• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SELÇUKLULAR, NİZAMÜ’L-MÜLK VE SİYASAL DİN

3.4. Nizamü’l-Mülk ve Tarihsel Rolü

Nizamü’l-Mülk, Gazali’yi öne çıkarmakla aslında İslam’ın OrtaçağI’nın temellerini de atan çok önemli bir iş yapıyordu. Bu nedenle Nizamü’l-Mülk, sadece Türk tarihi açısından değil, bütün Ön Asya, Orta Doğu ve İslam tarihi açısından da önemli bir devlet adamı ve siyaset teorisyeni oldu. Çünkü, İmam Gazali’nin İslam dünyasında oynadığı yaşamsal rol, büyük ölçüde Nizamü’l-Mülk’ün izlediği siyaset ve ona sağladığı olanaklar sonucunda gerçekleşiyordu.

Asıl adı, “Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsı” olan Nizamü’l- Mülk, 10 Nisan 1018’de Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu ve Ön Asya’ya aktığı kapı olan Kuzey İran’ın Horasan bölgesindeki (Güney Azerbaycan) Tus kentine bağlı Nukan kasabasında doğuyor. Tus, İmam Gazali’nin de doğduğu kenttir. O dönemde bölge

80

Gazneliler Devleti’nin yönetimindedir. Nizamü’l-Mülk ilk yöneticilik görevini Gazneliler Devleti’nde yapıyor ve Horasan Valisi oluyor. Ardından 1063’ten itibaren Selçuklu Devleti’nde Sultan Alp Arslan’ın hizmetine giriyor ve Belh Valiliği’nde çalışıyor. (Özaydın, 2007: 194-196.)

Nizamü’l-Mülk, Batı’da siyaset felsefesinin kurucu kitabı sayılan Machiavelli’nin (1469-1527) Hükümdar (Prens) adlı eserinden yaklaşık 400 yıl önce bir adı da “Siyer’ül- Mülük” de (Hükümdarların Hayatı) olan “Siyasetname” isimli kitabını yazıyor. Bu kitap, daha sonra ‘Siyasetname’ adıyla ünleniyor. Böylece, Nizamü’l-Mülk, dünyada günümüze ulaşan ilk önemli siyaset felsefesi kitabını ortaya koymuş oluyor. Nizamü’l- Mülk bu önemli eserinde (özellikle 3-11’inci ve 36-41’inci fasıllar arasındaki bölümlerde) devlet yönetiminin esaslarını, iyi bir hükümdar ve devlet adamının nasıl hareket etmesi gerektiğini, din-devlet-toplum ilişkilerinin niteliğini ve nasıl yürütülmesi gerektiğini, bir devletin hükmettiği topraklar üzerinde yaşayan kavimlerin/halkların nasıl yönetileceğini ve itaat kültürünün hangi yollarla oluşturulacağını açıklıyor. (Nizamü’l- Mülk, 2014: 17-94).

Nizamü’l-Mülk, 1064 yılında Büyük Selçuklu Devleti’nde Sultan Alp Arslan tarafından vezir olarak görevlendiriliyor, ardından başvezir (vezir-i azam/sadrazam) oluyor. Melikşah döneminde de başvezirlik görevine devam ediyor. Selçuklu İmparatorluğu’nun yönetiminde çok etkili oluyor ve yaklaşık 30 yıl devlet yönetiminde başvezir olarak bulunuyor. Valilik ve Çağrı Bey’in yanında vezirlik yaptığı yıllar ile Gazneliler dönemi de dahil, yaklaşık 50 yıl devlette yönetici olarak görev yapıyor. Devletin idari olarak yeniden örgütlenmesinin mimarı oluyor. Mülke (devlete) düzen getiren, sistem kuran adam anlamına gelen “Nizamü’l-Mülk” ismini de bu dönemde alıyor. Ona bu ismi, zayıflayan ve Selçuklu Devleti’nin himayesine giren Bağdat’taki Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah veriyor.

