• Sonuç bulunamadı

TOPLUMSAL HAREKETLERE MÜDAHALEDE ÇAĞDAŞ YÖNETİM

2.GENEL OLARAK TOPLUMSAL HAREKETLER

Dünyanın pek çok yerinde yüzlerce belki binlerce yıldan beri çeşitli amaçlarla halk ayaklanmaları gerçekleşmiştir. Ancak 18. yüzyıla gelene kadar bu ayaklanmalar toplumsal hareket olma kabiliyetinden yoksun kal-mışlardır. Çünkü bu ayaklanmalar çeşitli çıkar gruplarından oluşan geniş kapsamlı örgütler (Tilly, 2008:16) tarafından gerçekleştirilmemiştir. 18.

yüzyıldan itibaren özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da insanlar yeni bir politik olgu olarak toplumsal hareketleri oluşturmaya başlamışlar-dır (Tilly, 2008:16).

Toplumsal hareket kavramı ilk olarak pek çok yerde görülen toplum-sal protesto hareketlerini nitelendirmek için Saint Simon tarafından kul-lanılmıştır. Toplumsal hareket kavramı başlangıçta statükoya karşı çıkan yeni siyasal güçlerin bir özelliği olarak kullanılmıştır. Sonrasında bir an-lam genişlemesine uğramış ve ana sistem dışında kalan grupları ve örgüt-leri de içine alacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır (Yanık ve Öztürk, 2014:47). Toplumsal hareket, otoritelere, iktidar sahiplerine veya kültürel inançlara ve pratiklere karşı kolektif, organize, sürdürülebilir ve kurumsal olmayan bir meydan okumadır (Goodwin ve Jasper, 2003:3). Toplumsal hareket, birbiriyle hâkimiyet ilişkileri ve çatışma düzleminde karşı kar-şıya gelen, aynı kültürel yönelime sahip ve bu kültürün ortaya çıkardığı aktivitelerin toplumsal kontrolü için mücadele eden aktörlerin hareketidir (Touraine, 1999: 43-44). Melucci’ye göre toplumsal hareket, “belli bir

da-yanışma içerisinde olan grubun yürüttüğü, sistemin sınırlarını zorlayan, kolektif bir eylem türüdür” (Balkaya, 2014:42). Giddens’a göre ise top-lumsal hareket “yerleşik alanın dışındaki toplu eylemler yoluyla, ortak bir çıkarı korumak ya da ortak bir hedefe erişmeyi sağlayabilmek için girişilen toplu bir çaba”dır (Çopuroğlu ve Çetin, 2010:71). Daha önce ifade edildi-ği gibi toplumsal hareketlerin ilk nüveleri 18. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. O zamana kadarki ayaklanmalar hem örgütlü olmamıştır hem de genel olarak aşağı tabakadaki insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yüzdendir ki bu ayaklanmalar yazılı tarihte pek yer almazlar. Yani yaşa-nan tarihle yazılan tarih birbirine uymamaktadır. Tarihi yazanlar seçkinci davranmışlardır. Fakat 18. yüzyıldan ve özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren toplumun aşağısındakilerin; köylülerin, işçilerin, zanaatkârların faaliyetleri, eylemleri, ayaklanmaları ve en önemlisi örgütlülük düzeyleri seçkinler arasında görmezden gelinemeyecek bir düzeye ulaşmıştır. Hızlı kentleşme, göç, kapitalist toplumsal ilişkiler, metalaşma süreci toplumda ciddi kargaşalara yol açmış ve bunun sonucunda da vergi ayaklanmaları, ekmek ayaklanmaları, seçim ayaklanmaları baş göstermiştir. Kısaca ifa-de edilen bu süreç toplumsal hareketler üzerine ilk sistematik düşünceyi ya da yaklaşımı da ortaya çıkarmıştır (Çetinkaya, 2008:28). Bu yaklaşım günümüz literatüründe Kalabalıklar Yaklaşımı olarak ifade edilmiştir. Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Gustave Le Bon’dur.

