• Sonuç bulunamadı

2. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923–1937 Arası Ormancılık Politikası

2.5. Ormanları İşletme Politikaları

Dünyada ormancılık politikaları adı altında farklı farklı ormancılık anlayışları vardır. Bunlardan, Koruma Ormancılığı, doğanın ve çevrenin korunması temel olarak alınan ve ekosistem gibi ve yaban yaşamını sürdürülmesi, turistik ve insan müdahalesinin en aza indirildiği bir anlayıştır. Koruma ormanları milli parkları da içermektedir. Endüstriyel ormancılık, genellikle sanayileşmiş ülkelerde sanayinin ihtiyaç olan ağaçların verimli ve sürekliliğini esas alan bir anlayıştır. Toplumsal

Ormancılık, orman içi ve kenarında yaşayan insanların yaşam koşullarını iyileştirip

ormanlarla ilişkilerini düzenlemeyi hedefleyen bir anlayıştır. Bu anlayışla ormanın ziraat ve hayvancılığı içi içe sürdürülebilmesini hedefler. Kent Ormancılığı, özellikle sanayileşme ile meydana gelen kirlilik ve stres gibi faktörlerin mağduru olan insanların yaşam alanlarını daha ferah ve doğal hale getirmeyi hedefleyen anlayıştır. Bu şekilde kent içinde ya da çevresinde oluşturulan doğal ormanlık alanlarla kentlerin daha yeşil olmasını hedefler.296

Bu işletme anlayışları haricinde farklı işletme teknikleri de vardır. Ancak sayılanlar yaygın olan işletme teknikleridir. Devletlerin ormanlara bakış tarzı ve ormanları tanımlaması bu politikaların temelini oluşturur.

Ormancılık işletme tarihimizi sınıflara ayıracak olursak, ilk olarak Osmanlı’nın kuruluşundan 1839 Tanzimat Fermanı ilanına kadarki dönem, 1839–1869 yıllarını kapsayan dönem, 1869–1920 yılları arası dönem, 1920–1924 yılları arası dönem ve 1924–1937 yılları ile 1937–1956 yılları arası şeklinde sınıflandırılabilir. Bu sıralamada temel kriter olarak ormanların işletilmesinde keskin bir dönüşümün gerçekleştiği tarihler seçilmiştir. Ancak daha genel bir değerlendirme yapacak olursak burada 1869 ve 1937 yılları esas kırılma noktalarını oluşturur.

2.5.1.Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Orman İşletmeciliği

Osmanlı devrinde, eskiden Tersane-i Âmire’de ve İzmit’te Donanma-ı Hümâyun için yapılan gemilerin hepsi ahşaptı. Gemi yapımına elverişli keresteler, 295

Niyazi Acun, Ormanlarımız ve Cumhuriyet Hükümeti’nin Orman Davası, s.179. Bkz. Mithat Eryılmaz, Orman ve Korunması Bilgileri, s.50. Bkz. Resmi Gazete, 18.02.1937.

83 Karadeniz civarındaki ormanlardan devlet namına kesilen ağaçlardan sağlanırdı.297

Devlet tarafından idare olunan ormanların en mühimini eski zamanlarda tersane ve sarayın odun ve ağaç ihtiyacını karşılamak üzere ayrılan ormanlar teşkil etmektedir. Bu sebepten tophane ve tersanenin ağaç ihtiyacını karşılamak maksadıyla devletin kesim yaptığı bazı ormanlar (Bolu, Sinop, Ahi Dağı, Sümdüken, Kaz Dağı) herkese açık olan dağ ormanlarına nazaran da az tehdit ediliyordu. Özellikle askeri amaçlı ağaç kesimi suretiyle devletin ormanlara karşı müdahalesi meydana geliyor ve Osmanlı’da devlet orman işletmeciliğinin temeli atılmış oluyordu.298

Bu ormanların işletmeleri 1862 tarihli kanun ile orman idaresine verilmiştir. 1869 Nizamnamesi ormanları, devlet, eşhas, evkaf ormanları ile köy ve nahiye baltalıkları şeklinde tasnif etmiştir.299

