• Sonuç bulunamadı

Ġslâm medeniyeti, Müslüman olan milletlerin din, sanat, ilim ve toplumsal hayat gibi hemen her alanında köklü değiĢiklikler meydana getirmiĢtir. Tarihin eski dönemlerinden beri yaĢayan miletlerin köklü tarihi ile Ġslâmiyet‟i kabullerinden sonraki dönemleri kıyaslandığında, hayatın her alanında önceki dönemleri ile kıyaslanmayacak derecede ilerledikleri, kendi zamanlarında bilim, teknik, edebiyet, sanat ve diğer pek çok alanda çağdaĢlarını geride bıraktıkları anlaĢılmaktadır. Örnek verilecek olursak, Arap Yarımadası‟nda bir biri ile savaĢ hâlinde yaĢayan ve güzel Ģiir okumak dıĢında, pek bir meziyeti bulunmayan, “cahiliye” dönemini olarak adlandırılan dönemi yaĢayan kabileler, Ġslâmiyet ile birlikte dönemin en büyük ve teĢkilatçı devletlerini kurduklarını tarih yazmaktadır.239 Dört Halife Dönemi, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında ortaya konulan eserler ve Tekla ve Aziz Timoteus, o günlerin hatıralarındandır. Konya‟ ya bağlı Sille, Listra ve Kilistra yerleĢim yerlerinde bugün bile izleri bulunan antik yapılar mevcuttur. Bkz, Hasan Özönder, Dünden Bugüne Konya, (Kısaltma: Dünden Bugüne Konya), Konya BüyükĢehir Belediyesi Yayını, Konya, 2005, s. 96.

238 150-151 numaralı Konya Kadı Sicilinin 180-182. Sahifelerinde Sadreddin Konevi‟nin kütüphanesinde bulunan el yazmaları kitapların listesi verilmiĢtir. Kütüphane muhafızı Vizevizade‟nin mührüyle kayıt altına alınan toplam kitap sayısının iki yüz doksan dokuz olduğu belirtilmiĢtir.

Kitaplar içerisinde dinin akaid ve muamelat kaidelerini içerenlerin olduğu gibi; tıp, Kitab -ı Kamus, sarf ve nahv, Lügat-i Farisi, tasavvuf ile Türkçe ve Çağatayca Tefsir kitabı gibi eserler yer almaktadır.

Eserlerden birer nüsha olanların yanısıra bazı eserlerin birkaç nüshasının olduğu da dikkati çekmektedir. Bkz, H. Ahmet Arslantürk- M. Sait Türkhan, 150-151 Numaralı Kadı Sicilleri(1903-1907 ve 1898), KBġB Yayınları, Konya, 2012, s. 180-182.

239 Ġhsan Süreyya Sırma, “Asrı Saadet Öncesinde Mekke Toplumu” Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette Ġslâm, Edit. Vecdi Akyüz, Beyan Yayınları, Cilt: 1, s. 91.

54

toplumsal yaĢam tarzı olmasaydı, muhtemelen bugün batı medeniyeti karĢısında, övünebileceğimiz bir geçmiĢimiz olmayacaktı.240

Ġslâm toplumunda, cami ve medrese çevrelerinde halka Ģeklinde geliĢen Ġslâm Ģehrinin klasik yapısı günümüze kadar gelmiĢtir. ġehirlerin küçük birimleri olan mahallenin, bir mescit ya da cami etrafında Ģekillendiği Ġslâm Ģehrinde, toplumsal hayatın üzerinde kurulduğu temelin de ifadesi hükmündedir. Nitekim Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı döneminin derin etkilerini taĢıyan Konya‟nin her mahallesinin bir mescidi olduğu Hurufat kayıtlarından anlaĢılmaktadır. BaĢlangıçta 5-10 hâneden oluĢan bu mahallelerin zamanla kalabalıklaĢtığı, buna paralel olarak da, hayır sahibi bir kiĢi tarafından minber konulmak suretiyle birçok mescidin camiye çevrildiği ve büyütüldüğü yine belgelere yansımıĢtır. Ġleride Konya‟da mevcut Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemlerinde kalan ve tipik mescid-mahalle ve cami-mescid-mahalle örneğini sergileyen yapılar detaylı bir Ģekilde ele alınacaktır. Ancak burada kısaca Batılı bilim adamlarının Osmanlı Ģehrine bakıĢına bakmakta fayda var.

