• Sonuç bulunamadı

B. Çocuğun Haklarının Tarihsel Gelişimi: Nesneden Özneye

3. Osmanlı Hukukunda Çocuğun Haklarının Tanınması ve Korunmasının Tarihsel Gelişimi Tarihsel Gelişimi

Hukukun geleneksel kaynaklarından soyutlanarak modern hukuk kaynaklarına yönelmesi anlamında Türk hukukunun modernleşmesini Tanzimat ile başlattığımızda çocuğun haklarının tanınması ve korunmasının tarihsel gelişimini Tanzimat öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırarak incelemek yanlış olmayacaktır202.

197 WEISBERG, “Evolution of the Concept of the Rights of the Child in the Western World”, s. 45.

198 WEISBERG, “Evolution of the Concept of the Rights of the Child in the Western World”, s. 43.

199 Walter H. Jr. BENNETT, “A Critique of the Emerging Convention on the Rights of the Child”, Cornell International Law Journal, Vol. 20, No. 1, 1987, ss. 1-64, s. 15.

200 Haklar bildirgesi olarak bilinen ilk on değişiklik 15 Aralık 1791’de Amerikan Anayasasının bir parçası oldu.

201 Meyer v. Nebraska, 262 U.S. 390, 1923; BENNETT, “A Critique of the Emerging Convention on the Rights of the Child”, s. 16.

202 Bekir ONUR, Türk Modernleşmesinde Çocuk, İmge Kitabevi, Ankara, 2009; Cüneyd OKAY, Osmanlı Çocuk Hayatında Yenileşmeler: 1850–1900, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 1998, s. 26-28.

Osmanlıda çocukluğun tarihini ele alan çalışmalarda genellikle Tanzimat dönemine kadar, sosyo-politik açıdan Osmanlı toplumunda çocuğun ‘farklı’ ve ‘müstakil’ bir konumu olmadığı kabul edilmektedir. XIX’uncu yüzyılın ortalarına kadar, çocuklara dair özel yaşam alanlarının ve giysilerin olmayışı, çocukların “minyatür yetişkinler” olarak algılandığını destekler nitelikte görülmektedir203. Mevcut bakış açısının bir yansıması olarak çocuğa ilişkin sorunların Tanzimat öncesinde modern anlamda kurumsal bir ilgiden uzak olduğu da ifade edilmektedir. Bu tezi desteklemek üzere korunmaya muhtaç çocukların, daha çok merkezi yönetimin etkisinden görece uzak olan vakıflar bünyesinde204 ya da “besleme” olarak başka ailelerin yanında, iş karşılığında himaye edilmiş olmaları gösterilmektedir. Diğer yandan bu görüş, kurumsal ilgiyi çocuklarla ilgili kabullerle ilişkilendirmek yerine geleneksel devletlerin yapı ve işlevleriyle ilişkilendirmenin daha makul olacağı gerekçesiyle eleştirilmektedir205. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan önceki dönemlerde, o dönemde geçerli olan devlet anlayışı ile uyumlu olarak, yetişkinlerin sorunlarıyla ilgilenen, örneğin kadınları erkeklerin şiddetinden koruyan, gerektiğinde sığınabilecekleri günümüz anlamındaki kurumların da bulunmadığı, devletin kendisini ilgilendirmeyen ilişkileri düzenlemeye ve bu ilişkilere müdahale etmeye istekli olmadığı bilinmektedir. Osmanlıda çocuklar, devletin müdahale etmekten kaçındığı aile içi ilişkilerin bir parçası olarak kabul edilmekte, ancak Devletin, kendisine başvurulduğunda ya da gerekli gördüğünde de ilişkilerine müdahale etmekten kaçınmadığı öznelerdir.

Osmanlı toplumunda tüm toplumlarda olduğu gibi çocukların, farklı ekonomik ve toplumsal sınıflara aidiyetlerinin bir sonucu olarak farklı çocukluklara sahip oldukları göz

203 Güven Gürkan ÖZTAN, Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 34.

204 Erken Cumhuriyet döneminde, bahsi geçen bu vakıfların işlev açısından çokça eleştirildiği not edilmelidir. Örnek olarak bkz. SAPMAZLI, Çocuk Hakları ve Himaye Müesseseleri, s. 183–185.