Yasayla, Osmanlı ormancılık işletme politikası, ormanlarda kesim yapmayı belli şartlara bağlamıştır. Orman ticareti ile uğraşanların orman vergileri ve gümrük işlemleri için ayrı ayrı düzenlemeler vardır. Buna göre kesilen her ağacın damgalı olması, ticaretinin de kayıt altına alınmasını ihtiva etmekteydi. 3001853’ten

1856 yılına kadar süren Kırım Harbi imparatorluğun ağaç ihtiyacını arttırmıştır. Bu durum ormanların verimli bir biçimde işletilmesini daha da ehemmiyetli hale getirmiştir. Aynı dönemde imparatorluğun Rumeli ve Batı Anadolu bölgeleri başta olmak üzere demiryolu inşa çalışmalarına başlanmıştır. Bu amaçla yabancı demiryolu şirketlerine imtiyazlar verilmiştir. Bu imtiyazlarda şirketlere, yapılan demiryolu hattının iki yakasından 20 km. içeriye kadar olan yer altı ve yerüstü kaynaklarının, bu çerçevede ormanların de işletme hakkı verilmiştir.301

Orman ürünlerinin ihracatında önemli oranda artışlar olmuştur. Bu ticari gelişme ormanların verimini koruma anlayışını da beraberinde getirmiştir. Bununla ilgili olarak hukuki düzenlemeler ihtiyacı hâsıl olmuş ve 1869 yılında ilk Orman Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. Böylece ormancılık politikasının yasal zemini oluşturulmuştur.

Bu politikaların şekillenmesinde etkili olan Fransız mütehassıslardan Bricogne,1876 tarihli raporunda şöyle yazıyor: “Sıfırdan hareket ettik. Orman

297

Abdulaziz Bey Osmanlı âdet, Merasim ve Tabirleri, Haz. Prof. Dr. Kâzım Arısan, Duygu Arısan Güney, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, s.323.

298

Dr. İng. Ali Kemal Yiğitoğlu, Türkiyede Ormancılığın Temelleri, Şartları ve Kuruluşu, s.8.

299 Prof. em. Bernhard,(Robert Bernhard) Türkiyede Ormancılığın Mevzuatı, tarihi ve vazifeleri, s.79. 300

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal (1881–1919) Cilt I, İstanbul, Remzi Kitapevi, 2011, s.39–40.

84

gelirlerinin arttırılması ve orman veriminin sürekliliği amacıyla çalıştık. Ormanların bitmez bir servet olmadığı gerçeğiyle çalışmalarımızı yaptık.”302

1869 Orman Nizamnamesi, cibal-i mubaha ile tophane ve tersane ormanlarının devlet ormanı üst başlığı altında birleştirilmesini sağlamıştır. Tophane ve tersane idarelerinin bizzat orman işletme hakkını kaldırmıştır. Yasa, devlet ormanlarının düzenli ormancılığın örnekleri olmasını sağlamayı, Evkaf ormanlarının işletilmesinin tanzim ve intifa haklarının düzenlenmesini, hususi şartlarla ormanlarda hayvan otlatılmasının tanzimi ve eşcar kesim nizamı ile Orman Umum Müdürlüğü’ne talimatname yapma salahiyetini içermektedir.303

Hiç şüphesiz ormancılık politikalarının en gerçek uygulayıcısı orman çalışanlarıdır. Öğrenimini Orman Mektebi’nde yapıp 1888–1920 arası aralıksız orman işletmelerinde çalışan Hüseyin Fehmi İmer’in anıları Osmanlı ormancılık anlayışını yansıtması bakımından önemli bir eserdir. Osmanlı Devleti’nde ormanların işletilmesi devlet kontrolünde özel müteşebbislere verilmiştir. Devletin rolü ise denetlemektir. Meslek yaşamında birçok ödül alan İmer’in aldığı ödüllerin kriterleri ise, Orman gelirlerinin arttırılmasına yaptığı katkı, Ormanların korunmasına gösterdiği hassasiyet ve orman çalışanlarıyla olan iyi ilişkiler şeklindedir.304