Nizamü’l-Mülk, devletin güçlü, etkili ve toplumsal temelinin de sağlam olması için, arkasında yekpare bir felsefenin, inancın ya da teolojik öğretinin bulunması gerektiğini düşünüyor. Yalnız dış dünyaya karşı güçlü olmak bakımından değil, içeride de farklı kavimlerden ve inançlardan imparatorluk halkının yönetimi için (belki daha çok bu nedenle) devlete ve topluma hakim olan bir öğretiye/ideolojiye ihtiyaç olduğu görüşünden hareket ediyor. Vezirlerine devlet yönetiminin ilkeleri ve kuralları konusunda bir kitap yazılması (bir tür rapor hazırlanması) için emir veren (ferman yayınlayan) ve

81

hazırlanan eserler arasından Siyasetname’yi seçen Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın da bu ihtiyaç ve fikirden hareket ettiği anlaşılıyor.

Öyle ki, 11 ve 12. yüzyıllarda İslam dünyası, -bu dünyanın büyük bölümüne Selçuklu İmparatorluğu hakimdir- Şii ve Sünni mezhepleri ve bu mezheplerin bir dizi alt kolu ve çeşitli felsefi akımlar arasında bölünmüş durumdadır. Göçebe Türkler (Türkmenler, Oğuz boyları) arasında daha çok Alevilik, Batınilik gibi İslami inançlar yaygındır. Yerleşik kesimlerde ise Sünnilik daha etkindir. Nüfusunun yaklaşık yarısı Türklerden oluşan İran’da ise Alevilik -Türkler arasında- yaygın olmakla birlikte, Şiilik belirleyici ve baskın bir inanç sistemidir.

İleride daha da açacağımız gibi, İran’da fethedilemeyen Alamut Kalesi’nde konumlanan Hasan Sabbah liderliğindeki bir Batıni ekolü olan İsmailiye tarikatı ya da mezhebi (Haşhaşiler) de dönemin en etkili akımları ve siyasal güçleri arasındadır. Hasan Sabbah ve izleyicileri, sanıldığı gibi sadece haşhaş/afyon içip kendilerinden geçerek yeryüzünde sahte bir cennet kurmaya çalışan, -ki Haşhaşiler diye de anılıyorlar- dahası fedaileri eliyle devlet adamlarına, sultanlara, şahlara, vezirlere, şeyhlere karşı suikastlar düzenleyerek bölgeye korku salan bir cemaat değildir. Alamut Kalesi’nde üslenen Hasan Sabbah, döneminin en ünlü felsefi ve teolojik akımlarından biri olan İsmailiye tarikatının lideridir. Önemli bir felsefecidir. Fethedilemeyen Alamut Kalesi’nde dönemin en zengin ve en büyük kütüphanesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu fantastik kale, aynı zamanda dönemin entelektüel merkezlerinden biridir. Alamut Kalesi fedaileri ise, sadece haşhaş içip kendinden geçen inanmış suikastçılar değil, aynı zamanda etkili birer propagandisttir (Lewis, 2012: s.56).

Nizamü’l-Mülk, Selçuklu Devleti’nin temel ve kurucu unsurları (esas olarak Türkler) ile devletin tebaasını (devlete bağlı toplumları) oluşturan diğer Müslüman kavimler arasındaki farklılıkları, rekabet halindeki felsefi-teolojik akımları, fikri kargaşayı ve mezhep çatışmalarını imparatorluğu zayıflatıcı bir durum olarak görüyor. Bu nedenle, devlet yönetimi için en uygun mezhep olarak gördüğü Sünni-Şâfiî İslam’ın bir yorumunu -bir bakıma- resmi ideoloji olarak kurumsallaştırarak, devleti güçten düşüren bir etken olarak gördüğü inanç kargaşasını aşmak istiyor. Bu amaçla, Sultan Alp Arslan zamanında Nizamiye (Düzen) Medreseleri adıyla, Bağdat merkezli olmak üzere Selçuklu ülkesinin belli başlı kentlerinde okullar kurmaya başlıyor. Nizamü’l-Mülk’ün mimarı olduğu bu okulların başına da bir süre sonra İmam Gazali getiriliyor.

