• Sonuç bulunamadı

M. Fethullah Gülen

B

edîüzzaman, üzerinde titizlikle durulup düþünülmesi, araþtýrý-lýp insanlýða tanýtýlmasý gerekli olan bir simadýr. O, Ýslâm âle-minin, inanç, moral ve vicdânî enginliðini hem de en katýksýz ve müessir þekilde ortaya koyan çaðýn bir numaralý insanýdýr. Ona, onun düþüncelerine, hissî mülâhazalarla yaklaþmak, onu ve eserini an-mak sayýlmaz. Duygusallýk, onun her zaman uðrunda yiðitçe tavýr or-taya koyduðu ve gürül gürül anlattýðý meselelerin ciddiyeti ile te'lif edi-lemez. O, bütün ömrünü, kitap ve Sünnet'in gölgesinde, tecrübe ve mantýðýn kanatlarý altýnda, derin bir aþk ve heyecanla beraber, hep bir muhakeme insaný olarak sürdürmüþtür. Bedîüzzaman'ýn, yüksek mefkûresi, yaþadýðý çaðý düþünüp söylemesi, sadeliði, insânî enginliði, vefâsý, dostlarýna baðlýlýðý, iffeti, tevâzuu, mahviyeti ve istiðnasý üzeri-ne þimdiye kadar pek çok þey yazýldý ve söylendi. Aslýnda, her biri baþ-lý baþýna birer kitaba mevzu teþkil edecek olan yukarýdaki vasýflar, onun da kitaplarýnda sýkça üzerinde durduðu konulardýr. Ayrýca hâlâ aramýz-da, hayatta iken onun yakýnýnda bulunma bahtiyarlýðýna ermiþ ve onu, rûhî enginliði, fikrî zenginliði ile tanýmýþ dünya kadar insan var ki, bunlar da canlý birer kitap gibi bu konunun en sadýk þahitleri.

Dýþ görünüþ itibariyle sade ve basit görünen Bedîüzzaman, gerek düþünce hayatýnda, gerek aksiyonunda herkeste bulunmayan engin bir

292 Arapça Mesnevi-i Nuriye’ye yazdýðý Önsöz’den.

karakter sergiledi. Onun, insanlýk için en hayâtî meselelerde bütün in-sanlýðý kucaklayýþý, küfür, zulüm ve dalâlete karþý tiksinti duyuþu, her zaman istibdada karþý savaþ ilan etmesi, bu uðurda hayatý istihkâr(aþa-ðýlama) edercesine vefâsý ve civanmertliði, hatta ölümü gülerek karþý-lamasý, onun için normal davranýþlardý.

O engin bir his insaný olmanýn yanýnda, misyonuyla alâkalý mese-lelerde, hep Kitap-Sünnet yörüngeli; muhâkeme ve mantýk televvünlü yaþamýþtý.

O, davranýþlarý itibariyle, masum bir ikili görünüm sergilerdi. Bi-ri, engin bir vicdan eBi-ri, derin bir aþk ve heyecan timsali ve olabildiðin-ce mert bir insangörünümü; diðeri de fevkalâde dengeli, çaðdaþlarýnýn çok önünde ileri görüþlü, büyük plân ve projeler üretebilen saðlam bir kafa yapýsýna sahip mütefekkir görünümü. Bedîüzzaman ve onun da-vasýna bu zaviyeden yaklaþmak, onun, Ýslâm büyüklerinin bir devamý olarak, içinde bulunduðumuz çaðda bizim ifade ettiðimiz manayý an-lamamýz bakýmýndan çok önemlidir.

Bazý kimseler görmemezlikten gelseler de gerçek þu ki;

Bedîüzzaman çaðdaþlarýnca, kendi kuþaðýnýn en ciddî düþünürü ve ya-zarý kabul edilmiþ; kitlelere hem bir sözcü hem de önder olabilmiþ;

ama kat'iyen kendini beðenmemiþ, gösteriþe girmemiþ ve hep âlâyiþten uzak kalmaya çalýþmýþtýr. “Þöhret ayn-ý riyâdýr ve kalbi öldüren zehirli bir baldýr...” sözü, onun bu konudaki altýn beyanlarýndan sadece bir ta-nesi. O, yirminci asýrda Ýslâm dünyasýnda, þimdilerde dünyanýn dört bir yanýnda, her zaman listenin baþýnda birkaç yazardan biri olarak ta-nýnmýþ, her kesimce sevilerek okunmuþ ve zamanýn eskitemediði simâlardan biri olarak tarihe mâlolmuþtur.