Osmanlı-Türk ormancılık tarihinde 1869 Orman Nizamnamesi’nden sonra ikinci önemli gelişme 1917 yılında kabul edilen Ormanların Usulü İdarei

Fenniyeleri Hakkındaki Kanun’dur. Bu kanun bütün devlet ormanlarının işletme

planlarına göre işletilmesini emretmektedir. Bunun ormancılık alanındaki anlamı orman istihsalatında ve işletmesinde amenajman ve silvikültür çalışmalarının yapılıp katiyat (kesim) işlemlerinin bir düzene sokulmasını ihtiva eder. Bu fenni usulün ormanlara uygulanması demektir.305

Yapılan bu önemli yasal düzenleme Birinci Dünya Savaşı’nın koşullarında uygulanmadan rafa kalkmıştır.

Ülkeye, 93 Harbi, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında, Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan büyük oranda göç hareketleri olmuştur. Bu muhacir

302

A. Bricogne, Türkiyede Ormancılık Heyeti, s.28,29.

303

Özkan Keskin, “Orman ve Ma’âdin Nezareti’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, s.142. Bkz. Dr. İng. Ali Kemal Yiğitoğlu, Türkiyede Ormancılığın Temelleri, Şartları ve Kuruluşu, s.13. Bkz. Metin Özdönmez, Turhan İstanbullu, Aytuğ Akesen, Ormancılık Politikası, s.100.

304

Kerim Yunt, Hüseyin Fehmi İmer Hayatı-Hatıraları (1871–1960, s.36,37.

305 Prof. Dr. Halil Cin, “Tanzimattan Sonra Türkiyede Ormanların Hukuku Rejimi”, s.316. ; Bkz. Dr. İng.

85 kitlesinin yerleştirilmesi önemli bir problem olmuştur. Devletin içinde bulunduğu savaş durumu, muhacirlerin ekonomik anlamda içinde bulundukları sıkıntılarla birleşince ortaya yeni bir kargaşa çıkmıştır. Göçmenlerin iskân işlerindeki teşkilatsızlık, yerleşen muhacirlere tanınan imtiyazlar ve plansız bir şeklide ormanların iskâna açılması orman tahribine sebep olmuştur.306

Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da ittihatçı subaylar nezaretinde başlayan askeri mücadele, 1920–1923 yılları arası Büyük Millet Meclisi Hükümetlerini ormanlar üzerinden politika yapıp halkı mücadelede yanına alma çabasına itmiştir. Anadolu’nun insan kaynağı olarak görüldüğü bu devirde, 39 sayılı

Baltalıklar Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla ormandan 20 km. ye kadar uzakta

bulunan köy ve kasabalara orman tevcih edilmiştir. Ayrıca halkın ormanlardan yararlanmasına büyük bir serbesiyet getirmiştir.307

Kısaca bu yasa ile 1856 yılından beri belli aşamalardan geçerek gelen ormanları koruma ve amenajman çalışmaları birden sıfırlanmıştır. Yasanın teknik hiçbir yönü yoktur. Aslında belirtilen tarihte Anadolu’da zaten bir nizamsızlık vardır. Yasanın nasıl uygulandığına dair ise bilgi yoktur. Bu yasa politik gerekçelere istinat eden ve adeta yağmayı meşrulaştıran bir kanun olarak görebilir. Yasa ile orman köylülerinin Büyük Millet Meclisi Hükümeti yanında savaşa çekilmesi hedeflenmiştir.308

Baltalıklar Kanunu, 15 Nisan 1924 tarihinde, fiili çatışma durumunun Lozan

Antlaşması ile bitmesiyle birlikte meriyetten kaldırılmıştır. Yapılan değişiklikle, 1869 tarihli Orman Nizamnamesi ilgili maddeleri tekrar uygulamaya konmuştur.309 Hükümet orman işletmeciliğinde fenni usulü tekrar getirmek noktasında aynı yıl

306

Dr. İng. Ali Kemal Yiğitoğlu, Türkiyede Ormancılığın Temelleri, Şartları ve Kuruluşu, s.14.