Özellikle Ġslâm ve batı Ģehirlerin kıyaslanması söz konusu olduğunda ilk akla gelen kiĢi Weber‟dir. Weber 1921‟de yayınladığı “The City” adlı eserinde241 yaptığı Batı kenti ve Doğu kenti kıyaslamasında, Doğu kentlerinin242 modern manada kent kategorisinde değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir.243 O, bir Ģehirde bulunması

240 Tarihi vesikalar, Cengiz Handan ve onun Asya‟da büyük bir Ġmparatorluk kurduğundan bahs eder.

Ancak GüneĢ‟e taptığı bilinen Cengiz Han ve onun halefleri zamanında herhangi bilimsel bir geliĢmeden ya da mimarı bir Ģaheserden pek bahs edilmez. Özellikle Ġslâm tarihinde mühim bir yeri ve aynı zamanda bilim merkezleri olan Buhara, Semrkant, Bağdat, NiĢabur gibi çağının çok ilerisinde olan Ģehirleri ve buralarda bulunan önemli tarihi eserleri ve dünya çapında kıymete haiz olan kütüphaneleri yakıp yıkmaları ile bilinmektedirler. Bkz, Gregory Abû‟l-Ferraç, Abû’l-Ferac Tarihi, Cilt: 2, Çev. Ömer Riza Doğrul, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1987, s. 505-506;

512-516; Moğolların Anadolu‟da yaptıkları katliamlar için Bkz, Halil Ġnalcık, “Osmalı Tarihine Toplu bir BakıĢ”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt: 1, s. 56-57.

241 Max Weber, The City (Trans. D. Martindale- G. Newirth), Gloncoe, New York, 1958; Türkçe Çevrisi: Max Weber, Şehir, Modern Kentin Doğuşu, Çev. Musa Ceylan, Yarın Yayıncılık, Ġstanbul, 2010.

242 Weber‟in doğu kentinden kast ettiği bütün Ortadoğu ve bütün Asya mı, yoksa sadece Ġslâm kentleri mi? Bu konuda Edwar said‟in Oryantalizm adlı eserinde açıklayıcı bir tanım bulunmaktadır. Ona göre,

“Doğu” kelimesi bütünüyle sadece “Doğu Asya” ile eĢdeğer kullanılmazsa veya genel anlamda uzak ve egzotik olanı tarif etmek için öne sürülmezse, derhal ve en kattı biçimde Müslüman Doğu‟yu ifade edecektir. Bkz, Edward Said, Oryantalizm, Çev. Nezih Uzel, Ġrfan Yayınevi, 4. Baskı Ġstanbul, 1998, s. 113.

243 Aslında Ġslâm ġehri‟nin batı Ģehri ile kıyaslamanın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Yukarıda da kısaca değinildiği gibi, Ġslâm Mahallesi genellikle bir mescid, cami ya da bir zaviye etrafında, bir bütünün parçaları Ģeklinde geliĢip, Ġslâm Ģehrini meydana getirmiĢtir. Yanı Ġslâm Ģehrinin temelinde Ġslâm Dini ve onun manevi ruhu vardır. Ġslâm Kanunu vardır. Ġslâm Ģehri aynı zamanda vakıf Ģehridir.