Bedîüzzaman'ýn hemen bütün eserleri, içinde doðmuþ olduðu çað zâviyesinden, yorumlanmaya açýk bazý meseleleri yorumlama açýsýn-dan o uðurda harcanmýþ ciddî bir gayretin sonucudur.

Onun eserlerinde önce Anadolu, sonra da bütün Ýslâm dünyasýnýn hem âh u efgâný, hem de ümit ve þevk u târâbýný duyup dinlemek mümkündür. Gerçi o, doðunun ücrâ bir kasabasýnda doðmuþtur ama, kendini hep bir Anadolulu olarak hissetmiþ ve bizim duygularýmýzý bir Ýstanbul efendisi gibi soluklamýþ ve her zaman topyekün bir ülkeyi en-gin bir þefkat ve dupduru bir samimiyetle kucaklamýþtýr.

Bedîüzzaman, materyalist düþüncenin, fikir hayatýný hâkimiyeti al-týna aldýðý, komünizmin en çýlgýn dönemini yaþadýðý, dünyanýn en bu-nalýmlý, en karanlýk, en sýkýntýlý günlerden geçtiði çok talihsiz bir za-man diliminde, imân ve ümit tüten eserleriyle, sarsýntý üstüne sarsýntý yaþayan insanýmýza Hýzýr çeþmesine giden yollarý gösterdi ve gezdiði her yerde yýðýnlara hep “ba'sü ba'del-mevt” üfledi.

Onun, hepimizden ve herkesten evvel görüp sezdiði ve ele alýp çözmeye çalýþtýðý en büyük problem, küfür ve ilhad kaynaklý anarþi problemiydi. O, bütün hayatý boyunca, insanýmýza, çaðýn bu hastalýðý-nýn mutlaka aþýlmasý lazým geldiðini salýkladý. Ve bu hususta insanüstü bir gayret sarfetti. Böylesine buhranlar içinde kývranan bir dünya ile karþýlaþan Bedîüzzaman, kendini bekleyen sorumluluklarýn farkýnday-dý... ve Kafdaðý'ndan aðýr bir yükün altýna girerken, fevkalâde mü-tevâzi, mahviyet içinde ve hacâletle iki büklümdü ama, Cenâb-ý Hakk'ýn sonsuz kudret ve nâmütenâhî gýnâsýna karþý da olabildiðince bir güveni vardý.

Bütün insanlarýn, fen ve felsefe âlet edilerek ilhâda sürüklendiði, komünizmle beyinlerin yýkandýðý, bu menfî oluþumlara “dur” diyenle-rin memleket memleket sürgüne gönderildiði, ülkenin her köþesinde en utandýrýcý tehcirlerin yaþandýðý ve daha garibi de bütün bunlarýn medeniyet ve çaðdaþlaþma hesabýna yapýldýðý, hatta nihilizmin, asrýn en yaygýn büyüsü haline getirildiði o kapkara günlerde, Bedîüzzaman, hâzýk bir hekim edâsýyla hepimizin, içlerimizdeki zindanlarý, rûhlarý-mýzdaki çeþit çeþit mahkumiyetleri, kendi cinâyetlerimizi ve kendi ken-dimize esaretlerimizi hatýrlattý, rûh dünyalarýmýzda ve vicdânî hayatla-rýmýzda uyuyan insânî yanlarýmýzý harekete geçirerek, maaliyata müþ-tak gönüllerimize üst üste nefesler aldýrdý, ötelerle alakalý derinlikleri-mizi gözler önüne serdi, tekye, zâviye, mektep ve medresenin bütün vâridâtýný birden baþýmýza boþalttý.

