• Sonuç bulunamadı

B. Çocuğun Haklarının Tarihsel Gelişimi: Nesneden Özneye

1. Modern Öncesi Hukukta Çocuğun Hukuksal Konumu

Çocuğun üzerinde tasarruf edilebilen bir nesne konumunda kabul edildiği İlkel dönemden başlayarak, hak sahibi bir özne olarak kabul edilmesi, hukukun tarihsel gelişimi içinde aşama aşama gerçekleşmiştir.

Geleneksel hukukun yalnızca yetişkinleri hak sahibi kabul eden yaklaşımının terkedilmesi, çocukların ebeveynlerinin mamelekine dâhil mahcur varlıklar konumundan kurtularak hak öznesi olarak kabul edilmelerinin önünü açmıştır. Bu gelişme ayrıca, geleneksel hukukun hakların temel birimi olarak aileyi kabul eden yaklaşımının ferdiyetçi doktrinin etkisiyle terk edilmesiyle birlikte hakların öznesi olarak bireyin temel alınmasının bir sonucudur.

Siyasal bir örgüt olan devletin, ailenin işleyişine müdahale yetkisi elde etmesi ilk defa Roma İmparatorluğu’nda söz konusu olmuştur. Üzerinde tasarruf edilebilen bir nesne olarak kabul edildiği ilkel dönemden başlayarak, devletli düzenin kurumsallaşması ve aile otoritesine müdahalesinin kabul edilmesi ile birlikte, çocuk lehine bazı haklar tanınmış, bunun sonucu olarak çocuk “nesne” durumundan, hakkın “öznesi” konumuna taşınmıştır.

Diğer yandan çocuğun nesne konumunda bir varlık olduğu anlayışının terkedilerek, hakları olan kişi olarak kabul edilmesi, insan haklarının da kabul görmesi eğiliminde olduğu gibi, evrensel bir boyut kazanmıştır. Günümüzdeki hukuk sistemlerinin tamamı, çocuğu hak sahibi bir varlık kabul etmektedir. Ancak çocuğun, kendine özgü özel hakların öznesi olarak kabul edilmesi, aydınlanma ile ortaya çıkan toplumsal-siyasal ilişkilerin bir sonucudur. Bu nedenle, bu başlık altındaki incelemeler, aydınlanmanın beraberinde getirdiği modern hukuka kaynaklık eden hukuk sistemleri ile sınırlandırılmıştır. Bir istisna olarak, geleneksel Türk hukuk yaklaşımının da, günümüz Türk hukukunun çocuğa yaklaşımının evriminin daha iyi kavranmasına katkısı olacağı değerlendirilerek incelenmesi gerekli görülmüştür.

a. Hukuk Önünde Çocuğun Nesne Kabul Edildiği Dönem

İlkel toplumlarda çocuk, mensup olduğu aileye ekonomik yarar sağlayan bir varlık olarak algılanmakta ve üyesi olduğu ailenin mamelekinin ögelerinden biri olarak kabul edilmektedir99. Çocuk üzerinde ailenin sınırsız yetkileri bulunmakta, çocuğu ilgilendiren her türlü ilişki bakımından ana-babanın, ailenin ve diğer kişilerin yararlarının, çocuğun yararından önce geldiği; hatta çocuğun, bağlı olduğu ailenin yararından ayrı olarak herhangi bir yararının olamayacağı kabul edilmekteydi. Çocuğun ekonomik bir unsur

99 John EEKELAAR, “The Emergence of Children’s Rights”, Oxford Journal of Legal Studies, Vol. 6, No. 2, 1986, ss. 161-182. s. 163.

olarak görülmesi, özellikle ekonomik bunalım dönemlerinde çocuğa karşı olumsuz bir tutum takınılmasına neden olmakta, kendisinden ekonomik yarar sağlanamayacak durumdaki hasta ve zayıf çocuklar ile bakımını üstlenecek kimsesi bulunmayan çocukların toplum dışına itilmesi hatta yok edilmesi olağan görülmekteydi100.