307

Prof. Dr. Halil Cin, “Tanzimattan Sonra Türkiyede Ormanların Hukuku Rejimi”, s.484. Bkz. Dr. İng. Ali Kemal Yiğitoğlu, Türkiyede Ormancılığın Temelleri, Şartları ve Kuruluşu, s.15.

308

Üstüner Birben, “Türkiye’de 1937 yılından sonra Ormancılık Mevzuatında Yaşanan Gelişmeler ve Toplumsal Yaşamla Etkileşimler”, s.13–14. Bkz. Yücel Çağlar, türkiye’de ormancılık politikası(dün), s.149. ; “Madde1 — Odunculuk, kömürcülük ve kerestecilik ile melûf olan veya âzami yirmi kilometre mesafe ile büyük ormanlara mücaveret ve münasebeti bulunan köylere, beher haneye azami on sekiz atik dönüm itibariyle ve orman memurlarının riyasetinde mahallî mühendis ve tapu memurlarından ve karye heyeti ihtiyariyesinden ikişer zattan mürekkep bir heyet marifetiyle baltalık tefrik ve mevcut baltalıklar bu nispete iblâğ edilmek suretiyle tevsian yeniden tahdit ve köy namına meccanen kaydi resmisi icra olunur, işbu baltalıkların hüsnü muhafazasıyla emri intifai heyeti ihtiyariyenin nezaret ve mesuliyeti tahtında karye halkına ait bulunur. Evkaf ormanları alelıtlak müstesnadır.”.” yasanın diğer maddeleri için Bkz. TBMM tutanakları, (Çevrimiçi)

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc001/kanuntbmmc001/

kanuntbmmc00100090.pdf, 15.02.2014

86 harekete geçmiştir. Yine 22 Nisan 1924 yılında çıkartılan 504 sayılı yasa Türkiye‘de

Mevcut Bilumum Ormanların Fenni Usulü İdare ve İşletilmeleri Hakkında Kanun

yasalaşmıştır. Bu kanun Birinci Dünya Savaşı esnasında Avusturya ormancılarının tesiri ile çıkarılan 1917 tarihi kanunu temel alarak hazırlanmış bir yasadır. 504 sayılı kanun; devlete, kişilere, şirketlere, cemiyetlere, kurumlara ve köylülere ait bütün ormanların işletme planı ile işletilmeleri mecburiyetini getirmiştir. Ayrıca yasanın 2. maddesi, kati amenajman planlarının en geç üç yıl içerisinde tamamlanmasını da emretmiştir. 8. maddesinde muhafaza ormanları tabiri kullanılmıştır. 9. maddesinde teknik elemanları yetiştirmek için 1925 yılında 3 adet Orman Okulu’nun açılması istenmiştir.310

504 sayılı yasa önemli düzenlemeler içermektedir. Ancak dönemde meydana gelen siyasi gelişmeler ve yeni Cumhuriyet elitlerinin istekleri kanunun uygulanmasına fırsat vermeden 8 ay sonra zeyli yapılmıştır. Yapılan zeyille orman işletmesinde zorunluluk getiren amenajman şartı kaldırılmıştır. 526 sayılı yasa orman işletmeciliğinde önemli bir kırılmayı içerir. Bu kırılma orman işletmeciliği anlamında olumlu bir değişim değildir. Bu yeni durum, 1869 Orman Nizamnamesi, 1917 Ormanların Usulü İdarei Fenniyeleri Hakkındaki Kanun ve 504 sayılı yasalarla gelinen noktadan tümden vaz geçilmesi anlamına gelmektedir.311

39 sayılı Baltalıklar Kanunu, köylülere milli mücadelede TBMM yanında yer almak için ormanları kullanmada geniş bir serbestiyet getirmişti. 1923 Lozan Antlaşması’ndan sonra 504 sayılı yasa ve zeylini içeren 526 sayılı kanunla ormanlarda köylülere sağlanan geniş serbestliğe son verilip, daha fazla serbestlik şirketlere verilerek orman işletmeciliğinde yeni bir dönem açılmıştır. Şirketler için bu kanunla tanınan haklardan yararlanma, 1937 yılında kadar kesintisiz sürmüş 1945 yılında ise son bulmuştur. Bu kırılma dönemin siyasi olaylarından bağımsız düşünülemez. Özellikle Şeyh Sait İsyanı ile başlayan ve süreç içerisinde Takrir-i Sükûn Kanunu ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasın’ın kapatılması siyasi tarihimizde de bir dönüm noktasını ifade eder. Muhalefet partisi kapatılmış, basın sansürlenmiş, İslam ve halifelik yanlıları ile liberal ve sol gruplar sindirilmiştir.