Evet, Bedîüzzaman milletin fikrî seviyesizliklerle sürüm sürüm ya-þadýðý ve içtimâî dertlerin birer buhran halini aldýðý, ülkenin hemen her yanýnda ürperten yüzlerce hadise ile yüz yüze gelindiði, her tarafta Ýs-lâmî ve millî deðerlerin enkaz enkaz üstüne yýkýlýp gittiði ifritten bir dönemin, düþünen, çareler arayan, teþhis ve tespitlerde bulunan sonra da bu rahatsýzlýklara reçeteler sunan bir hekimi olmuþtu.

O, upuzun ve karanlýk yýllarýn hazýrlanýp sahneye sürdüðü dünya kadar felâket ve þüphe vadilerinde bocaladýðýný, kurtulmak istedikçe da-ha derin buhranlara gömüldüðünü gören, hisseden, görüp hissettikleri-ni vicdanýnýn derinliklerinde duyan bir insan olarak, ilk günden itibaren hep müteheyyiç yaþadý... sürekli düþündü... devlet ve topluma alternatif tedaviler teklif etti... ve bu þanlý fakat talihsiz millete, muhteþem fakat bahtsýz ülkelere eski enginlik ve zenginliðini duyurmaya çalýþtý.

Bedîüzzaman, tâ Devlet-i Âliye döneminden baþlayarak ülkenin pek çok yöresini dolaþtý; en büyük þehirlerden en ücrâ kasabalara, nü-fusu yoðun beldelerden, en tehnâ mýntýkalara kadar her yere uðradý...

uðradýðý her yerde cehâletin hüküm-fermâ olduðunu, yýðýnlarýn fakr u zarûretle kývrandýðýný, insanýmýzýn deðiþik buudlardaki iftiraklarla bir-birini yiyip bitirdiðini gördü... ürperdi... ve yaþadýðý çaðý çok iyi idrak etmiþ bir mütefekkir olarak o günkü periþan yýðýnlara ilim ruhunu aþý-lamak istedi. Fakr u zarûret ve iktisâdî problemlerimiz üzerinde durdu.

Ýftiraklarýmýza çareler aradý; hemen her zaman birlik ve beraberliðimi-zi solukladý... solukladý ve milletimiberaberliðimi-zi, bu bunalýmlý günlerinde bir an bile yalnýz býrakmadý. Gezdiði her yerde âvâzý çýktýðý kadar baðýrýyor ve: “Bu iç içe dertler eðer þimdi tedâvi edilmez, yaralarýmýz, mâhir ve mütehassýs eller tarafýndan sarýlmazsa, hastalýklarýmýz müzminleþir, ya-ralarýmýz da kangren hâlini alýr. Ýlmi, içtimai, idari dertlerimiz mutla-ka teþhis edilmeli, maddî-manevî bütün problemlerimiz çözüme alýn-malý ki, mevcudiyetimizi kemiren, varlýðýmýzý temelinden sarsan ve bi-zi her gün daha fecî çukurlara sürükleyen sýkýntýlara ma'ruz kalmaya-lým.”diyordu.

Bedîüzzaman'a göre, bugün olduðu gibi o gün de, bütün fenalýk-larýn membaý cehâlet, fakr u zarûret ve iftiraktý. Evet içtimai sýkýntýlarý-mýzýn en birinci sebebi, millî sefaletlerimizin en önemli sâiki cehalettir.

Allah bilmeme, Peygamber tanýmama dine karþý lâkayd kalma, maddî-manevî tarihi dinamiklerimizi görmeme manasýna gelen cehalet, hiç þüphesiz o gün-bugün baþýmýzýn en büyük belasýdýr. Ve Bedîüzzaman da, bütün hayatýný bu öldürücü mikropla savaþa vakfetmiþtir. Ona göre kitleler ilimle, irfanla aydýnlatýlmadýkça, toplum sistemli düþünmeye alýþtýrýlmadýkça ve yanlýþ sapýk düþünce akýmlarýnýn önü alýnmadýkça milletimiz için kurtuluþ ümidi beslemek abestir. Evet, o cehalet

yüzün-den deðil midir ki; kâinât Kur’ân'dan, Kur’ân da kâinâttan koparýldý...

koparýldý ve biri varlýðýn srlarýný bilmeyen, eþya ve hadiselere kapalý, baðnaz rûhlarýn hayal zindanlarýnda yetim kaldý; diðeri de herþeyi mad-dede arayan ve manaya karþý bütün bütün kör, mük'ab cahillerin elinde bir kaos halini aldý. Yine bu cehalet sebebiyle deðil midir ki; bu müba-rek dünya en münbit ovalarý, en feyyaz obalarý ve en bemüba-reketli ýrmakla-rýna raðmen zarûret ve sefâletlerin pençesinde inim inim inlemekte ve eski kapýkullarýna dilencilik etmekte.