Modernite öncesi dönemde aile; siyasal, askeri, yargısal, dini, sosyal ve kültürel fonksiyonları olan bir organizasyon olarak işlev görmekteydi. Hatta küçük bir fabrika niteliğinde çok geniş işleve sahip olan bir birim idi. Aile-devlet ilişkilerinde, çok işlevli ailenin ağır bastığı bu dönemde, yukarıdaki düşüncelerin de etkisiyle çocuk üzerinde aile reisinin sınırsız yetkileri bulunmaktaydı101. İlkel topluluklarda aynı soydan gelen birliklerin gelişmesi ve bu birliklerin, üyelerinin bütün hakları üzerinde tasarrufta bulunması anlayışının kabul edilmesi, çocuğun korunmasının asırlar boyunca aileye ait bir görev olarak kabul edilmesinin altında yatan nedendir. Devletlerin kurulmasından ve örgütlenmesinden sonra ise çocukların korunması yeni kurulan sosyal kurumları da ilgilendirmeye başlamıştır102.

Çocuğun korunması yönünde toplumsal ilgi önceleri dinsel etkiler altında ve dinsel nitelikli kuruluşlar aracılığı ile olmuştur. Tek tanrılı dinler çocuğun masumiyeti ve korunmaya muhtaçlığını esas alarak, iyilikle muamelede bulunulacak bir varlık olarak görülmesine zemin hazırlamıştır103. Dini etkenler dışında sosyolojik gelişmelerin etkisiyle çocuğun korunmasının kurumsallaşması XIX’uncu yüzyılda olabilmiştir104. Ailenin işlev kaybı, buna karşılık devletin aile karşısında güçlenmesi ile birlikte devlet,

100 Bkz. Emine AKYÜZ, Çocuk Hukuku, Pegem Akademi Yayınları, 2. Bası, Ankara, 2012, s. 18.

101 Ailenin modern öncesi dönemden bu yana değişen rolü konusunda bkz. Margaret L. KING, “Concepts of Childhood: What We Know and Where We Might Go?”, Renaissance Quarterly, Vol. 60, No. 2, 2007, ss. 371-407, s. 374.

102 İNAN, Çocuk Hukuku, s. 4.

103 Atalay YÖRÜKOĞLU, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, 6. Basım, Özgür Yayınları, İstanbul, 2000, s. 22-23.

104 İNAN, Çocuk Hukuku, s. 7.

aileyi kontrol etme yetkisini de elde etmiştir. Devletin kendi çıkarları doğrultusunda aileyi denetlemeye başlamasıyla birlikte toplumsal ilgi çocuğun korunması yönünde yoğunlaşmıştır105.

Çocuğa ilişkin düşünsel kabullerde de Aristo’nun dönemine değin Antik Yunanda küçük çocukları öldürme uygulamasına karşı ahlaki ya da yasal sınırlamaların olmadığı kabul edilmekteydi106. Aristo bu geleneğe karşı sınırlamalar konulması gerektiğine inanmasına rağmen bu uygulamaya karşı güçlü itirazlarda bulunmamıştır107. Buradan hareketle Antik Yunanda çocuğun yaşam hakkına dair görüşlerin günümüzdekinden bir hayli farklı olduğu ifade edilmektedir108. Aristo’ya göre baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi düzenleyecek bir haktan söz edilemez. Çünkü Aristo’ya göre hakla ilgili bir kural eşit ve özgür kimseler arasında geçerli olabilir. Mutlak olarak babasına ait olan bir çocuk için haksız işleme uğradığına ilişkin bir iddia söz konusu olamaz. Fakat Aristo çocuğu bir

“şey” olarak da görmemekteydi. Çocukla baba arasında mutlak bir bağımlılık söz konusuysa da hiç kimse kendine karşı haksızca davranamayacağı kuralından hareketle kişi olarak bir değer taşımayan çocuğun babasına tabi olmasının hukuki sonucu olarak babası tarafından haksız fiile maruz bırakılması söz konusu olamazdı109.