Ġnsanların ortak bir sanatı olarak, yaĢadıkları Ģehri, onların düĢünüĢ ve yaĢayıĢ tarzlarından bağımsız düĢünmek mümkün değildir. Selçukludan Osmanlıya ve diğer Ġslâm Devletlerinde insanların vakıf

55

gereken unsurların hepsinin Doğu kentlerinde mevcut olmadığını söyler.244 Dolayısıyla Doğu-Batı kentlerini kıyaslarken, kurmuĢ olduğu kent modelini, Batı kentinde görülen özelliklere göre biçimlendirmiĢtir. Buna karĢılık Ģehirlerin oluĢumunda bir Ġslâmi tarzın olup olmadığı konusunda sessiz kalmıĢtır. Diğer bir ifadeyle, Ġslâm Ģehirlerini kendi modeline oturmayan bir toplumsal ve fiziki yapı olarak gördüğü için dıĢlamıĢtır. Weber ayrıca Ġslâm dünyasında, Ģehirde yaĢayan unsurların, Ģehre ait bir kimlik oluĢturma gayreti olan ortak hedefler etrafında birleĢen değil, daha çok birbiriyle çatıĢan aĢiret ve kabilelerden teĢekkül ettiğini belirtir. Diğer taraftan kentte yaĢayan bu unsurların dayanıĢma yerine çatıĢmayı seçmelerini kentin fiziki yapısına ve Ġslâm'ın doğasına bağlar. Ona göre; Avrupa kentleri birbirinden farklılık gösteren özelliklere sahip olmasına karĢın, Müslüman Ģehirleri oldukça monolitik ve tekdüzedir. Bu durumun nedeni ise, Ġslâm hukukunun kent sakinleri ve kent dokusu üzerindeki egemen rolüne bağlamaktadır.245

Klâsik Batı Ģehrinin hukukî, siyasî ve iktisadî uygulamaları hakkında Pirenne ve Weber‟in görüĢleri genel olarak kabul görmüĢtür. Pirenne modern Ģehirlerin ortaya çıkmasını sağlayan geliĢme, Ģato ve dokunulmazlık taĢıyan yerlerin etrafında ortaya çıkan urbs nova, “suburbium” veya “fabourg”lar olduğunu belirtmektedir.

Ona göre buralarda yaĢayan soylu kiĢilerin yanı sıra, hizmetli veya bunun gibi hiçbir resmi sıfatı olmayan tüccar ve burjuvalar, belli bir bölgenin iktisadî ve ticarî faaliyetlerini elinde bulundurarak, zamanla yeni bir siyasî, iktisadî ve kültürel

kurumlarına bu denli sahip çakması ve adeta Ģehirleri bu müesseselerle ihya etmeleri, iyilik ve hayır yapma duygularından kaynaklanmıĢtır. Osmanlı dönemi vesikalarından bu durum açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır. Batı Ģehrinin temelinde ise Hıristiyanlık inancı ve materyalist Batı anlayıĢı yer almıĢtır. Dolayısıyla Batılı anlayıĢa göre, kilise ve katedrallerin yer aldığı bir Ģehir ile cami ve mescid‟in yer aldığı bir Ģehri bu noktada kıyaslamak yanlıĢ sonuçlar doğurur. Nasıl ki Müslüman evi ile Hırıstiyan evi farklı ise, mahalleleri de farklı olacak, Ģehirleri de farklı olacaktır. Kanaatimizce, burada bir eksiklik ya da fazlalık durumu söz konusu olmamalıdır. Nitekim ilim âleminde Ġslâm ġehri kavramının ilk defa Hz. Peygamber‟in “Yesrib” Ģehrinin ismini “Medine” olarak değiĢtirmesi ile ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Miladı 622 yılında gerçekleĢen hicret olayıyla ortaya çıkan bu durum, aslında “Medine ġehir Devleti” temellerinin atıldığı, ilk nüfus sayımının yapıldığı ve söz konusu tarihte, eĢine pek rastlanamayan ilk anayasanın yapıldığı, Ģehrin sınırlarının belirlendiği ve tarihe “Asr-ı Saadet” olarak geçen bir dönemin yaĢandığı bilinmektedir. Bkz, Mustafa Ağırman, “Asrı Saadette Ordu ve SavaĢ Stratejisi”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette Ġslâm, Edit. Vecdi Akyüz, Beyan Yayınları, Cilt: 4, s. 25; Celal Yeniçeri, “Asrı Saadette Devlet Bütçesi”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette Ġslâm, Edit. Vecdi Akyüz, Beyan Yayınları, Cilt: 3, s. 295.