205 Yahya ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, s. 22.

önünde bulundurulmalıdır. Örneğin çocuk evlilikler konusu ele alındığında çocuk yaşta evlendirilen çocukların çoğunluğunun babalarını kaybetmiş yetim çocuklardan oluştuğu görülmektedir. Yine kırsal bir bölgede yaşayan çocuk ile kentte yaşayan ve ilmiye sınıfına mensup bir aileye mensup çocuğun çocukluk pratiği çok farklıdır206. Ekonomik ve sosyal farklılıkların çocukların yaşamı üzerinde belirleyiciliğine ek olarak diğer etkenlere oranla aşılması daha güç olan cinsiyete dayalı ayrılığı da burada anmak gerekmektedir. Pek çok toplumda olduğu gibi Osmanlıda da erkek ve kız çocukların yaşamları, çocukluğun erken dönemlerinden itibaren önemli farklılıklar sergilemektedir.

a. Tanzimat Öncesi

Osmanlı modernleşmesinin çocukların yaşamında ve onlarla ilgili algılarda önemli değişimlere yol açtığı kuşkusuzdur. Tanzimat öncesi Osmanlı toplumunda çocukların yaşamında ve çocuklara dair kabullerde XIX’uncu yüzyıl reformlarına kadar bir devamlılık olduğu kabul edilmekle birlikte çocuklarla ilişkilendirilebilecek bazı konularda XVIII’inci yüzyılın sonlarına kadar geri götürülebilecek bir dizi değişimin varlığı da kabul edilmektedir. Nitekim daha önceleri ailenin özel alanı olarak görülen bebek düşürme ve doğum kontrolü gibi konulara devletin müdahaleci tavrı, XVIII’inci yüzyılın sonlarında belirmeye başlamıştır. Bu yöndeki bir değişim, daha sonraları iyice etkisini hissettirecek nüfus, aile ve çocuklarla ilgili yeni politikaların ilk habercisi olarak değerlendirilmektedir207. İstanbul’dan başlamak üzere ilk mekteplerin 1824 tarihli bir fermanla zorunlu hale getirilmeleri de bu bağlamda değerlendirilmektedir. Devlet

206 Osmanlı toplumunda ilmiye sınıfından olan babaların kızlarının ortalamanın üstünde eğitim gördükleri bilinmektedir. Bkz. İlber ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayıncılık, Beşinci Baskı, İstanbul, 2002, s. 45-46.

206 Nuran YILDIRIM, İstanbul Darülaceze Müessesesi Tarihi, Darülaceze Vakfı, İstanbul, 1996, s. 163.

207 Tuba DEMİRCİ – Selçuk Akşin SOMEL, “Women’s Bodies, Demography, and Public Health: Abortion Policy and Perspectives in the Ottoman Empire of the Nineteenth Century”, Journal of the History of Sexuality, Vol. 17. No. 3, 2008, ss. 377-420, s. 382.

böylelikle adım adım devletin ve toplumun geleceği olarak görülmeye başlanan çocukların yaşamını düzenlemeye başlayacak ve müdahalelerini sıkılaştıracaktır.

Osmanlı’da toplumun çocuklarla ilgili kabullerinin şekillenmesinde İslam hukukunun önemli etkisi bulunmaktadır. XVII’nci yüzyılda yaşayan Şeyhülislam Çatalcalı Ali Efendi’nin fetvalarını inceleyerek dönemin çocuk algısına dair bazı sonuçlara ulaşan Art, fetva konusu olan soruların hemen tümünün yetişkin erkekler tarafından sorulduğunu, soruya konu teşkil eden çocukların durumları hakkında ancak dolaylı olarak bilgi sahibi olunabildiğini ifade etmektedir. Art söz konusu fetvalardan hareketle çocuklar üzerinde baba ve velilerin mutlak bir hakimiyeti olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır208. Osmanlıda İslam hukukunun bir yorumu niteliğindeki kadı sicilleri ve şeyhülislam fetva mecmualarında çocuklara önemli bir yer ayrılmıştır209. Bu nedenle Osmanlı toplumunda çocukların bakımı, yetiştirilmesi, hakları, sorumlulukları, ebeveynler ve toplumla ilişkileri üzerine fetva mecmuaları önemli bir kaynak niteliğindedirler210.