Yunan Klasik döneminde iyi yetişmiş bir vatandaş olabilmesi için hali vakti yerinde olan tüm aileler çocuklarına eğitim aldırmışlardır. Ancak eğitim tüm sınıfları kapsayan bir hak değildi. Aristokrat sınıfına mensup erkek çocuklarının toplumda ayrıcalık kazanmalarını sağlayan ayrıcalıklı bir faaliyet olarak görülmekteydi110. Antik Yunan’da çocuk, yetişkinliğe henüz erişememiş “acemi insan” olarak görülmüştü; Yunanlılar bu

105 Emine AKYÜZ, Çocuk Hukuku, 2. Baskı, Pegem Akademi, Ankara, 2012, s. 19.

106 POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, s. 17.

107 de MAUSE, Lloyd Ed. The History of Childhood. Psychohistory Press, 1974, s. 26,

108 POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, s. 17.

109 BUMİN, Batıda Devlet ve Çocuk, s. 19.

110 Fatma BAĞDATLI ÇAM, “Eğitim Sisteminin Ortaya Çıkışı ve Antik Yunan Eğitim Anlayışının Temelleri”, Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 5, S. 2, 2016, ss. 629–643, s. 636.

acemileri “yola getirmek” için sopa kullanırdı. Platon ve Protogaras, çocuk eğitiminde sopa kullanılmasını onaylayan Yunan düşünürlerdendir111. Eski Yunanda, devletin ve kurumlarının gelişmesi çocukların ve çocuk haklarının korunmasının devlet elinde tutulmasına neden olmuştur112. Çocuklar üzerinde babanın velayet hakkı da tanınmıştır.

Çocuğun rüştüne kadar devam eden velayet hakkı mutlak bir hak olarak kabul edilmemekte zorunlu görülen bazı hâllerde bu hakka devletin müdahalesi kabul edilmekteydi113.

Askeri bir devlet niteliğindeki Isparta’da çocuklar devlete ait kabul edilmekteydi.

Doğan çocuk babası tarafından bağlı olduğu sitenin meclisine götürülür ve muayene neticesinde sağlıklı görülen çocuklar ailelerine iade edilirdi. Aileye iade edilen çocuk yedi yaşını doldurduğunda asker olarak yetiştirilmek üzere devlet kurumlarına alınırdı. Bu kurumlarda çocuklar, askeri disiplinin gereklerine uygun bir tarzda yetiştirilmekteydiler114.

Eski Roma ve Germen toplumlarında ataerkil aile yapısı egemendi. Tarıma dayalı toplumda aile kendi içine kapalıydı ve müşterek ve otokratik bir ekonomi birimi niteliğindeydi. Roma’da eski Yunan ve Isparta’nın aksine, devlet, aile egemenliğine müdahale etmiyor ve hatta aile içindeki patria potestas (baba hâkimiyeti) karşısında aciz kalıyordu. Roma hukukunda başlangıçta çocuklar aile babasının (pater familias) sınırsız hâkimiyeti (patria potestas) altında görülmekteydi115. Aynı zamanda bir çeşit aile yargıcı durumunda olan aile babası, suç işleyen, kusurlu, kötü davranışları olan aile çocuklarını

111 POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, s. 19

112 İNAN, Çocuk Hukuku, s. 4.

113 Sadri Maksudi ARSAL, Umumi Hukuk Tarihi, 3’üncü Baskı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1948, s. 134.

114 ARSAL, Umumi Hukuk Tarihi, s. 165 vd.

115 Şakir BERKİ, “Romada Aile Hukuku”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, 1957, ss: 111-117. s. 114; Özcan KARADENİZ ÇELEBİCAN, Roma Hukuku, Yetkin Yayınları, 13. Basım, Ankara, 2008, s.163.

yargılama ve cezalandırma yetkisine sahipti. Pater familiasın çocuğu üzerindeki yetkisi o denli geniş kabul ediliyordu ki pater familias, suçlu bulduğu çocuklarını dövebilir, hapsedebilir hatta öldürebilirdi. Pater familiasın çocuğu satmak, kiralamak, yeni doğmuş çocukları atmak ve öldürmek hakları da vardı116. Romanın eski devirlerinde baba hâkimiyeti, özel bir takım nedenlerle sona ermediği sürece, çocuğun bütün yaşamı boyunca hiçbir sınıra tabi olmaksızın devam etmekteydi117. Bu dönemde aile babasının mutlak yetkisine herhangi bir müdahale söz konusu değildi ve bu yetkileri denetleyecek bir otorite de yoktu118.