244 Söz konusu Batı Ģehri‟nin unsurları olarak: Ġktisadi açıdan bir ticaret merkezi, Siyasal ve ekonomik açıdan bir kale ve garnizon, Ġdarı açıdan bir yargı kurumu, Toplumsal açıdan yemine dayalı bir konfederasyon‟un varlığını gerekli görülmektedir. Bkz, Weber-Tönnies-Simmel, Şehir ve Cemiyet, Yayına Hazırlayan: Ahmed Aydoğan, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul, 2010, s. 147.

245 Erol Özvar - Arif Bilgin, “ġehir Yönetimi ve Tarihi Üzerine”, Selçukludan Cumhuriyet‟e ġehir Yönetimi, Türk Dünyası Belediyeler Birliği Yayınları, Ġstanbul, 2008, ss. 16.

56

organizasyonu ortaya çıkarmıĢlardır. Tüccar ve burjuvanın eseri olan modern Batı Ģehirleri, bu kiĢilerin kontrolünde kendi beledî örgütlerine sahip olabilmiĢlerdir.246

Aslında benzer durumun Ġslâm devlet ve toplumları için de geçerli olduğu görülmektedir. Ġslâm devletlerinde merkezi devletlerin çok güçlü oldukları dönemlerde, devletin güçlü konumuna rağmen kentlilerin kentsel yönetimin sadece muhatabı olmayıp bizzat uygulayıcıları olarak ta görev üstlendikleri bilinmektedir.

Fakat onların bu görevlerini yürütürken, kentsel iradeyi temsil etmede gösterdikleri etkinliğin devletin istikrar ve kuvvet açısından o anki siyasi duruĢu ile yakından alakalı olduğu anlaĢılmaktadır. Yine değiĢik alanlarda faaliyet gösteren ve kentte alt grupların yönetilmesinde önemli rol oynayan mesleki örgütler, kent yönetiminde merkezi otorite temsilcilerinin en önemli yardımcıları konumundaydılar. Merkezi otoritenin zayıfladığı veya kaybolduğu zamanlarda ise bu yerel örgütlerin liderleri kent yönetiminin daha aktif aktörleri hatta bir süre sonra kentin resmi idarecileri olarak ortaya çıktıkları anlaĢılmaktadır.247 Nitekim Anadolu Selçuklu Devletinin Moğollar tarafından yıkılma sürecine itilmesi ve taht kavgalarının baĢ göstermesi üzerine BaĢkent Konya‟da ve devletin diğer Ģehirlerinde Ahi teĢkilatlarının yönetimi ele aldığı, hatta bazı durumlarda Ģehri savundukları bilinmektedir.248 Aynı Ģekilde Moğollar Kayseri Ģehrini muhasara edip, Ahi ve Bacılara ait sanayi sitelerini yağmalayıp, ateĢe verdiklerinde de Ahilerin direniĢe geçtikleri ve Ģehri savundukları, Moğollara ağır zaiyat verdirdikleri bilinmektedir.249

Ancak Weber, Gerçek anlamda kentlerin ancak Avrupa'da oluĢtuğunu, kentin topluluk hareketi olmaktan çok toplumsal bir hareket olduğu kanaatinde‟dir. O, Doğudaki kentlerin, Batıda olduğu gibi, özerk siyası güce sahip, kendi kanunlarını çıkartan ve özel mahkemeleri olan birimler olmadığını savunmaktadır. Weber, Batı kentlerinin özerkliği ile Avrupa kapitalizminin oluĢumu arasında iliĢki kurmuĢtur.250 Benzer bir yaklaĢımın, Ortaçağ Kentleri çalıĢmasında, Henri Pirenne tarafından da

246 Ahmet Köç, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda Ümera Vakıfları ve Kentsel GeliĢim: Mahmud PaĢa Vakıfları ve Ankara Örneği, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anablim Dalı, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ankara, 2009, s. 6-7.