Bu korkunç cehâlet ve zarûret yüzünden deðil midir ki; ülkenin dört bir yanýnda, topraðýn altýnda sessiz sessiz yatan onca kýymettar madenlerimiz, haddi-hesabý bilinmeyen yeraltý, yer-üstü zenginlikleri-miz baþkalarýnýn hazinelerine akarken, biz, periþan, derbeder ve kor-kunç bir borç þoku altýnda iki büklümüz. Evet, yýllardan beri milleti-mizi zebun eden bu bela yüzündendir ki, bîçâre iþçi ve köylümüz, sü-rekli didinip durduklarý, yýpranýp ezildikleri halde emeklerinin karþýlý-ðýný tam olarak elde edememekte, elde ettiklerinin de bereketini bula-mamakta, mutlu olamamakta ve taksit taksit kahrolup gitmektedir. Yi-ne bu cehalet ve cehalet kaynaklý tefrika sebebiyledir ki; cihanýn dört bir yanýnda bizimle alakalý bir dünyada “tegallübler, esaretler, tahak-kümler, mezelletler, türlü iptilalar, türlü türlü illetler” yaþandýðý, hatta kan gövdeyi götürdüðü, ýrzlar çiðnenip namuslar payimal olduðu, dünya dengesizlikler aðýnda bir oraya, bir buraya kayýp durduðu hal-de, bir türlü tefrikadan sýyrýlýp bu fecayie, bu fezâyie “dur” diyemiyor;

Ýslâm aleminin her gün daha korkunç, daha vahim uçurumlara yuvar-lanmasý karþýsýnda onun sýkýntýlarýna çare olamýyor, vahdet ruhuyla ge-rilemiyor ve çaðýmýzla hesaplaþamýyoruz.

Biz milletçe, bu kahredici hastalýklar aðýnda kývranýrken, Batýnýn sûrî ve maddî terakkîsi karþýsýnda bir kýsým kamaþan gözler, bulanan bakýþlar ve dönen baþlar dimaðlarýný müsbet fenlerle, gönüllerini dinî hakîkatlerle donatp, maddî-manevî zenginliklere ereceklerine bütün bütün rûhsuz ve köksüz davranarak, millî ve dinî en hayatî dinamikle-rimizi görmemezlikten gelerek, kör bir taklit ve þabloncularla, kitleleri millî seciyeden tecrid, tarih þuurundan mahrum, ahlâk ve faziletten de yoksun býraktýlar. Bence, milleti kurtarma mülahazasýyla sapýlan bu ikinci yol ve gerçekleþtirilen bu ikinci hareket daha zararlý oldu ve

top-lumun rûhunda onulmaz yaralar açtý. Birinci durum itibariyle insaný-mýz, seneler ve seneler boyu boðucu bir kâbus altýnda kývranýp durma-sýna karþýlýk, ikinci hâl itibariyle de milli faziletlerimiz, rûhî necâbeti-miz, cihanpesendâne aksiyonumuz yýkýlýp gitmiþtir.