Eski Türklerde de, babaerkil bir aile düzeni vardı. Velayet babaya ait olmakla birlikte, babanın yokluğunda ana da bu hakkı kullanabilmekteydi. Uygurlar dönemine ait yazılı bir belgede borçlunun altmışaltın karşılığı oğlunu satışını konu alan Sözleşme’de, oğul üzerinde satın alanın bin yıl ve on bin gün hâkim olacağı, onu beğenirse kendi tutacağı beğenmezse başka kimseye satacağı yönündeki ifadelerden, çocuğun menkul bir mal gibi satış sözleşmesine konu edilebildiği ve satın alanın çocuk üzerinde süresiz bir tasarruf hakkı kazandığı ve yeniden satış sözleşmesi yapabileceği sonucu ulaşılmaktadır.

Dolayısıyla diğer geleneksel toplumlarda geçerli olan çocuğun babanın mameleki değerleri arasında kabul eden anlayış en azından Uygur hukuk sisteminde de geçerlidir119. Türk töresi ve kültürü gereğince evlatlar babaya itaat etmek ve sözünden çıkmamakla yükümlüydüler120. Evlat edinmeye ilişkin bir sözleşme metninde yer alan “eğer ben

116 ÇELEBİCAN, Roma Hukuku, s.163.

117 Kamil DOĞANCI- Fulya KOCAKUŞAK, “Eski Roma Ailesinde “Pater Familias” ve “Patria Potestas”

Kavramları”, Social Sciences Review of the Faculty of Sciences & Letters University of Uludag/Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 16, Sayı: 27, 2014, ss. 233-250, s. 235.

118 ÇELEBİCAN, Roma Hukuku, s. 169.

119 Çoşkun ÜÇOK - Ahmet MUMCU, Türk Hukuk Tarihi Ders Kitabı, İkinci Baskı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No. 455, Olgaç Matbaası, Ankara, 1981, s. 30.

120 İbrahim ONAY, “Eski Türk Toplumunda Aile Düzeni ve Bunun Dini, Siyasi Hayata Yansımaları”, International Journal of Social Science, Cilt 5 Sayı 6, 2012, ss. 347-357, s. 350; İlhan AKSOY,

“Türklerde Aile ve Çocuk Eğitimi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 4, Sayı 16, 2011, ss. 11-19, s. 12.

ileride evlenip de oğul ve kızlarım dünyaya gelirse dahi bunu (evlatlık alınan oğlanı) diğer oğullarıma eşit tutacağım, Ev hayatımda ne varsa hepsinden, oğullarım ne kadar çok olursa olsun, bu oğlana da hisse bırakacağım. Fakat oğlan büyüdükten sonra, onun çalışma gücünden yararlandığım hâlde ona oturulacak yeri ve yiyecek şeyleri sağlamazsam, ona karşı fena muamele edersem, o kendi dilek ve isteğiyle benden ayrılıp istediği yere gidebilecektir. … Ben ona kendi oğlum gibi muamele edeceğim, onu evlendireceğim, onun durumuyla ilgileneceğim. Fakat onu eğitirken gerekirse sertçe de muamele edebileceğim. Fakat ona karşı tarafımdan yapılan kanun, örf ve adetler ve nizama aykırı herhangi bir cebir ve zulüm niteliğindeki hareketlerim suç sayılacaktır.”

Öz evlat ile evlatlık arasından hukuki durum bakımından ayrım yapılmayacağını ortaya koyan bu ifadelerden hareketle; çocukların babaya karşı sorumlulukları olduğu kadar, babanın çocuklara karşı sorumlulukları olduğu ve çocuk üzerindeki yetkilerin kanun, örf ve adetler ve nizama aykırı olamayacağının kabul edildiği sonucuna ulaşmak mümkündür121. Dolayısıyla baba aile içinde mutlak otoriteye sahip değildir122. Babalık yetkisi kanun, örf ve adetler ile sınırlı bir yetki olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Türk toplumunda babaya ve oğula düşen ayrı ayrı vazifeler olduğu kabul edilmektedir. Bu yükümlülüğe örnek olarak babanın oğlunu evlendirme yükümlülüğü zikredilmektedir.