İslam hukukundaki hıdane kuralları Osmanlı hukukunda da uygulanmaktaydı.

Annelerin fiziksel ve duygusal olarak çocuklara daha yakın oldukları ön kabulünden yola çıkan hukukçular, yaşamların erken dönemde çocukların anneleriyle birlikte olması konusunda ısrarcıydılar. “Eksiksiz sevgileriyle” çocukları kendilerine yetebilecek211 yaşa

208 Gökçen ART, Şeyhlülislam Fetvalarında Kadın ve Cinsellik, Çiviyazıları, İstanbul, 1996, s. 72.

209 Bekir ONUR, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 2005, s. 98.

210 Halil İnalcık’ın Osmanlıların İslami hukuka en önemli katkılarından bir olarak değerlendirdiği fetva mecmularının gündelik yaşamla ne ölçüde örtüştükleri tarihçiler arasında önemli bir tartışma konusudur. Bkz. Halil İNALCIK, Osmanlı Topluluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003, s. 182; ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 27; Haim GERBER, Islamic Law and Culture 1600-1840, Leiden, Brill, 1999, s. 5.

211 “İstiğna”, çocuğun kendi kendine yetebilmesi, çocuğun başkalarının yardımına gerek duymadan temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi anlamına gelmekteydi. Bu dönemde çocukların bu ihtiyaçlarının kadınlar tarafından daha iyi karşılanacağı kabul ediliyordu. Yeniden evlenme durumunda çocuğun ikinci eşin hanesinde zarar göreceği ya da bakımının ihmale uğrayacağı gerekçesi ile hıdane hakkının kaybedileceği kabul ediliyordu. Ayrıca toplum tarafından onaylanmayan bir yaşam tarzı içinde bulunan kadınlardan da hıdane hakkı alınmaktaydı. Hıdane kurallarının Osmanlıdaki uygulaması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 53-60.

gelinceye kadar büyütmeleri gerekenler öncelikle anneleri olarak görülmekteydi212. Osmanlı hukukunda da çocuğa bakma ve çocuk yetiştirme ile ilgili fetvaların çoğu bu görevin kime verileceği ile ilgilidir. Fetva mecmualarındaki sorularda ve bu sorulara verilen cevaplarda hıdane kurumundan “hak” olarak bahsedildiği görülmektedir213.

Osmanlıda çocuk babanın hukuki denetim ve velayeti altındadır. Osmanlı toplumunda çağdaşı diğer kültürel bloklarla kıyaslandığında baba otoritesinin sınırlı olduğu değerlendirilmektedir214. Ortaylı, gerek teoride İslam hukukunun gerekleri gerekse Osmanlı toplumunun geleneklerinin babaya Roma hukukunun temel kurumlarından olan patria potestası vermekten çok uzak olduğunu, geleneksel olarak Türk-İslam, Ermeni ve diğer doğu Hristiyan ailesinde babanın erkek evlatlar, eşleri ve torunları üzerinde otoritesinin bulunduğu kabul edilmekle birlikte bu yetkinin hukuki bir yetki olmayıp ailenin ilişkileri, mali işleri ve çevre ile olan sorunların çözümü ve aile bireyleri arasında hakemlikten ibaret geleneksel bir görev olduğunu ifade etmektedir215. Osmanlı’da, Roma’da Justinian hukukunda da kabul edildiği gibi, çocuğun babanın otorite ve tasarrufuna bırakılması, her türlü ahlaki, gayriahlaki işte kullanılması ve kazancın babaya ait olması gibi bir uygulama bulunmamakta, ancak fakirlik nedeniyle kırsal ve kentsel bölgelerde çocuğun bağımlılık yaşının düşük olduğu ve eğitimini

212 Judith E. TUCKER, “Eksiksiz Sevgi: Osmanlı Suriye’si ve Filistin’de İslam Hukukuna Göre Annelik”, içinde: Madeline C. ZILFI (der.), Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, Çev. Necmiye ALPAY, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, ss. 222-241, s. 222.