Bedîüzzaman, bu her iki cephenin de yanlýþ muâlecelerine ve bu yanlýþ mualecelerin meydana getirdiði toplum çapýndaki komplikasyon-larý göðüslemiþ, asýrlýk yarakomplikasyon-larýmýza neþter vurmuþ ve bu cerîhakomplikasyon-larýn se-bebiyyet verdiði felaketleri teþrih ve teþhis edip çarelerini göstermek, ül-ke ve insanýmýzý yýkýlýp gitmekten kurtarmak için tâ bidâyet-i hayatýn-dan, Urfa' da Mevlasýna kavuþacaðý âna kadar, hep yürekten ve samîmi, hep tok sesli ve tok sözlü bir vatan evladý olarak, ülkesine vefa hisleriy-le dopdolu olarak hep ayný þeyhisleriy-leri söyhisleriy-lemiþ, ayný ölçüde derthisleriy-lerimizin üzerine yürümüþ ve tedavi adýna ayný þeyleri takdim etmiþtir. Toplumun kafasýna birtakým yeni düþünceleri yerleþtirmek ne kadar zor ise, sene-ler ve senesene-ler boyu, onlarýn dem ve damarlarýna iþlemiþ anlayýþlarý, te-lakkileri, geçmiþten tevarüs edilen -yanlýþ veya doðru- adet ve an'anele-ri söküp atmak da o kadar çetin ve o kadar zordu. Dünden bugüne yý-ðýnlar, her zaman -yararlý veya zararlý- bu kabil metrûkâtýn te'sirinde kalmýþ, ferdi ve içtimai hayatlarýný böyle bir teessür atmosferi içinde ör-gülemiþ; alýþýla gelen þeylere uymayan ve umûmi hissi okþamayan hu-suslara karþý da nefret duymuþ ve onlardan uzak kalmaya çalýþmýþtýr. Bu his, bu duyuþ ve kabulleniþler bazen yanlýþ da olabilir. Eðer bu yanlýþ düþünce ve kanaatler kitleler tarafýndan hüsn-ü kabul görmüþ, yaþana yaþana toplumun her kesimine mâlolmuþ, hayatýn her yanýnda dal-bu-dak salarak kökleþmiþ, güç kazanmýþ ise, bütün bu yanlýþ kanaatlerin yý-kýlmasý, toplum çapýndaki inhiraflarýn giderilmesi, varsa küflü kanaatle-rin temizlenip, düþünce ve vicdanlarýn iyiden iyiye tahliye ve tahliyeler-den geçirilmesi lazýmdýr ki, milletçe geleceðe yürünebilsin.

Ýþte Bedîüzzaman, gençlik günlerinden itibaren hep bu duygu ve bu düþünce içinde oldu. O bu mevzuda, en küçük bir hakikatý dahi giz-lemeyi ülkesine ve insanýna vefasýzlýk saydý; milleti felakete sürükleyen yanlýþ düþünce ve yanlýþ kararlar karþýsýnda, kollarýný makas gibi açtý ve âvâzý çýktýðý kadar “burasý çýkmaz sokak” diye haykýrdý. Onun fýtratý yanlýþ ve dini deðerlere ters þeyler karþýsýnda fevkalade müteheyyiç, uf-ku âlî ve himmeti de olabildiðince “ulülazmâne” idi. Koskoca bir

mil-letin mahv u izmihlâline göz yumup lâkayd kalmak bu aslan yürekli in-sanýn tabiatýna zýttý. O, milletçe kusurlarýmýzý ve felaket sebeplerimizi, hem de en derin en gizli noktalarýna kadar açarak, millete kendini sor-gulama yanlarýný gösterdi.. sýk sýk ona inkýraz sebeplerini hatýrlattý ve kurtuluþ reçeteleri sundu... sundu ve en acý hakikatleri hiç tereddüt et-meden haykýrdý... yanlýþ kanaatlerin, küflü düþüncelerin, küfür ve ilha-dýn üzerine at sürdü... ve bütün hayatý boyunca, hakikat nurlarýnýn in-kiþafýna mâni bütün engellere karþý sürekli mücadele etti.

Hiç kimsenin dînî hakîkatler adýna bir þey söylemeye cesaret ede-mediði en kâbuslu dönemlerde o, uyutulmak istenen yýðýnlara teyak-kuzlar çekti... cehalet, fakr u zarûret ve iftiraka karþý savaþ ilan etti... top-lumu saran çeþit çeþit vehimleri temelinden sarstý... ateizm ve inkâr-ý ulûhiyete karþý bir sath-ý mücadele oluþturduðu gibi, batýl ve hurafeleri de kendi çýkmazlarý içinde boðdu. Her zaman, þâyân-ý hayret bir me-denî cesaretle asýrlýk dertlerimizi teþrih etti ve tedavî yollarýný gösterdi.