Baba bu yerine getirmez ise oğul babasından zorla masraflarını alabilirdi 123.

b. Çocuğun Haklarının Olduğunun Kabul Edilmeye Başlanması

Roma Hukukunda zamanla gücü artan devlet, giderek ailenin iç işlerine karışmaya başlamıştır. Cumhuriyetin kurulmasından sonra çocukların sorumluluk doğuran hukuki

121 Çoşkun ÜÇOK - Ahmet MUMCU, Türk Hukuk Tarihi Ders Kitabı, s. 32-33.

122 Abdülkadir DONUK, “Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 33, 1980,ss.147-168, s. 167-168.

123 AKSOY, Türklerde Aile ve Çocuk Eğitimi, s. 13.

işlemlerinden dolayı, babanın bazı koşullar altında sorumlu olması esası getirilmiştir124. Ana-baba ile çocuklar arasında karşılıklı nafaka yükümlülüğü getirilmesi de baba hâkimiyetinin bir miktar daha zayıflamasına yol açmıştır. Cumhuriyet döneminin son yüzyıllarında bazı hâkimler, babaların egemenlik haklarını kötüye kullanmalarını engellemek üzere önlemler almaya, suçlu görülen çocuklara baba tarafından verilecek cezaları kısıtlamaya başladılar. Klasik sonrası hukuk döneminde ise Hristiyanlığın da etkisiyle baba hâkimiyeti oldukça sınırlandırılmıştır. “Patria potestas”ın çocuğun yaşam hakkı üzerinde karar verme yetkisi İmparator I’inci Konstantin döneminde tamamen kaldırılmıştır. M.S. 374’te İmparator Valention ve Gration’un müşterek yönetimleri sonrasında çıkarılan bir kanun ile de reşit olmayan bir çocuğun öldürülmesi, kasten adam öldürme olarak cezalandırılmıştır. Hatta yeni doğan çocuklarını öldüren aile babaları ölüm cezasına çarptırılmaya başlamıştır. Bütün bu kısıtlamalara rağmen klasik devirde,

“pater familias”ın çocukları üzerinde hâkimiyeti devam etmekteydi. İmparator Valention,

“pater familias”ın tedip hakkı dışındaki cezalandırma haklarını da devlete devretmiştir125. 2. Çocuk Haklarının Tanınmasına Zemin Hazırlayan Toplumsal ve

Düşünsel Gelişmeler: Çocuğun Haklarından Çocuk Haklarına

Çocukların, üzerlerinde tasarruf edilebilen bir varlık oldukları anlayışının terkedilerek, bazı hakların korumasından yararlanabileceklerinin kabulü olarak değerlendirilebilecek gelişmelere rağmen, XVII’nci yüzyıla kadar, çocuğun hakları kavramından söz edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmelidir.

Nitekim farklı hukuk çevrelerinde çocuğun korunmasına ilişkin bazı hükümler kabul edilmekle birlikte, bunların çocuğun hak sahibi kabul edilmesi anlayışından uzak oldukları değerlendirilebilir.

124 Şakir BERKİ, “Romada Aile Hukuku”, s. 115.

125 ÇELEBİCAN, Roma Hukuku, s. 164.

a. Çocuğun Hak Öznesi Olarak Tanınması Yönündeki Toplumsal Gelişmeler XVII’nci yüzyıl Avrupası’nda toprağa bağlı üretim biçiminde meydana gelen çözülmenin geleneksel aile yapısına ve onun dayanaklarından biri olan geleneksel işbölümüne etkilerinden biri de, tarımsal üretim yaşamında boğaz tokluğuna “artı değer”

üreten çocuğu126 sanayileşmeyle birlikte tam zamanlı işçilere dönüştürmesidir127. Özellikle buharlı motorun ve pamuk işleme makinelerinin icadının, eskiden yetişkinlerin güç ve yeteneğini gerektiren işlerde, çocuk emeğinin kullanılmasını mümkün kılmasıyla birlikte çocukların altı, yedi yaşından itibaren dokuma tezgâhlarında, sekiz yaşından itibaren ise maden ocaklarında çalıştırıldıkları tespit edilmektedir128. Yine fabrikalardaki iş gücünün yaklaşık yüzde ellisinin, madenlerde ise yüzde otuzunun çocuklar tarafından sağlandığı ifade edilmektedir129.