213 ART, Şeyhlülislam Fetvalarında Kadın ve Cinsellik, s.140. Ancak çocuğun anneyle ya da hıdane sahibi kişi ile bu birlikteliği geçiciydi. Erkek çocuğun yedi yaşını tamamlaması anne veya anneanne bakımına muhtaç olmadığı anlamına geliyordu. Kız çocuğu da müştehat diye tanımlanan “cinsel arzu uyandıracak” hâle geldiğinde annesinden alınıp babasına teslim ediliyordu. Art, bu durumu çocuğun gündelik gereksinimlerinin sevgi ve eğitim gereksinimlerinden daha önemli sayıldığı, çocuğun toplumsallaştırılmasında annenin değil babanın daha uygun olarak görüldüğü biçiminde yorumlamaktadır. Çocukların anneleri ya da kadın akrabalarında kaldıkları hıdane müddeti boyunca nafaka olarak nitelendirilen bakım masraflarının karşılanması, başta babaları olmak üzere erkek akrabalarının bir sorumluluğu olarak görülmekteydi. ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s.

53.

214 Haim GERBER, “Anthropology and Family History: The Ottoman and Turkish Families”, Journal of Family History, Vol. 14, No. 4, 1989, ss. 409-421.

215 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 77.

tamamlamadan hayata atıldığı görülmektedir. Ortaylı, ataerkilliğin derecesinin ise eyaletten eyalete farklılık gösterdiğini belirtmektedir216.

Çocuğun babası olmazsa, öncelikle aile büyükleri, onlar da olmazsa amcaları geçimini sağlamakla yükümlüydü. Devlet de çocuğun bakımı yönünde aileye yardım etmekteydi. Çocuklu dul kadınlar, ayrıca ikiz veya üçüz çocuğa sahip aileler maaşa hak kazanırlardı217.

Osmanlı toplumunda yüksek ölüm oranları ve sürekli savaş durumunun varlığı çocuklardan bir kısmının erken yaşlarda ebeveyninden birisini ya da her ikisini kaybetmesi sonucunu doğurmaktaydı. Bir çocuğun babasını kaybetmesi ekonomik güvencesini de yitirmesi anlamına geliyordu. Bu durumda çocukların nafakasını karşılama ödevini büyükbaba ve amcaları gibi yakın akrabaları üstlenmekteydi. Ancak bu korumadan da mahrum olan çocuklar, tebenniye (evlatlık) verilir, bu çocuklar küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başlar ya da yetimlere yardım amacıyla kurulmuş vakıfların yardımlarına bağımlı hâle gelirlerdi218. Tanzimat dönemine kadar devlet denetimindeki kısmen bağımsız sivil toplum kurumu işleyişine sahip vakıf ve imaretler, her türlü kamu hizmeti yanında sosyal hizmet görevlerini de yerine getirmişlerdir. Bu dönemde geçerli devlet anlayışının bir yansıması olarak vakıflar muhtaç çocuklara maddi destek sağlanması görevlerini üstlenmişlerdir219.

216 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 78.

217 Nitekim 1851’de Sofya civarında Etrepol’de Hristos adlı birinin üçüz çocuğu olduğunda, kendisine para yardımı yapıldığı, Musul’da cami avlusuna bırakılan bir çocuğa maaş bağlandığı, İstanbul’da Silivrikapı’da sokağa bırakılan bir diğer çocuk için maaş tahsis edilerek Hatice isimli bir kadının bakımına verildiğine dair arşivlerde kayıtlara rastlandığı ifade edilmektedir. ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 114-115.

218 ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 63.

219 Ziya KAZICI, İslami ve Sosyal Açıdan Vakıflar, Marifet Yayınları, İstanbul, 1985, s.123; Vehbi ÜNAL, “Osmanlının Son Dönemlerinde Korunmaya Muhtaç Çocuklar İçin Kurulan Sosyal Hizmet Kuruluşları”, CÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 36, Sayı 2, Aralık 2012, ss.2-27; Fatih Mehmet II Vakfiyeleri, Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı, Ankara, 1938, s. 260-328; Kemal Edib KÜRKÇÜOĞLU, Süleymaniye Vakfiyesi, Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı, Ankara, 1962, s.152-153.