Kalabalıklar Yaklaşımı büyük oranda 19. yüzyılda ortaya çıkan şehir isyanları ile varlık bulmuştur. Bu dönemdeki hareketler belli bir düzene sahip olmayan, irrasyonel eylemler olarak nitelendirilmişlerdir (Jasper, 2002:50,52). Yaklaşımın en önemli temsilcisi olan Le Bon’un toplumsal hareketleri oluşturan kitleler ile ilgili görüşleri oldukça negatiftir. Le Bon ve temsilcisi olduğu seçkinler ve yöneticilerin toplumsal hareketlere ba-kış açısı daha çok korku ve tiksinme içeriklidir. Onlara göre kalabalıklar yalnızca yıkıcı bir rol oynamaktadırlar. Kitle içindeki birey ile tek başına bir birey farklı özellikler arz etmektedir. Kim olurlarsa olsunlar kalabalık içine girmiş olan kişiler bu topluluğa kolektif bir ruh aşılamaktadır. Oluşan bu kolektif bilinç kişilerin akli melekelerini ve karakterlerini silmektedir.

Bilinçaltı hâkim duruma gelerek bilinç devre dışı kalmaktadır. Kişiler tek başına iken bazı davranışları sergilemekten uzak durup kendilerini fren-lemektedirler. Ancak kalabalık içine girdiklerinde kendini frenleme ge-reği duymamaktadırlar. Kitle içerisinde insan içgüdüleriyle hareket eden bir canlıya dönüşmektedir. Tabiri caiz ise vahşileşmektedir. Kitleler, ka-balıklar normal insan zekâsından daha aşağı seviyededirler. Öyle ki kitle içerisinde bir bilim adamı ile bir ahmak aynı seviyededir. Kitle içerisinde-ki insanlar aşırı duyguların esiridirler (Çetinkaya, 2008:30). Kalabalıklar Yaklaşımının diğer bir önemli teorisyeni Herbert Blumer’e göre ise top-lumsal hareketler bulaşıcı bir döngüsel tepkidir. Kalabalığı oluşturanlar ne

istedikleri konusunda kararsız ve endişelidirler. Bu nedenle de izlenecek tutarlı yollar yerine sadece etrafındaki insanların davranışlarını taklit et-mektedirler (Jasper, 2002:52).

Her tez kendi antitezini oluşturduğu gibi, Le Bon’un Kalabalıklar Yak-laşımı da kendi karşıtını oluşturmakta geç kalmamıştır. Bu karşıt yaklaşım Rasyonalist Ekol olarak ifade edilmektedir. Yaklaşımın en önemli ismi Mancur Olson’dur. Rasyonalist ekol toplumsal hareketlere kör inançlar ya da sürü psikolojisi bakış açısıyla bakmamaktadır. Bu ekole göre toplumsal hareketler bireylerin rasyonel eylemlerinin tezahürüdür. Bu nedenledir ki rasyonalist ekol, davranış kavramı yerine bir bilinçliliği ifade eden eylem kavramını kullanmaktadır. Olson’a göre bireyler gerçekleştirdikleri her eylemde kar-zarar hesabı yapmaktadırlar. Her eyleme karlarını maksimu-ma çıkarmaksimu-mak için katılmaksimu-maktadırlar. Zaten eylem sonucunda elde edecekleri fayda katlandıkları maliyetten fazla değilse eyleme katılma gereği görme-mektedirler (Çetinkaya, 2008:32). Olson zengin öğeler taşıyıp aşağılayıcı olan kalabalık psikolojisi yerine, insanları övmeyen ancak onların rasyonel görünmesini sağlayan mikro-ekonomik, basit varsayımlar ortaya koymuş-tur (Jasper, 2002:56).

Toplumsal hareketlerle ilgili teoriler tabi ki yukarıda ifade edilen-lerle sınırlı değildir. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi ve Politik Olanaklar Kuramı toplumsal hareketleri açıklamak için ortaya çıkmış olan diğer te-orilerdir. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi John McCarthy ve Mayer Zald tarafından geliştirilmiştir. McCarthy ve Zald toplumsal hareketlerde örgüt-lere odaklanmışlardır. Onlara göre toplumsal hareketin merkezindeki olgu bunların kurmuş oldukları örgütlülüklerdir. Bir hareketin ortaya çıkması için başta parasal kaynaklar olmak üzere pek çok kaynağa ihtiyaç vardır.