310Resmi Ceride, 22 Nisan 1340. 311Resmi Ceride, 6 Kânunuevvel 1340.

87 Gerekli görülenler ya idam edilmiş ya suikastlarla ortadan kaldırılmış ya da ülkeyi terk ettirilmiştir. Tarihe Cumhuriyet devrimleri diye geçen yasaların arka arkaya kanunlaştığı bu tarih, orman işletmeciliğinde de bir milat olarak kabul edilebilir. Ne var ki cumhuriyet dönemi ekonomi politikalarının başat kavramı olarak devletçilik ormancılık alanında ancak 1945’te hayata geçirilmiştir.

2.5.2. Ormanlarda Devlet İşletmeciliğine Bir Örnek Olarak Karadere Ormanları ve Ormanlarda Devletçilik Tartışmaları

7.2.1340 (1924) tarihinde ormancılıkla ilgili türlü ihtiyaç ve maksatların yerine getirilebilmesi için Orman Meclisi Âlisi teşkil edilmiştir. 38 karar alan bu meclis, Bolu Karadere ormanlarının devletçe işletilmesi, Cumhuriyet hükümetlerinin ilk amenajman çalışmaları, hava gözlem birimlerinin kurulması, sekiz orman müdürlüğünün açılması, ormanlardan yapılan satışların ve tarife bedellerinin değiştirilmesi gibi tavsiye kararlar almıştır. Ancak bu meclisin çalışmaları henüz başlamışken, 76 gün sonra 21.4.1340 tarihinde kapatılmıştır.312

Orman Meclisi Âlisi’nin kapatılmasına İktisat Vekâleti’nin lağvı sebep olmuştur. Bu kurum Ticaret ve Ziraat Vekâletinin kurulmasından sonra adı Orman Heyet-i Fenniyesi adıyla çalışmalarını devam ettirmiştir.313

Bu çalışmalar kapsamında yapılan ilk ve tek somut uygulama, ormanların devlet tarafından işletilip amenajman planları ile katiyat yapılmasını da içermiş olup Bolu’nun Karadere Ormanları’nda gerçekleştirilmiştir.314

1924 tarihli 526 sayılı yasa ile başlayan amenajman planı olmadan yapılan kesim, ormanların günbegün tahribini arttırmıştır. Bu durum o kadar ayyuka çıkmıştır ki, konuyla ilgili bir soruya Ziraat Vekili Müsteşarı Atıf Bey cevaben, ormanlarımızın tahrip ve yok edilmekte olduğunun farkında olduklarını söylemiş, hatta eğer buna bir dur denmezse memlekette 15 sene sonra hiç orman kalmayacağı değerIendirmesinde bulunmuştur. Bunun en büyük sebebinin ise “kanunlarımız” olduğunu söylemiştir. Bu beyanata göre, bu kanun köylüye orman kesme hakkı tanımaktadır. Bazı muhtekir (vurguncu) tüccarlar köylünün gafletinden istifade ederek kesme hakkını köylünün elinden almaktadır. Daha açık bir ifade ile bu

312

Yücel Çağlar, türkiye’de ormancılık politikası(dün), s.161.

313Cumhuriyetimizin 50. Yılında Ormancılığımız, s.88.

