• Sonuç bulunamadı

Sömürge sonrası söylem tartışmaları, evrensellik iddialarının kaynağını aydınlanma felsefesine yerleştirirken feminist yaklaşımlarda evrenselci söylem ile erkek egemen söylem arasındaki bağlantılar üzerine yoğunlaşmıştır. Evrensel konum erkek tarafından işgal edildiği için evrenselliğe kabul edilmek ve onun nimetlerinden yararlanabilmek, kadın açısından ancak eril bir tutumun taklit edilmesiyle mümkün hale gelmiştir. Bu noktada Yeğenoğlu’nun da belirttiği gibi feminist söylemde, içinde geliştiği emperyal ve Avrupa merkezci bağlama kör kalmış ve özellikle Batılı feministler medenileştirme misyonunu kendi özel kadınlık durumlarının bir görevi olarak algılamışlardır. Doğulu kadına kıyasla emperyal ulus devlet içinde edindikleri rol Batılı kadınların kendi ülkelerindeki ezilmişlikleriyle yüzleşmelerinin önüne geçmiştir. Yeğenoğlu’na göre Batılı kadınlar, kendi kültürlerinde evrenselin alanından dışlanmış olmaları nedeniyle kuramadıkları evrenselliklerini bu nedenle Batı dışındaki ötekileri üzerinden sağlayabilmişlerdir ( Yeğenoğlu,2003:139). Bu durum Türkiye örneğinde de oldukça belirgindir. Özellikle ülkenin Doğu ve Batısı arasında ciddi bir sosyo ekonomik fark olması, ülkenin Batı cenahında yaşayan

görece modernitenin eğitim, ekonomik alana katılım gibi nimetlerinden yararlanabilmiş kadınlarının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi geleneksel ve feodal yapının hala belli oranda etkili olduğu bölgelerdeki diğer hemcinslerine karşı benzer bir bakışla yaklaşım geliştirmelerine neden olmuştur.

Avrupa da modern kapitalist gelişmeye paralel olarak rasyonel ve özgür insan olgusu gelişirken kadınlarda bu gelişimlerden yararlanma arayışı içine girmiştir fakat modernitenin asıl öznesi olan erkeğin evrensel bir özne olarak hükümranlığını ilan etmesini sağlayan bizzat kadının ötekiliğidir. Yeğenoğlu’na göre modernitenin bireyi erkektir ve bu konuma ancak kadın ile olan mutlak farkı dolayısıyla yerleştirilmiştir. Özneliğin ve evrenselliğin alanı erkek tarafından işgal edilirken modernite alanında cinsel, etnik, kültürel ötekilerin dışlanmasıyla beyaz, Batılı ve burjuva erkek evrensel özne olarak imlenir hale gelmişti (Yeğenoğlu,2003:157). Yine de Batılı kadın açısından kendini bir özne olarak kurmasının temelleri hala mevcuttu ve bunun yapılabilmesi için ulusal sınırların ötesine Doğulu kadınlara bakılması gerekecekti.

Said’in tezinden hareketle Doğulu kadının, yerli ataerkil sistem ve oryantalist söylem içindeki temsilleri arasında ciddi bir paralellik vardır. Said teorisine cinsiyet boyutunu tam olarak dahil etmemişse de şarkiyatçılığın hem kendisinin hem de konusunun cinsiyetçi olduğunu belirtmiştir ( Said,2004:220) Ayrıca oryantalist söylem kendisini Doğu dünyasında özellikle ulusal inşa süreçlerinde gelişen milliyetçi söylem aracılığıyla yeniden üretmiştir. Üçüncü dünyada ki modernleştirme eğilimleri Yeğenoğlu’na göre aslında 19. yüzyılda yerli ve Batılı emperyal güç arasındaki ayrımın Doğu’da yeniden su yüzüne çıkmasıdır (Yeğenoğlu,2003:158). Bu nedenle üçüncü dünyadaki yerli seçkinlerin kendi halklarını geliştirip medenileştirme çabası da Doğu’nun Doğululaştırılması yani oryantalize edilmesinin bir parçasıdır.