Araplar: “En son ilaç daðlamadýr” derler. O, bir-iki asýrlýk riya;

gösteriþ ve âlâyiþ üzerine âdetâ bir kýzgýn demir bastý; saray ricâlinden doðudaki aþîret reislerine, meþîhâttan askerî erkâna kadar herkesin rûhunda ma'kes bulacak çok yeni þeyler söyledi... söyledi ve her kesi-miyle milletin dikkatini kendi üzerine çekti. O tabiatý icabý hep bu tür-lü þeylere karþý olsa da, yapýlan þeyin tabiatýnýn gereði böyle olmuþtu.

O, hemen her kesime, cihad için kýnýndan sýyrýlacak kýlýçtan evvel, fikir ve rûhlarýmýza vurulan zincirlerin kýrýlmasý lazým geldiðini ihtar etti... ve bir “ba'sü ba'del mevt” müjdesiyle, genç nesillere Ýslâmi dü-þünceye giden yollar`gösterdi.

O, coðrafî olarak ülkenin bölünmesinden, parçalanmasýndan, kü-çülmesinden korkuyor ve titriyordu ama, daha çok bu tür tersliklere se-bebiyet verecek olan fikirlerin daralmasýndan, rûhlarýn sefilleþmesin-den, Batý taklitçiliðinden ve þablonculuktan ürperiyordu.

Bedîüzzaman, “hep okuma, düþünme, çalýþma” diyor ve millet fertlerini mütekabil yalnýzlýktan kurtarmak, mükemmel bir toplum ve ma'mur bir millet haline getirmek için durmadan çýrpýnýyordu. Ülke ve insanýmýzý böyle bir zirveye taþýmak için de sürekli “maarif” diyor, ta-lim ve terbiyeden dem vuruyordu. Her tarafta neþr-i maarif ve her þe-kilde talim ve terbiye... mescidler, medreseler, kýþlalar, sokaklar,

park-lar, hatta hapishaneler bile bu eðitim seferberliðine katýlmalýydý O'na göre... Ancak maarif sayesinde, aklî ve mantýkî vahdet gerçekleþebilir-di. Önce, dimað dimaða birleþip bütünleþemeyenler, bir yolda uzun za-man, beraberliklerini sürdüremezler. Evvela vicdanlar birleþmelidir ki, daha sonra gönüller ve eller de birleþebilsin. Böyle bir birleþmenin yo-lu da, hayatýn, dinî disiplinlere göre ele alýnmasýna, Kitap, Sünnet ve selef-i sâlihînin sâfiyâne içtihadlarý mahfuz, zamanla mukayyed þeyle-rin çaðýn idrâkine göre yorumlanmasýna vabestedir.

Evet, insanýmýz, bu asýr ve bu asrýn vâridât, mana ve yorumuyla mutlaka tanýþmalý, barýþmalý ve uzlaþmalýydý. Dünya baþýný almýþ bir yerlere giderken kendi dar kabuðumuza çekilip, inzivaya dalmak bizi öldürürdü. Bugünü yaþamak isteyenler mutlaka, hayatýn çaðlayanlarýy-la, kendi irade sa'y ve gayretleri arasýndaki ahengi, uyumu ve desteði yakalama mecburiyetindedirler. Aksine, kâinattaki umûmî cereyana karþý direnmeleri mahvolup gitmelerini netice verir.

Eðer Bedîüzzaman, soluk soluða ülkenin dört bir yanýna mesajla-rýný sunduðu zaman, onu anlayacak birkaç yüz aydýn, düþüncelerinde ona destek olabilseydi, ihtimal bugün en zengin ülkelerden daha zen-gin, en medenî milletlerden daha medenî hale gelmiþ ve daha sonrala-rý karþýmýza çýkan her engeli aþabilecek güce ulaþacak, þimdilerde giril-miþ gibi görülen o yola, ta asrýn baþýnda girgiril-miþ ve bugünkü problem-lerin pek çoðuyla karþýlaþmamýþ olacaktýk... yine de herþeye raðmen ümitvârýz. Milletimizin, bütün bütün mana köklerinin kuruduðunu id-dia edenlerin gaflet ve zühûllerine inanýrým... gerçi baþka milletler gibi biz de düþtük; bunu inkâr etmemize imkan yok. Ne var ki; doðrulup kendimize gelemeyeceðimizi de kimse iddia edemez. Þimdilerde, mil-letçe, eski rahat düþkünlüðü yerinde intibah nurlarý parýldýyor... harem hisleriyle titrek rûhlarýmýzda taptaze bir canlýlýk ve bir dirilme sýcaklýðý var... Bu geliþmeleri, masmavi bahar günlerinin takip edeceði kuþku-suz. Ancak, dolaþýp yamaçlarýmýzda seccade serecek Hýzýr'lar ve kork-madan enginlere yelken açacak Ýlyas'lar bekliyoruz. Bu konuda Bedîüz-zaman önemli bir iþarettir...