247 Resul Ay, “XIII-XIV. Yüzyıl Anadolu‟sunda Kentsel Yönetim ve Kent Toplumunda Otorite ĠliĢkileri”, Tarih AraĢtırmaları Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 32, (2002), s. 21-46.

248 Ġbn-i Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iyye Fi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçuk name), Cilt: II, Çev. Mürsel Öztürk, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996, s. 51-52; Ayrıca Bkz, Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum, (Kısaltma: Anadolu Bacıları Teşkilatı), Konya Ticaret Odası, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, Konya, 2008, s. 19,74.

249 Age, s. 73.

250 Fuat Güllüpınar, “Kent Sosyolojisi Kuramları Üzerine Bir Literatür Değerlendirmesi”, ÇağdaĢ Yerel Yönetimler, Cilt: 21, Sayı: 3, Temmuz 2012, s. 6.

57

savunulduğu görülmektedir. Pirenne‟ye göre, Kentlerin doğuĢu, Batı Avrupa'nın tarihinde yeni bir dönemin baĢlangıcı olmuĢtur. O zamana değin toplum yalnızca iki etkin düzen tanımıĢtı: rahipler sınıfı ve soylular. Rahipler sınıfı ve soylular sınıfı ile birlikte hareket eden orta sınıfın kırsal kesim üzerinde olan etkileri ve ayrıcalıklarının azalması, kent gruplarının oluĢumu, çok kısa zamanda, kırsal bölgelerin ekonomik örgütlenmesini de altüst etti. Söz konusu durum bir süre sonra Kapitalist olarak nitelenilebilecek yeni bir sınıfın ortaya çıkmasını sağlamıĢtır ki, bu sınıf oldukça büyük tutarlarda yerel yönetimlere borç para vererek, siyasal yaĢama katılma olanağı da elde etmiĢtir.251

Söz konusu Weberci yaklaĢım genel kabul görmüĢ olsa da, bu yaklaĢımı benimsemeyen çalıĢmalar da mevcuttur.252 Edhem Eldem, Danıel Goffman ve Bruce Masters tarafından yazılan, Doğu ile Batı Arasında Osmanlı Kenti: Ġzmir, Halep ve Ġstanbul adlı eserde, söz konusu kentlerin sadece Osmanlı kenti veya Arap kenti olarak tanımlanmasının doğru olmadığını belirtmektedirler. Ayrıca, Ġslâm Ģehri tanımının da bu kentleri ifade etmeyeceğine dair hâkim bir görüĢ mevcuttur. Her ne kadar yazarlar, itiraz ettikleri Weber'in tezine karĢı bir model önerisinde bulunmayacaklarını belirtmiĢlerse de, her Ģehrin kendi özgüllüğü içinde çalıĢılması gerektiği sonucuna varmıĢlardır. Çünkü yaptıkları çalıĢmada her Ģehrin özgün özellikleri olduğu ve bu tekilliğin sadece eserde araĢtırılan üç Ģehirle sınırlı olmadığı, diğer Ģehirleri de kapsadığı tespit edilmiĢtir. Dolayısıyla ne Avrupa Ģehir tipinden hareketle Ġslâm dünyasındaki kentleri, ne de Ġslâm dünyasındaki Ģehir tipinden hareketle Avrupa kentlerini tanımlamanın doğru olmadığı kanaatındeler. Modeller inĢa ederek veya yalnızca kuramdan yola çıkarak yapılan çalıĢmalarda bu özgüllüklerin kaybolduğunu belirtiyorlar.253 Benzer yaklaĢımın Suraiyya Faroqhi tarafından da ileri sürüldüğü görülmektedir. Faroqhi, bugün bir kentin temel özelliği olarak görülen belediye, kent hukuku, belediye meclisi gibi kavramların kent bilincinin varlığı için zorunlu önkoĢullar olmadığı, kenti bir bütün olarak gören Osmanlıların, aynı kentlerde yaĢayanların kendilerini bir kentin hemĢehrisi olmaktan