88 muhtekir tüccarlar ormanları köylülere kestirerek kendi hesaplarına satmaktadır. Bu suretle ormanlarımız imha edilmektedir. Müsteşar Atıf Bey, bunların dışında başka etmenlerin de orman tahribatında etkili olduğunu belirtmiştir. Ormandan yapılan kaçak kesimlerin çok olduğunu belirtip bunun suç olduğunu, ancak suçluların mahkemelerce bırakıldığını söyleyip bu durumdan yakınmıştır. Atıf Bey, vekâletin üzerinde çalıştığı yeni orman kanununun devlet işletmeciliğini içereceğini açıklamıştır.315

Erken dönem Cumhuriyet entelektüelleri, orman işletmeciliğinde devlet işletmesinin mi yoksa özel teşebbüsün mü tercih edilmesi gerektiği tartışmalarını zaman zaman yapmışlardır. Bu tartışmalarda konu çoğu zaman Karadere Ormanları meselesine getirilmiştir.

Müsteşar Atıf Bey tarafından yapılan bu açıklama orman işletmeciliğinde mevcut durumu savunanlar (ihale ile ormanların işletilmesini) tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bu eleştirmenlerin başında Zingal şirketinin mümessillerinden Yunus Nadi’den ve aynı zamanda sahibi ve başyazarı olduğu Cumhuriyet gazetesinden gelmektedir. Müsteşarın bu değerlendirmesine verdiği cevapta Yunus Nadi özetle şöyle demiştir: Türkiye’de orman mevcudunun geçmişten bu güne sürekli bir tahribata uğradığı ve halen de devam ettiği konusunda bir ittifak vardır, ancak çözüm yolları konusunda görüş birliği yoktur. Eğer bugünkü orman tahribatının nedeni intifa kanunun köylüye verdiği hak ve bu hakkın kereste tüccarları tarafından kullanılması ise, yapılacak ilk iş bu kanunu iptal etmektir. Bu şekilde tüccar köylü üzerinden değil de bizzat kendisi devletten izin alarak bu ticari işlemini yapmalıdır. Ağaç kesim işlemlerini fenni usullere göre yapmak en temel olandır. İntifa hakkı köylünün kendi zaruri ihtiyaçlarını ormandan karşılamasını içermektedir. Bundan muayyen miktarda odun almasına müsaade edilmiştir. Ayrıca köylüye kereste ihtiyacı için civar ormanlardan kesim yapabilme hakkını içerir. Ancak kesilecek tüm ağaçları orman memuru belirlemektedir. Durum bu halde iken hâlâ ormanlar tahrip ediliyorsa sorunu başka yerlerde aramak gerekir. Sorun ya orman memuru sayısı az olmasından ya da teşkilatın iyi çalışmamasından kaynaklanmaktadır. Yazısında mevcut durumu ortaya koyduktan sonra Yunus Nadi, bazı çözüm yollarını da

89 sıralamıştır. Katiyat düzenlenmesi ve bunun prensiplerinin tam oturtulması, kesimin yasaklanması değil tahribatı men edilmesi ve kerestecilikle ilgili fabrikaların denetlenmesi şeklinde belirtmiştir.

Yunus Nadi, çözüm önerisinden sonra bakanlığın devletin orman işletmeciliğine soyunmasını da şiddetle eleştirmiştir: “Ormanların devlet eliyle işletilmesini ülkemizde uygun görmüyorum. Kaldı ki bugün ormanları korumaktan aciz olan teşkilat nasıl ormanları işletir. Bu yapılmaz iş değil ancak bu durumda yüzü

astarından pahalıya gelir değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu bazı tecrübelerle

sabittir. Orman (Karadere) içine şimendifer hattı projesi vardı; yapılamadı. Ayrıca dünyada kereste ticaretinin kriz olduğu şu günlerde bir de ormanları devlet eliyle işletmek zor bir iştir. Bazıları ise ormanların hiç kesilmemesi gerektiğini savunmaktadırlar. Bırakın ormanlar kalsın diyorlar. Bu en kolay yoldur. Peki, o hal de orman servetinin olduğu yerde yok olması anlamına gelmiyor mu? İşlenmeyen ormanı harap olmaktan nasıl kurtarırız? Bizce ormanların hem kesim yapılmasına müsaade etmek hem de tahrip olmasını önleyecek koruma tedbirlerin alınması şarttır. Türkiye’deki ormanların hususi olduğu iddiası yalandır.”316