82

Peki, ‘Siyasetname’ kitabıyla, siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisinin yeryüzündeki ilk ve en önemli eserlerinden birini veren Nizamü’l-Mülk kimdir? Selçuklu Devleti’nde nasıl yükselmiş ve imparatorlğun en güçlü ve etkili adamı haline nasıl gelmiştir? Önce bu konuya bakalım.

Büyük Selçuklu Veziriazamı Nizamü’l-Mülk’ün babası Ali bin İshak Dihkan, büyük toprak sahibi ve Gazneliler Devleti’nin Tus kenti ve Nukah kasabasındaki temsilcisi, o dönemin ifadesiyle, ‘kethüda’sıydı. Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tusi, aristokrat babası sayesinde dönemin koşullarına göre çok iyi bir öğretim gördü. Ana dili Farsça’nın yanısıra Arapça ve Türkçe başta olmak üzere, birçok bölge dilini de iyi düzeyde biliyordu.

“Ebu Ali Kıvamuddin Hasan (Nizamü’l-Mülk), eğitim ve terbiyesine gösterilen özen nedeniyle daha 11-12 yaşlarında Kur’an’ı ezberlemiş, Şâfiî fıkıhı ile ilgilenerek genç yaşında bu fıkhın teorisini iyi bilenler arasına geçmiş, aynı zamanda tanınmış şair ve yazarlar ile dostluk kurmak ve edebiyat sahasında ciddi mesai sarf etmek suretiyle iyi yazma ve güzel konuşmada zamanının seçkin simalarından biri olmuştur.” (Kafesoğlu, 1993: s.329-330).

Ebu Ali Kıvamuddin Hasan, eğitimini tamamladıktan sonra babasının yardımıyla önce Gazneliler’in hizmetine giriyor. Gazneliler’in Horasan Valisi Ebü’l-Fazl Sûrî’nin yanında görev yapan Nizamü’l-Mülk’ün kader çizgisi, Sultan Mahmud’un yerine geçen oğlu Gazneli Mesut’un, Dandanakan Savaşı’nda (23 Mayıs 1040) Çağrı Bey’in liderliğindeki/komutasındaki Selçuklular’a yenildikten sonra köklü şekilde değişiyor.

Burada kısaca Dandanakan Savaşı’na ve bu savaşın tarihsel anlamına değinmekte yarar var. Henüz bir beylik durumundaki Selçuklular’ın Gazneliler’e karşı 1035 ve 1038 yıllarında kazandığı iki zaferden sonra, Gazneliler’in bölgedeki askeri ve siyasal otoritesi ciddi şekilde sarsılmıştı. Karahanlılar da zayıfladığını gördükleri Gazneliler’in topraklarına akınlar düzenlemeye başlamıştı. Gazneli Sultan Mesud, devletinin sarsılan konumunu yeniden güçlendirmek amacıyla, “Türkistan’ın tamamının bile karşı koyamayacağı” belirtilen 50 bin savaşçının bulunduğu büyük bir ordu kurarak harekete geçti.

Dandanakan Savaşı; henüz küçük devlet ya da beylik durumundaki Selçuklular’ın, daha büyük ve görece daha köklü bir devlet niteliğindeki Gaznelileri yendiği ve bu devletin çözülmesine yol açan bir meydan muharebesiydi. Bu savaştan sonra Gazne Devleti yıkılış dönemine girmiş, Selçuklu Devleti ise resmen kurulmuştu.

83

Bugün Türkmenistan Cumhuriyeti topraklarında Taşarabad bölgesinde bulunan Dandanakan, Ortaçağ’da Uzak Doğu ile Akdeniz arasındaki önemli ticaret yollarından birinin üzerinde bulunuyordu. Surlarla çevrili bir kasaba olan Dandanakan, zamanla şiddetli fırtınaların savurduğu büyük kum yığınlarının altında kalmaya başlayınca, sakinleri tarafından terk edildi.