Tanzimat öncesi geleneksel dönemde, korunmaya muhtaç çocuklara sahip çıkma görevini asıl olarak aile yanına yerleştirme esasına dayalı bir tür koruyucu aile uygulaması olan besleme veya genel ifade şekliyle evlatlık kurumu üstlenmiştir220. Herhangi bir sebeple ailesinden ayrılmak zorunda kalan çocuğa en başta akraba çevresinde, bunun mümkün olmadığı durumlarda akraba dışında uygun bir ortam sağlamak Osmanlı kadısının temel görevi sayılmıştır. Kadı çocuğu aile yanına yerleştirirken fetvalar yoluyla şekillenen dağınık durumdaki koruyucu aile hukukunu esas alarak korunmaya muhtaç çocukları aileler yanına yerleştirmiştir221. İslam hukukunda muhtaç çocukların haklarını korumaya yönelik uygulamalar hukuki yönden 0-7 yaş ve sonrası olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Çocuklar bu ayrım esas alınarak aileler yanına yerleştiriliyordu. Mümeyyiz yaşına kadar aileler yanına yerleştirilen çocukların masraflarını talep edilirse devlet veya vakıf, talep edilmezse alan aile veya çocuğun ailesi karşılıyordu. Çocuğun bakımının görülmesi karşılığında çocuğun emeğinin kiralanması, muhtaç çocukların maruz kaldığı bir diğer uygulama idi. Mümeyyiz yaşından sonra ise çocuğun emeği nafaka karşılığı kiraya verilerek masrafları karşılanıyor, artan önemli bir miktar ücret ise çocuğa verilmek üzere aile tarafından saklanıyordu. Mümeyyiz döneminden sonra korunmaya muhtaç çocuklar ile yapılan nafaka sözleşmeleri sistemin ikinci aşamasını oluşturuyordu. Bu sözleşmeler sosyal bilimciler tarafından yaygın tanımlandığı biçimiyle çocukların satılması, daha yumuşak bir değerlendirme ile boğaz tokluğuna bir hizmet sözleşmesi veya çocukların emeklerinin sömürülmesi olarak değerlendirilmiştir222. İslam hukuku ise söz konusu sözleşmeyi nafaka elde etmek üzere

220 Abdullah BAY, “Osmanlı Toplumunda Evlatlıklar ve Hukukî Durumları”, Turkish Studies, Vol. 9, No.

4, 2014, ss. 149-163, s. 152.

221 Ahmet Şamil GÜRER – Abdullah BAY, Osmanlı Toplumunda Beslemelik Kurumu, Birleşik Dağıtım Kitabevi, Ankara, 2013, s. 51-65; Nesimi YAZICI, “Osmanlılarda Yetimlerin Korunması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt XLVIII, Sayı 1, 2007, ss. 1-46.

222 Nesrin KOŞAR, “Türkiye’de Koruyucu Aile ve Evlat Edinme Sistemlerinin Dünü, Bugünü, Yarını”, içinde: Koruyucu Aile, Evlat Edinme Hizmetleri ve Ruh Sağlığı (Prof. Dr. Mualla Öztürk Anısına XX. Sempozyum Sunumları 15-16 Şubat 2007), (Yay. Yön. Neşe EROL), Ankara, 2008, ss. 7-15; Ülker

emeğin kiralanması sayıyordu. Tebenni kurumunun etkin olarak uygulandığı dönemde çocuklara yönelik geçerli sosyal yardım düşüncesi çalışma esasına dayalı, çocuğa sorumluluk yükleyen uygulamalara dayanıyordu. Aynı zamanda İslam hukuku mümeyyiz çağından sonra çocuğun ücretsiz çalıştırılmasını muhtaç ve yetim çocukların emeklerinin sömürülmesi olarak görüyordu223. Fakat özellikle Hanefi hukukçular ergenliğe erişmemiş muhtaç çocuğun şahsına ve malına ait işlerde kendisini eğitecek kimse yanına yerleştirmenin ya da bir zanaatı ve ticareti öğrenmek üzere işe vermenin çocuğun iyi yetişmesi ve bir sanat edinmesi yoluna koyulması sayılacağından uygun olacağını ifade etmişler ve aynı zamanda çocuğun hakkı olarak görmüşlerdir. Çalışması ve böylece meslek öğrenmesi çocuğun hayata hazırlanması amacına hizmet ettiğinden velinin çalışmaya izin vermemesi durumunda dahi çocuğun talebi üzerine kadı çalışma izni verebiliyordu224.