Bu kaynaklar temin edilip hareket doğrultusunda seferber edilmelidir. Za-ten toplumda birtakım tepkiler her zaman mevcuttur. Önemli olan bunların bir hareket doğrultusunda seferber edilmesidir. Bu seferberliği sağlayan ise formel örgütlerdir. Bu nedenledir ki toplumsal hareketler iktisadi te-şekküller gibi hareket etmektedirler. Kaynak toplar, personel temin eder, fikirlerini potansiyel alıcılara aktarırlar. Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’nin de iktisadi bir yönü mevcuttur (Çe-tinkaya,2008:34). Yani toplumsal hareketlerin faaliyet gösterdiği toplum düzeni de, ekonomik bir düzen olarak ele alınmış, toplumsal hareket ör-gütleri de firmalar gibi toplumsal fayda üretmek için ortaya çıkan kurumlar olmuşlardır. Ayrıca bunlar tıpkı firmalar gibi arz-talep prensibiyle hareket etmişlerdir. Hem kişisel düzeyde yarar, kar-zarar düşünülmektedir hem de toplumsal düzeyde. İlk dönem toplumsal hareketler daha çok bireylerin kızgınlıklarının dışa vurumu şeklinde tezahür etmiştir. Yani odak nokta ya da çıkış noktası sisteme ya da topluma duyulan öfke ya da tepki olmuştur.

Ancak kaynak mobilizasyonu teorisine göre esas belirleyici olan toplumsal

hareket örgütlerinin toplayabildikleri kaynaklardır (Uysal, 2009:219). Bu savunuları doğrultusunda yaklaşımın teorisyenleri; toplumsal huzursuzluk, eşitsizlik, mağduriyet gibi durumların toplumsal harekete nasıl etkileri ol-duğuyla ya da toplumsal hareketlerin nasıl bir toplumsal ortam içerisinde var olduklarıyla değil, nasıl örgütlendikleriyle ve ne tür stratejiler geliştir-dikleriyle ilgilenirler (Özen, 2013:46).

Politik Olanaklar Teorisi, Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’i ile kardeş teori olarak ele alınan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım “toplumsal hareketleri kurumsal siyasetin dışında yer alan çeşitli toplumsal grupların kolektif çı-karları doğrultusunda kurumsal siyaset üzerine baskı yaratmak üzere giriş-tikleri rasyonel çabalar olarak görür” (McAdam, 1982; Tilly, 1978 aktaran Özen, 2013:46). Yaklaşımın savunucuları daha ziyade toplumsal hareket-lerin içinde varlık buldukları politik sistemi ele almışlardır ve onun pro-testo fiilleriyle olan ilişkisi üzerinde durmuşlardır (Çetinkaya, 2008:35).

Kaynak Mobilizasyonu Teorisine benzer şekilde Politik Olanaklar Teorisi de toplumsal hareketlerin ortaya çıkışında toplumsal eşitsizlikleri, sorunla-rı dikkate almamakta, toplumsal bağlasorunla-rın ve yapılasorunla-rın toplumsal hareketler üzerinde ne gibi etkileri olduğuyla ilgilenmektedirler (Özen, 2013:47).

Yukarıda ifade edilen ve toplumsal hareketleri açıklayan, yorumlayan teoriler önemlidir. Ancak bunlardan daha fazla önem atfedilen bir yakla-şım daha mevcuttur. Bu yaklayakla-şım Yeni Sosyal Hareketler Yaklayakla-şımı’dır.

İlk dönemdeki toplumsal hareketlerde ekonomik çıkarlar ön plana çıkmış durumdadır. Genellikle tek bir sosyal sınıftan oluşan üyeler siyasal gücü ele geçirmek amacıyla hareket etmektedirler. 1960’larda ortaya çıkan ve 1968 sonrası siyaset sahnesinde yükselişe geçen yeni toplumsal hareketler mücadeleyi geçmişten farklı bir biçimde yürütmeye başlamışlardır (De-miroğlu, 2014:136). Yani toplumsal hareketler kendilerini siyasi gücü kontrol etme çabasından soyutlamış, sivil hakların dönüşümüyle ilgilen-mişlerdir (Çayır, 1999:16-17). Yeni Toplumsal Hareketler Ekolü insanla-rın toplumsal harekete katılımında kolektif kimliğin önemine vurgu yap-maktadır. Yeni toplumsal hareketler zengin bir içeriğe, geniş bir talepler ve aktörler yelpazesine sahiptir. Dar iktisadi çıkarlar peşinde koşmak söz konusu değildir. Bu hareketler demokratiktir. Katılıma açıktır. Formel ku-rumsal yapı kanalları dışında çalışırlar. Hayat tarzı, etik ve kimlik duyar-lılıkları üzerine vurgu yapmaktadırlar (Çetinkaya, 2008:44). Touraine’ne göre yeni toplumsal hareketler bürokratik boğuculuğu yıkma amacındadır (Tilly, 2008:116). Claus Offe’ye göre yeni toplumsal hareketler Batı’da refah toplumu anlayışının tehdidi ile ortaya çıkmıştır. Liberal refah devleti anlayışı büyüme, refah ve refahın topluma aktarımıyla ilgilidir. Bu döne-min hâkim aktörleri kurumsallaşmış baskı grupları ve siyasi partilerdir. Bu aktörler özel hayatın değerleri ile katılımı değersizleştiren bir düzeni vur-gulamaktadır. Yeni sosyal hareketler ise refah devletinin bu anlayışını

