• Sonuç bulunamadı

neden olmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, geleceği gerçekçi kurgulayabilip gerekli altyapı yatırımlarını

istikrarlı olarak kurabilecek rasyonel ve devamlı bir

zihniyeti gerektirir.

Roma Kulübü Nisan 1968 yılında İtalyan bir sanayici olan Aurelio Peccei ve İskoç bir bilim adamı olan Alexander King liderliğinde 35 kişilik bir grup tarafından kurulmuştur. Kuruluşuna az sayıda da olsa uluslararası çapta akademisyen, diplomat, sivil toplum örgütü ve sanayici katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte Hasan Özbekhan, Eric Jantsch ve Alexander Christakis gibi akademisyen ve uygula-macılar ‘İnsanoğlunun (Kötü) Durumu’ başlıklı çalışma ile Roma Kulübünün anayasası niteliğindeki çalışmayı kaleme almışlardır. Roma Kulübünün toplumun ilgisini çekmeyi başardığı yapıtı ‘Büyümenin Sınırları’ (Limits to Growth) isimli çalışma neredeyse dün-yada en iyi bilinen çevreye yönelik iktisadi bir kitap/rapor olma özelliğini taşımaktadır. 1972’de kaleme alınan eserde, dünyanın gerek doğayı gerekse doğal kaynakları (petrol gibi) bu derece tüketerek sürdürülebilir bir gelişmesinin olmayacağı vurgusu yapılmıştır.

fırsatını yakalamıştır (Milani,2000: 46 vd). Bu karşılaşma, dünyanın daha yaşanabilir bir alan olması için en azından kendi coğrafi sınırlılıklarında pilot uygulamaları kaçınılmaz kılmıştır. Üstelik her zamanki üst akılla, daha yaşanabilir bir dünyayı kurgulamada, hemen hemen tüm gelişmiş ülkelerin ortak sorunu olan sürdürülebilir büyüme kaygıları ve işsizlik probleminin üstesinden gelme yöntemleri birleştirildiğinde, aranan cevapların soruları ancak bunlar olabilir. Bu nedenle enerji yoğun endüstrilerin dönüşümü, düşük karbon salınımlı üretim ve işlerlik süreçlerinin desteklenmesi, çevreye duyarlı inşaat sektörü gelişimleri gibi uygulamalara hız verilmiştir. Örneğin Amerika 2007’de çıkardığı 2847 sayılı Yeşil İşler Yasası ile dünyanın yeni üretim düzeni hakkında sinyaller vermeye başlamıştır [3]. Üstelik 2009 tarihli Yeni Yatırım ve Düzenleme Yasası ile enerji tüketimine duyarlı bir ortamın oluşturulması için gerekli altyapı çalışmalarına hız kazan-dırmıştır [4]. Aynı yıl “Yoksulluk Dışında Yollar” programına

ayırdığı 150 milyon$ ile yeşil işler için eğitim, bilgilendirme ve yatırım alanlarını genişletmiştir [5]. Amerika Çalışma Ba-kanlığı tüm bu mevzuat yapısını desteklemek için 2010’da istatistiki tabanında Yeşil İşlere ayrı bir bölüm ayırmıştır. Amerika Çalışma İstatistikleri Bürosu başlangıç olarak yeşil işleri üç kategoriye ayırmıştır. İlki, yeşil işlerin sayısı ve eği-limlerini kapsamakta, diğeri yeşil işlerin endüstri, mesleki ve coğrafi dağılımlarını içermekte ve sonuncusu ise bu işlerde çalışanların ücretlerini göstermektedir. 2010 sonuna doğru yapılan yeni düzenlemelerle daha farklı bir sınıflandırmaya da giderek yeşil işleri iki ana yapı içinde ele almış ve bunları detaylandırmıştır. İlk ana yapı içinde doğal kaynakları ko-ruyan üretim ve hizmet işlerini kapsayan ‘sektörler’ yer al-makta diğerinde ise doğal kaynak üretim süreçlerini destek-leyen sektörlerdeki ‘çalışanlar’ ele alınmaktadır. Daha açık bir ifade ile Amerika Çalışma İstatistikleri Bürosu 2010’dan itibaren Yeşil Sektörler ve Yeşil İstihdam detaylarının izlene-bileceği istatistiksel tabanı kurmaya başlamıştır [6]. Benzer

bir hazırlığı ILO çerçevesinde de izlemek mümkündür. Aralık 2014 tarihli “Yeşil İşlere Yönelik İstihdamın Ölçülmesi İçin İstatistiki Araçların Geliştirilmesi Pilot Projesi” raporu son dönemde yeşil iş istihdamına yönelik duyarlılığın giderek arttığını göstermektedir [7].