Bunun üzerine, topraklarını genişletmekle uğraşan Çağrı Bey, aileye mensup Tuğrul Bey ve Musa Yabgu gibi Selçuklu liderleriyle bir araya gelerek durumu değerlendirdi. Selçuklu önde gelenleri büyük bir savaşın kaçınılmaz şekilde geldiğini görerek, Gazneliler’e karşı hazırlıklara başladı. Ancak bazı Selçuklu beyleri, güçlü Gazneli ordusu karşısında tutunamayacaklarını belirterek geri çekilmeyi önerdi. Bu görüşe katılmayan Çağrı Bey ise Horasan’ın asla terkedilmemesini, akılcı şekilde savaştıkları takdirde zafer kazanacakları görüşünü savundu. Bunun üzerine 20.000 kişilik Selçuklu Ordusu ile 50.000 kişilik Gazneli ordusu Horasan yakınlarındaki, bugün İran sınırları içinde olan, Talhâb yöresinde savaşmaya başladı (Haziran 1039). Savaşın ilk muharebelerinde Gazneli ordusu karşısında tutunamayan Selçuklu güçleri, hızlı hareket ederek yıkıcı bir bozguna uğramadan çevredeki çöllere çekildi.

“Selçuklular sıcakların şiddetlendiği sırada çöllerden sevkettikleri atlı birliklerle Gazneli ordusunu yıpratma saldırılarına başladılar ve yöredeki su kuyularını tahrip edip kapattılar. Bu arada Selçuklu başbuğları, Sultan Mesud’un Nesâ, Baverd ve Ferava’nın Selçuklular’a verilmesi, Nişabur, Serahs ve Merv’in de Gazneliler’de kalması şeklindeki barış teklifini kabul ederek onunla geçici bir anlaşmaya vardılar. Böylece her iki taraf da kesin sonuçlu bir savaşa hazırlanabilmek için zaman kazanmış oldu. Bu sırada Türkistan’dan gelen kalabalık Oğuz kitleleri Selçuklular’a katıldılar; böylece Selçuklular, Gazneliler karşısında biraz daha güçlü duruma geldiler” (Sevim, 1993: s.456-457).

Sultan Mesud, Selçuklular ve Karahanlılar’a kesin bir darbe indirip Horasan’dan atarak onları ya tamamen yok etmek ya da Gazneli otoritesini kabul eden, bağımlı birer alt devlet/beylik durumuna getirmek istiyordu. Sorunu kesin olarak çözmek niyetindeydi. Bu hedefini gerçekleştirmek için ordusunu daha da büyütme yoluna gitti. Nişabur’da bütün kış boyunca hazırlık yaptı ve tam 100.000 kişilik iyi donatılmış bir ordu oluşturarak yeniden harekete geçti. Selçuklu komutanları ve beylerinin büyük bölümü bu ciddi güç karşısında Batı İran’a çekilme fikrindeydi. Ancak Çağrı Bey yine çekilme önerisine şiddetle karşı çıktı ve hantal yapısı nedeniyle hareket kabiliyeti fazla olmayan Gazneli ordusunu yorgun düşürerek yenebilecekleri tezini savundu. Çağrı Bey, savaş planlarını

84

da anlatarak Selçuklu komutanları ve beylerini ikna edecekti.