Tebenniye verilen çocukların istismara karşı savunmasız olmaları özellikle aileleri ile bağları tamamen kopan kız çocuklarının istismara uğramalarına zemin hazırlıyordu.

Özellikle İstanbul’da yaşamayıp çocuklarını tebenniye veren aileler, onların karşılaşabilecekleri sorunlara müdahale etmek ya da bu sorunlardan haberdar olma konusunda daha az imkana sahiptiler225.

GÜRKAN, “Evlat Edinme ve Beslemelerin Hukukî Durumu”, içinde: Adnan GÜRİZ – Peter BENEDICT (ed.), Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler, Sevinç Matbaası, Ankara, 1974, s.202; Ferhunde ÖZBAY, Türkiye’de Evlatlık Kurumu: Köle mi, Evlat mı?, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1999, s. 17-29; Mustafa OLPAK, “Kronik: Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle, Türkiye Cumhuriyeti’nde Evlatlık: Afro-Türkler”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 68, Sayı 1, 2013, ss.

123-141, s. 124.

223 BAY, “Osmanlı Toplumunda Evlatlıklar ve Hukukî Durumları”, s. 153.

224 Saffet KÖSE, “İslam Hukukunda Çocuğun Çalışması, Gelirinin Korunması ve İstismarını Önleyici Tedbirler”, Çocuk Sorunları ve İslam Sempozyumu (30 Eylül-2 Ekim 2005, Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Rize), İstanbul, 2010, s.122-125; Ebubekir SOFUOĞLU, “Osmanlı Devletinde Yetimler için Alınan Bazı Sosyal Tedbirler”, içinde: Emine GÜRSOY NASKALİ – Aylin KOÇ (ed.), Savaş Çocukları-Öksüzler ve Yetimler, İstanbul, 2003, ss. 49- 58.

225 ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 173.

Evlatlık verilen çocuklar yalnızca aileleri tarafından başka ailelere verilen çocuklardan oluşmuyordu. Sokağa, cami ve kilise kapısına bırakılmış bebekler de tebenni olgusunu besliyordu. Sokaklara ya da bir ibadethanenin kapısına terkedilen çocuklar, Batıda olduğu gibi çocuğun yaşamını olumsuz yönde etkileyen durumlardan biri idi.

XV’inci yüzyılda Floransa’da doğan her on ya da yirmi çocuktan biri terkedilmekteydi.

Ancak bu oran dahi Heywood’un ifadesiyle “modern dönemdeki örneklerin yanında sönük kalmaktaydı”226. Osmanlıda ise bakımevlerinin ortaya çıkmaya başladığı XIX’uncu yüzyılın ikinci yarısına dek terkedilmiş çocukların bakımı onları bulan kişiler ya da aileler tarafından yapılmaktaydı227. “Buluntu” (lakit) bir çocuğun nesebinin sabit olması için kişinin, ister bulan tarafından olsun ister başkası, o çocuğun nesebinin kendisine ait olduğunu iddia etmesi yeterli görülüyordu. İslam hukuku açısından buluntu çocuğun muhafazası hususunda öncelik hakkı bulan kimseye aitti. Çünkü o kimse, bu çocuğun yaşamasına vesile olmuştu; hukuken geçerli bir mazeret olmaksızın mahkeme dahil kimse cebren o çocuğu bulan kimseden alma hakkına sahip değildi. Buluntu konumundaki çocukların velayetleri “velisi olmayanın velisi kadı olduğundan dolayı”

kadıya aitti. Bu nedenle buluntu çocuk konusunda ne bulan ne de bir başkası velayet sahibi kabul ediliyordu. Bununla birlikte buluntu çocuğun canını korumak, şayet malı var ise onu muhafaza etmek hususunda bulan kimse koruma ve belli oranlarda da tasarrufta bulunma velayetine sahipti. Şayet buluntu çocuğun üzerinden mal çıkmaz, kendisine

226 Paris’te XIX’uncu yüzyılın ilk çeyreğine kadar doğan her beş çocuktan biri terkediliyordu. Bu oran bazı Avrupa kentlerinde yüzde kırklara ulaşıyordu. Osmanlı’nın son dönemlerinde çocukların terk edilmesinde, Batı Dünyasındaki duruma benzer biçimde, gayrimeşrulukla birlikte sosyal ve ekonomik faktörler üzerinde durulmuştur. Batıda terkedilmiş çocukların bakımı, onlar için oluşturulan bakımevleri tarafından sağlanıyordu. Katolik güney ülkelerinde ortaçağın sonlarına kadar geri götürülebilen bu kurumlar, erken modern dönemde Protestan Kuzey ülkelerine de yayılmıştı. Ancak bu kurumların koşulları hiç açıcı değildi. Bu kurumlara alınan çocukların büyük çoğunluğu ölmekteydi.