251 Henri Pirenne, Ortaçağ Kentleri, Çev. ġadan Karadeniz, ĠletiĢim Yayınları, 13. Baskı, Ġstanbul, 2014, s. 157-165.

252 Bkz, Edhem Eldem, Danıel Goffman ve Bruce Masters, Doğu ile Batı Arasında Osmanlı Kenti:

Halep, İzmir ve İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara, 1997; Rana A. Aslanoğlu, Kent, Kimlik ve Küreselleşme, Ezgi Kitabevi, 2. Bsk., Bursa 2000; Ayda Yörükan, Şehir Sosyolojisinin Temelleri, Ankara, 1968; Hüseyin Bal, Kent Sosyolojisi,Turhan Kitabevi Yay., Ankara, 1999.

253 Erol Özvar - Arif Bilgin, agm, s. 20.

58

önce bir dini cemaatin mensubu olarak gördüklerini belirtmektedir.254 Doğan Kuban, Ġslâm ġehrini konu edindiği makkalesinde, Ġslâm Ģehrini fiziksel, sosyal ve kültürel noktada incelemiĢtir. Ona göre Ġslâm Ģehrinin fiziki olarak Ģekillenmesinde coğrafyanın çok büyük etkisi olmuĢtur. Ayrıca ortada cami ve çevresinde geliĢen mahalle ve merkezi cami etrafında geliĢen Ġslâm Ģehrinin benzeri Roma ve Batı dünyasında da görülmektedir. Kültürel açıdan bütün Ġslâm Ģehirlerinin en büyük özelliliğinin, politik bir bilinçten ve kendi kendini idare etme fikrinden yoksun olmalarıdır.255 Bernard Lewis, Ġstanbul ve Osmanlı Uygarlığı adlı eserinde, Ortaçağ Ġslâmlığinin herĢeyden önce bir kent Ġslâmlığı olduğunu ve Osmanlı Devletinde bir dizi varlıklı kent‟in mevcut olduğunu belirtmektedir. Ancak Ġslâm hukuku‟nun ve dolayısıyla Ġslâm yönetim anlayıĢının bir kenti hiçbir zaman kent olarak tanımadığı belirtmektedir. Ona göre bu durumun asıl nedeninin Ġslâm Dininin herhangi bir tüzel kiĢiliği kabul etmemesi ve temsilci kuruluĢlara yer vermemesidir.256 Sevgi Aktüre, Anadolu ġehri için tek bir 'tip' veya 'model' bulunmaması ve farklı Ģehir modellerinin olması dolayısıyla, bütün Osmanlı kentleri için geçerli olabilecek genel bir Ģehir tasavvuru yerine daha çok kültürel birliği esas alan ve hem zaman hem de mekân olarak daha dar alandaki kentleri kapsayacak Ģekilde yapılacak bir değerlendirmenin daha doğru sonuçlar vereceği kanaatindedir.257 Dolayısıyla yazar, bütün Ġslâm Ģehirleri böyledir, ya da bütün Batı Ģehirleri böyledir demek yerine, kentsel kültür benzerliğini ele almanın daha doğru olduğu savını desteklemektedir. Maurıce M.

Cerası, Osmanlı Kenti adlı eserinde, Osmanlı kenti‟nin diğer Müslüman kentlerden ayırt edilmesini sağlayan özgün bir biçim ve kendine has bir anlamının olduğunu belirterek, nasıl ki klasik antikite258 ve kilise yasalarının yanısıra ahlak ve kiliseye bağlı kurumlar, Batı ve onun kültürlü sınıfları için ne anlam ifade ediyorsa, Osmanlı kentleri için de Arap ve Ġran edebiyatı, Kur‟an-ı Kerim, aydın düĢünce ve Müslüman Doğunun popüler efsaneleri de aynı Ģeyi fade ettiğini belirtmektedir.259 Sair yerlerde

254 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Ortaçağdan Yirminci Yüzy ıla, Çev. Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 181-182.