“Selçuklu Ordusu’nun öncüleri, Merv yönünde ilerlemekte olan Gazneli ordusuna saldırmaya başladılar; esas ordu ise taktik gereği çöl yönüne doğru çekilmekteydi. Selçuklu Ordusu’na bağlı bazı birlikler ise Gazneli ordusunun yolu üzerindeki bütün su kuyularını tahrip edip kapatıyordu. Böylece kalabalık Gazneli ordusunu susuz bırakma planlarını tam bir başarıyla gerçekleştirdiler. Nitekim su ihtiyacını gidermek için Merv yakınlarındaki suları bol olan Dandanakan’a doğru yön değiştirip ilerleyen Gazneli ordusu, susuzluk ve yorgunluktan perişan bir vaziyete düşmüştü; ayrıca artan Selçuklu saldırıları da onlara ağır kayıplar verdiriyordu. Bu durum karşısında Sultan Mesud ümitsizliğe kapıldı. Ordusunda disiplin bozulmaya ve kendisiyle ordu kumandanları arasında fikir ayrılıkları görülmeye başladı. Gazneli ordusunu kötü duruma düşürmeyi başaran Selçuklu başbuğları, Dandanakan Kalesi önlerinde onlarla kesin sonuçlu bir meydan savaşı yapmaya karar verip derhal harekete geçtiler. Burada üç gün devam eden ve 8 Ramazan 431 (23 Mayıs 1040) günü sona eren savaşta birlikten mahrum, aç, susuz ve yorgun Gazneli ordusu, özellikle savaş tekniğini çok iyi bilen Çağrı Bey’in mahirane taktik ve saldırıları karşısında kesin bir yenilgiye uğratıldı. Sultan Mesud kahramanca çarpışmış, ancak etrafının sarıldığını görünce 100 atlı ile savaş meydanından güçlükle kaçıp canını kurtarabilmişti” (Sevim, 1993: s.456-457). Selçuklular, Karahanlı ve Gazneliler’le yaptıkları uzun ve çetin mücadelelerin doruk noktasını oluşturan Dandanakan zaferinden sonra Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdu. Selçuklu beyleri yaptıkları toplantıda Tuğrul Bey’i yeni devletin ilk sultanı ilân etti. Bu karar ve zafer, o dönemde bilinen dünyaya ilan edildi. Dandanakan zaferinden sonra Selçuklular hızlı bir şekilde büyüyerek imparatorluğa dönüştü. Bağdat’ı da ele geçiren Selçuklular, bu kentte oturan Abbasi Halifelerini de nüfuzları altına alarak Hilafet makamını ve Müslümanları koruma görevini üstlendi.

Bu savaştan sonra Horasan tamamen Selçuklu Devleti’nin eline geçince, Gazneli Devleti’ne çalışan Nizamü’l-Mülk babasıyla birlikte Selçuklular’ın hizmetine giriyor. Nizamü’l-Mülk, bir süre Melik Alp Arslan’ın veziri Ebu Ali Ahmed Şadan tarafından idari hizmetlerde görevlendiriliyor. Onunla anlaşmazlığa düşünce, Selçuklular’ın egemenliklerindeki önemli kentlerden Merv’e, Çağrı Bey’in yanına gidiyor. Burada, idari ve siyasi yeteneğiyle Çağrı Bey’in dikkatini çekerek, onun gözüne girmeyi başarıyor. Bazı kaynaklara göre, Çağrı Bey’in Nizamü’l-Mülk’ü, oğlu Alp Arslan’ın yanına danışman olarak verirken, “onu bir baba gibi saymasını” söylediği rivayet ediliyor.

Nizamü’l-Mülk, Çağrı Bey’in ölümünün (1059) ardından Tuğrul Bey döneminde (1040-1063) etkinliğini daha da arttırarak Horasan’ı yönetiyor. Bu dönemde Selçuklu İmparatorluğu’nun ilk sultanı Tuğrul Bey, oğlu olmadığı için kardeşi Çağrı Bey’in

85

oğullarından Süleyman’ı velihat ilan ediyor. Tuğrul Bey’in 1063 yılının Eylül ayında ölümü üzerine, dönemin Selçuklu Başveziri Amidü’l-Mülk bu vasiyeti yerine getirerek, Rey kentinde Süleyman’ı tahta çıkarıyor ve “sultan” ilan ediyor. Ancak Çağrı Bey’in diğer oğlu Alp Arslan ve Selçuklu Hanedanı’nın kurucusu olan Selçuk Bey’in torunu Kutalmış Bey (Arslan Yabgu’nun oğludur) ile birçok komutan ve şehzade, Süleyman’ın saltanatını tanımıyor.