Sanayileşme ile birlikte çocuğun emeğinin sömürülmesi, orta sınıfta yaygın olarak kabul edilmeye başlanan yeni çocukluk anlayışı ile çelişki içindedir. Fakat bu çelişki çocuk işçiliğinin sınırlandırılması ve sonunda da çocuk istihdamına son verilmesini talep eden hareketlere zemin hazırlanıştır. Bunun sonucu olarak bu dönemde çalışma süresini sınırlayan ve asgari istihdam yaşını belirleyen pek çok “çalışma yasası” yürürlüğe konulmuştur130. Nitekim 1833 yılında, Fabrikalarda Çocuk İstihdamı Hakkında Kurulan Kraliyet Komisyonu, çocukların çalışma sürelerini sınırlayan ve on üç yaşından

126 SEROZAN, Çocuk Hukuku, s.17.

127 Colin HEYWOOD, Childhood in Nineteenth-Century France: Work, Health And Education Among The ‘Classes Populaires’, Cambridge University Press, Cambridge, New York, New Rochelle, Melbourne, Sydney, 1988, s. 97, 125; SEROZAN, Çocuk Hukuku, s.17; POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, s. 72.

128 POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, s. 72; SEROZAN, Çocuk Hukuku, s.17, HENDRICK, Child Welfare, s. 22.

129 Peter N. STEARNS, “Child Labor in the Industrial Revolution”, içinde: Hugh D. HINDMAN (ed.), The World of Child Labor: An Historical and Regional Survey, ME Sharpe, New York – London, 2009, ss, 38-44, s. 38.

130 Harry HENDRICK, “Periods of History: Childhood and Child Work, c. 1800–Present”, içinde: Hugh D. HINDMAN (ed.), The World of Child Labor: An Historical and Regional Survey, ME Sharpe, New York – London, 2009, ss. 33-37, s. 35; Mehmet Semih GEMALMAZ, Devlet, Birey ve Özgürlük, Legal Yayıncılık, Birinci Bası, İstanbul, 2010, s. 219.

küçüklerin çocuk sayılmasını emreden bir yasal düzenlemeyi kabul etmiştir131. Çocukluğun insan yaşamının korunma gereksinimi duyulan özel bir aşaması olduğu yaklaşımı, “laissez faire” (bırakınız yapsınlar-müdahale etmeme) siyasetinin benimsendiği Victoria dönemi İngilteresi’nde dahi çocuk lehine devletin sisteme müdahalesinin meşru görülmesini sağlamıştır132. Çocukluk ile yetişkinlik arasında çalışma yaşamı bakımından ilk defa kesin bir yaş sınır öngören bu yasanın kabulü, çalışma yaşamına katılımında çocuğun özgürlüğünü sınırlandırarak çocukları sömürüden koruyan, ebeveynleri yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlayan ve çocuğun iyiliği adına ebeveynlerin velayetten kaynaklanan yetkilerine bizzat devlet eliyle yapılan müdahaleyi ilk defa meşrulaştırarak, çocuğa yönelik yeni bir yaklaşımın kabulünün ortaya çıkmasını sağlamıştır133. Ayrıca XX’nci yüzyılda çocuğun masumiyeti ideolojisi, artan çocuk istismarına yönelik farkındalığın artması ile birlikte, toplumsal ikiyüzlülüğü eleştiren kampanyalara vücut vermiştir134.

Çocuk işçiliğinin bu şekilde sömürülmesi gönüllü yardım inisiyatiflerinin ortaya çıkması ile de paralellik arz etmektedir ki bu inisiyatifler takip eden yüzyılda çocuğa yönelik refah devletinin kuruluşlarına vücut vereceklerdir135. Sanayi devriminin yol açtığı yoğun nüfus hareketleri beraberinde çok sayıda çocuğun terkedilmesi problemini getirmiştir. Yetimhaneler ya da çocuk yetiştirme yurtları, yardımlaşma hareketlerinin odaklandıkları en önemli konulardan biri olmuştur. Yoksulluk yasaları da “yitik çocuklar” ya da farklı bir deyişle “çocuk olma hakkı gasp edilmiş çocuklar”ın ihtiyaçları

131 Clark NARDINELLI, “Child Labor and the Factory Acts”, The Journal of Economic History, 1980, Vol. 40, No. 4, ss. 739-755, s. 741; HENDRICK, “Periods of History”, s. 35.

