• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUM

4.1. Kemalizm

4.1.1. Çocuk Romanlarında Kemalist Söylem

4.1.1.3. Osmanlı

Cumhuriyet'i kuran Kemalistler, dini referanslarla oluşan uygulamaların gelenekselleşerek Osmanlı'daki devlet düzenine dönüştüğü fikrine sahipti. Onlara göre bu yapı modernleşmenin önündeki en büyük engeldi. İncelediğimiz romanlarda bu görüş çerçevesinde Osmanlı'daki düzene ait uygulamaların eleştirildiğini görürüz. Mahmut Yesari'nin Bağrı Yanık Ömer (1930) isimli kitabını bu bağlamda ele alıp tespitlerde bulunabiliriz. "Yurdumun çocuklarına" ithafı ile yayımlanan bu romanın günümüzde de basılmaya devam etmesi ve 100 Temel Eser listesinde yer alması kitabı tercih etmemizin sebepleri olmuştur. Romanda Ömer'in annesinin ve babasının boşanma süreçlerinin Ömer'e olan etkileri anlatılır. Boşanma sürecinde iki taraf da türlü oyunlarla kadıyı kendi tarafına çekip Ömer'i almak ister. Boşanma sonrasında ise anne ve baba başka kişilerle evlenir. Ömer ebeveynlerinin tekrar evlenmesi sonucu üvey anne ve babasının kötü muamelesine maruz kalır. Onu anlayan tek kişi ise Hacı Hafız lakaplı bir yetişkindir.

Romanda dikkati çeken en önemli unsur kadı üzerinden Osmanlı'daki düzene yöneltilen eleştirilerdir. Romanda kadı, adaleti temsil etmesi gerekirken hırsına yenik düşen ve türlü oyunlar çeviren bir devlet görevlisi olarak anlatılır: "Kadı Habip Molla

ile Tekeli ağalarının öteden beri araları açıktı. Kadı, eline geçecek bir fırsatı dünyada kaçırmaz, öç almak için tırnağını takar, kara kaplı kitabı soldan sağa, sağdan sola bildiği, dilediği gibi çevirir, çok çeşitli kararlar alır, hükümler verirdi." (s.81).

Romanda kadı efendinin düzenbazlığı, adaletsizliği birçok yerde vurgulanmaya devam eder. Bunlardan biri de kadının davayı uzatması ile ilgili bölümlerde anlatılır: "Ben

38

göründüğüne bakma. İki tarafla da zevkleniyor o. Davayı uzattıkça uzatmasından anlasana bir yol… Dava açılalı dört ayı geçiyor ama ne oldu? Daha bir arpa boyu yol ilerlemedi, iğne ucu yürümedi. Bu gidişle de ilerleyeceği, yürüyeceği de yok." (s.108).

Yazar romanında adaletsiz molla kadı efendinin karşısına "Hacı Hafız" lakaplı İsmail'i koyar. Köyün en itimat edilen kişisi olan İsmail, dedesi ve babasının hacı ve hafız olmasından dolayı bu lakabı almıştır. Romanda İsmail'in gerçek hacı ve hafızlardan daha bilgili ve güvenilir bir insan olduğu söylenir: "Ona çocukluğundan

beri Hacı Hafızların İsmail dene dene adı Hacı Hafız olup kalmıştı. Fakat sekiz kere hac yolunu tepenler, dünyayı onun kadar iyi bilemezlerdi. Kur'an'ı seksen kez hatmedenlerin Kur'an'a onun kadar akılları ermezdi." (s.63). Molla olan kadı, din ve

hukuk eğitimi alan bir kişi olmasına rağmen hakkaniyetli davranmaz. Onun çıkarcılığından dolayı toplumda adalet tam olarak tesis edilemez. Buna rağmen Hacı Hafız lakaplı İsmail gerçekten sağduyulu ve adaletli biridir. Yazar onun bu özelliklerinden dolayı kadı olabilecek yeterlilikte olduğunu Sarı Süleyman'a söyletir:

"Hafız, senin bu işlere aklın eriyor, hani yüzüne karşı söylemek gibi olmasın, ama sen kadı olacak adammışsın." (s.109).

Hacı Hafız bilgili olmasının yanı sıra dini hassasiyeti de olan biridir. Romanda birçok yerde Hacı Hafız'ın abdest alıp namaz kıldığı bilgisi verilir. Bu durum yazarın mollalar üzerinden dini bilgiyi değil, Osmanlı Devleti'nin adalet mekanizmasındaki temsilcisini eleştirmek amacında olduğunu yorumlamamızı sağlamaktadır.