Kutalmış Bey, döneme göre büyük sayılan 50 bin kişilik bir orduyla Rey’i kuşatıyor. Tahta çıkarılan Süleyman ise, hükümdarlığını tanımayarak isyan eden Selçuklu şehzadelerine (prenslerine) göre güçsüz olduğunu görüyor ve Rey’i terk ederek Şiraz’a çekiliyor. Bir süre sonra da sultanlık iddiasından vazgeçiyor. Başkentte kalan Başvezir Amidü’l-Mülk, bu gelişme üzerine Alp Arslan’dan yardım istiyor ve hutbeyi onun adına okutmaya başlıyor. Amid-ül Mülk bu tutumuyla bir anlamda Alp Arslan’ı “sultan” ilan ediyor. Bu fırsatı değerlendiren Alp Arslan, büyük bir ordu ile Kuzeydoğu İran’daki Horasan’dan başkent Rey’i kuşatan Kutalmış Bey’in üzerine yürüyor.

İşte Nizamü’l-Mülk tam bu tarihsel dönemeçte olayların akışını belirleyen bir rol oynuyor. Alp Arslan’ın, Tuğrul Bey tarafından velihat ilan edildiği halde tahta çıkarılan Süleyman’ın hükümdarlığını (sultanlığını) tanımayarak isyan etmesini de büyük olasılıkla Nizamü’l-Mülk sağlıyor. (Kafesoğlu, 2016: 19-45.)

Burada Selçuklu İmparatorluğu’nun önemli bir özelliğine işaret etmek -ki bu özellik ileride Osmanlı için de söz konusu olacaktır- ve bir tespit yapmak yerinde olacaktır: Devletin kuruluşunda göçebe Türkmen ve Oğuz boyları belirleyici rol oynuyor. Ancak, devlet kurulduktan sonra orduda göçebe Türkmenler’in yerini yavaş yavaş kölelikten (gulamlıktan) yetişme Türkler almaya başlıyor. Zamanla bütün göçebe kavimlere dayanan devletlerde olduğu gibi, Selçuklu İmparatorluğu da kurucu unsurlarından uzaklaşarak, üretimi elinde tutan ve düzeni temsil eden yerleşik halka (burada ağırlıklı olarak İrani kavimlere) dayanan bir devlet haline geliyor.

“Devlet hayatında, saray ve ordu Türkler’in; sivil idare (bürokrasi) ise genellikle, İranlılar’ın elinde idi. Bu durum, Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşunda canla başla çalışan hür göçebe Türkmenleri gücendirdi. Bu yüzden onlar, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun başında bulunan sultanlara karşı taht mücadelesine girişen her Selçuklu prensini desteklediler. Nizamü’l-Mülk, emrinde çalıştığı İmparatorluğa karşı ilk büyük hizmeti, işte böyle bir taht mücadelesi sırasında göstermek fırsatını buldu: 1063 yılında ölen ilk Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’den boşalan Büyük Selçuklu İmparatorluğu tahtını elde etmek için Doğu

86

İran’dan, (Horasan’dan) Batı İran’a geçen Alp Arslan karşısında Tuğrul Bey’in amcasının oğlu Kutalmış’ı buldu. Anadolu Selçukluları Devlet’inin kurucusu Süleyman Şah’ın da babası olan Kutalmış, Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşunda zahmetini çekip kuruluşundan sonra nimetinden mahrum bırakılan Türkmen kitlelerine dayanıyordu” (Turan, 2017: s.225).

Kendisini sultan ilan ederek hutbe okutmaya başlayan Kutalmış Bey, Alp Arslan’ın büyük bir ordu ile üzerine geldiğini öğrenince, önce Rey kuşatmasını kaldırıyor. Ardından bölgedeki nehirlerin bentlerini açarak, Alp Arslan ile kendisi arasındaki bölgeyi sular altında bırakıyor. Böylece hazırlık yapmak için zaman kazanarak rakibinin saldırısını önlemeyi amaçlıyor. Bu gelişme üzerine hücuma geçmekte tereddüt eden Alp Arslan’ı, Nizamü’l-Mülk ikna ediyor. Sivil olmasına karşın savaş elbisesi girerek orduyu saldırı düzenine sokuyor. Nizamü’l-Mülk’ün ısrarıyla Alp Arslan bataklığı geçiyor ve 1064 yılının Nisan ayı başında Kutalmış Bey ile Dameğan adlı bölgede savaşa tutuşuyor. Kutalmış Bey yeniliyor ve geri çekilirken kayalık bir bölgede atından düşerek ölüyor. Alp Arslan, 27 Nisan 1064 tarihinde Başkent Rey’e girerek törenlerle Selçuklu tahtına çıkıyor.