132 Jane HUMPHRIES, Childhood and Child Labour in the British Industrial Revolution, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, s. 174.

133 NARDINELLI, “Child Labor and the Factory Acts”, s. 741.

134 Peter N. STEARNS, “Child Labour in the Industrial Revolution”, s. 39; John CLARKE, “Histories of Childhood”, içinde: Dominic WYSE (ed.), Childhood Studies: An Introduction, Blackwell Publishing, Oxford, 2004, ss. 3-12, s. 9.

135 SANDIN, “Coming to Terms with Child Labor” s. 53.

doğrultusunda hükümler içeren düzenlemelerin izlerini taşımaya başlamıştır. Çocukların sömürüden ve tehlikeli durumlardan korunması “çocuk koruma” kavramına, diğer bir deyişle çocukların korunması gereken varlıklar olarak görülmesi anlayışına vücut vermiş ve bu anlayış çocuğa yönelik yaklaşımda XX’nci yüzyıla rengini vermiştir.

Çocukların korunması anlayışı kurumsallaşmış eğitimin, çocukların bilişsel ve fiziksel gelişimlerinin sağlanmasında önemli bir araç olarak görülmesini de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla eğitim, bir bakıma çocukların gelişim ihtiyaçlarının karşılanmasının araçlarından biri olarak görülmüştür. Zorunlu eğitim dönemi, çocuğun korunma, beslenme ve rehberlik ihtiyacı içinde olduğu bir dönemdir. Bu anlamda zorunlu eğitim aynı zamanda çocuğun statüsünde belirsizliğe de neden olmuştur. Nitekim özellikle büyük yaştaki çocuklar bakımından fiziksel olarak artık herhangi bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duymayan çocuk bağımlılıktan kurtulmuştur ama henüz yetişkin sayılmamaktadır. Anaokulundan başlayarak yirmili yaşların öncesine kadar devam eden eğitim dönemi, belli yaş dilimlerinde belli hak ve sorumluluklarının kademeli olarak tanınması suretiyle “arafta” bir statüye karşılık gelmektedir.

XIX’uncu yüzyılın ikinci yarısında çocuk emeğinin azaltılmasına ve sömürünün yumuşatılmasına ilişkin çalışma yasaları denen reformlar ve suç işleyen çocuğa özgü yargılama ve ıslah sistemlerine ve zorunlu eğitime ilişkin düzenlemeler birbirini takip etmiştir. Çocuk emeğinin azaltılmasını amaçlayan reformlar başlangıçta, çocukların tam zamanlı çalıştıkları için eğitilemediklerini, bu yüzden cahil ve vasıfsız yetişkin işçiler olarak kalarak endüstride verimsizliğe yol açtıkları düşüncesini savunan grupların çıkarları doğrultusunda yönlendirmişse136 de, toplumsal ve ekonomik yaşamın

136 Çocuk koruma hareketinin orta ve üst sınıflar arasında bulduğu desteğin nedenini bu sınıfların sahip oldukları imtiyazlı konumu sürdürmek amaçlarından beslendiği yolundaki görüşler için bkz. Anthony PLATT, “The Child Saving Movement and the Origins of the Juvenile Delinquency”, içinde: Paul M.

SHARP - Barry W. HANCOCK (eds.), Juvenile Delinquency Historical: Theoretical and Societal Reactions to Youth, 2. Baskı, Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey, 1998, ss. 3-18, s. 6; Eylem ÜMİT, Mekândan İmkâna: Çocuk Suçluluğunun Habitusu Ceza Ehliyet İlişkisi, Ankara Barosu, Ankara, 2007, s. 34.

olumsuzluklarına karşı hukuk yoluyla çocuğun korunması düşüncesine zemin hazırlamıştır. Çocuk koruma hareketinin etkilerinin yanı sıra, çocuk emeğinin kötüye kullanılmasına devlet müdahalesinin gerçekleşmesini sağlayan koşullar 1848 işçi hareketlerinin kazanımları içerisinde de değerlendirilmektedir137. Nitekim eğitim hakkı gibi sosyal hakların ilk olarak 1848 Fransız Anayasası ile yasal metinlere geçmesi, devlete sosyo-ekonomik sorunlar karsısında pasif kalmayarak bir takım faaliyetlerde bulunma ediminin yüklenmesi, sosyal refah devletinin ilk ayak sesleri olarak kabul edilmektedir138.