Ulus devletin inşası ve modernizasyon sürecinde üçüncü dünyada seçkinlerin öncelikli tartışmaya açtığı alanların başında toplumsal kültürün özü ve asıl kimliği gibi olgular öne çıkar. Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi modernizasyon sürecinde aydınların pek çoğu yerli otantik kültürün kökenleri ve asıl Türk kimliğinin ne olduğunu bulmaya çalışmış ve bu tartışmalar Türkçü yaklaşımın da temel tartışma gündemlerini belirlemiştir. Chatterjee’ye göre milli kökene dayalı bir otantiklik arayışı oryantalist söylemin dışında değil içinde hareket eder. Batı üstünlüğüyle

mücadele etmek isteyen milliyetçilik bir yandan modern olmaya ve asrileşmeye çalışırken diğer yandan özgün, bozulmamış bir kimliği olduğunu iddia ederek kendi özerkliğini kurmaya çalışır (Chatterjee,1996:38). Böylece milliyetçi düşünce Batının üstünlüğünü hem onaylayan hem reddeden bir ideolojik yarılmayla biçimlenir. Chatterjee’ ye göre milliyetçi düşünce oryantalizm ve Avrupa- merkezci söylemin bir devamıdır. Milliyetçi düşünce doğası gereği çelişkili bir yapıya sahiptir çünkü söyleminde özne hala Batı, nesne ise Doğudur. Milliyetçi düşünce modernliği kabul ederek aslında bilginin modernlik tarafından çizilen ve evrensellik olarak tanımlanan sınırlarına dahil olmuş olur. Fakat oryantalist söylemdeki edilgen Doğu kavramı milliyetçi düşünce de kısmen kırılır. Hala tıpkı oryantalizmde olduğu gibi özcü bir biçimde tariflense de, Doğu milliyetçi söylemde daha aktif bir konumdadır. (Chatterjee,1996:38).Fakat bu aktif konumlanış ulusun kuruluş sürecinin ilk travmatik etkilerinin atlatılmasının ardından daha pasif bir konuma yerleşir. Çakır’a göre Türkiye’de benzer bir sürecin varlığı dikkati çeker.Uluslaşma sürecinin ilk dönemlerinde milliyetçi söylem içinde yerli kültür ve değişimin öznesi olarak sunulan halka yönelik vurgu zamanla etkisini yitirmiş ve süreç zamanla yerli elitin halk adına gerekli gördüğü değişimleri halka rağmen uygulama eylemine dönüşmüştür (Çakır,1994:56).

Fakat milliyetçi düşünce oryantalist söylemin bir kopyası değildir. Kendi varlık nedenini bir yandan emperyal müdahaleye karşı çıkışla sergilediği için bu emperyal düşünceden farklılıklarını sergilemek zorundadır. Bu nedenle ilk olarak kültürün maddi ve manevi alanları arasında bir ayrıma gidilir ve Avrupalı kültürün maddi öğelerinin alınması gerekliliği anlayışı vurgulanır. Aksi halde Doğu’yu Batı’dan farklı kılan özellikler silinecek ve milletin öz kimliği tehlikeye düşecektir. Maddi ve manevi kültür arasında yapılan bu ayrım milliyetçi ideolojiye, kendi söylemsel kurgusunu oluşturmasında oldukça yararlı bir zemin sunar. Bu içsel ve dışsal, maddi ve manevi ayrımı Kandiyoti’ye göre milliyetçiliğin kadın sorununu ele alışında da belirgindir.Ev ve onun uzantısı olarak kadın milli kültürün temeli olarak ele alınır. Milliyetçi söylemde kadın, hem modern Batı toplumlarındaki hem de yerli ataerkil toplumdaki konumlarından farklı biçimde tanımlanır. Batının yozlaşmış kadın imajından ve bunun yerli versiyonlarından ayrı ama geleneksel kültür tarafından ezilen kadına da benzemeyen Batılı değerleri yozlaştırmadan kimliğinde

rafine edebilmiş ama geleneksel görev ve sorumluluklarının da bilincinde olan bir kadın imajı yaratılır( Kandiyoti,1997:61). Bu kadının kamusal alana çıkışı, ancak anavatanı simgeleyen başarılı anne rolü altında cinselliğinin silikleştirilmesiyle mümkün olur. Kadın, kadınlığı silikleştiği, cinsiyetsizleştiği yada milletin manevi değerleriyle donandığı oranda görünür hale gelir. Böylelikle kadınların kurtuluşu ulusun kurtuluşuyla birleştirilerek erkek egemen sisteme yeni bir meşruluk zemini oluşturulur.