• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUM

4.1. Kemalizm

4.1.1. Çocuk Romanlarında Kemalist Söylem

4.1.1.6. Halkçılık

Cumhuriyet'in en önemli ilkelerinden biri halkçılıktır. Cumhuriyet'in kurucu kadrosu bu dönemde ayrıcalıksız, Cumhuriyet ilkelerinde birleşmiş, eşit bir toplum oluşturma idealindedir.

87 Oğuz romanında bu idealin bir örneği görülür. Oğuz, kendisine küçük

olduğu için baskı kuran beşinci sınıflara çok kızar. O hiç kimsenin üstün olmadığına, herkesin eşit olduğuna inanır. Yazar Oğuz'un dilinden toplumdaki eşitlik idealine vurgu yapar: "Herkesle senli benli olan ve hiç kimsenin kendisinden daha üstün

olduğuna inanmayan Oğuz, bu beşinci sınıfa çok kızıyordu." (s.21).

Romanda eşitlik daha çok zengin ve fakir çocuklar üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Zengin bir aileden gelen Selim yoksulların çoğunlukta olduğu bir okula gittiğinde annesi, öğretmenden Selim'e daha özenli muamelede bulunmasını ister. Öğretmen ise herkese eşit davrandığını vurgular: "…Biz bu dikkati yalnız sizin

çocuğunuza değil, memleketin bütün çocuklarına veriyoruz. Kendisi de görecek ya, onu sınıfta 48 tane candan arkadaş bekliyor. İçlerinden pek çoğu belki fakirdir, belki biraz yaramazdır. Fakat en yaramazı, en fakiri bile tam bir çocuktur. Çocuk deyince benim aklıma dünyanın en güzel ve en iyi mahlukları gelir!.." (s.40-41).

45

Sınıfsal eşitliğin yanı sıra romanda Cumhuriyet ideallerinde birleşmiş bir toplum oluşturma fikri de hâkimdir. Zengin olan Selim güçsüz bir vücuda ve parlak olmayan bir zekaya sahiptir. Onun bu özellikleri ile Cumhuriyet'i koruyacak yeterlilikte olmadığı söylenir. Oğuz ise fakir ve yaramaz olmasına rağmen zekiliği ve gürbüzlüğü ile Cumhuriyet'in gelecekteki koruyucusu olarak nitelendirilir. Birbirlerinden hiç hoşlanmayan zengin Selim ve fakir Oğuz romanın sonunda çok iyi arkadaş olarak olumlu yönlerini birbirlerine aktarırlar. Romanda bu durum "birbirini

tamamlayan iki çocuk" olarak geçer. Böylece Cumhuriyet ideallerinde yurttaşların

eşitliği gerçekleşmiş olur.

Mustafa Atatürk'ün Romanı'nda da eşitlik ile ilgili unsurlar göze çarpar. Romanda Osmanlı'nın geleneksel mekteplerinde öğrenciler arasında eşitliğin sağlanamadığı, buna karşın Batılı tarzda eğitim veren askeri okullarda eşit bir anlayışın olduğu bilgisi yer alır. Mustafa Kemal'in, mektepte okurken uğradığı bir haksızlık sonucu askeri okula gitmek istemesi bunu göstermektedir. Mustafa Kemal annesine askeri okulu şöyle anlatır: "Orada herkes bir tutuluyormuş. Çocuklar arasında ayrılık

gayrılık yokmuş. Zengin, fakir kim çalışırsa kazanıyor- sınıf başı- oluyormuş. Sıkı bir terbiye varmış…… Haksız yere dayak atan, söven yokmuş…" (s. 27). Yazar bu sözler

ile Mustafa Kemal'in daha çocukken eşit bir halk idealinde olduğunu göstermek istemiştir.

Cumhuriyet'in ilk döneminde halkçılık çerçevesinde geliştirilen en önemli politikalardan biri köycülüktür. Dönemin yöneticileri aydınlanmaya ve kalkınmaya öncelikle köylerden başlanılması gerektiği inancındaydılar. Mustafa Atatürk'ün

Romanı'nda bu düşüncenin yansımalarını görebiliriz. Romanda Türk köylüsü

Osmanlı'nın yüz çevirdiği bir halk kitlesi olarak görülür. "Köylü, bütün varını, yoğunu

vergi diye devlete vermiş, yıllarca kanını su gibi akıtmıştı. Hasta, zayıf, acınacak kadar geri, çıplak denecek kadar yoksuldu. Yalnız bir varlığı vardı: Damarlarındaki Türk kanı!" (s.95). Bu bölümde Türk köylüsünün milliyetçilik ekseninde soya dayalı olarak

tanımlandığını da görürüz.

