• Sonuç bulunamadı

1 “HARP”, “HARP ve İNSAN” ve “HARP ve EDEBİYAT” ÜZERİNE

1.1. Harp Kavramı ve Olgusu

“Harp” kavramı ile ilgili olarak değişik kaynaklarda çeşitli tanımlar yapılmış olmakla birlikte, yapılan bu tanımların kendi içinde birleştiği müşterekler, kavramın genel olarak çerçevesini de belirlemektedir. Söz konusu tanımlardaki müşterek noktaları yorumlamadan önce yapılan bazı tanımlamaları gözden geçirmek gerekecektir.

Öncelikle harp, “Diplomatik yollarla halledilemeyen sorunların çözümü için, bir devlet veya devletler grubunun, diğer bir devlet veya devletler grubuna karşı isteklerini zorla kabul ettirmek maksadıyla, millî güçlerinin tamamını veya bir kısmını kullanarak yaptıkları mücadeledir.” (Kara Harp Okulu Komutanlığı, 2003: 1–2) şeklinde tanımlanabilir.

Bir başka kaynakta harbin tanımı, “savaş” maddesi altında şu şekilde yapılmaktadır: “Devlet ya da ulus gibi siyasal birimler arasında ya da aynı devlet ya da ulus içindeki rakip siyasal güçler arasında, genellikle açık ve ilan edilmiş olarak yürütülen silâhlı çatışma” (Ana Britannica, 1994: 202).

Carl Von Clausewitz ise, “Harp Üzerine” adlı eserinin birinci cildinde, harbin tanımı ile ilgili olarak şunları belirtmektedir: “Harp, çok genişletilmiş bir düellodan başka bir şey değildir. (…) Harp, düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemidir” (1984: 21).

İnsanlık tarihinin karmaşık ve değişken bir olgusu olan savaşın nedenleri, niteliği ve kapsamı konusunda tam bir görüş birliği yoktur. Bu alandaki çeşitli yaklaşımlar, ideoloji ve bakış açılarındaki farklılıklar kadar konunun felsefî, siyasal, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, hukuksal vb. boyutlarıyla da ilgilidir. Savaşın tarihteki işlevi ile sıklığı, yoğunluğu, yaygınlığı ve uzun süreliliği dönemlere göre

bazı farklılıklar gösterir. Tarih boyunca uygarlıkların ve devletlerin inişli çıkışlı gelişme çizgisinde belirleyici bir rol oynayan savaşın siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanda insan varlığı üzerinde yarattığı yıkıcı etki, bilim, teknoloji ve askerlikteki ilerlemelere bağlı olarak sürekli artmıştır. Tarih öncesi dönemde topluluklar arasındaki savaşlar maddî gereksinimleri karşılamaya ve dayanışmayı artırmaya yönelikken, uygarlıkların gelişmesiyle birlikte ilk profesyonel ordular kurulur ve savaş teknikleri daha karmaşık bir nitelik kazanır. Daha geniş bir alana yayılmakla birlikte belirli bir süreyle sınırlanmaya başlayan savaşlarda toprak kazanma, egemenlik kurma ya da boyunduruktan kurtulma hedefleri öne çıkar. 15. ve 16. yüzyılların teknolojik buluşları, özellikle patlayıcıların geliştirilmesi ve metal işçiliğindeki ilerlemeler silâh tekniklerini büyük ölçüde ilerletir. Bu arada ordular da sürekli büyümeye başlar. 16. yüzyılın paralı orduları ender olarak yirmi-otuz bin askeri geçerken, 17. yüzyılın ulusal orduları sayıca bunun iki katına ulaşır. Fransız Devrimi’nin ardından zorunlu askerlikle birlikte savaşların hedefleri genişlerken ordular da kitlesel bir nitelik kazanır. Bazı çarpışmalara iki yüz bin kişilik orduları sürebilen Napolyon, bir dönem yaklaşık bir milyon askeri seferber eder. 19. yüzyılda orduların asker sayısı, artık genel nüfusun binde beşini, askerî harcamaların genel bütçe içindeki payı ise ortalama üçte biri bulmaya başlar (Ana Britannica, 1994: 202–203).

İkinci Dünya Harbi’ne kadar harp ile daha çok silâhlı çatışmanın var olduğu bir ortam algılanmıştır. Ancak bu harpten sonra meydana gelen çok miktardaki silâhlı çatışma, bilinen harp tanımının dışında kalmaktadır. Soğuk savaş sonrası dünyada meydana gelen ve ülkelerin askerî güçlerinin savaş dışı ortamlarda yoğun bir şekilde kullanılmasını gerektiren gelişmeler ve harbin tarzındaki değişiklikler, harp kavramının yeniden tanımlanmasını gerektirmiştir. Günümüzdeki devletler arasındaki sorunların çözümü için klasik manadaki savaş, düşük ihtimalli bir askerî seçenek olarak muhafaza edilmekle beraber terörizm, etnik çatışmalar ve organize suçlar gibi savaş dışı olaylar, devletlerin görevlerini daha fazla tehdit etmeye başlamıştır. 21. yüzyılın başlarında harp; millî menfaatlerin, tahakkuku için bir devlet veya devletler grubunun diğer bir devlet veya devletler grubuna karşı millî güçlerinin

tamamını veya uygun olanlarını kullanarak yaptıkları bir mücadele olarak tanımlanmaktadır.

Nitekim Ludendorf, harbi “Milletlerarası münasebetlerden doğan siyasî kuvvetlerle, askerî, iktisadî ve gizli kuvvetlerin hedef ve gaye uğrundaki müşterek faaliyetlerinden ibarettir.” şeklinde tarif etmiştir ki burada, harbin devamında da siyasetin bir kuvvet olarak müşterek gaye için faaliyet hâlinde olduğu belirtilmektedir (Kara Harp Okulu Komutanlığı, 2003: 1–3/5).

“Harp” kavramı ile “muharebe” kavramının da sık sık birbiriyle karıştırıldığını göz önüne alarak her iki kavram arasındaki farkın da ortaya konması faydalı olacaktır. Muharebe, karşılıklı manevra kuvvetleri arasında cereyan eden ve çatışmaya göre daha büyük çaplı mücadelelerdir. Kaideten tugay ve daha büyük kuvvetler tarafından icra edilir ve birkaç saat sürebilir. Bir harp içinde birden fazla muharebe icra edilir (Türk Silâhlı Kuvvetleri, 1992).

Bu tanımdan da hareketle şu şekilde bir sonuca varılabilir: “Harp”, topyekün olarak, ülkenin silâhlı mücadele ortamını, durumunu ifade ederken; “muharebe”, harp içinde ülkelerin bizzat tugay ve daha üst düzeydeki silâhlı güçleriyle girdiği çatışma durumunu ifade eder. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Harbi’nde yer alması, ülkenin bütün güçleri ve birimleriyle “harp” hâline girdiğini ifade ederken; yine ülkenin, çeşitli cephelerde yaptığı çatışmalar, ayrı ayrı “muharebe” hâlini ifade eder. Çanakkale Cephesi’ndeki muharebeler, Sarıkamış’taki muharebeler... gibi. Bu bağlamda örneğin Çanakkale Cephesi’ndeki silâhlı mücadeleleri “harp” veya “savaş” değil; “muharebe” olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.