Colin HEYWOOD, Baba Bana Top At!: Batı’da Çocukluğun Tarihi, Çev. Esin HOŞSUCU, Kitap Yayınevi, İstanbul,2003, s. 93

227 Saffet KÖSE, “Lakit,” İslam Ansiklopedisi Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003, s. 68; BAY,

“Osmanlı Toplumunda Evlatlıklar ve Hukukî Durumları”, s.153.

infakta bulunacak kimse de olmazsa, bu durumda çocuğun masrafları devlet bütçesinden karşılanırdı228.

Tanzimat öncesinde çocuğun eğitimi aile içinde anneye ve büyükanneye aittir229. Eğitim Osmanlı toplumunda her din mensubunun önem verdiği bir kurumdu. Tanzimat’a kadar her dini zümre çocuklarının ilk eğitimini kendi örgütleyip kurardı. Tüm geleneksel toplumlarda olduğu gibi ilk eğitim dini nitelikli bir eğitimdi230. Yine bütün geleneksel toplumlarda olduğu çocuğa toplumsal kültüre uyumunu sağlayacak iki davranışın, itaat ve toplumca olumlanan davranışların (edeb) öğretilmesine özel önem verilmekteydi. Her dini topluluk bu eğitimi de kendisi sağlamaktaydı231. Tanzimat’tan önce çocukların eğitimi ve yetiştirilmeleri devletin ilgilendiği ve politika geliştirdiği bir mesele değildi.

Ancak Araz’a göre bu durum, çocukların iyi yetiştirilmesinin çocuklar, aileleri ve toplum için ne kadar önemli olduğunun bilinmediği anlamına gelmemekteydi. Osmanlı ülkesinde bir ilde yer alan mektepler sayı olarak hiç de azımsanmayacak rakamlara erişmekteydi232. Ancak bu mektepler yaygın olmakla birlikte zorunlu değildi. Mekteplerin kurulması ve varlıklarını devam ettirmeleri, bu amaçla kurulmuş bir vakfın desteğine bağlı idi. Vakıflar kurucularının vasiyeti ve maddi imkanları ölçüsünde mektebe başlayan çocuklara çeşitli imkanlar sağlamaktaydı233. Çocuklar mekteplerde temel dini bilgileri ve dinle ilişkilendirilen davranış kalıplarını öğreniyorlardı.234.

228 Şevket TOPAL, “Korumaya Muhtaç Çocukların Bakımı ve Gözetimi Açısından İslâm Hukûkunda Velâyet ve Vesâyet Yetkisi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, 2006, ss.249-273. s. 269.

229 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 83.

230 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 95.

231 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 95.

232 Farklı illerdeki mektep sayıları için bkz: ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 108.

233 Osman Nuri ERGİN, Türkiye Maarif Tarihi, Eser Kültür Yayınları, 1977, Cilt 1-2, s. 87-88.

234 ARAZ, Osmanlı Toplumunda Çocuk Olmak, s. 124.

b. Tanzimat Sonrası

Tanzimat süreci ile hem kurumsal anlamda hem de sosyal yaşamın kendi dinamikleri içinde bir dizi yenilik gündeme gelmiştir. Söz konusu yeniliklerin ve değişimin yönü Batılılaşma ekseninde olmakla birlikte, kurumsal yapıdaki ve toplumsal hayattaki izdüşümleri çeşitli çelişkileri içinde barındırmıştır. Bu çelişkilerin en çok hissedildiği alanlardan biri, kadın ve çocuk yaşamı olmuştur235. Avrupa’daki toplumsal dönüşümleri geçirmemiş olan Osmanlı toplumunda babanın çocuk üzerindeki mutlak egemenliğinin kesintiye uğramadığı, özellikle “bireyciliğin” Avrupa’daki gibi etkili olamadığı toplumsal ilişkilerde, çocuğun akrabalar ve komşulardan oluşan cemaat içerisinde büyümeye devam ettiği değerlendirilmektedir236.