255 Doğan Kuban, “Anadolu-Türk ġehri, Tarihi GeliĢmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri Üzerinde Bazı GeliĢmeler”, (Kısaltma: Türk ġehri), Vakıflar Dergisi, Sayı: 7, 1968, s. 54-55.

256 Bernard Lewis, İstanbul ve Osmanlı Uygarlığı, Çev. Nihal Önal, Varlık Yayıevi, Ġstanbul, 1975, s.

148.

257 Sevgi Aktüre, “17. Yüzyıl BaĢından 19. Yüzyıl Ortasına Kadarki Dönemde Anadolu Osmanlı ġehrinde ġehirsel Yapının DeğiĢme Süreci”, METU. Jaurnal of the Faculty of Architecure, Volume: 1, Number: I, Spring 1975, s. 102.

258 Tarihte ilk Çağ, antik devir.

259 Maurıce M. Cerası, Osmanlı Kenti, Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. Ve 19. Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve Mimarisi, Çev. Aslı Ataöv, YKY, Ġstanbul, 1999, s. 23.

59

değinildiği gibi, içinde bulunulan kültür coğrafyasının, o yerin Ģehir kültürünü ve mimari yapısını etkilememesi düĢünülemez. Dolayısıyla her bir kültür coğrafyasındaki kentin kendine ait özgün bir yapısının olması tâbiîdir. Ġnalcık, Weber ve takipçilerinin Ġslâm kentine dönük yaptıkları değerlendirmeleri öncelikle metodolojik çerçevede tenkit ederek, yapılan değerlendirmelerde ilgili kentlerin tarihine yönelik ciddi referans sıkıntılarının olduğuna belirtmiĢtir. Ġnalcık, Osmanlı kentlerinde fiziksel, toplumsal ve ekonomik mekânların düzensiz, karmaĢık ve bilinçsizce kuruldukları iddiasının aksine, Ġslâm inanç ve kültüründen esinlenerek bilinçli bir planlamaya veya örgütlenmeye konu olduklarını dile getirmiĢtir.260

Sonuç olarak, Ġslâm ve Batı kentlerini karĢılaĢtırmanın hem metodolojik hem kültürel hem coğrafi hem de dini açıdan bir takım sakıncaları olduğu ortadadır. Ġbn-i Haldun‟un belirttiği gibi, tarih boyunca Ģehirler uygarca ileri ve medeni geliĢmelerin yaĢandığı yerler olmuĢtur.261 Ġslâm toplumlarının uygarlık noktasında ileri oldukları zamanlarda inĢa ettikleri Ģehirlerin de, nispette ileri ve geliĢmiĢ oldukları bilinmektedir.262 Ancak Ġslâm dini, cemiyet hayatını düzenleyip ittihadı Ġslâmı esas aldığından bunun topluma dolayısıyla kent yaĢamına yansıması da bu yönüyle olmuĢtur. Yani Weber‟in belirtiği gibi, her bir Ģehrin kendi baĢına otonom olması, aynı zamanda kendi kendini yönetecek ve idare edecek bir anayasasının olmasını da gerekli kılmaktadır. Ġslâm fıkhı yani anayasasının bir ve tek olması, bilinen klasik Ġslâm Ģehir yapısını ortaya çıkardığı düĢünülmektedir. Nitekim her bir idari birimin baĢında Ġslâm fıkhını uygulayan kadılar‟ın olması -ki bu kadı aynı zamanda örfün de uygulayıcısı idi- merkezi bir idareden çok, âdemi merkez bir idareyi çağrıĢtırmaktadır