunun bozukluğunu bahane olarak ileri sürer. Bunun üzerine Almanya, Osmanlı Devleti’ne malî olarak yardım yapmaya başlayacağını bildirir. Babıâli bütün direnmelerine karşılık, Alman Askerî Heyeti Başkanı General Liman Von Sanders’e, ordusunda komutanlık vererek ilişkileri sıkı tutmaya çalışmaktadır (Uçarol, 1995: 467). Bunun yanında başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere, kabinenin bazı üyeleri de devletin savaşa girmesini istemektedir. Bunun sonucu olarak, Enver Paşa’nın emri ile, Amiral Souchon

Osmanlı Donanmasını alarak 28–29 Ekim 1914 gecesi Karadeniz’e çıkar ve Odesa ile Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tutar (Üçok, 1967: 293). Bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. 12 Kasım 1914’te de Osmanlı İmparatorluğu resmen İngiltere, Fransa ve Rusya’ya savaş açar. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na böyle girmekle beraber, Osmanlı İmparatorluğu için son ve yıkıcı savaş da başlamış bulunmaktadır.