Osmanlı Devleti'nin eleştirildiği bir diğer roman 87 Oğuz'dur. Romanda geri kalmışlık Osmanlı dönemi ile özdeşleştirilirken "yeni, modern" olan Cumhuriyet'in simgesi olarak verilir. Oğuz İstanbul sokaklarında Gençlik Marşı'nı söyleyerek neşeli adımlarla yürürken birden deve katarını görür. Bu katar ona Osmanlı'yı hatırlatır. Hemen ardından yolun köşesinden bir kamyon gelir. Balat'taki kumaş fabrikasından gelen yük otomobili de geçip gider. Kamyon ve otomobil ise onun yeni Türkiye'yi düşünmesine sebep olur.

Mustafa Atatürk'ün Romanı'nda Osmanlı eleştirisinin mekteplerdeki hocalar

üzerinden yapıldığını görürüz. Romanda Osmanlı mekteplerinde eğitim faaliyetlerini yürüten hocalar uygulamaları ile çağ dışı oldukları kadar fiziksel özellikleriyle de kötüdür. Örneğin Mustafa Kemal'in mahalle mektebindeki hocası kocaman ellidir ve

39

kalın bir sese sahiptir: "Öğretmen, kocaman elleriyle kitabın ilk sayfasını açtı. Kalın

sesiyle Mustafa'ya: Ben ne dersem sen de onu diyeceksin! dedi." (s.14). Mahalle

mektebinde hoca yaramazlık yapan çocukları falaka ile cezalandırır. Çocukların sesleri, bağırışları dışarıdan duyulmasın diye diğer çocuklara yüksek sesle ilahi söyletir. Mektep hocası kadar Arapça hocası da kötü bir imaj çizmektedir. Herkesi korkusundan tir tir titreten, adaletsiz ve şiddet uygulayan bu hoca, romanda Mustafa Kemal'i haksız yere cezalandırır ve onun okulu bırakmasına sebep olur.

Görüldüğü üzere Çalapala, Osmanlı dönemindeki eğitim uygulamalarını kötü ve çağ dışı olarak nitelendirerek eğitim sistemi üzerinden Osmanlı eleştirisi gerçekleştirmektedir. Çalapala eleştirisine Osmanlı padişahları üzerinden devam eder. Romanda padişah dilediğini yapan, halkı ezen, hürriyet kelimesini yasaklayan bir yönetici olarak verilir: "Padişah dilediğini yapıyor… Hürriyet kelimesini sözlüklere

bile yazmak yasak!.. Yurdumuzu padişahlık yönetiminden kurtarmak için Şam'da bir birlik kurdum…" (s.41).

Romanda II. Abdülhamit ülkeyi kötü yöneten, demokratik yönetime karşı ve muhaliflerine eziyet eden bir padişahtır: "Senin gibi serbest kafalı bir çocuk zabit olur

da padişahın hoşuna gider mi sanıyorsun? Abdülhamit öyle nice uyanık gençlerin canına kıydı" (s.27). "Ne sandın ya? dedi. Abdülhamit tahta çıkıncaya kadar herkesin yüzüne güldü. Millete hürriyet vereceğim diye kandırdı. Sonra mebuslar meclisini kapattı, o meclisi açmaya önayak olanları da zindanlarda…" (s.28).

Kitapta Abdülhamit'ten sonra gelen padişahlar da milleti ve devleti için sorumluluk almayan yöneticiler olarak tanımlanır. Son padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı bitince bir İngiliz gemisine binip memleketten kaçar: "Zaten son padişah

Vahdettin, Türk ordusu zafere erdikten sonra, bir İngiliz gemisine binip memleketten kaçmak küçüklüğünü de göstermişti..." (s.94).

Osmanlı eleştirisi padişahların ardından Osmanlı dönemindeki paşalar üzerinden devam eder. Romanda Türk köylüsü Osmanlı döneminde görev almış paşalara karşı hınçla doludur, onları geçtiği yerde ot bitmeyen kişiler olarak tanımlayıp öfkesini belirtir. Türk köylüsü Padişah Abdülhamit'ten ve onun istibdat uygulamasından da nefret eder. Saltanat taraftarlarının hiçbir şekilde Atatürk tarafından yürütülen Millî Mücadele'ye dahil edilmesini istemez.

40

Alıntılarda görüldüğü üzere, romanlarda Osmanlı Devleti padişahlar, paşalar, mektep hocaları ve devleti temsil eden kadı gibi bürokratlar üzerinden eleştirilmiştir. Padişahlardan Vahdettin ve Abdülhamit; kaçan, halkını düşünmeyen yöneticiler olarak tasvir edilirken Osmanlı'nın eğitim sistemi ve öğretmenleri çağın gerisinde kalan unsurlar olarak çizilmiştir. Tüm bu anlatılanlar ile Osmanlı'nın düzgün işlemeyen bir devlet mekanizmasına sahip olduğu yergisi yapılmaktadır. Buna ek olarak Osmanlı deve katarı sembolü üzerinden geri kalmış bir devlet olarak ele alınmıştır.