2014 başında ILO tarafından organize edilen Yeşil İşler Prog-ramı ise Avrupa Birliği ve ILO üyeleri genelinde yeşil işlere ilişkin duyarlılığın ortaya konulduğu bir diğer önemli belge-yi ifade eder. Bu program basitçe; sürdürülebilir kalkınma, istihdam verimliliği ve yoksulluğu azaltma parametreleri üzerine yapılandırılmıştır. Program, yeşil işlere ilişkin ulusla-rarası araştırma kapasitesinin artırılması, ulusal çapta teknik tavsiye ve hizmetler ile bilgi paylaşımı ve eğitim konuları-nı içermektedir [8]. Programın; ekonomik, teknik ve sosyal politika işbirliği alanları oluşturması nedeniyle Birleşmiş Mil-letler Çevre Programı (UNEP), Uluslararası Sendikalar Kon-federasyonu (ITUC), Uluslararası İşveren Örgütü (IOE) gibi kuruluşlarca da desteklendiği görülmektedir. Bu kuruluşlar

2008’den beri yeşil işler ve istihdam olanakları için ortak ha-reket etmektedir. Yeşil İstihdam, bir üst amaç olarak 2012 Rio+20 konferansına konu olmuş ve Yeşil İşler Bilgi Ağı çer-çevesinde ulusal teknik destek kararları da alınmıştır [9]. Tüm bu çalışmalar son bir iki yıldır meyvelerini vermeye baş-lamıştır. Birçok ülkede yeşil işlere yönelik projeler geliştiril-meye başlanmış ve eğitim alanları oluşturulmuştur. Türkiye de bu ülkeler içinde yer almaktadır. Örneğin 2012 sonlarına doğru ILO Türkiye-Ankara- temsilciliği tarafından çok katı-lımlı başlatılan Yeşil Ekonomide İnsana Yakışır İşler projesi de bu kapsamda yer alan çalışmalardandır [10]. Bu proje ILO’nun “Gerçek Bir İlerlemeye Uygun Yeşil İşlerin Görünü-mü 2013” raporu ile örtüşen bir düzlemdedir. Adı geçen ra-porda Türkiye’nin de Yeşil İş yapısını desteklemek üzere bir bölüm yer almaktadır [11].

Gelişmeler artık yeşil ekonomi ve yeşil işlere duyarlılığımı-zın arttığını gösteriyor. Ancak her farkındalık kendini var edebilecek bir altyapı sayesinde değer bulur. Bu nedenle de

gelişmiş ülkelerin yeşil ekonomi ve yeşil işlere ilişkin bakış ve tedbirleriyle, gelişmekte olan ülkelerin bakış ve tedbirle-ri benzer paydada buluşamayabilir (Kennet, Mekonen, vd, 2011: 11vd). Türkiye için de aynı eleştirileri yapmamız müm-kündür. Mevcut gelişmeleri izlemek ne kadar önemli ve doğ-ru bir yaklaşım olsa da bu gelişmelerin altyapısına duyarsız kalarak takip edilen yeniliklerin beklenen müspet sonuçları doğurmasına şüphe ile yaklaştığımızı belirtmeliyiz. Bilişim sektörü farkındalığına da erken dönemlerde ulaşmıştık. 90’larda Türkiye genelinde bilişim sektörü atılımı için dün-yayı takip eden düzenekler kurulmuş, tartışmalar başlatıl-mıştı. Aynı dönemde İrlanda ve Hindistan’da da çalışmalar başlamıştı. Ancak gerekli altyapıları kurma kaygısı olmadan sadece yenilik peşinde koşmanın bedelini ziyadesiyle öde-dik. Bu gün İrlanda, tarım ekonomisinden bilişim tabanlı bir ekonomi ile gelişmiş ülkeler arasında yerini alırken, Hindis-tan Amerikan yazılımının yüzde doksanını üretmeyi zorluyor (Özdemir, 2011:108 ve 176). Aynı süreç otomotiv sektöründe de gerçekleşmiştir. Türkiye’ye ve Güney Kore’ye aynı anda yatırım yapan firmalar olmuştur. Biz bu gün hala yerli otomo-bil üretmeliyiz söylemindeyken, G.Kor e; Hyundai, Kia, Da-ewoo, Ssang Yong gibi markalarla dünya piyasasında yerini almıştır. Ne gariptir ki bu gün yeşil ekonomi dönüşümünü de aynı mantıkla algılıyoruz. Altyapısız bir takibin bedellerini defalarca ödememize rağmen algımızın yanlışlığını fark ede-miyoruz (ya da fark etmek ve tedbir almak yorucu geliyor). Gerekli altyapı kurulumu gerçekleşmeden yapılan reformlar hemen tüm tecrübelerde beklenen sonuçları doğurmamıştır (Smith, Halton vd, 2014, 4vd). Yeşil ekonomiye ilişkin dönü-şüm süreçlerinin raporlandığı “Az Gelişmiş Ülkelerde Yeşil Ekonomi: Eğitim ve Yeteneklerin Rolü” isimli ILO çalışması bu durumu özetleyen güzel bir yaklaşım sergiliyor [12]. Ekim 2014 tarihli bu raporda her ne kadar Türkiye yer almasa da işe yarar önemli bilgilerin olduğu açıkça görülüyor. Altyapıyı kuvvetlendirmeden nitelikli bir iyileşmenin sağlanamayaca-ğını ifade etmeye çalıştığımız bu bölümü sonlandırırken ye-nilikçi yatırım ve ekonomik dönüşüm potansiyeli açısından “Yeşil İşler” konusunda şu an dünyada lokomotif ülkelerden birinin de Güney Kore olduğunu da belirtelim!