“Dehâ için intihap yoktur.” derler; yani dehâ sahibi “þunu yapma-yayým” demez; “þunu yapmak yararlý, þu da zararlý” diyerek, birþeyin yapýlacaðýna veya terkedileceðine hüküm vermez. O, Ýlahi bir

mevhi-be, ledünnî bir sâika ve þâika ile, çevresinin en derin, en þümûllü ve za-hirî, bâtýnî, rûhî, içtimâî ihtiyaçlarýný kucaklayacak çok üniteli bir güç kaynaðý gibi pek çok þeyi omuzlayabilecek kuvvetleri rûhunda topla-mýþ bir fýtrat harikasýdýr. Bedîüzzaman ve onun arkada býraktýðý eser-lerini tetkik edenler onda dehânýn bütün hususlarýnýn var olduðunu görürler. O, gençlik döneminden, mahkemelerden, çevresine sunduðu ilk dehâ soluklarý sayýlan eserlerinden, zindanlar ve sürgünlerle geçen çileli bir hayat içinde inkiþâf edip geliþen olgunluk dönemi kitaplarýna kadar hep o seviyeler üstü seviyesini korumuþ ve her zaman dâhiyâne konuþmuþtur.

Mesnevî onun ilk eserlerindendir. Bu kitapta birer rüþeym, birer katre, birer tomurcuk halinde kendini gösteren onun altýn düþüncele-rinden her damla, her yaprak, her filiz, ileride birer ýrmak olmuþ çað-lamýþ, birer gül bahçesi gibi tüllenip çevresine kokular salmýþ, birer or-man gibi mehip mehip uðuldamýþ, dostlarýnýn, mü'minâne, mütefek-kirâne, þâirâne hislerini gýdýklamýþ ve onlarý coþturmuþ; düþmanlarýnýn da rûhlarýna korkular ve velveleler salmýþtýr. Ýþte onun ilk dönemden itibaren gönül gözlerimize renk renk, çizgi çizgi çalýp geçtiði manalar ve duygularýmýza diriliþ üfleyip ruhlarýmýzý coþturduðu naðmelerden bazý soluklar! Deryâdan damla, güneþten zerre, varlýktan sönük bir çiz-gi, hissedip söyleyememe, duyup deðerlendirememe, dalga kýranlarý-ma çarpýp kýrýldýktan sonraki halleriyle birkaç damla:

Bütün Ýslâm müfekkirleri gibi Bedîüzzaman'a göre de, dünyada en büyük hakîkat imân ve tevhid hakikatidir. Onun düþünce ikliminde varlýk, atomlardan en büyük sistemlere kadar tevhid gerçeðini iþleyen bir mekik ve her yanda O' na ait manalarý, nakýþ nakýþ bir dantelâ gibi ören, örgüleyen bir ibriþim ve bir týð gibidir. Bu hakikatin Ýlâhî

Bütün Ýslâm müfekkirleri gibi Bedîüzzaman'a göre de, dünyada en büyük hakîkat imân ve tevhid hakikatidir. Onun düþünce ikliminde varlýk, atomlardan en büyük sistemlere kadar tevhid gerçeðini iþleyen bir mekik ve her yanda O' na ait manalarý, nakýþ nakýþ bir dantelâ gibi ören, örgüleyen bir ibriþim ve bir týð gibidir. Bu hakikatin Ýlâhî

Benzer Belgeler