Yunus Nadi, yaptığı bu değerlendirmede ormanların devlet işletmesine alınmasını eleştirmiştir

Bu görüşe karşı olanlar da yok değildir. Özellikle Orman ve Av dergisi çevresinde toplanan yazarların ekserisi, ormanların devlet tarafından işletilmesini savunmuştur. Kamuran Haris bunlardan biridir. Yazmış olduğu makalesinde, şu ana kadar ülkemizde tatbik edilen sistem şu şekilde özetlenmiştir: Ormanların nasıl işletileceği konusunda bir tartışma sürdüğünü acaba ormanlar ihale sistemi ile mi işletilmesi gerektiği veya devlet tarafından mı işletilmesini mi yararlı olacağı meselesidir. Haris’in bu konuda görüşü ormanların devlet tarafından işletilmesi şeklindedir. Bunun gerekçelerini sıralayan Haris, ormanlar uzun bir yetişme süreci olan ve mahsulatı da uzun vadede elde edilebilen yerler olduğunu, ömürleri kişilerin ömürleri ile karşılaştırılmayacağından, ormanların devletçe işletmesi gerektiğini savunmuştur. Haris’e göre ormanlar kısa süreli değil uzun vadeli planlarla işletilmesi gerekirken, ülkemizde en güzel ormanların hususi mukavelelerle kişi ya da şirketlere verilmesini eleştirmiştir.

316 Cumhuriyet gazetesi, 22 Mart 1934.

90 Kamuran Haris, bilhassa içinde bulunduğu ve tahribatı bizzat müşahede ettiği Bozüyük ormanları üzerinden değerlendirme yapmaktadır. Burada müteahhitler tarafından yapılan işletme en iptidai şekildedir. Haris, devletçilik anlayışının ormanlar için ne kadar faydalı olacağını izah eden makalesinde son derece ilginç bir durum tespiti yaparak sözünü noktalar: “Günümüz ormancılığının bir siyaseti bir

programı yoktur. Bu durumun düzeltilmesi şarttır.”317

Böylece mevcut durumu çift taraflı eleştiriye tabi tutmuş, bir taraftan ormancılık işletme politikasının hatalarını sayarken diğer taraftan bakanlığın çalışma yapmamasını da kastederek mevcut ormancılığın başıboş bir devir yaşadığı gerçeğinin altını çizmiştir.

Yunus Nadi de bu tartışmaların hep içinde olmuştur. Sahibi olduğu

Cumhuriyet gazetesi ve yönetiminde yer aldığı İş Bankası çevresi ormanların devlet

yerine özel şirketlerce işletilmesini savunmuşlardır. Yunus Nadi, özetle şu fikirlere müdafaa etmiştir. Orman tahribatı üzerinde son zamanlarda çokça durulmakta, ormanları halkın tahrip ettiği söylenmektedir. Oysa ona göre son zamanlarda ormanları Ziraat Vekâleti tahrip etmekte, ormancılık sektörü üzerindeki milli iktisadı yani yerli sermayeyi yok etmektedir. Yunus Nadi, Alman mütehassıs Prof. Bernhard’ın bu şekilde kesim devam ederse Türkiye’de yarım asır sonra orman

kalmayacağı tespitinin Ziraat Vekaletini kuşkulandırdığını ve o zamandan beri

ormanları müteahhit ve mültezimler değil devlet işletsin fikrinin hakim olduğunun bu fikre karşı çıkarak söylemektedir.

Yunus Nadi sözü ormancılık alanında kara bir leke olarak hatırlanan Karadere Ormanları’na getirerek, bu işin daha bu mütehassıs gelmeden evvel İzmir’den ihraç edilen maddelerin konacağı sandıkları devletin yapması için balta girmemiş Karadere Ormanları’nın seçilmesiyle başlandığını söylemiştir. Bu amaçla Karadeniz sahili ile orman arasına bir dekovil hattı döşenmesi kararlaştırılmıştır. Bölge ormanları da bu