Çocuğu korumaya yönelik düzenlemelere rağmen çocukların yaşam koşullarında iyileşmenin beklendiği gibi olmaması üzerine, çocuğa yönelik anlayış değişikliğine ihtiyaç olduğu ve çocuğun gerektiği gibi korunabilmesi için çocuğun çıkarının öncelikli olarak göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde bir değişim belirmeye başlamıştır.

Özellikle common law hukuk geleneğine mensup ülkelerde aile hukuku alanında, özellikle de boşanma davalarında ya da velayet davalarında karara ulaşılırken göz önünde bulundurulan “çocuğun çıkarının öncelikle korunması ilkesi”nin çocuğa ilişkin tüm hukuki işlemlerde göz önünde bulundurulması gerektiği yönündeki değişim yeni hukuk sistemlerinde de izlenmektedir. Bu değişimin önemli göstergelerinden biri de pek çok ülkede “çocuğun yüksek yararı” ilkesinin yasal bir ilke olarak kabul edilmesi ve çocuğa ilişkin işlemlerde bir rehber olarak kabul görmesidir.

Çocuğun bir hak öznesi olarak kabulünün toplumsal-ekonomik ve hukuksal gelişimini kavrayabilmek için aydınlanma ile birlikte çocuğa ilişkin kuramsal yaklaşımlara da göz atmak gerekmektedir.

137 ÜMİT, Mekândan İmkâna: Çocuk Suçluluğunun Habitusu Ceza Ehliyet İlişkisi, Ankara Barosu, Ankara, 2007, s. 34.

138 KAPANİ, Kamu Hürriyetleri, s. 53, 54.

b. Çocuğa Yönelik Kuramsal Değişim

Kuramsal alanda çocuğun yasal statüsü konusunda Treatise adlı eserinde Locke siyasal iktidarın rasyonel bireylerin özgür olarak vermiş oldukları rızaya dayandığını kabul etmesine ve siyasal iktidarın babadan oğula geçmesi ilkesini reddetmesine rağmen babanın çocukları üzerinde otoriteye sahip olduğunu kabul etmektedir. Locke’un düşünce sisteminde çocuklar yetişkinlerin sahip oldukları haklara ehil olarak kabul edilmemektedir. Locke, çocukların kendilerine özgü ihtiyaçları ve çıkarları olduğunun kabul edilerek dövülmeksizin, horlanmaksızın, uygun davranış kuralları çerçevesinde makul ve akla uygun davranma yeteneği kazandırılmaları gerektiği görüşündedir.

Eğitimin amacının erdemli bireyler yetiştirmek olduğunu ileri süren Locke için erdemin temel niteliği, kişinin karakteri ve arzuları üzerinde rasyonel bir öz denetim kurulmasının sağlanmasıdır. Eğitimin sonucu olarak çocuğun muhakeme yeteneği kazanacağı, mantık kurallarına uygun olarak davranışlarını yönetebilecek olgunluğa erişeceğini ifade etmektedir139.

XVII’nci yüzyılda düşünce akımının önemli temsilcisi John Locke’un, “Eğitime Dair Bazı Düşünceler” (Some Thoughts Concerning Education) adlı eserinde çocuk eğitimine dair ortaya koyduğu görüşler “liberal ve modern” olarak değerlendirilmektedir.

Eserde ortaya konan görüşler çocuk merkezli eğitimin ilk manifestosu olarak nitelendirilmektedir140. Locke ayrıca devlet yönetimine ve bilginin kaynağına ilişkin yapıtlarında da çocukluğa dair görüşlerini ortaya koymuştur. Locke “Hükümetin İki Sözleşmesi” adlı eserinde sivil iktidarın, rasyonel bireylerin özgür iradeleri ile verdikleri rızaya dayandığını ileri sürmektedir. Locke siyasal konulara ilişkin rıza verme yetkisinin, babaya ait bir yetki olarak düşünülmemesi gerektiğine inanmakla birlikte, babanın çocuk

139 Ahmet ARSLAN, Felsefeye Giriş, Vadi Yay., Ankara, 1999, s.249-250.

140 ARCHARD, Children, Rights and Childhood, s. 1.