red-detmektedir. Hayatın ekonomik yönünden ziyade ekonomik olmayan nite-likleri ile ilgilenmektedir (Çayır, 1999:17). Habermas ise yeni toplumsal hareketlerin yaşam dünyalarının kolonileştirilmesi eğilimine karşı olarak ortaya çıktığını ifade etmektedir. Bu hareketler hem sivil toplumu hem de kamusal alanı canlandıran ve genişleten hareketlerdir (Balkaya, 2014:44).

Yeni toplumsal hareket kuramcılarının pek çoğuna göre eskinin işçi sınıfı hareketi ve bu hareketleri gerçekleştirenlerin talepleri 1960’lardan sonra geçersiz bir hal almaya başlamıştır. Çünkü bu hareketlerin tüm toplumu kapsama özelliği söz konusu değildir. Tüm kesimlerin taleplerini dile ge-tirememektedir. Bunun yanında işçi sınıfının taleplerini dahi yerine getir-mekten aciz duruma düşmüşlerdir. Bu nedenle de eski toplumsal hareket-lerin yerini yeni toplumsal hareketler almıştır. Yeni toplumsal hareketler iktisadi çıkarların ötesine geçmiş, daha demokratik, katılımcı, eşitlikçi ta-lepler içermektedir (Yanık ve Öztürk, 2014:52). Bireysel özgürlük, eşitlik, barış ve dayanışmacı toplumsal taleplerle ortaya çıkıp, örgütlenmektedir-ler (Coşkun, 2006a:150). Yeni toplumsal hareketörgütlenmektedir-ler direniş hareketörgütlenmektedir-leridir ve amaç iktidarı ele geçirmek değil siyasal özneleri harekete geçirmektir.

Bu hareketler toplumun yapısal farklılaşmasını ve özerkliğini savunmak-tadır. Aynı zamanda stratejik olmayan hareket için alan açma çabasında-dırlar (Işık, 2013:21). Yeni toplumsal hareketler kentsel mekânda oluşmuş kent bilincini kent dışına taşımaktadır ve bu şekilde ülke genelinde destek bulmaktadır (Akkoyunlu,1999:123).

“Yeni toplumsal hareketler, genellikle bürokrasi, devletçilik, ortak-lık ve canlılar dünyasının sömürgeleşmesine ya da sivil yaşam ve fiziksel varoluşun tüm görünümlerine yapılan teknokratik müdahaleye karşı tep-kileri yansıtmaktadır.” (Frankel,1991 aktaran Akkoyunlu, 1999:123). Bu hareketler bütün toplumu ilgilendiren sorunlar ortaya koyup, bu sorunla-ra çözüm bulmak için harekete geçmektedirler. Bu sorunlar çevre üzerine olabileceği gibi, insan hakları, barış gibi çeşitli konuları da kapsamaktadır (Coşkun, 2006b:73).

Toplumsal hareketler pek çok konuyu, talebi ve aktörü içerisinde ba-rındırmaktadır. Ortaya çıktıkları toplumlarda bazen pek etkili olamazken, çoğu defa etkili olmayı başarmaktadır. Özellikle günümüz dünyasında ger-çekleşen çeşitli toplumsal hareketler devletlerin yönetim şekillerini değiş-tirmeye varan etkili sonuçlar meydana getirmektedirler. Bu nedenle top-lumsal hareketlerin iyi bir şekilde yönetilmesi önem arz etmektedir ve bu doğrultuda çağdaş yönetim yaklaşımları önemli bir konuma gelmektedir.