Tanzimat’ın ilanından sonra, çocukluk özelinde Batılılaşma çabalarının en bariz gözlemlendiği alan eğitimdir. II’nci Mahmut’un talim-i sıbyan hakkındaki fermanı bir kenara bırakılırsa, çocuk eğitimi alanındaki ilk kapsamlı yenilik, 1845 tarihli Sultan Abdülmecid’in sıbyan okulları ile ilgili Hatt-ı Hümayun’udur. 1869’a gelindiğinde Fransız sistemi incelenerek oluşturulan sınıflandırma sistemini temel alan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile birlikte, ilköğretimin kızlar ve erkekler için zorunlu olması öngörülmüştür. ‘İptidai’ denilen yeni okullar, Batılı normlara uygun eğitim verilmesi için formüle edilirken, sıbyan mektepleri de varlığını sürdürmüştür. XIX’uncu ve XX’nci yüzyılın modernleşme yolundaki devleti, eğitimi düzenlemeyi modern yurttaşı yaratmak ve tebaayı denetleyip sevk etmek için gerekli görmüştür. Batıdaki eğitim tarihi ile benzer şekilde kurumsallaşmış eğitimin yaygınlaşmasıyla, çocuklar üzerindeki disiplin ve şiddet uygulamaları da artmıştır.237. 19’uncu yüzyılda laik eğitim gelişip kurulan yüksekokullara

235 ONUR, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, s. 96-98.

236 ONUR, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, s. 439-526.

237 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 85.

konan geniş burs sistemi sonucu, Galatasaray, Darüşşafaka gibi kurumların ortaya çıkmış olması gençlere eğitim imkanı sunmaktaydı238.

Tanzimat uygulamalarının çocuklara ilişkin getirdiği bir diğer yenilik ise, korunmaya muhtaç çocukların himayesine dairdir. Osmanlıda, İstanbul’da 1896’da hizmete giren Darülaceze Kurumu, güçsüzler, hastalar, sakatlar, dul kadınlar yanında terk edilmiş bebekleri ve kimsesiz çocukları da barındırma, besleme, eğitme amacını gütmektedir239.

Batıda olduğu gibi Osmanlıda da çocuk koruma refleksinin kurumsal çatısını, XVIII’inci yüzyıla kadar, dini motifli kurumlar oluşturmuştur240. Bu durum her iki medeniyetin mensup oldukları dinin korunmaya muhtaç olanlara gerekli yardımların yapılması yönündeki açık emirlerinin yerine getirilmesinin bir sonucu olduğu gibi, insani ve ahlaki kaygıların da rol oynadığı kamusal sorumluluğu gerektiren bir refleks niteliği taşımaktaydı. Batı’da manastırlar başta olmak üzere mezhep yardımlaşma kurumları ve gönüllü sosyal örgütlenmelerin üstlendiği korunmaya muhtaç çocukların sahiplenilmesi misyonu, Osmanlıda vakıf, imaret gibi çoğu kere sivil nitelikli oluşumlar ve özellikle mahalle temelinde şekillenen sosyal yardımlaşma modelleriyle yerine getirilmekteydi241. Gerek Osmanlıda, gerek Batı’da XIX’uncu yüzyıldan itibaren geleneksel kurumların bu alanlardaki işlevlerini yerine getirememeleri, liberalizmin olumsuz sonuçlarının merkezi devlet tarafından tolere edilme çabası ve modern devlete gidiş sürecinde meşruiyetin yeniden kurgulanması kaygıları merkezi yönetimlerin doğrudan sosyal alana müdahale

238 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 87.

239 YILDIRIM, İstanbul Darülaceze Müessesesi Tarihi, s. 163.

240 Bekir KOÇ, “Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, 2007, ss. 36-50, s. 37.

241 Amy SINGER, Osmanlı’da Hayırseverlik Kudüs’te Bir Haseki Sultan İmareti, Çev. Dilek Şendil, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2004; Nadir ÖZBEK, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet, Siyaset, İktidar ve Meşruiyet 1876-1914, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 25.