Alp Arslan tahta geçtikten bir ay sonra Nizamü’l-Mülk’ü başvezir (vezir-i azam) tayin ediyor. Malazgirt Savaşı dışında Alp Arslan’ın bütün seferlerine katılan Nizamü’l- Mülk, bu savaşların kazanılmasında etkin bir rol oynuyor. Nizamü’l-Mülk’ün, Malazgirt Savaşı’na katılmama nedeni de önemlidir; İran içlerine doğru sefer yapan Vezir-i Azam, Farsi toplulukların yarattığı kargaşayı bastırarak düzeni sağlamaya çalışıyor. Nitekim, bu görevi başarıyla yerine getiriyor. Nizamü’l-Mülk bu dönemde, tahtta hak iddia eden hanedan mensuplarının tasfiye edilmesini sağlayan siyaset adamı olarak da öne çıkıyor. Sadece Alp Arslan’a rakip olan Kutalmış ve Süleyman beylerin tasfiyesini değil, Sultan Melikşah’ın tahtını tehdit eden, İmparatorluğun Türk/Oğuz tebası ve özgür göçebe Türkmen boylarının desteğine sahip olan, Kirman Selçukluları’nın lideri Kavurd Bey’in -ki Alp Arslan’ın kardeşi, dolayısıyla Melikşah’ın da amcasıdır- bertaraf edilmesini de sağlayarak iktidar kavgasını bitiriyor. Öyle ki, tartışılmaz otorite ve gücüne karşın Sultan Alp Arslan bile kardeşi Kavurd’un prestiji ve etkinliği karşısında daha önce yer yer çaresiz kalıyor.

“Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun diğer bir vasfını ele almak gerekmektedir. Göçebe Türkmenler’den sonra, daimi İmparatorluk ordusunu teşkil eden Gulam (Köle) Türkler de devletin gidişinden memnun değildi. Öyle görünüyor ki, hükümdardan sonra en yüksek makamı işgal eden Nizamü’l-Mülk başta olmak

87

üzere, İranlıların, devlet idaresinde Türklerin aleyhine olarak gittikçe daha fazla nüfuz kazanmaları, bunun başlıca sebebi idi. Gerek daha önce bir kenara itilen hür göçebe Türkmenlere, gerekse imparatorluğun askeri teşkilat kadrolarını dolduran Gulam (Köle) Türklere bu konuda hak vermemek elden gelmez. (…) Mesele böyle ortaya konduğu takdirde, Selçuklu Ordusu’nun, İran medeniyetinin etkisini pek duyuramadığı kenar bölgedeki küçük Kirman Selçukluları Devleti’nin başında bulunan kardeşi Kavurd’u, başta Malazgirt Meydan Muharebesi olmak üzere, onları zaferden zafere koşturan Alp Arslan’a tercih etmesinin sebebi daha kolay anlaşılır. Gerçekten, Alp Arslan, kendisine isyan eden Kavurd’a karşı birkaç kere Kirman’a sefer yapmak zorunda kalır. Bir defasında, ordusundaki bazı komutanların Kavurd’la mektuplaştıklarını öğrenip suçluları cezalandırır. Ancak, soruşturmayı derinleştirince, ordusunun büyük bir bölümünün Kavurd taraflısı olduğunu öğrenen Alp Arslan, tehlikeli bölge haline gelen Kirman’ı hemen terk etmekten başka çare bulamaz” (Köymen, 1977: s.1-10).

Dameğan Savaşı’nda Kutalmış Bey’in kardeşi Resul Tegin ve oğlu Süleyman Şah da esir alınır. Ancak, Alp Arslan tarafından bir süre sonra serbest bırakılan Süleyman Şah, -ki Kutalmışoğlu Süleyman Şah diye anılacaktır- Türkmen boylarının yeni yerleşmeye başladıkları Anadolu’da Toros Dağları’nın bulunduğu bölgeye geçer ve oraya yerleşir.