Ülkenin kalkınmasının köylünün bilinçlenmesine bağlı olduğu fikri Atatürk'ün sözüne atıf yapılarak verilir: "Fakat Gazi Mustafa Kemal, herkesten çok bu köylüye

46

inanıyor, her işte ona güveniyordu. Köylü milletin efendisidir, derdi." (s.95).

Atatürk'ün bu sözü romanda birkaç kez tekrarlanır.

Romanda Türk kelimesi millet ile birlikte kullanıldığı kadar "köylü" sözcüğü ile de yan yana getirilmiştir. Türk milletini oluşturan nüfusun büyük çoğunluğunun köylü halk olması milliyetçi ve halkçı düşüncenin birbirini tamamlayan iki ilke olmasına sebep olmuştur.

Köycülük anlayışını ele alan, hatta temel kurgusunu bu anlayış üzerine kuran diğer bir roman Talip Apaydın'ın Dağdaki Kaynak kitabıdır. Köyde yetişmiş ve Köy Enstitüsünden mezun olmuş biri olarak Apaydın, toplumun kalkınmasının gerçekleşmesi için nüfusun temelini oluşturan köylünün bilinçlenmesi gerektiğini savunur. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yer alan bu fikrin toplumcu gerçekçi yazarlar tarafından da ele alındığını söyleyebiliriz. Birçok araştırmacının da dediği gibi toplumsal gerçekçilerin köy romanları ile Kemalizmin köycülük anlayışı bu iki görüşün yakınlaştığı nokta olarak değerlendirilmiştir.

Romanda köylünün milletin temeli olduğu düşüncesi verilir. Aydın'ın babası Atatürk'ün sözünden yola çıkarak Aydın'a köylüler ile ilgili telkinde bulunur: "Benim

babam da köylü. Hep köyleri anlatır bize. Köylüler devletimizin temeli imiş." (s.8). Dağdaki Kaynak romanında doğa güzellikleriyle bezenmiş, saf, temiz bir yer olarak

tasvir edilen köy; aynı zamanda teknolojinin, sanayinin ve kalkınmanın olmadığı bir yerdir. Babalarının yönlendirmesiyle şehirden gelen Aydın ve Erkmen ise bu köylüyü bilinçlendirecek, kalkındıracak kişilerdir. Bu çocuklar köylüyü bilinçlendirerek kâğıt fabrikasının kurulmasını, kaynaktan çıkan mineralli suyun değerlendirileceği bir tesisin yapılmasını sağlayarak köylüyü yoksulluktan kurtaracak adımları atmış olurlar. Bu çocuklar köyde iş bulamadığı için Ankara'ya göçmek isteyen bir çobanı da fikrinden vazgeçirirler.

Yazar köylünün bilinçlenmesinin yanı sıra şehirli ile köylünün kaynaştırılmasını da istemektedir. Bunu yaparken Türk milletinin geçmişte köylü bir millet olduğuna vurgu yapar: "Biz ulusça köylüyüz…" (s.28). Köylü bir çocuk olan Hüsam'ın annesi şehirden gelen misafirlerini güzel ağırlayamayacağını düşünerek endişelenir. Şehirden gelen çocuklar ise kendilerinin köylülerden farklarının olmadığını, onlar gibi çalışmak istediklerini söyler. "Kalender çocuklardı. Hüsam'dan

47

hiç de bir farkları yoktu. İyi kaynaşmışlardı..." (s. 36) sözü ile köylü ve şehirlinin sınıf

ayrımı yapılmadan eşit oldukları anlatılmak istenmiştir.

Dağdaki Kaynak romanında tespit ettiğimiz bu unsurlar, Esra Dicle'nin de

dediği gibi (2012: 870) halkevlerinde sahnelenmek üzere kaleme alınan tiyatro oyunlarındaki Kemalist köycü söylemle benzerlikler gösterir. Bu tiyatro oyunlarında verimli, bereketli, cennetten bir köşe olarak tasvir edilen köy, saflığın ve insanlığın özü olarak sunulur. Köy ulusal kalkınmanın, sanayileşmenin, aydınlanmanın başlayacağı yer olacaktır. Bu sebeple aydınların köye gidip köylüyü bilinçlendirmesi ve aydınlatması gerekir.

Sonuç olarak romanlarda Cumhuriyet ideallerinde birleşmiş; sınıfsız, ayrıcalıksız, eşit bir toplum idealinin işlendiğini görürüz. Sınıfsız toplum modeli özellikle zengin ile fakir, köylü ile şehirli arasındaki eşitliğin sağlanması ile gerçekleştirilmek istenmiştir. Bunun yanı sıra halkın ve ulusun temelinin köylüler olduğu, dolayısıyla toplumun kalkınması için öncelikle köylünün bilinçlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca romanlarda köylülerin yoksulluğunun Osmanlı'nın eşit olmayan politikalarından kaynaklandığı söylenmiştir.